Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Sâliha/İyi Kadınlar

Sâliha



Sâliha/İyi
Kadınlar:




Erkeğin âile reisliğine ilişkin görevleri,
yetkileri, sorumlulukları ve yükümlülükleri anlatıldıktan sonra ideal mü'min
kadının nasıl olması gerektiği, âile içindeki imana dayalı davranış ve
uygulamalarının niteliği konusuna geçiliyor. Okuyalım: "Buna göre iyi
kadınlar, saygılı olanlar ve kocalarının yokluğunda Allah'ın korunmasını
emrettiği mahremiyetleri koruyanlardır."

Demek ki ideal mü'min kadın gerçek mü'minliğinin
gereği olarak mutlaka kocasına karşı saygılı olmalıdır ve bu sıfat onun ayrılmaz
niteliğini oluşturmalıdır. "Saygılı olmak", âyetin deyimi ile "Kunût"; baskı
altında, zorlamalı, isteksiz ve baştan savmacı bir itaat demek değildir. Aksine
isteyerek, benimseyerek, gönüllü ve arzulu bir şekilde gösterilen itaat anlamına
gelir. Bundan dolayı yüce Allah "İtaat edenler" dememiş, "saygılı olanlar"
buyurmuştur. Çünkü ikinci deyimin anlamı psikolojiktir, insan ruhuna ılık
esintiler yansıtıcı bir içerik taşır. Bir tek insan bütününün iki yarısı
arasında bulunması gereken dirlik, sevgi, örtü ve korunak oluşturma havasına
uygun düşen; bağrında büyüyen yavrulara havasının, nefeslerinin, esintilerinin
ve meltemlerinin damgasını vuran insan yuvasına yakışan tutum budur.

İdeal mü'min kadının, mü'minliğinin ve
idealliğinin gereği olan kişiliğinin başka bir sıfatı da kocası ile arasındaki
kutsal ilişkinin dokunulmazlığını, sadece kocasının varlığında değil, yokluğunda
da titizlikle korumasıdır. Aynı insan bütününün yarısını oluşturmaları hasebiyle
sırf kocasına açık olan mahremiyetlerini başkalarının gözlerinden ve
dokunmalarından kesinlikle uzak tutmalıdır.

Kadının, yabancılara kapalı tutması gereken
mahremiyetlerinin neler olduklarını ne kadın ve ne de erkek belirliyor. Bunları
belirleyen, yüce Allah'ın bizzat kendisidir; âyetteki "Allah'ın korunmasını
emrettiği" ifâdesi bu gerçeği ortaya koyar.

Demek ki, ideal kadın için mesele sadece
kocasının rızâsı meselesi değildir. Kocasının gerek yanında ve gerekse
yokluğunda yabancılara açılmasına izin verdiği, açılışına kızmadığı
mahremiyetleri konusunda kadın, sorumluluğu kocasının sırtına yıkarak işin
içinden çıkamaz. Bu konuda yüce Allah'ın sisteminden sapmış bir toplumun
gelenekleri ve modaları da kadın için geçerli bir mazeret olamaz.

Sözünü ettiğimiz "mahremiyetleri koruma"
noktasına sınırlama getiren bir tek geçerli hüküm vardır. Kadın,
mahremiyetlerini bu hüküm uyarınca, yani "Allah'ın korunmasını emrettiği"
biçimde korumalıdır. Kur'ân-ı Kerim, bu mahremiyetleri koruma zorunluluğunu emir
kipi ile dile getirmiyor. Bu zorunluluğu emir kipinden daha derin anlamlı ve
daha vurgulayıcı bir dille ifâde ediyor; "Allah'ın korunmasını emrettiği
şekildeki muhafaza titizliği ideal kadınların karakteristik özelliklerinin ve
ideal olma niteliklerinin vazgeçilmez gereğidir" diyor.

Durum böyle olunca sapık toplumun baskısı
karşısında boyun eğen, bozguna uğrayan müslüman erkek ve kadınların bütün
mazeretleri suya düşer ve "Allah'ın korunmasını emrettiği"
prensibi uyarınca sâliha (ideal) kadınların gönüllü, istekli ve arzulu itaatleri
eşliğinde koruma altında tutacakları mahremiyetlerin sınırları meydana çıkar.

İdeal (sâliha) kadınların dışında kalan
kadınlara gelince bunlar dik kafalı ve serkeş kadınlardır. Kur'an'da bu sıfatı
ifâde etmek için kullanılan "Neşz" kelimesi "yüksek yerde durmak" anlamına
gelir. Bu ifâde belirli bir psikolojik durumu kelimelere yansıtan somut bir
ifâdedir. Gerçekten dik kafalı, serkeş insan baş kaldırma ve kafa tutma
konusunda sivrilen, göze batan insan demektir.

İslâm sistemi âilede dik kafalılığın gerçekten
uygulamaya girmesini, isyan bayrağının çekilmesini, reislik otoritesinin
kaybolmasını ve sonuç olarak yuvanın iki kampa bölünmesini pasif bir şekilde
karşılamaz. Çünkü iş bu raddeye varınca çoğunlukla, problem çözülemez. Buna göre
dik kafalılığın ve isyanın tohumları henüz filiz vermeden bunlara karşı önlem
almak gerekir. Yoksa eğer bu tohumlar yeşermeye bırakılacak olursa iş, bu önemli
kurumun bozulmasına ve yozlaşmasına varır. Artık orada huzur ve güven kalmaz.
Artık yuva yavruların yetişmelerine uygun sıcaklığını ve korunaklığını yitirir.
Daha beteri de var. Böyle gide gide bir gün bu yuva dağılır, çöker ve temelli
mahvolur. O zaman genç yavrular ya başıboş kalır; ya da psikolojik, sinirsel,
organik hastalıklara, belki de türlü sapıklıklara yol açacak şartlar içinde
büyümek zorunda kalırlar.

Demek durum son derece ciddi. O halde sözünü
ettiğimiz dik kafalılığın ve isyankârlığın belirtileri ortaya çıkar-çıkmaz hemen
bunları tedavi etmenin aşamalı önlemlerine başvurmak gerekir. İşte âile kurumunu
sarsılmaktan ve yıkılmaktan korumak için kurumun bir numaralı sorumlusu olan
kocaya çoğunlukla uslandırıcı sonuç veren bazı terbiye yöntemlerini kullanma
yetkisi tanınıyor. Bu yöntemleri kullanmaktan maksat karşı taraftan intikam
almak, onu küçük düşürmek ya da ona acı çektirmek değildir. Amaç; yola getirmek,
dik kafalılığın bu başlangıç aşamasında yuvada açtığı deliği tıkamak ve gediği
sıvamaktır. Şöylece: "Dik kafalılık edeceklerinden endişe ettiğiniz kadınlära
öğüt veriniz, onları yataklarında yalnız bırakınız 've dövünüz. Eğer uslanıp
size itaat ederler ise kendilerine karşı başka bir tedbire başvurmayınız. Hiç
kuşkusuz Allah yücedir, büyüktür."

Şimdi önce yukarıda söylediklerimizi tekrar
hatırlayalım: Yüce Allah (c.c.) insan bütününün her iki yarısını, yani kadını ve
erkeği ile insanı onurlu kılmıştır. Kadın hakları, onun insan olmasından
kaynaklanan temel haklardır. Müslüman kadın, tüm vatandaşlık haklarına sahiptir.
Bunların yanı sıra erkeğin yönetimi altında olacağı ilkesi, kadının kendi hayat
arkadaşını seçme özgürlüğünü, şahsı ve malı ile ilgili tasarruf yetkisini
ortadan kaldırmaz. Gerek bunları ve gerekse İslâm sisteminin içerdiği diğer
belli-başlı ilkeleri göz önüne getirelim. Bu arada âile kurumunun önemi hakkında
yapmaya çalıştığımız açıklamaları da zihnimizde canlandıralım.

O zaman kalplerimiz şahsî ihtirasların tutsağı
olmamış ve başlarımız şımarıklıktan dönmüş değil ise önce bu uslandırma amaçlı
önlemlerin niçin ortaya konduğunu, sonra da bunların nasıl bir yöntem uyarınca
uygulanmaları gerektiğini kolayca anlarız.

Bu önlemler, -dik kafalılık tehlikesi belirince-
koruyucu birer tedbir olsunlar diye yürürlüğe konmuşlardır. Amaçları nefisleri
ıslâh etmek ve problemleri kaynaklarında çözmektir. Yoksa bu önlemler kalpleri
daha çok kırmak, kin ve nefretle doldurmak, yahut aşağılık kompleksine ve öç
duygularına yuva yapmak için ortaya konmamıştır. Burada söz konusu olan şey
kadın-erkek savaşı değildir ki, bu önlemler aracılığı ile dik kafalılığa
kalkışmak isteyen kadının burnu kırılsın veya kuduz köpek gibi zincire vurulsun!

Böyle bir şey asla İslâmî değildir. Böyle bir
uygulama bazı dönemlerin toplumsal geleneği olabilir. Bu sadece erkeğin ya da
sadece kadının alçalmasından, yozlaşmasından değil, bir bütün olarak "insan"ın
alçalmasından ve izzet erozyonuna uğramasından kaynaklanan onur kırıcı bir
gelenektir. Fakat İslâm gündeme gelince mesele hem biçim, hem yöntem hem de amaç
bakımından farklılık kazanır. Âyeti inceleyelim. "Dik kafalılık
edeceklerinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt veriniz."

İşte ilk önlem bu. Yani öğüt vermek. Bu önlem
âile reisinin yani evin baş sorumlusunun ilk görevidir. Her durumda kendisinden
başvurulması beklenen; sürekli bir eğitim faaliyetidir. Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Ey mü'minler, kendinizi ve âile fertlerinizi yakıtı insanlar ve
taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz." (66/Tahrîm, 6)

Fakat âyetin anlattığı endişe karşısında erkek,
bu önleme belirli bir amaca ulaşmak için başvurur. Bu belirli amaç; dik
kafalılık hastalığını henüz palazlanmadan, henüz tam anlamı ile açığa çıkmadan
tedavi etmektir.

Fakat kimi zaman öğüt vermek işe yaramayabilir.
Kadın kontrolsüz bir bencilliğe veya bilinçsiz bir burnu büyüklük kompleksine
kapılmış olabilir. Güzelliğine, malına, soyluluğuna, ya da bir imtiyazına
güvenerek âile kurumunun ortak üyesi olduğunu; kapris yapacak, böbürlenecek ya
da çatışmaya girişecek bir rakibi olmadığını unutabilir. İşte o zaman sıra
ikinci önleme gelir. Bu önlem kadının kof gururunu kırma amacı taşır. Kadının
güzellik, çekicilik gibi erkeğe hava atmak için koz olarak kullanmaya kalkıştığı
ya da yönetilen konumunda olduğu bu kurumun üyesi olmayı içine sindirememesine
sebep olan bütün üstünlüklerine yöneliktir. Okuyoruz: "Onları (eşlerinizi)
yataklarında yalnız bırakınız."

Yatak, bir tahrik ve câzibe yeridir. Şımarmış,
dik kafalı kadın burada egemenliğinin doruğuna ulaşır. Eğer erkek bu tahrik
karşısında arzularını frenleyebilirse şımarık karısının en etkili silâhını
elinden almış olur. Erkeğin en kritik anda ortaya koyacağı bu güçlü irâde ve
kişilik tezâhürü karşısında ve bu kararlı direniş önünde genellikle kadının geri
çekildiği, yumuşadığı görülür.

Yalnız bu önlemin, yani erkeğin karısını
yatağında yalnız bırakışı tedbirinin uygulanışı sırasında gözetilmesi gereken
belirli bir âdâbı vardır. Bu da bu yatakta yalnız bırakma eyleminin yatak
odasının dışına taşırılmaması, karı-koca arasında kalmasıdır. Olay çocukların
önünde cereyan eden bir yatak boykotuna dönüşmemelidir. Dönüşürse onların
gönüllerine kötü ve yıkıcı duyguların tohumlarını eker. Bunun yanı sıra bu önlem
yabancıların gözleri önüne serilen gösterişli bir eylem şekline de
bürünmemelidir. Yoksa kadının onurunu rencide eder ve onun dik kafalılığını
azdırır. Amaç kadını küçük düşürmek ya da çocukların zihinlerini bulandırmak
değil, dik kafalılık kompleksini tedavi etmektir. Hem dik kafalılığa karşı bir
ders vermenin ve hem de bu işi kadını başkaları önünde küçük düşürmeden yapmanın
konu edilen önlemin ortak amaçları oldukları açıkça görülür.

Fakat bu önlem de başarılı olmayabilir. O zaman
ne olacak? Âile kurumu yıkıma mı terk edilecek? Hayır. Sırada bir üçüncü önlem
var. Belki öbür ikisine göre biraz sert, ama kadının dik kafalılık kompleksi
yüzünden âile yuvasının tamamen yıkılmasından daha kolay göze alınır ve daha az
risklidir kuşkusuz. Okuyoruz: "Onları (eşlerinizi) dövünüz."

Eğer bu önlemi yukarıdaki inceliklerin ve bu
tedbirlerin ortak amacının ışığı altında ele alırsak söz konusu dövmenin öç
alma, sadist duyguları tatmin etme amacı güden bir acı çektirme ya da kadının
onurunu kırma, kişiliğini hırpalama eylemi anlamına gelmeyeceği, bunların yanı
sıra kadının istemediği bir hayatı zorla, baskı ile yaşatma aracı olarak
kullanılamayacağı açıkça anlaşılır. Bu eylem terbiye edicinin sevecen
duygularına eşlik eden bir uslandırma girişimi olmakla sınırlıdır. Tıpkı babanın
çocuklarına ve öğretmenin öğrencilerine yönelik aynı türden uygulamalarında
olduğu gibi.

Söylemeye gerek yok ki, eğer bu önemli kurumun
ortakları arasında uyum varsa bu önlemlerin hiç birine yer yoktur. Bu önlemlere
ancak sarsıntı ve bozulma tehlikesi karşısında başvurulur. Bu sarsıntı ve
bozulma tehlikesi de ancak bu önlemler aracılığı ile tedavi edilmeye çalışılan
bir sapmadan kaynaklanır.

Eğer ne öğüt verme ve ne de yatakta yalnız
bırakma önlemleri işe yaramaz ise o zaman ortada başka türden ve başka düzeyde
bir sapma var demektir ki ona karşı diğer önlemler çare olamazken bu önlem çıkar
yol olabilir.

Bazı sapma türlerine ilişkin pratik deneyimler
ve psikolojik araştırmalar bu dövme önleminin belirli bir psikolojik anormalliği
tedavi edecek, aynı zamanda bu anormalliğin sahibinin davranışlarını düzeltecek
ve onu tatmin edecek en uygun çare olduğunu söylüyorlar.

Yalnız burada sözünü ettiğimiz patolojik
(marazi) sapma, psikanalizin belirleyerek isim taktığı anormallik olmayabilir.
Çünkü biz psikolojinin ortaya koyduğu sonuçlara kesin bilimsel veriler gözü ile
bakmıyoruz. Sebebine gelince psikoloji, Dr. Alexis Carrel'in de belirttiği gibi
henüz bilimsel anlamda bir "bilim" dalı haline gelmiş değildir. Öyle kadınlar
var ki, ancak pazu gücü ile kendilerini alt eden erkeklerin otoritesine sığınmak
isterler ve ancak gücünü bu yolla kendilerine kanıtlayan erkeklerin eşleri
olmaktan hoşlanırlar. Kuşkusuz bütün kadınların tabiatı böyle değildir. Fakat
böyle kadınlar da vardır. İşte bu tür kadınları hizaya getirebilmek ve bunun
sonucunda da bu önemli kurumun barış ve güvenliğini koruyabilmek için bu sön
önleme başvurmak gerekli olabilir.

Ayrıca bu önlemleri belirleyen merci, tüm
varlıkların yaratıcısıdır. O yarattığı insanları herkesten iyi tanır. Bu her
şeyi bilen ve her şeyin içyüzünden haberdar olan yüce merciin sözünden sonra
yapılacak her tartışma dayanaksız bir demogojidir; Yaratanın bu tercihine
yönelik her inatlaşma ve boyun eğmeme girişimi, insanı iman alanının dışına
çıkmaya sürükleyen bir adım olur.

Yüce Allah bu önlemleri niteliklerini,
beraberlerinde taşıdıkları niyeti ve güttükleri amacı belirleyecek tarzda
nitelikte ortaya koyuyor. Öyle ki, câhiliyye dönemleri insanlarının yanlış
anlamalarını, yüce Allah'ın sistemine yakıştırmaya imkân bırakılmıyor. Çeşitli
câhiliyye dönemlerinde erkeğin din adına cellat kesildiği, yine din adına
kadının köleye dönüştürüldüğü, erkeğin kadına ve kadının erkeğe özendiği, karşı
cinslerin birbirlerine benzemeye yeltenerek kişiliklerinden uzaklaştıkları, ya
da ilerici bir din anlayışı adı altında her iki cinsin kadın ile erkek arası
üçüncü bir karmaşık cinse dönüşmeye giriştikleri sık sık görülür. Fakat
mü'minlerin vicdanlarında bu sapık akımları katıksız İslâm'dan ve onun
gerektirdiği uygulamalardan ayırt etmek hiç de zor değildir.

Bu önlemler dik kafalılık kompleksinin
belirtilerini henüz bu kompleks palazlanmadan, tedavi etmek için ortaya kondu ve
hemen arkasından kötüye kullanılmalarını önleyecek uyarılar gündeme getirildi.
Bunun yanı sıra Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) gerek
eşlerine yönelik pratik uygulamaları ile ve gerekse sözlü direktifleri ile bu
konudaki yanlış anlamaları düzeltmeye ve orada-burada görülen aşırı uygulamaları
frenlemeye yöneldi.

Nitekim Muâviye b. Hıdet-ül Huşeyri'nin; "Yâ
Rasûlallah, eşlerimizin üzerimizdeki hakları nelerdir?" diye sorması üzerine
Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Kendin yiyince ona da yedirmen, kendin giyince
ona da giydirmendir. Ayrıca yüzüne vurmazsın, ona hakaret etmezsin ve kendisini
yatakta yalnız bırakmayı evin dışına taşırmazsın." (Müsned; Ashâbu's-Sünen)

Yine bir keresinde Peygamberimiz "Allah'ın
câriyelerini (kadınlarınızı) dövmeyiniz" buyurduktan bir süre sonra huzuruna
çıkan Hz. Ömer "Yâ Rasûlallah! Kadınlar, kocalarına karşı dik kafalılık etmeye
başladılar" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, erkeklerin eşlerini dövmelerine
izin verince çok sayıda kadın, Peygamberimizin eşlerine başvurarak kocalarından
şikâyetçi oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Çok sayıda kadın
Muhammed'in eşlerine (eşlerime) başvurarak kocalarından şikâyetçi oldular. O
erkekler sizin iyilerinizden değildirler." (Ebû Dâvud; Nesâî; İbn Mâce)

Bu arada Ebû Hureyre'nin bildirdiğine göre
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "İçinizden biri, gündüz dişisini çifteleyip de
gece olunca onunla çiftleşen merkepler gibi davranarak eşini dövmesin."
(Sahhah). Yine Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir başka
hadisinde ise bu konuda şöyle buyuruyor: "En iyileriniz, eşlerine karşı en
iyi davrananlarınızdır. Ben içinizde eşlerine karşı en iyi davrananızım."
(Tirmizi, Taberânî)

Bir yandan bu nasslar ile bu direktifler öbür
yandan da bu konuda gelişen ve kimi zaman bu direktiflere ters düşen pratik
uygulamalar bize şunu gösteriyor. O günün İslâm toplumunda bu alanda İslâm
sisteminin direktifleri ile câhiliyye düzeninin kültürel kalıntıları birbirleri
ile çatışma halinde idiler. Ama bu durum sadece bu alanda görülen bir
manzara değildi. İslâm'ın direktifleri ile câhiliyye kültürünün tortuları
hayatın diğer birçok alanında da çatışıyordu. Bu çatışma İslâm toplumunda yeni
değerler ve kurumlar iyice yerleşinceye ve müslümanların vicdanlarının ve
bilinçlerinin derinliklerinde kök salıncaya kadar sürmüştür.

Her neyse, Yüce Allah bu önlemlerin önüne
aşılmaması ve önlerinde durulması gereken sınırlar koymuştur. Bu önlemlerin
herhangi bir aşamasında amaç gerçekleşince artık ötesine geçilemeyecektir.
Okuyoruz: "Eğer (kadınlarınız) uslanıp size itaat ederlerse kendilerine karşı
başka bir tedbire başvurmayınız."

Amaç gerçekleşince araca başvurma girişimi
durduruluyor. Bu da varılmak istenen sonucun söz konusu amaç -yani kadının
kocasına itaat etmesini sağlama amacı- olduğunu açıkça gösteriyor. Sağlanması
istenen itaat zorlamalı itaat değil, gönüllü itaattir. Çünkü zorlamalı itaat,
toplumun temeli olan âile kurumu için sağlıklı bir dayanak oluşturamaz.

Âyetin aşağıdaki cümlesi bize açıkça gösteriyor
ki, itaat amacı gerçekleştikten sonra bu önlemleri uygulamaya devam etmek
aşırılık, keyfî uygulama ve ölçüyü çiğnemektir. Okuyoruz: "...İtaat ederlerse
kendilerine karşı başka bir tedbire başvurmayınız."

Bu yasaklamanın arkasından gelen uyarı
cümlesinde yüce Allah'ın yüceliği ve ululuğu vurgulanıyor. Böylece Kur'an'ın
bilinen özendirme ve caydırma üslubu uyarınca kalplere su serpiliyor, mağrur
başlar eğdiriliyor, bazı gönüllerden geçmesi muhtemel aşırılık ve bencillik
duygularının kökü kazınıyor. Okuyalım: "Hiç şüphesiz Allah yücedir,
büyüktür."

Bu önlemler dik kafalılığın açığa vurulmadığı,
sadece ön belirtilerinin görüldüğü durumlar içindirler. Bir de bu dik
kafalılığın açığa vurulduğunu düşünelim. O zaman bu saydığımız önlemlere
başvurulmaz. Çünkü o durumda bunların hiç bir yararı, hiçbir olumlu sonucu
olmaz. O durumda karı-koca anlaşmazlığı, birbirinin başını ezmeyi amaçlayan bir
çatışmaya ve bir savaşa dönüşmüş demektir. Oysa amaç ve istenen şey bu değildir.

Ayrıca erkek, bu önlemlere başvurmanın hiçbir
yarar getirmeyeceğini, tersine yuvanın dirliğinde meydana gelen çatlağı daha da
genişleteceğini, dik kafalılığı açığa vurduracağını ve henüz kopmamış duran
evlilik bağlarının da kopmasına yol açacağını düşünebilir ve bu önlemleri
yürürlüğe koymadan önce yapacağı durum değerlendirmesinde bu görüşe varabilir.
Ya da bu önlemleri fiilen uygular da hiç bir olumlu sonuç elde edemez.

Bu durumlarda hikmetli İslâm sistemi bu önemli
kurumu yıkımdan kurtarmak için, kenara çekilerek onu yıkıma bırakmak zorunda
kalmadan önceki son girişimi olmak üzere başka bir önlem öneriyor. Okuyoruz:
"Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz onlara biri erkeğin ve
öbürü kadının akrabası olan iki arabulucu gönderiniz. Eğer bu arabulucular
karı-kocayı barıştırmak isterler ise Allah onların arasını bulur. Hiç şüphesiz
Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır."

Görüldüğü gibi İslâm sistemi, dik kafalılığın ve
gerginliğin olumsuz sonuçlarına teslim olmayı uygun görmediği gibi hemen evlilik
bağını çözmeye ve âile kurumunu, içinde yaşayan küçük-büyük herkesin; dirliğin
bozulması konusunda hiç bir rolü, hiçbir günahı ve hiçbir engel olma gücü
olmayan zavallı âile fertlerinin başına yıkmaya kalkışılmasını uygun bulmuyor.
Çünkü âile kurumu İslâm'ın gözünde değerlidir. Bu değerlilik, bu kurumun
toplumun yapılanmasındaki önem ile, topluma sağladığı gerekli tuğlalar aracılığı
ile onun varlığının sürdürülmesine, gelişmesine, ilerlemesine sağladığı katkı
ile doğru orantılıdır.

Bu gerekçe ile İslâm ayrılık tehlikesi baş
gösterince bu ayrılık fiilen gerçekleşmeden önce davranarak şu son önlemini
devreye sokar: Biri kadının ve öbürü erkeğin akrabası olan, taraflarca
onaylanacak iki hakemin işe el koymasını önerir.

Bu hakemler karı-koca ilişkilerini gölgeleyen
psikolojik gerginliklerden, bilinçlerde çöreklenmiş tatsız hatıralardan ve ortak
hayatın olumsuz şartlarından uzak bir soğukkanlılık içinde bir araya gelirler.
Bu hakemler, âile yuvasının havasını zehirleyen, işi çıkmaza sokan ve pençesine
düştükleri için karı-kocaya, ortak hayatlarının iyi taraflarından daha baskın
gelen bütün olumsuz ve yıkıcı etkilerden uzaktırlar. Her ikisi de âilelerinin
adı kötüye çıksın istemez ve yuvasız kalma tehlikesi ile karşı karşıya olan
küçük çocuklara karşı şefkat duyguları ile doludurlar. Böylesine tatsız bir
duruma düşmüş karı-kocaya egemen olabilecek olan karşı tarafı alta düşürme
kompleksinden uzaktırlar. İstedikleri tek şey dargın karı-kocanın, çocuklarının
ve yıkılma tehlikesi ile yüz yüze gelen yuvalarının iyiliğidir, mutluluğudur.
Bunların yanı sıra karı-koca bu hakemlerin önünde gizli sırlarını açmaktan
çekinmezler. Çünkü bunlar tarafların akrabalarıdırlar. Bu sırları
yayacaklarından korkulmaz. Sebebine gelince bu sırları ortalığa yaymak
kendilerinin de yararına değildir. Hatta onların yararı bu sırların
saklanmasında ve çözüme kavuşturulmasındadır.

İşte bu iki hakem bir araya gelerek dargın
karı-kocanın arasını bulmaya koyulurlar. Eğer tarafların gönlünde barışma
eğilimi var da bu eğilimi frenleyen tek faktör karşılıklı öfke ise bu hakemlerin
barıştırmaya yönelik güçlü arzuları sayesinde yüce Allah, bu dargın çifte
barışmayı ve uyuşmayı nasip eder. Okuyalım: "Eğer bu arabulucular karı-kocayı
barıştırmak isterler ise Allah onların arasını bulur." Arabulucular
barıştırmayı isteyecekler, Allah da onların dileğini kabul edecek ve
girişimlerini başarıya ulaştıracaktır.

İşte insanların kalpleri ve çabaları ile yüce
Allah'ın dilemesi ve takdiri arasındaki ilişki budur. İnsanların hayatında yer
alan gelişmeleri yüce Allah'ın takdiri gerçekleştirir. Fakat insanların elinde
adım atmak ve girişimde bulunmak yetkisi vardır. Bundan sonra olacak olan şey,
yüce Allah'ın takdiri ile olur. Üstelik bu olacak olan şey sırları bilen ve her
şeyin en yararlısından haberdar olan yüce Allah'ın bilgisi altında gerçekleşir.
Okuyoruz: "Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır."

Böylece -bu bölümde- İslâm'ın; kadına, karşıt
cinsler arasındaki ilişkilere, âile kurumuna ve âile-toplum ilişkilerine ne
kadar ciddi ve önem verici bir gözle baktığını görmüş olduk. İslâm sisteminin
insan hayatının bu kesimini yasal düzenlemeler ile donatmak için ne kadar yoğun
bir çaba harcadığına tanık olduk. Bunun yanı sıra İslâm cemaatını, câhiliyye
bataklığından alarak kendisinden başka hidâyet olmayan İlâhî hidâyetin doruğuna
tırmandırmaya çalışan bu yüce sistemin bu yolda harcadığı çabaların pratik
örnekleri ile karşılaşmış olduk.

ÂİLE VE EŞLERİN GEÇİMİ
Âile; Anlam, Mâhiyet ve Önemi
Âile Bireyden Cemaate, Düzensizlikten Nizâma, Günahlardan İbâdete Geçiş .
Çocuk Cennet Kokusu, veya...
Âilede Haklar ve Görevler
a- Kadının Âiledeki Görevleri
Kocanın Âiledeki Görevleri
c- Ana Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri (Çocuğun Ana Baba Üzerindeki Hakları) 1- Güzel isim
2- İyi terbiye
3- Evlendirme
4- Eşit muâmele
d- Çocukların Anne ve Babalarına Karşı Görevleri
e- Kardeşlerin birbirlerine karşı görevleri
Ana-Babanın En Büyük, En Kutsal Görevi Çocuklar, Çocuklar, Çocuklar!
Çocuk eğitiminde şu dört şeye özellikle dikkat edilmelidir
Kadının En Saygın, En Mübarek Konumu; Annelik
Gerçek Eğitim Yuvası Ev, Esas Öğretmen de Anne ve Babadır
Neler Yapılabilir? .
Kur'ân-ı Kerim'de Âile ve Eşlerin Geçimi
Hadis-i Şeriflerde Âile ve Eşlerin Geçimi
Âilede Sağlıklı İletişim ..
Varlığın Tanınması
Değer Duygusu
Emniyet/Güven Duygusu
Sorumluluk Duygusu
Paylaşma ve Dayanışma Duygusu
Mücâdele Duygusu
Mutluluk Duygusu
Ahlâkî Davranış ve Adâlet Duygusu
Saf ve Temiz Bir İman
Sağlıksız Kurallar Sağlıksız Âileyi Doğurur
Eşler Arası İlişki
İnsan-İnsan İlişkisi
Din Kardeşliği İlişkisi
Sevgili İlişkisi
Bedenî-Cinsî İlişki
Akrabâ İlişkisi
Dost İlişkisi
Arkadaş İlişkisi
Sırdaş İlişkisi
Yoldaş İlişkisi
Kader Birliği İlişkisi
Sağlıklı İletişim ..
1. Muhâtaba Saygı
2. Doğal Davranış
3. Empati
Âile Hayatı ile İlgili Haramlar Eşler Arasında İlişkide Haramlar a- Hayız ve lohusalık hallerinde birleşme
b- Kadınlara anüslerinden yaklaşma
c- Yatak odasında geçenleri başkalarına anlatma
d- Çocuk düşürmek ve kürtaj (çocuk aldırma)
e- Çocuğun haklarına riâyetsizlik
f- Ebeveynin haklarına riâyetsizlik
Doğum Kontrolü .
Düşük Yapma .
Kadın-Erkek İlişkileri ve Âilede Geçim .. Karı-koca haklarına riâyet
Geçimsizlik
Erkeğin Yöneticiliği ve Dövme Yetkisi
Meşrû Sebep
Cezânın Usûl ve Miktarı
Kadın-Erkek Eşitliği mi, Adâlet, Uyum ve Birbirini Tamamlama mı? .
Kadın-Erkek Farklılığı
Teaddüd-i Zevcât/Poligami
Birden çok Kadınla Evlenmenin Şartları
1- Eşler arasında adâletli davranmak.
2- Eşlerin geçimini sağlamaya gücü yetmek.
Çok evliliğe İslâm'ın izin vermesinin Hikmetleri
Genel sebepler
Özel sebepler
Kadınlarla; Özellikle Ev ve Çocuklar Konusunda İstişârenin Önemi
1- Kur'an'a Göre
2- Sünnete Göre
Sünnette Nazarî Beyan
Sünnette Fiilî Örnekler
Tefsirlerden İktibaslar
Sâliha/İyi Kadınlar
Özetlersek;
Kavvâm
Nüşûz
Âile ve Geç im Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar