Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hadis-i Şeriflerde Fetih .

Hadis

Hadis-i Şeriflerde Fetih

"Mekke'nin fethinden sonra artık hicret yoktur,
fakat cihad ve niyet vardır..." (Buhâri,
Cihâd 1)

"Yakında size birçok yerlerin fethi nasip
olacaktır. Allah size yeter. Sizden biriniz oklarıyla tâlim yapmaktan bıkıp
usanmasın." (Müslim, İmâre 168; Ahmed
bin Hanbel, IV/157)

Nebî (s.a.s.)' in yanına bir bedevî geldi
ve: ?Yâ Rasûlallah! Bir adam ğanîmet için savaşıyor; bir başkası kendinden
bahsedilsin diye savaşıyor; bir diğeri de kahramanlıktaki yerini göstermek için
savaşıyor. Bir rivâyete göre: Kahramanlık taslamak için ve ırkının üstünlüğünü
göstermek için savaşıyor. Bir başka rivâyete göre: Gazabından dolayı savaşıyor!
Şimdi kim Allah yolundadır? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.): "Kim Allah'ın
dini daha yüce olsun diye savaşırsa, sadece o Allah yolundadır" buyurdu. (Buhârî,
Cihâd 15, İlm 45, Humus 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 149-151; Ebû Dâvûd, Cihâd
24; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 16; Nesâî, Cihâd 21; İbn Mâce, Cihâd 13)

"Cihada çıkan bir birlik veya seriyye savaşır,
ğanîmet alır ve ölümden kurtulursa, ecirlerinin üçde ikisini önceden peşinen
almış olurlar. Bir birlik veya seriyye cihada çıkar, ğanîmet elde edemez, şehit
olur veya yaralı dönerlerse onların ecirleri ahirette tam olarak verilir."
(Müslim, İmâre 154; Ebû Dâvûd, Cihâd 12; Nesâî, Cihâd 15; İbn Mâce, Cihâd 13)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Ey muhammed! Doğrusu
biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır. Allah böylece senin geçmiş ve gelecek
günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir"
(48/Feth, 1-2) âyetleri Hudeybiye dönüşü Hz. Peygamber (s.a.s.)'e nâzil oldu.
Âyette geçen "apaçık zafer (Feth-i Mübin)" Hudeybiye zaferidir. Âyet
inince: "Ey Allah'ın Rasûlü, ne mutlu, kutlu olsun, saadetli olsun, Allah Teâla
senin için ne yapacağını sana açıkladı. Acaba bize ne yapacak?" dediler. Bunun
üzerine şu âyet indi: "İman eden erkek ve kadınları, içinde ebedî
kalacakları, içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini
örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur." (48/Feth, 5). (Buhârî,
Meğâzî 35, Tefsir Feth 1; Müslim, Cihâd 97, h. No: 1786; Tirmizî, Tefsir Feth,
h. No: 3259)

Açıklama:
Rivâyet Fetih suresinin baş tarafındaki âyetlerin iniş vaktini bildirmekte ve
surede geçen feth-i mübin tâbiriyle kastedilen tarihi vak'ayı açıklamaktadır.
Hemen belirtelim ki rivâyette geçen "Hudeybiye Zaferi" tâbiri hem doğru, hem
yanlış bir tabirdir. Yanlıştır, çünkü "zafer", daha çok savaş kazanılınca
kullanılan bir tabirdir. Halbuki Hudeybiye'de bir savaş yapılmamış, sulh
anlaşması yapılmıştır.

Buna rağmen tâbir doğrudur. Çünkü İslâm'ın
müteâkip zaferlerini bu sulh anlaşması sağlamıştır. Hem de öyle bir anlaşma ki,
sefere katılan bütün Ashab, anlaşma şartlarını çok ağır, şereflerine bir darbe
olarak değerlendirmede müttefik idiler. Sadece Hz. Ebû Bekir (r.a.) sıddîkiyetin
verdiği teslimiyetle sesini çıkarmadığı, neticeden fazla endişe etmediği halde
onun dışında kalanlar, -başta Hz. Ömer (r.a.)- hiç mi hiç memnun değillerdir.
Âdeta isyan edecek bir halde idiler. Hatta Hz. Ömer'le, Rasûlullah arasında şu
konuşma geçer:

"- Ey Allah'ın Rasûlü, biz hak üzere, onlar da
bâtıl üzere değiller mi?"

"- Şüphesiz öyle!"

"- Bizim ölülerimiz cennetlik, onlarınki
cehennemlik değil mi?"

"- Şüphesiz öyle!"

"- Öyleyse dinimizde niye bu zilleti kabul
ediyoruz? Allah bizimle onlar arasında (savaşla tayin edilecek) hükmünü
vermezden önce umre yapmaktan geri mi döneceğiz? (olmaz böyle şey!)"

"- Ey Hattâb'ın oğlu, ben Allah'ın Rasûlüyüm (ve
O'nun emrine muhâlif de değilim). Ve Allah da ebediyyen bizi terketmiyecektir."

Hz. Ömer bundan sonra Ebû Bekir'in yanına
giderek Hz. Peygamber (s.a.s.)'e söylediklerini ona da tekrar eder. Hz.Ebû Bekir
de: "Onun emrine uy. Zira şehâdet ederim ki, O, Allah'ın Rasûlüdür ve Allah O'nu
ebediyyen terketmeyecektir" cevabını verir. Arkadan sadedinde olduğumuz Fetih
sûresi iner. Hz. Peygamber (s.a.s.) sûreyi baştan sona Hz. Ömer'e okur. Hz. Ömer
(r.a.): "Yani bu bir fetih mi?" diyerek hâlâ devam eden üzüntü ve endişesini
dile getirir.

Isrardaki hatasını bilâhare anlayarak keffâreti
için yıl orucu tutup, köleleri azad edecek olan Hz. Ömer başta olmak üzere, Hz.
Ebûr Bekir ve diğer pek çok sahabe ittifakla Hudeyiye Sulhü'nün "İslamın en
büyük zaferi" olduğunu ifade etmişlerdir.

Ashâbı belirttiğimiz şekilde üzen husus, umre
yapmak niyetiyle Medine'den çıkıldığı halde, o yıl umre yapmadan geri dönmenin,
anlaşma şartları arasında yer alması ile, müşriklerden Müslüman olarak Medine'ye
iltica edeceklerin Mekkelilere geri verilmesi maddesi idi. (İbrahim Canan,
Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 4/245-247)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Sabah namazı sırasında
Ten'im dağından seksen kişi Rasûlullah (s.a.s.)'ın üzerine geldiler. Niyetleri
onu öldürmekti. Yakalandılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) onları serbest bıraktı.
Bunun üzerine şu âyet indi. (meâlen): "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra,
Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan,
savaşı önleyen O'dur..." (48/Feth, 24). (Müslim, Cihad 133, h. No: 1808;
Tirmizî, Tefsir Fetih, h. No: 3260; Ebû Dâvud, Cihad 130, h. No: 2677)

Açıklama:
Yukarıda kaydedilen âyetin iniş sebebiyle ilgili farklı rivâyetler kitaplarımıza
intikal etmiştir. Enes'ten yapılan yukarıdaki rivâyet bunlardan biridir. Ahmed
İbn Hanbel'in rivâyetinde bu ani baskın hadisenin Hudeybiye Günü'nde vukua
geldiği tasrih edilir. İbn İshak'ın bir rivâyetinde, Rasûlullah (s.a.s.)'ın
ashabından bir kişiyi kaçırmak üzere Kureyş'in gönderdiği 40 veya 50 kişilik bir
grubun yakalanması ve sonra da serbest bırakılmaları üzerine bu âyet inmiştir.
Keza Mekke'nin savaşsız fethi üzerine indiğine dair rivâyet de yapılmıştır
(İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 4/247).

Übey İbn Kâ'b (r.a.), "Allah, peygamberine ve
inananlara huzur indirdi. Onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı" (48/Feth,
26) âyetinde geçen "takvâ sözü"nden, Lâ ilâhe illâllah'ın kastedildiğini Hz.
Peygamber (s.a.s.)'den işittiğini söylemiştir. (Tirmizî, Tefsir Feth, h. No:
3261)

Açıklama:
Âyette işaret edilen takvâ kelimesi nedir? Bunu alimler farklı şekillerde
cevaplamışlardır. Cumhur buna Lailahe illallah demiştir. Bazıları buna
Muhammedu'r-Rasûlullah'ı da eklemiştir. Bazıları ise Vahdehu lâ şerike leh
kelimesini eklemiştir. Zührî ise takvâ kelimesinin Bismillahirrahmanirrahim
olduğunu söylemiştir. O, delil olarak, Hudeybiye Sulhü sırasında müşriklerin
anlaşma metnine bu kelime ile başlamayı reddetmiş olmalarını gösterir.

Rivâyetlerde belirtildiği üzere Hz. Peygamber
(s.a.s.) bunda ısrar etmez, cahiliye besmelesi olan, bismikallahümme formülüne
razı olur. Allah mü'minleri bu kelimeye mecbur eder ve bununla hususiyet
kazanırlar vs.

Sahih görüş ilk kaydedilendir. Zira kelime-i
tevhid ile Allah'a şirk koşmaktan kaçınılmaktadır. Üstelik kelimetü'ttakvâ'nın
lâilahe illallah kelimesi olduğunu te'yid eden yukarıdaki merfu rivâyet de
mevcuttur (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları,
4/248).

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
buyurdular ki: "Bir yerde iki kıblenin varlığı uygun olmaz. Müslüman kimseye
cizye yoktur." (Ebû Dâvud, Harâc 34, h. No: 3053; Tirmizî, Zekât 11, h. No:
633) Süfyan merhum der ki: "Bunun mânası şudur: "Bir zımmî, kendisine
cizye vermesi gerektikten sonra (vergisini henüz ödemeden) Müslüman olursa,
artık bu vergi ondan düşer."

Muâz (r.a.) demiştir ki: "Kim kendi boynuna
cizye akdi yaparsa, Rasûlullah (s.a.s.)'ın gittiği yoldan (sünnetten) berî olmuş
olur." (Ebû Dâvud, Harâc 38, h. No: 3082). Burada ?cizye?den murad harâctır.
Yani, (satınalma yoluyla) kendini harâca mahkûm eden, tıpkı kitâbîyi cizyeye
mahkûm etmek gibi bir davranışta bulunmuştur.

Ebû'd Derdâ (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) efendimiz buyurdular ki: "Kim bir arâziyi haracı ile birlikte
(satın) alırsa hicretinden rücû etmiş demektir. Kim de bir kâfirin boynundan
zilleti kaldırıp onu kendi boynuna koyarsa İslâm'a sırtını dönmüş olur." (Ebû
Dâvud, Harâc 38, h. No: 3082)

Mücemmi' İbn Câriye el-Ensârî (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte Hudeybiye sulhünde hazır bulunduk. (Sulh
yapılıp) oradan döndüğümüz zaman, halk, develerini hızlandırarak (bir yere
birikmeye) başladılar. Biz hayretle: "Bu insanlara ne oluyor, (niçin
hayvanlarını hızlandırıp bir yere üşüşüyorlar?)" diye sorduk. "Rasûlullah
(s.a.s.)'a vahiy gelmiş" dediler. Biz de, halkla birlikte harekete geçip
develeri hızlandırdık. İlerleyince Rasûlullah (s.a.s.)'ı Kura'u'l-Gamîm denen
(Mekke ile Medine arasında Usfân'ın önünde bulanan) yerde bulduk. Devesinin
üzerinde duruyordu. Halk toplanınca bize Fetih
sûresini
tilâvet buyurdular. Askerlerden biri: "Yani bu sulh bir fetih midir?" dedi.
Rasûlullah (s.a.s.): "Evet!" deyip ilâve etti: "Muhammed'in nefsini
kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim bu bir fetihtir" buyurdu. Sûre-i
celileyi okumaya devam eden Rasûlullah (s.a.s.): "Allah size, ele
geçireceğiniz bol bol ğanîmet ler vaadetmiştir. İman edenler için bir delil
olması ve sizi doğru yola ulaştırması için bunları size hemen vermiş ve
insanların size uzanan ellerini önlemiştir" (48/Fetih, 20) meâlindeki âyete
kadar (48/Fetih, 1-20) okudu. (Âyet-i kerimede işâret edilen âcil ğanîmet le)
Hayber kastediliyordu. Buradan ayrılınca Hayber'e gazveye çıktık. (Elde edilen
ğanîmet ) Hudeybiye'ye katılanlara taksim edildi. Bunlar bin beş yüz kişi idi.
Bunlardan üç yüzü süvâri idi. Ğanîmet on sekiz hisseye ayrıldı. Süvâri olana
iki, yaya olana bir hisse verildi." (Ebû Dâvud, Cihâd 155, h. No: 2736, Harâc
24, h. No: 3015)

Haşrec İbn Ziyâd'ın babaannesinden (radıyallahu
anhâ) anlattığına göre, babaannesi (Ümmü Ziyâd el-Eşceiyye) Rasûllulah (s.a.s.)
ile birlikte altı kadından biri olarak Hayber Gazvesine katılır. Kadın der ki:
"Bizim de iştirak ettiğimiz Rasûlullah (s.a.s.)'a ulaşınca Hz. Peygamber
(s.a.s.) bizi yanına çağırttı. Gittik. Yüzünde öfke okunuyordu. Bize:
"Kiminle çıktınız, kimin izniyle çıktınız?" diye çıkıştı. Biz: "Yün eğirip
onunla Allah yolunda yardımcı oluruz. Okları (toplar gâzilere) veririz, diye
çıktık. Ayrıca yanımızda yaralıları tedavi için ilaç var, yemek de yaparız"
dedik. Bunun üzerine: "Öyleyse kalın!" buyurdu. Cenâb-ı Hakk Hayber'in
fethini müyesser kılınca, bize de ğanîmetten, tıpkı erkeklere olduğu gibi pay
ayırdı." Haşrec der ki: "Ey babaanneciğim, bu verilen ne idi?" diye sordum.
"Hurma idi" diye cevap verdi." (Ebû Dâvud, Cihâd 152, h. No: 2729)

Zührî anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.),
kendisiyle birlikte savaşmış olan yahûdilerden bir gruba, ğanîmetten pay ayırdı."
(Tirmizî, Siyer 10, h. No: 1558)

"Hangi bir köye varır da orada ikâmet
ederseniz, hisseniz oradadır. Hangi bir belde de Allah ve Rasûlü'ne isyan ederse
o beldenin beşte biri Allah ve Rasûlü'ne aittir ve o (geri) kalan) da
sizindir." (Müslim, Cihâd 47, h. no:
1756; Ebû Dâvud, Harâc 29, h. no: 3036)

Abdullah İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) gazveye gönderdiği kimselerden bâzılarına, umumî ğanîmet taksiminden
düşecek hisseden ayrı olarak, şahıslarına ait olmak üzere (bir nevi armağan
olmak üzere) fazladan ğanîmet verirdi." (Buhârî, Hums 15, Meğâzî 57; Müslim,
Cihâd 35, h. No: 1749; Muvatta, Cihâd 15, h. No: 2, 450; Ebû Dâvud, Cihâd 35, h.
No: 2741-2746)

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) Bedir günü, Ebû Cehl'in kılıncını bana armağan etti. Ebû Cehl'i, İbn
Mes'ud öldürmüş idi." (Ebû Dâvud, Cihâd 150, h. No: 2722)

Sa'd İbn Ebî Vakkas (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.), ben yanında otururken, bir grub insana ihsanda bulundu.
Ancak onlardan benim daha çok hoşlandığım birine hiçbir şey vermedi. Ben:
"Falanca ile aranızda ne var (ona niye vermedin)? Allah'a kasem olsun, ben onu
mü'min görüyorum!" dedim. Rasûlullah (s.a.s.): "Müslüman (görüyorum de!)"
buyurdu. Sa'd (dayanamayıp) bu kanaatini üç kere söyledi. Rasûlullah (s.a.s.)
da her seferinde aynı şekilde karşılıkta bulundu. Sonuncu sefer şunu ekledi:
"Ben, nazarımda daha sevgili olana hiçbir şey vermezken, yüzü üstü ateşe
düşeceğinden korktuğum insanı kurtarmak için ona ihsanda bulunurum (ihsanda
bulunmam sevgime ölçü değildir)" (Buharî, Zekât 3, İman 53; Müslim, İman
236, h. No: 150; Ebû Dâvud, Sünnet 16, h. No: 4685; Nesâî, İman 7, 8, h. No:
103, 104)

"Savaş sırasında kim bir düşmanı öldürür ve bunu
isbatlarsa, maktûlün seleb'i (muhâribin yanında silâh, giyecek vs. nevinden
bulunan şeyler) kendisinin olur."
(Buhârî, Hums 18, Büyû' 37, Meğâzî 54, Ahkâm 21; Müslim Cihâd 46, h. No: 1571;
Muvatta, Cihâd 18, h. No: 2, 454; Tirmizî, Siyer 13, h. No: 1562; Ebû Dâvud,
Cihâd 147, h. No: 2717)

Seleme İbn'l-Ekva (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) bir seferde idi, müşriklerden bir câsus gelip, ashâbının yanında bir
müddet oturup konuştu. Sonra sıvışıp gitti. Rasûlullah (s.a.s.): "(O bir
casustur, arayıp bulun ve öldürün!" diye emretti. Ben (erken) bulup
öldürdüm. Rasûlullah (s.a.s.) selebini bana bağışladı." (Buhârî, Cihâd 173;
Müslim, Cihâd 45, h. No: 1754; Ebû Dâvud, Cihâd 110, h. No: 2653; İbn Mâce,
Cihâd 29, h. No: 2836)

Avf İbn Mâlik ve Hâlid İbn Mâlik (r.a.) şunu
söylemişlerdir: "Rasûlullah (s.a.s.) selebin katile ait olduğuna hükmetti,
selebi ğanîmet malına katarak beşli taksime (humus) tâbi kılmadı." (Ebû Dâvud,
Cihad 149, h. No: 2721)

Abdullah İbn Ebî Evfâ (r.a.)'nın anlattığına
göre, kendisine: "Rasûlullah (s.a.s.) zamanında, gıda maddelerini humus
taksimine tâbi tutar mıydınız?" diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Hayber günü
yiyecek maddeleri de ele geçirdik, kişi gelir, ihtiyacı kadar alır, sonra
giderdi." (Ebû Dâvud, Cihad 138, h. No: 2704)

Abdullah İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) zamanında bir ordu ğanîmet olarak yiyecek maddesi ve bal ele geçirdi.
Ancak bundan humus alınmadı." (Ebû Dâvud, Cihad 137, h. No: 2701)

Amr İbn Abese (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) kıble istikametinde (sütre olarak) bir ğanîmet devesi bulunduğu halde
gerisinde bize namaz kıldırdı. Namaz kılınca, hayvanın yan kısmından bir tutam
yün aldı (elinde tutup göstererek): "Ğanîmetinizden humus dışında şu kadarı
bile bana helâl değildir. Humus da size iâde edilecek (sizin
maslahatlarınızda harcanacak)tır" dedi." (Ebû Dâvud, Cihad 161, h. No:
2755)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a
Bahreyn'den bir mal getirildi. Rasûlullah (s.a.s.): "Bunu mescide dökün"
dedi. Bu mal (şimdiye kadar) Rasûlullah (s.a.s.)'a gelenlerin en çok olanı idi.
Rasûlullah (s.a.s.) namaza gitti ve mala hiç nazar etmedi. Namaz bitince gelip
malın yanında durdu. Her gördüğüne ondan veriyordu. Derken amcası Abbâs (r.a.)
geldi ve:

"Ey Allah'ın Rasûlü, bana da ver. Zîra ben hem
kendimin, hem de Akil'in (esaretten kurtuluş) fidyesini verdim!" dedi.
Rasûlullah (s.a.s.) da: "Al!" dedi.

Bunun üzerine o da torbasını iyice doldurdu.
Sonra onu sırtlamaya çalıştı, ancak muvaffak olamadı.

"Ey Allah'ın Rasûlü, birilerine söyle de sırtıma
kaldırıversin" dedi ise de: "Hayır" cevabını aldı. Bunun üzerine; Abbâs:

"Öyleyse sen sırtıma kaldırıver!" dedi. Yine:
"Hayır!" cevabını aldı. Bunun üzerine Abbâs, torbadan bir miktarını döktü,
tekrar sırtlamaya çalıştı, yine kaldıramadı. Ve:

"Birilerine söyle sırtıma kaldırıversin!" dedi.
"Hayır!" cevabını alınca, yine: "Öyleyse sen kaldırıver" dedi. Rasûlullah
(s.a.s.) buna da "Hayır!" deyince Abbâs bir miktar daha boşalttı, sonra
kaldırıp omuzuna koyup çekip gitti.

Rasûlullah (s.a.s.), Abbâs (r.a.)'taki para
hırsına taaccübünden, bize görünmez oluncaya kadar gözleriyle onu takip
etmişti.Rasûlullah (s.a.s.) tek dirhem kalmayıncaya kadar oradan ayrılmadı."
(Buhârî, Salât 42, Cizye 4, Cihâd 172)

Avf İbn Mâlik (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.)'a fey malı gelince, hemen gününde dağıtırdı. Evliye iki hisse, bekâra
bir hisse verirdi." (Ebû Dâvud Harâc 14, h.no: 2953)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) buyurdular ki:

"Peygamberlerden (aleyhimüsselam) biri, gazveye
çıktı da kavmine: ?Nikâhla
bağlanıp, gerdeğe girmek istediği halde henüz gerdek yapmadığı kadını olan
benimle gelmesin, kezâ bina yapıp henüz çatısı atılmamış inşaatı olan da
gelmesin, keza gebe koyun veya develer satın alıp doğurmalarını bekleyeniniz
varsa o da gelmesin' dedi.

Gazveye çıktı. Derken tam ikindi namazı
sırasında veya buna yakın bir zamanda (fethedeceği) beldeye yaklaştı. Güneş'e:
?Sen bir memursun, ancak ben de bir memurum'
dedi ve Allah'a yönelerek: "Ey Rabbim, şu güneşi bize durdur (da namazımız
geçmesin!)' diye duâ etti. Güneş, o yerlerin fethini Allah müyesser kılıncaya
kadar durduruldu. Sonra elde edilen ğanîmetleri topladılar. Toplanan
ğanîmetleri yemek üzere ateş geldi. Fakat ateş tatmadı bile. Bunun üzerine
Peygamber:

?İçinizde ğanîmetten çalan bir hırsız var, her
kabileden bir kişi bana biat etsin!' dedi. Bu sûretle ona biat etmeye
başladılar. Derken bir adamın eli peygamerin eline yapışıp kaldı. ?Hırsız bu
kabilede. Kabilenin her ferdi bana teker teker biat etsin!" dedi.

Biat etmeye başladılar. İki veya üç kişinin eli
O'nun eline yapıştı kaldı. ?Ğanîmet hırsızı sizde' dedi.

Öküz başı kadar iri bir altın getirdiler.
Ğanîmet yığınının içine o da atıldı. Ateş gelip ğanîmeti yedi.

?Bilesiniz, bizden önce hiçbir ümmete ğanîmet
helâl kılınmamıştır. Ğanîmetleri Allah sadece bize helâl kıldı. Bu da, bizde
gördüğü aczimiz ve zaafımız sebebiyledir.?
(Buhârî, Humus 8, Nikâh 58; Müslim, Cihad 32)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) bir gün kalkıp gulûl'ü (yani ğanîmet malından çalma) hatırlattı, bunun
kötülüğünü, günahının büyüklüğünü belirtti ve bu meyanda şunları söyledi:
"Sakın sizden birini, kıyamet günü, boynunda böğürmesi olan bir deve olduğu
halde bana gelmiş: ?Ey Allah'ın Rasûlü, bana yardım et!' diye yalvarıyor ve
kendimi de cevaben: ?Senin için hiçbir şey yapamam, ben sana tebliğ etmiştim'
der bulmayayım..." Rasûlullah (s.a.s.) bu tarzda hayvanları ve diğer
ğanîmet mallarını teker teker zikretti." (Buharî, Cihâd 189; Müslim, İmâret 24,
h. No: 1831)

"Kim ğanîmet hırsızını gizlerse bu da onun gibi
olur." (Ebû Dâvud, Cihâd 146, h. no:
2716)

Abdullah İbn Amr İbni'l-Âs (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) bir ğanîmet ele geçirilince, Hz. Bilâl (r.a.)'e emrederdi,
o da halka yüksek sesle duyulur, askerler de ğanîmet olarak ne ele geçirmişse
getirip teslim ederdi. Peygamberimiz (s.a.s.) de önce beşte birini (humus) alır,
geri kalanı taksim ederdi.

Bir gün, (Bilâl'in) çağırmasından sonra bir adam
kıldan mâmul bir yular getirdi ve:

"Ey Allah'ın Rasûlü, ğanîmet olarak biz de bunu
ele geçirmiştik!" dedi.

"Sen, dedi, üç kere bağırdığı vakit Bilâl'i
işitmedin mi? O zaman niye getirmedin?"

"Adam, Rasûlullah (s.a.s.)'a (gecikmenin
sebebiyle ilgili olarak kabul görmeyen) özürler beyan etti. Ancak neticede şu
cevabı aldı:

"Hayır! Bunu senden kabul etmiyorum. Kıyâmet
günü sen bununla birlikte geleceksin."
(Ebû Dâvûd, Cihâd 144, h. no: 2712)

Abdullah İbn Amr İbni'l-Âs (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.)'ın ağırlıklarının başını bekleyen Kerkere denen bir zât
vardı, derken vefat etti. Rasûlullah (s.a.s.): "O cehennemdedir!"
buyurdu. Bu söz üzerine adamı görmeye gittiler. üzerinde, ğanîmetten çalınmış
bir aba buldular." (Buhârî, Cihâd 190; İbn Mâce, Cihâd 34, h. no: 2849)

Zeyd İbn Hâlid (r.a.) anlatıyor: "Hayber Savaşı
sırasında Rasûlullah (s.a.s.)'ın ashâbından biri öldürülmüştü. Rasûlullah
(s.a.s.)'a haber verildi. "Arkadaşınız üzerine namaz kılın!" dedi
(Kendisi cenâze namazını kıldırmadı). Rasûlullah (s.a.s.)'ın sözü üzerine,
halkın çehresi değişmiş, (bir soğukluk çökmüştü). Rasûlullah (s.a.s.) açıkladı:
"Arkadaşınız Allah için cihad sırasında ğanîmet ten çalmıştı!" Bunun
üzerine, maktûlün eşyasını karıştırdık. Yahûdilere ait boncuk kolyelerden iki
dirhem bile etmeyen bir kolyeyi çalmış olduğunu gördük." (Muvatta, Cihâd 23, h.
No: 2, 458; Ebû Dâvud, Cihâd 143, h. no: 2710, Nesâî, Cenâiz 66, h. no: 4, 64;
İbn Mâce, Cihad 34, h. no: 2848

"Kim ğanîmetten çalarsa, (bütün) eşyasını yakın,
kendisini de dövün." (Tirmizî, Hudûd
28, h. No: 1461; Ebû Dâvûd, Cihâd 145, h. No: 2713)

Abdullah İbn Amr İbni'l-Âs (r.a.) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (s.a.s.), Ebû Bekir ve Ömer (r.a.), ğanîmet hırsızının mallarını
yaktılar ve kendisini de dövdüler." (Ebû Dâvud, Cihâd 145, h. no: 2715)

Âsım İbn Küleyb (rahimehullah) babası
(Küleyb)'den o da ensârî birinden naklederek anlatıyor: "Biz Rasûlullah (s.a.s.)
ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Sefer sırasında şiddetli bir kıtlık ve
sıkıntıya maruz kaldık. Derken, bir ğanîmet ele geçirdik. Askerler, onu hemen
yağmalayıverdiler. Rasûlullah (s.a.s.), yaya olarak (teftiş maksadıyla) yanımıza
geldiğinde tencerelerimiz kaynamaya başlamıştı bile. Yayı ile tencereleri
deviriverdi. Etleri de toprağa buladı. (Hepsini böylece yenilmeyecek hale
getirdikten) sonra şu açıklamayı yaptı: "Yağma malı, lâşeden daha helâl
değildir" veya (şöyle demişti): "Lâşe, yağma malından daha helâl
değildir." (Rivâyetin sonundaki) şek râvilerden Hennâd'a aittir." (Ebû
Dâvud, Cihâd 138, h. No: 2705)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Biz gazvelerimiz
sırasında, bal ve kuru üzüm elde ederdik ve bunları (taksim edilmek üzere, diğer
ğanîmet mallarının yanına) kaldırmaz, yerdik." (Buhârî, Humus 20)

El-Misver İbn Mahreme (r.a.)'ye Amr İbn Avf
(r.a.) şunu anlatmıştır: "Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Ubeyde (r.a.)'yi Bahreyn'e,
oranın cizyesini getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce Ensâr geldiğini
işitti. Sabah namazını Hz. Peygamber (s.a.s.)'le kıldılar. Namaz bitince,
Rasûlullah (s.a.s.)'ın etrafını sardılar. Rasûlullah (s.a.s.) tebessüm
buyurdular ve: "Öyle zannediyorum, Ebû Ubeyde'nin birşeyler getirdiğini
işittiniz" dedi. Hep birlikte: "Evet!" dediler. Bunun üzerine şunları
söyledi: "Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümid edin. Allah'a yemin
olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden
korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için
birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helâk oldular. Genişleyen dünyanın onlar
gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum." (Buhârî, Rikâk 7, Cizye 1,
Megâzî 11; Müslim, Zühd 6, h. no: 2961; Tirmizî, Kıyâmet 29, h. no: 2464)

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
beni, Zübeyr'i ve Mikdâd'ı gönderdi ve dedi ki: "Gidin Ravzatu Hâh nam
mevkiye varın. Orada bir kadın bulacaksınız. Onda bir mektup var, mektubu ondan
alın gelin."

Gittik. Atımız bizi çabuk götürdü. Ravza'ya
geldik. Kadınla karşılaşınca: "Mektubu çıkar!" dedik. Kadın: "Bende mektup
yok!" dedi. "Ya mektubu çıkarırsın yahut senin elbiselerini soyarız!" diye
ciddî konuştuk. Saç örgülerinin arasından mektubu çıkardı. Onu Rasûlullah
(s.a.s.)'a getirdik. İçerisinde şu vardı: "Hâtıb İbn Ebî Belte'a tarafından,
Mekke'de olan bazı müşriklere yazılmıştı. Rasûlullah (s.a.s.)'ın (sefer
hazırlığı ile ilgili) faaliyetlerini haber veriyordu. Rasûlullah (s.a.s.)
(Hâtıb'ı çağırarak): "Ey Hâtıb, bu da ne?" diye sordu. Hâtıb: "Ey
Allah'ın Rasûlü, bana kızmada acele etme. Ben Kureyş'e dışardan katılan bir
adamım. Ben onlardan değilim (aramızda kan bağı yok). Senin beraberindeki
muhacirlerin (Mekke'de) akrabaları var. Mekke'deki mallarını ve âilelerini
himaye ederler. Bu şekilde nesebten gelen hâmilerim olmadığı için oradaki
yakınlarımı himaye edecek bir el edineyim istedim. Bunu katiyyen küfrüm veya
dinimden irtidadım veya İslâm'dan sonra küfre rızamdan dolayı yapmadım" dedi.
Rasûlullah (s.a.s.): "Bu bize doğruyu söyledi!" dedi. Hz. Ömer atılarak:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Bırak beni, şu münâfığın kellesini uçurayım!" dedi.
Rasûlullah (s.a.s.) da: "Ama o Bedr'e katıldı. Ne biliyorsun, belki de Allah
Teâlâ Hazretleri Bedir ehlinin hâline muttali oldu da: "Dilediğinizi yapın,
sizleri mağfiret etmişim" buyurdu. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hazretleri şu
vahyi indirdi: "Ey iman edenler! Benim düşmanımı da kendi düşmanlarınızı da
dostlar edinmeyin. (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onlara (peygamberin
maksadını) ulaştırırsınız (değil mi?) Halbuki onlar Hak'tan size gelene
küfretmişlerdir" (Mümtehine 1). (Buhârî, Meğâzî 9, Cihâd 141, 195, Tefsir
Mümtehine 1, İsti'zân 23, İstitâbe 9; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 161; Ebû Dâvud,
Cihâd 108, h. no: 2650, 2651; Tirmizî, Tefsir Mümtahine, h. no: 3302)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
(Mekke'nin) Feth(i) gazvesini Ramazan ayında yaptı." (Buhârî, Megâzî 47, Savm
34, Cihâd 106; Müslim, Sıyâm 88, h. no: 1113)

Urve İbn Zübeyr rahimehullah anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) Fetih senesinde (Mekke'ye müteveccihen) yürüyünce, bu
haber Kureyş'e ulaştı. Ebû Süfyan İbn Harb, Hakim İbn Hizam, Büdeyl İbn Verkâ
haber toplamak üzere şehrin dışına çıktılar. Yürüyerek ilerleyip Merrü'z-Zehrân
nâm mevkie kadar geldiler. Bir de ne görsünler; her tarafta ateşler yanıyor,
tıpkı Arafat'ta hacıların yaktığı ateşler gibi. Ebû Süfyân şaşkın: "Bu da ne?
Sanki Arafat'taki ateşler!" der. Budeyl İbn Verka, "Beni Amr'ın ateşleri
olmasın?" der. Ebû Süfyân: "Ama, Beni Amr'ın ateşi bundan az olmalı! der.
Rasûlullah (s.a.s.) devriyelerinden bazıları bunları görür, yaklaşır ve tevkif
edip, Rasûlullah (s.a.s.)'a getirirler. Ebû Süfyan müslüman olur.

Yürüdükleri zaman Abbâs (r.a.)'a: "Sen Ebû
Süfyân'ı şu dağın burnunda durdur da müslümanları görsün!" buyurur. Tenbih
edildiği şekilde Hz. Abbas, Ebû Süfyân'ı (hâkim bir noktada) durdurur.
Kabileler, Rasûlullah (s.a.s.)'la birlikte bölük bölük Ebû Süfyân'ın önünden
geçmeye başlarlar. Bir bölük geçer, Ebû Süfyan sorar: "Ey Abbas bunlar kim?"
"Bunlar Beni Gıfar!" der. Ebû Süfyan: "Bana ne Gıfâr'dan?!" der. Sonra Ceheyne
kabilesi geçer. Ebû Süfyân aynı şekilde sorar, aldığı cevaba benzer muKâbelede
bulunur. Arkadan Süleym geçer. Ebû Süfyân aynı şekilde sorar, aldığı cevaba
benzer muKâbelede bulunur. Derken bir bölük gelir ki, bu öncekilerden çok
farklıdır.Yine sorar: "Ey Abbâs bunlar kim?" "Bunlar, der Abbas, Ensârdır.
Başlarında Sa'd İbn Ubâde, beraberlerinde de bayrak var!" Sa'd der ki:

"Ey Ebû Süfyân, bugün savaş günüdür. Bugün
Kâbe'nin (orada kan dökmenin) helâl addolunacağı gündür!" Ebû Süfyân Abbâs'a:
"Ey Abbâs! (Sen Mekkelisin) bugün muhafaza vazifeni yapacağın en iyi fırsat.
Görelim seni (şehri yağmalatma)" der. Derken bir bölük daha geçer. Bu
geçenlerin sayıca en küçüğü. Bunların içinde Rasûlullah (s.a.s.) ve (yakın)
ashabı var. Rasûlullah'ın sancağı da Zübeyr İbnü'l-Avvâm (r.a.)'ın elindedir.
Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Süfyân'ın yanından geçerken, Ebû Süfyân: "Sa'd
İbnl-Ubâde'nin söylediğini biliyor musun?" der.

Rasûlullah (s.a.s.): "Ne demişti?" diye
sorar. Ebû Süfyân: "Şunu şunu söyledi" diyerek (yukarıda kaydedilen sözlerini)
hatırlatır. Bunun üzerine Rasûlullah: "Sâd İbn Ubâde yanıldı. Bilakis, bugün
Allah'ın Kâbe'nin şânını yücelttiği bir gündür; bugün Kâbe'ye örtünün
giydirildiği bir gündür!" dedi. Rasûlullah (s.a.s.), sancağının (Mekke'nin
Batı ve Kuzey cihetinde yer alan iki dağdan biri olan) el-Hacun'a dikilmesini
emretti. Hâlid İbn Velid (r.a.)'a, şehre Mekke'nin üst kısmından, Kedâ'dan
girmesini ferman buyurdu. O gün Halid İbn Velid'in süvârilerinden iki kişi
öldürülür: Hubeyş İbn'l-Eş'ar ve Kürz İbn Câbir el-Fihrî (r.a.)." (Buhârî,
Meğâzî 48)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Abbas, Ebû Süfyan
İbn Harb'i getirmitşi, Merrü'z-Zahr'dan müslüman oldu. Abbâs (r.a.) dedi ki: "Ey
Allah'ın Rasûlü, Ebû Süfyân, şereflenmeyi seven bir kimsedir. (Onun
şerefleneceği) bir şey yapsanız!" "Doğru söyledin! (şehre girerken ilân
edin): "Kim Ebû Süfyân'ın evine girerse emniyettedir, kim kapısını kapar
(evinden dışarı çıkmazsa) emniyettedir, kim silahını atarsa o da emniyettedir.
Kim Mescide (Kâbe'ye) girerse o da emniyettedir!" (Ebû Dâvud, Harâc 25, h.
no: 3021, 3022)

Cabir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.),
Fetih sırasında Ömer İbn'l-Hattâb'a, Bathâ'da iken Kâbe'ye gelip oradaki bütün
sûretlerin (putların, heykellerin) ortadan kaldırmasını emretti. Rasûlullah
(s.a.s.) oradaki bütün sûretler ortadan kaldırılmadıkça Kâbe'ye girmedi." (Ebû
Dâvud, Libâs 48, h. no: 4156)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.),
Fetih günü Mekke'nin yukarı kısmından, devesinin üzerinde olarak ilerledi.
Terkisinde de Üsâme İbn Zeyd (r.a.) vardı. Beraberinde Hz. Bilâl ve (Kâbe'nin)
hâciblerinden olan Osman İbn Talha da vardı. Mescid-i Haram'da devesini ıhtırdı.
Osman'a Kâbe'nin anahtarını getirmesini emretti. Osman annesine gitti. Ancak
kadın anahtarı vermekten imtina etti. Osman:

"Vallahi, ya anahtarı verirsin ya da şu kılıç
belimden çıkacaktır!" dedi. Kadın anahtarı verdi. Osman Rasûlullah'a getirdi.
Aleyhissalâtu vesselâm kapıyı açıp, Betyullah'a girdi. Onunla birlikte Hz.
Üsâme, Bilal ve Osman da girdiler. Gündüzleyin içnde uzun müddet kaldı, sonra
çıktı. Halk (içeri girmede) yarış etti. Abdullah İbn Ömer ilk giren kimseydi.
Girince, Bilâl (r.a.)'ı kapının arkasında ayakta duruyor buldu.

"Rasûlullah (s.a.s.) nerede namaz kıldı?" diye
sordu. Bilal, Aleyhissalâtu vesselâm'ın namaz kıldığı yeri işaret ederek
gösterdi. Abdullah der ki: "Kaç rek'at kıldığını sormayı unuttum." (Buhârî,
Cihâd 127, Salât 30, 81, 96, Teheccüd 25, Hacc 51, 52, Meğâzî 77, 48; Müslim,
Hacc 389, h. no: 1329)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Allah Teâla
Hazretleri, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Mekke'nin fethini nasib edince, halkın içinde
kalkıp, Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra dedi ki: "Allahu Zülcelâl,
Mekke'yi filin girmesinden korumuştur. Mekke'lilere Rasûlünü ve mü'minleri
musallat etti. Mekke(de savaşmak) benden önce hiç kimseye helâl edilmedi. Bana
da bir günün muayyen bir zamanında helâl kılındı. Benden sonra da kimseye helâl
edilmeyecek. Onun avı ürkütülmemeli, otu yolunmamalı, ağacı kesilmemeli.
Buluntular da ancak sahibi aranmak kasdıyla alınabilir. Kimin bir yakını
öldürülmüşse, o kimse iki husustan birinde muhayyerdir: Ya diyet alır, ya da
ölünün ailesi kısas ister (katil öldürülür)." Abbâs (r.a.): "Ey Allah'ın
Rasûlü! İzhir otu bu yasaktan hâriç olsun! Zira biz onu kabirlerimizde ve
evlerimizde kullanıyoruz!" dedi. Rasûlullah da: "İzhir hâriç!" buyurdu.
(Buhârî, İlim 39, Lukata 7, Diyât 8; Müslim, Hacc 447, h. no: 1355); Ebû Dâvud,
Menâsik 90, h. no: 2017

Vehb (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Cabir
(r.a.)' a sordum: "Mekke fethedildiği gün, herhangi bir şey ğanîmet kılındı mı?"
"Hayır! cevabını verdi." (Ebû Dâvud, Harâc 25, h. no: 3023)

Cabir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
Mekke'ye girdiğinde sancağı beyaz, üzerindeki sarığı da siyahtı." (Ebû Dâvud,
Cihâd 76, h. no: 2592; Tirmizî, Cihâd 9, h. no: 1679)

Vâsile İbn'l-Eska' (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) Tebük Gazvesine katılmak için çağrıda bulundu. Ben hemen ehlime gittim.
Gazveye gitmeye yöneldim. Rasûlullah'ın ashâbının ilk kısmı yola çıkmıştı bile,
Medine'de seslenmeye başladım: "(Ğanîmetten gelecek) hissesi taşıyana olacak bir
kimseyi (devesiyle) taşıyacak bir kimse yok mu?" diyordum. Ensâr'dan yaşlı bir
zât: "Kendisini münâvebe ile bindirmem ve yiyeceğini de vermem karşılığında
(savaştan elde edeceği) hissesi bize olmak kaydıyla götürürüm!" dedi. Ben:
"Anlaştık!" dedim. Ensârî:

"Öyleyse Allah'ın bereketi üzere yürü!" dedi.
Böylece en hayırlı bir arkadaşla yola çıktım. Allah ğanîmet de nasib etti,
hisseme bir miktar deve isabet etti. Bunları sürüp, (beni devesine olan
Ensariye) getirdim. Adam çıkıp devesinin havıdındaki çullardan biri üzerine
oturdu, ve: "Bu develeri sen geri sür!"dedi. Sonra tekrar: "Sen bu develeri
ileri sür, (bana getirme)!" dedi ve ilâve etti: "Ben senin bu develerini
değerli görüyorum" dedi. Vesile de: "Bu başlangıçta anlaştığımız şarta göre
senin ğanîmetin!" dedim. Ama Ensârî: "Ey kardeşimin oğlu, ğanîmetini al.
Ben senin bu maddî payını istememiştim (sevâba, mânevî kazanca iştirak etmeyi
düşünmüştüm)" dedi." (Ebû Dâvud, Cihad 123, h. no: 2676)

FETİH .
Fetih; Anlam, Mâhiyet ve Önemi
Kur'ân-ı Kerim'de Fetih Kelimesinin Anlamları Kapalı Bilgilere Açıklık Kazandırma
Öğretme ve Bilgilendirme
Karar/Yargı Bildirme
İlâhî Yardım Gönderme a) İlâhî Yardımın Engellenilmezliği
b) Bereket Gönderme
Yıkım ve İlâhî Azap Gönderme
Zafer a) Zafer Karşısında Münâfıkların Bocalamaları
b) Sâdık Mü'minlerin Zaferi
c) Yakın Zafer (Fethun Karîb)
d) Zafer (Nasr) Sûresi
Fettâh; Kapıları Açan Allah Teâlâ
Kur'ân-ı Kerim'de Fetih .
Fetih Sûresi
Hadis-i Şeriflerde Fetih .
Fetih, İşgal ve Terör
Nedir Fetih? .
Kimdir Fâtihler ve Fâtih Adayları? .
Terör Silâh Olarak Kullanılan Kaypak Bir Kavram
İslâm'ın Cihad Anlayışı
Terör ile Cihadın Birbirine Karıştırılması
İslâm, Ülkeleri Kılıç Zoruyla Alarak Değil; Gönülleri Fethederek Yayılmıştır
Fetih; Şefkat Hareketi
Savaş Değil Cihad, İşgal Değil Fetih
Zorla Değil, Gönülle
Fetih İşçileri; Gönül Fâtihleri
Fethin Boyutları Allah'tan İnsana Fetih; Vahiy
İnsandan Allah'a Fetih; İbâdet
İnsandan İnsana Fetih; Cihad
İctihad
İnsandan Doğaya ve Eşyaya Fetih; Keşif
Bir Hayat Tarzı Olarak Fetih
Sınırsız ve Sınıfsız Fetih
Bir Yürek Fâtihi Olarak Hz. Muhammed... İslâm Fetihlerinin Mantığı
Yeniden Fetih Hareketi
İslâm'ın Yitik Çocukları
Fethin Araçları
Hudeybiye Barışı; İnsanlara Önce Kapalı Gelen ?Apaçık Fetih?
Mekke'nin Fethi; Kalpleri Fethin Sonucu Olarak Dünyanın Kalbinin Fethi Fetih Hazırlığı
Fetih
Af Dışı Tutulanlar
Fetihle İlgili Diger Bazı Notlar
Mekke'ye Af
Mekke'nin Tahrîmi
Hâtıb İbn Ebi Belte'a
Mekkelilere Mektup Hâdisesi
Kendini Fethe Kapatmış Kişiler ve Onlara Karşı Tavır (Harbî, Zimmî; Ğanîmet, Cizye ve Harâc) Harbî; Fetihle Kurtuluşu Bekleyen Zavallı, ya da Fethe Engel Tip .
Zimmî; Fethi Bekleyen Aday, En Azından Fethe Engel Ol(a)mayan Kişi
Zimmet anlaşmasının yapılma şekli
Kendisi ile Zimmet Akdi Yapılanda Aranan Şartlar
Cizye Yükümlüsünde Bulunması Gereken Şartlar
Cizye Akdinin Hükmü
Cizye Çeşitleri ve Miktarları
1. Sulh yoluyla konulan cizye
2. İslâm Devleti tarafından doğrudan doğruya konulan cizye.
İslâm'da Gayri Müslimlerden Alınan Diğer Vergiler 1- Gümrük Vergisi
2. Haraç
a- Harâc-ı Muvazzafa
b- Harâc-ı Mukaseme
3- Ğanîmetlerden alınan beytülmal payları
Cizyeyi Düşüren Haller
Zimmet Akdinin Niteliği
Zimmîlerin Hak ve Görevleri 1- Hakları
2- Görevleri
Zimmîlerle İlgili Bazı Önemli Hükümler 1. Zimmî ile müslümanın evlenmesi
2- Zimmî ile müslüman arasında miras hukuku
3- Zimmîlerin İslâmî yasaklara saygı göstermesi
4. Zimmîye nâfile sadaka vermek
Ğanîmet; Fethin Dünyevî Avansı
Ganîmetlerin Taksimi
Fey'; Düşmandan Ele Geçirilen Arâzîler
A) Savaşla ele geçirilen arâzîler
B) Gayrimüslim halkın savaş korkusuyla başka yere göç etmesi sonucu boş kalan arâzîler.
C) Sulh yolu ile (savaşsız) İslâm ülkesine katılan topraklar.
Cizye; Gayr-i Müslimlerin Can ve Mallarını Koruma Bedeli/Yıllık Vergi
Harâc; Zimmîlerden Alınan Toprak Vergisi
1- Öşür arâzîsi.
2- Harâc arâzîsi.
Harâc çeşitleri
a) Muvazzafa veya vazife harâcı.
b) Mukâseme hâracı.
Tefsirlerden İktibaslar
Nüzul Zamanı
Tarihsel Arka-Plan
Fetih Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar