Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Peygamberlerin ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Özlerinin Sözlerine Uygunluğu .

Peygamberlerin ve Hz



Peygamberlerin ve
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Özlerinin Sözlerine Uygunluğu



Beşer tarihinin uzun devreleri boyunca pek çok
siyâsî, felsefî ve fikrî doktrin, hayat sahnesinde yer almıştır. Bunlarda hep
görülen husus; dâvâ ile hakikat, söz ile fiiller, iddia ile vâkıa, teori ile
pratik arasında önemli farklılıkların bulunduğudur. Hep iddia, söz ve dâvâ,
vâkıadan, fiillerden ve olaylardan üstün olagelmiştir. Ancak peygamberler
tarihinde bunun aksine peygamberlerin yaşayışları, sözleri ve dâvet ettikleri
şeylere mutâbık olmuş, onların hatta üstünde bulunmuştur. Onları gören, onlara
muhatap olan insanlar, henüz onların peygamberliğini bilmeden doğruluk ve
dürüstlüklerini teslim etmişlerdir. Hz. Yusuf zindanda iken hapis arkadaşları
ona: ?Şüphesiz biz seni iyilik ve ihsan sahiplerinden görüyoruz.?
(12/Yusuf, 36) diye müracaat ediyorlardı.

İslâm'a dâvet eden, başkalarına iyiliği emreden
kişi, güzel ahlâk sahibi olmalıdır. Şüphesiz insanın sahip olduğu şeyler içinde
en değerli olanı, güzel ahlâktır. Güzel ahlâkın timsali de Peygamberimiz'dir.
Onun gibi olmaya çalışmak, onun gibi yaşamak, yani yaşayan Kur'an olmaya gayret
etmek, sünnet üzere bir hayat sürmek, güzel ahlâk üzere olmak demektir. "Andolsun
ki sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler
için, Allah'ın elçisi en güzel örnektir." (33/Ahzâb, 21) İşte o, Allah'ın
seçtiği bir rehber olarak, hem sözleriyle ve hem de yaşayışıyla müslümanlara
örnek olmuştur: İnsanlardan bir şeyi yapmalarını isteyince, önce kendisi bunun
kat kat fazlasını yapmıştır. Herkesten fazla namaz kılmış, herkesten fazla oruç
tutmuş ve herkesten fazla sadaka vermiştir. Yasakladıklarından da daima uzak
durmuş, hiçbir günaha bulaşmamıştır. Her türlü aşırılıktan kaçınmış, daima orta
yolu izlemiştir. Meselâ o çok merhametliydi, ama merhameti zaafa varmıyor,
adâletten hiç bir şekilde ayrılmıyordu. Çok cömertti fakat müsrif ve savurgan
değildi. İbâdete çok önem veriyordu ama dünyayı da ihmal etmiyordu. Çok
bağışlayıcıydı fakat tâvizkâr değildi. Şefkatli ve yumuşak huyluydu ama
gerektiğinde cephede tek başına bile direnebiliyordu... İşte dâvetçi de, onun
hayatını iyi öğrenip, onun gibi yaşamaya, Muhammedcik/Küçük Muhammed olmaya
çalışmalı-dır ki, insanlara etkili olup söz geçirebilsin. (27)

Peygamber Efendimiz'in nübüvvet öncesi ve
sonrası hali ve yaşayışı, Mekke'lilerce gayet güzel biliniyor, peygamberliğinde
O'nun temel fikrine karşı koyarak tevhidi kabul etmemek, yayılmasını engellemek
için türlü yollara başvuruyorlar, fakat şahsî yaşayışı hakkında en küçük bir
ithamda dahi bulunamıyor, O'nun ?el-Emîn?liğini ikrar etmek zorunda
kalıyorlardı. O, insanlara teklif ettiği hususları herkesten önce kendi
nefsinde, herkesin yapabileceğinden fazlasıyla tatbik ediyordu. Şüphesiz bu,
dâvet olunanlara tesir eden önemli bir faktör olacaktı. Umman kralı el-Culendî'ye
Rasûlullah'ın İslâm'a dâvet mektubu ulaştığı zaman Hz. Peygamber' in hayatı
hakkında bilgiler edinen melikin sözleri şöyle oluyordu: Allah beni bu ümmî
peygambere delâlet/rehberlik etmiştir. O peygamber, hiçbir iyiliği kendisi ilk
tatbik eden olmaksızın emretmiyor, hiçbir kötülüğü de kendisi ilk terkeden
olmaksızın nehyetmiyor. O, mutlaka galip gelecektir, engellenemeyecektir. O,
ahde vefâ gösterir, sözünü yerine getirir. Ben kesinlikle kabul ediyorum ki o,
bir peygamberdir.? (28)

Cenâb-ı Hak, sözle yapılan dâvete fiilen örnek
olmayı emreder: ?İnsanları Allah'a dâvet ve kendisi de sâlih amel/iyi
davranış ve hareket eden ve ?Ben şüphesiz müslümanlardanım' diyen kimseden daha
güzel sözlü kimdir?? (41/Fussılet, 33) Bu âyette, iyiliği emreden dâvetçide
ve hatipte aranacak vasıfların en önemlileri bir araya getirilmiştir. Burada
iyiliğe dâvet eden tebliğci veya hatip için sâlih amel, işinin sözüne uygun
olmasıdır. "Ben şüphesiz müslümanlardanım" demesi ise, dâvetçi veya
hatibin kendini dinleyicilerden üstün ve ayrı görmemesi, onlarla kaynaşmış,
kibir ve gurur gibi duygulara kapılmamış olmasıdır. İnsanlar, örnek görmek
isterler. Psikoloji ve pedagojide, örnek almanın doğurduğu ?taklit
fonksiyonu?nun büyük değeri vardır. Her taklit olayı, önce insanların ruhlarında
arzu, ihtiyaç, itikad ve fikir şeklinde doğar. Daha sonra bunlar, hareket ve
davranışlar, âdet ve alışkanlıklar şeklinde yaşayışa intikal eder. Bu konuda
toplumun her sınıfında ve her türlü eğitim dalında istifade edilir.

Meselâ çocuğuna dinî eğitim vermek isteyen bir
âile, ona her vesile ile ?taklit edilecek iyi numûneler? göstermek zorundadır.
Yemeğe başlarken besmele, kalkarken hamd, Kur'an okumak, namaz, oruç, fakirlere
yardım, küfür etmemek, içki içmemek, yalan söylememek gibi İslâm'ın emrettiği
esasları, ciddî ve samimi olarak önce aile büyükleri yapacak, çocuklar şuursuz
olarak bunları taklit edeceklerdir. Bu taklit devam ettikçe, nihayet kuvvetli
bir itiyat/alışkanlık haline gelir. Çocuklukta kazanılan iyi itiyatlar, bütün
hayat süresince devam eder. Toplumun her yönünde halk toplulukları ve kitleler
arasında aynı kanun hükümleri geçerlidir. Öğretmen okulda, dâvetçi muhatapları
karşısında hal ve tavırları, fikirleri ve sözleriyle daima örnek olmalıdır.
Bunlar yapılmadıkça dâvet ve tebliğ için, eğitim ve öğretim için ne kadar gayret
sarfedilse tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Genel kural olarak diyebiliriz ki tebliğ,
beşikten mezara kadar devam eden bir alıştırma ve iyi örnek olma işidir. (29)

Rasûlullah, yirmi üç sene süren peygamberlik
hayatı boyunca hiç kimse, onun karşısına çıkarak, veya arkasından konuşarak:
"Neden bize söylediklerini kendin de yapmıyorsun?" diyememiştir. Rasûlullah'ın
bu üstün vasfı, O'nun her yönüyle sözü dinlenir bir peygamber olarak tanınmasına
sebep olmuştur. Hayatı boyunca ona sarsılmaz bir imanla bağlananlar, her şeyden
çok, sözünün işe uygun olması yönü ile ona bağlanmışlardır. Rasûlullah'a
beslenen güvenin, itimadın aslı bu esasa dayanıyordu. (30)

Yaşayışla güzel örnek verme kuralının etkisini
gayet iyi bilen Peygamber Efendimiz, kendisi hayatıyla örnek teşkil ettiği gibi,
İslâm'a dâvet ettiği insanların İslâmî yaşayışı görerek fikir ve kanaatlerini
ona göre tayin ve tespit etmelerine imkân ve vesileler hazırlıyordu. Bedir
Gazvesinde ele geçirilen esirlerin topluca bir yerde hapis tutulmaları yerine
birer birer ashâb-ı kirâma dağıtılarak misafir edilmeleri, başka birtakım fayda
mülâhazaları yanında büyük ölçüde, esirler sahabenin İslâm'ı yaşayışına vâkıf
olsunlar diye olsa gerektir.

İslâm düşmanı Benû Hanife reisi Sümâme'nin
müslüman olmasına, Hz. Peygamber'in hüsn-i muâmelesi, karşılıksız affı yanında
Mescid'de bir direğe bağlı kaldığı müddet zarfında İslâmî tatbikatı görerek
hakikati idrak etmesi de etkili olmuştur, diyebiliriz.

Tâif heyeti geldiği zaman, müslümanların Kur'an
okuyuşları, namaz kılışları, huşû ve huzû içinde ibâdetleri ve İslâm'ı
yaşayışları kalplerini rikkate getirsin diye Hz. Peygamber'in onları Mescid'in
hemen yanında misafir ettiğini biliyoruz. Bazı heyet mesuplarının, ashâbın
evlerine dağıtılarak misafir edilmelerinde de, yine bu husus mutlaka göz önünde
bulundurulmuştur.

Görülüyor ki İslâmî dâvetin neticeye
ulaşabilmesi için dâvetçinin tebliğ ettiği esasları çok iyi bilerek hayatında
yaşaması, güzel bir örnek teşkil etmesi, mutlak bir zarurettir. Asr-ı Saadet'ten
sonra İslâm'a muhatap olan millet ve ümmetlerin İslâm'ı öğrenme ve kabul etmede
tamamen uzak ve yabancı kalmalarına sebep, -esefle kaydedelim ki- İslâm'ı hiç
duymadıkları veya yanlış anladıklarından ziyade, müslümanlardan gördükleri kötü
yaşayış ve davranışlar olmuştur. İslâm'ı kabul edenleri incelediğimiz zaman
bunların iki ana grup teşekkül ettirdiğini görürüz:

1- Allah'a ve İslâm'a samimiyetle bağlı
müslümanların örnek yaşayışlarından etkilenerek müslüman olanlar,



2- Hür düşünce ve tarafsız bir araştırmayla
İslâm'ın hakikatini anlayarak diğer dinlerin yanlışlıklarından İslâm'a
sığınanlar.

Şüphesiz birinci grup, ikinciden kat kat
fazladır. Müslümanlar ve dâvetçiler, bilmelidirler ki şayet kendileri
yaşayışlarını İslâm'a uydurarak güzel bir örnek halinde İslâm'ı sunabilseler
Avrupa'sıyla, Amerika'sıyla bütün bir cihan kapıları sonuna kadar İslâm'a
açacaktır. (31)

Yapmadıklarını söyleyen, başkasına öğüt verip
kendileri verdikleri öğütlere uymayan ve başkalarına doğru yolu gösterip
kendileri o yoldan gitmeyenler, ancak kulların alayını ve Rablarının gazabını
üzerlerine çekerler. Dâvetçi, kendi kendisini sıkı sıkıya kontrol etmeli ve
verdiği kararlara uymakta öncelikle kendisini sorumlu tutmalıdır.

EMR-İ Bİ'L-MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER ..
Emr-i Bi'l-Ma'rûf ve Nehy-i Ani'l-Münker; Anlam ve Mâhiyeti
Ma'rûf Nedir? .
Münker
Din, Münkerleri Hoş Görmez
Kur'ân-ı Kerim'de Emr-i Bi'l-Ma'ruf
Hadis-i Şeriflerde Emr-i Bi'l-Ma'rûf
Tebliğ .
Tebliğ Görevi ve Tebliğ Metodu
Sanat ve Tebliğ .
Dâvet; Hakka Çağrı
Dâvetin Alanı
Dâvetin Metodu
Dâî/Dâvetçi
Vaaz .
Nasihat
Olumsuz Anlamıyla Nasihat
Din Nasihattır
İrşâd .
Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib .
Muhtesib .
Sözü, İnsanları Allah'a Çağırmakla Güzelleştirebiliriz .
Dâvet ve Tebliğ Usûlü .
Sözlerin En Güzeli Olan Kitap'ta ?En Güzel Söz? Diye Tanımlanan ?Dâvet?in Usûlü
Rasûlullah ve Güzel Söz
Tebliğcinin Meslekleri a- Tebliğci, doktor olmalıdır.
b- İtfaiyeci olmalıdır.
c- Cankurtaran olmalıdır.
d- Asker ve polis olmalıdır.
e- Hoca, vâiz, müezzzin, hatip, öğretmen olmalıdır.
f- Psikolog ve pedagog olmalıdır.
g- Aşçı ve garson olmalıdır.
h- Tiyatrocu, aktör olmalıdır.
i- Terzi olmalı.
j- Şoför olmalıdır.
k- Çiftçi, ziraatçı olmalıdır.
Başkalarına İyiliği Emredip Kendisini Unutmak .
Başkasına İyilikle Emredip Kendisini Unutmak Akılla Bağdaşmaz .
Örnek Olmak; Hâl Diliyle Emr-i Bi'l-Ma'rûf
Peygamberlerin ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Özlerinin Sözlerine Uygunluğu .
İlim, Başkalarına Aktarmak İçin Değil; Öncelikle Yaşamak İçin  Öğrenilmelidir
Emr-i Bi'l-Ma'rûf, Muhatâpları Kurtarmasa Bile, Yerine Getirenleri Kurtarır
İyiliği Emretmek Konusunda Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar