Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

1- Fitne Hâdiselerini Sahabeler Çıkarmadı

1


1- Fitne Hâdiselerini Sahabeler
Çıkarmadı



Sahabe zamanında cereyan eden hâdiseler
mevzubahis olunca dikkatten kaçan mühim hususlardan biri budur. Bu nokta iyi ve
net bilinmezse Sahabeler hakkında yanlış birkısım kanaatler beslemek, hatalı
sözler söylemek mümkündür ve bugün Müslümanlar arasında bu çeşit durumlar,
maalesef, fiilen mevcuttur. Halbuki, fitnenin çıkışı ile Ashab'ın hiçbir alâkası
yoktur. Ashab dışındaki birkısım münafıklar hâdiseleri tezgahlayıp tahrik
etmişler, Ashab da ister istemez kendini bu vakaların içinde bulmuştur. Şöyle ki:

Kısa zamanda, İslam'ın kaydettiği
fütuhatlar, kazandığı zaferler sebebiyle, İslam'ın gittiği Mısır, İran, Suriye
gibi yerlerde pekçok kimseler eski düzenlerinin bozulması sonucu menfaatlerini
kaybetmişlerdi. Bunlar Müslümanlara karşı intikam hisleri ile dolu idiler. Ne
var ki, açıktan açığa Müslümanlara karşı çıkmak mümkün değildi. Müslüman
gözükerek ortalığı karıştırmak daha uygun bir metoddu ve öyle yaptılar.

O devirde vukua gelen hâdiselerin
çıkışından gelişmesine, tahrikçilerinden karşı koyanlarına ve karşı koyuşta
takip ettikleri tarz ve metodlara varıncaya kadar bizim için ibret olabilecek
yönleri var. Ashab'ın, hâdiselere alâkası bunlardan biridir. Onların,
hâdiselerin çıkışından itibaren pek az hisse sahibi olduklarını, hep gayr-i
iradî olarak sürüklendiklerini birkaç meseleye parmak basarak göstermeye
çalışacağız:


[1]

a- Fitneyi Çıkaranlar:
Söylediğimiz gibi, Ashab devrinin hâdiselerinin gerçek müsebbibleri, İslâm'ın
getirdiği yeni idare sebebiyle menfaatleri haleldâr olan, İslâm'a karşı kin ve
hasetle dolan kimselerdir. Bu işleri tezgahlayan baş mürettibin Abdullah İbnu
Sebe adında bir Yahudi dönmesi olduğunu bilmek bile mesele hakkında kabaca bir
bilgi verir. Onun faaliyetlerini ve fitnedeki rolünü biraz detaylı bilmek ise,
mevzumuzu oldukça aydınlatır.

Abdullah İbnu Sebe kimdir? İslâm tarihinde
Hz. Osman'dan bu yana akan kardeş kanlarında asıl hissenin sahibi olan bu adam
bir Yahudidir. Onun attığı fitne bugün bile tesirini icra etmektedir. Hakkında
şahsî yorumdan ziyade, büyük alim Taberî'nin (vefatı hicrî 311) sunduğu geniş
malumattan bir parçayı aynen sunuyoruz. Der ki:

"Abdullah İbnu Sebe, San'alı bir Yahudi idi.
Annesi siyah bir kadındı. Abdullah, Hz. Osman'ın hilafeti sırasında Müslüman
oldu. Sonra İslâm memleketlerini dolaşarak halkı baştan çıkarmaya gayret etti.
Bu faaliyetlerine Hicâz'da başladı. Sonra sırayla Basra'ya, Kûfe'ye ve oradan da
Şam'a geçti. Fakat Şam ahalisi nezdinde arzularından hiçbirine muvaffak olamadı.
Hatta Şamlılar onu Şam'dan sürüp çıkardılar.

İbnu Sebe, Şam'dan çıkarılınca Mısır'a
geldi. Burada yerleşerek faaliyetlerine devam etti. Ora halkına söyledikleri
arasında şu da vardı: "Hz. İsa'nın geri döneceğine inanıp da Hz. Muhammed'in
döneceğini reddedenlere şaşmak gerek. Cenab-ı Hakk Kur'ân-ı Kerîm'de "Herhalde o
Kur'ân'ı senin üzerine farz kılan (Allah) seni (tekrar) dönülecek yere
döndürecektir" (Kasas 85) buyurmaktadır. Öyle ise, Hz. Muhammed geri gelmeye Hz.
İsa'dan daha çok hak sahibidir."

Taberî'den naklimize burada kısa bir ara
vererek hemen şunu belirtelim ki, bu âyet, hicret sırasında nazil olmuştur.
Dehhâk'tan gelen rivayete göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'den
Medine'ye müteveccihen hicret ederken el-Cuhfe denen, Mekke'den dört merhalelik
mesafede bir mahalle geldiği zaman Mekke'den ayrılışın üzüntüsünü duyar ve
Mekke'ye, doğum yerine karşı bir iştiyak duyar. Cenab-ı Hakk Resûlünü teselli
için bu ayeti inzal ederek tekrar buraya geleceğini haber verir.

Şimdi tekrar Taberî'den nakle dönüyoruz:

"İbnu Sebe'nin bu sözleri kabul gördü.
Böylece o, ric'at (tekrar hayata dönüş) inancını Mısır ahalisi arasına sokmuş
oldu. Bu mevzuda pek çok münakaşalar oldu. İbnu Sebe başka görüşler sokmaya
devam etti. Bu meyanda diyordu ki: "Şimdiye kadar bin kadar peygamber geldi
geçti. Her peygamberin bir vasisi vardı. Ali de Hz. Muhammed'in vasisidir."

İbnu Sebe bu görüşünü telkin ettikten sonra
şunu ileri sürdü: "Hz. Muhammed Hatemü'l-Enbiya'dır. Ali de
Hatemü'l-Esfiya'dır."

İbnu Sebe bunu da telkin ettikten sonra
şunu ileri sürdü: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vasîsine tecavüz
ederek ümmetin işini eline alan ve Hz. Peygamber'in vasiyetini yerine getirmeyen
kimseden daha zalim kim vardır?"

Bu teşvişleri de piyasaya sürdükten sonra
(yakınlarına) şöyle dedi: "Hilafeti Osman haksız olarak aldı. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in vasisi ise meydandadır. Öyle ise ey insanlar bu işin
tashihi için kalkın, meseleyi uyandırın. Bu maksatla, umerâyı (idarecileri)
kötülemekle işe başlayarak kendinizi emr-i bi'lma'rûf ve nehy-i ani'lmünkerle
meşgul gösterin ki, halkın alâka ve taraftarlığını kazanın ve sonra onları asıl
meseleye çağırın..."

Bu şekilde yeterli sayıda adam ayarladıktan
sonra dâilerini (militanlarını) her tarafa gönderdi. Gittikleri yerlerde fesat
işlerini yürüten bu ajanlarla sıkı bir yazışma yaptı. Bunlar görüşlerini çok
gizli bir şekilde yayıyorlardı. Dışa karşı da emr-i bi'lma'rûf ve nehy-i
ani'lmünker yapıyormuş görünümünü veriyorlardı. Bunlar da kendi aralarında
mektuplaşıyorlardı ve birbirlerine mektup gönderirken ajanlarının yol
dağarcıklarının içerisine iyice gizliyorlardı.

Her bölgede bulunan kimseler aynı titizlik
ve gizlilik içerisinde karşılıklı olarak, diğer bölgelerde bulunan adamlarıyla
mektuplaşarak herbiri kendi bölgelerinde yapılanları (yeni gelişmeleri)
bildiriyorlardı. Her biri mektup geldikçe, bunu bölgesindeki bütün hempalarına
okuyordu.

Bu şekilde çalışmalarla propagandaları her
tarafa ulaştı ve hatta Medine'ye kadar dayandı. Bunlar açıkça söylediklerinden
başka şeyler peşinde koşuyorlar, gizlediklerinden başka şeyler izhar
ediyorlardı. (Yapılan propagandalarla başka yerler ahalisi o kadar kargaşa ve
huzursuzluk içinde gösterilmişti ki) her bölge halkı (bu haberleri duydukça):
"Çok şükür, diğer yerlerdeki belalardan ve keşmekeşlerden azadeyiz, afiyetteyiz"
diyorlardı. Medine'ye her taraftan bu huzursuzluk haberleri geliyordu. Onlar da
bu durum karşısında: "Çok şükür, başka yerleri kasıp kavuran belalardan
azadeyiz" diyerek hallerine şükrediyorlardı.

Medine'de bu durumla karşılaşan Muhammed ve
Talha, Hz. Osman'a çıkarak: "Ey mü'minlerin emîri, insanların huzursuzluğu
hakkında bize ulaşmış olan haberler size de geldi mi?" dediler. Hz. Osman
"Hayır, ben onlardan sadece selamette oldukları hususunda haber almaktayım"
dedi. Onlar, hayır diyerek kendilerine ulaşan huzursuzluk vs. haberlerini
anlattılar.

Hz. Osman, onlara "Siz benim yardımcılarım
ve mü'minlerin de şahidlerisiniz, ne yapmam gerekiyorsa söyleyin" der. Onlar da:
"Biz sana, itimat ettiğin kimselerden bazılarını diğer bölgelere göndererek
durumu tahkik ettirmeni tavsiye ederiz" dediler.[2]

Tahkîk Heyeti:
Hz. Osman, yapılan tavsiye üzerine bir tahkik heyeti teşkil ederek, başta Kûfe,
Basra, Mısır, Şam olmak üzere her tarafa muhakkikleri gönderir. Taşra ahalisine
hitaben şu tamimi de yollar: "Ben her yıl hacc mevsiminde valilerimle
karşılaşırım. Başa geçeliden beri ümmete emr-i bi'lma'rûf ve nehy-i
ani'lmünkerin hakim kılınmasına gayret ettim. Şimdiye kadar bana intikal eden
bir sızlanmada haklı hakkını almıştır. Âmillerime (valilerime) intikal eden
haksızlıklara da el konmuş, haklıya hakkı verilmiştir. Ne ben, ne ailem
raiyyetten fazla bir hakka sahip değiliz. Herhangi bir haksızlık oldu ise, hemen
terkedilecektir. Medine halkı bana, insanlardan bir kısmının haksız yere
hakarete uğrayıp dövülmekte olduklarını söylediler. Kim bizim gıyâbımızda
gizlice dövülmüş, hakarete uğramış ise, kim böyle bir haksızlık iddia ediyorsa,
hacc mevsiminde Medine'ye gelsin, hakkını benden veya amillerimden alsın veya
bağışlasın. Zîra Allah bağışlayanları mükaafatlandıracaktır." Bu mektup taşra
vilayetlerde okununca herkesi ağlattı. Halk Hz. Osman'a hayır duada bulundu."[3]

Valilerle İstişare:
Hz. Osman bununla da yetinmeyip, kendileriyle istişarede bulunmak üzere valileri
merkeze çağırır. Abdullah İbnu Âmir, Muâviye, Abdullah İbnu Sa'd (radıyallahu
anhüm ecmain) gelirler. Bunlarla birlikte Saîd İbnu'l-Âs ve Amr'ı da istişare
meclisine alır.

Yine Taberî'den aynen takip edelim:

"Hz. Osman (valilere): "Söyleyin, nedir bu
şikayet, bu şayia, vallahi aleyhinize kabul görmesinden korkuyorum. Bunu tasdik
etmek benim nazarımda zor görünse de başkaları kolay kapılır" dedi. Valiler,
cevaben ona şunu söylediler: "Sana biz halktan haber getiriyoruz. Tahkikçiler de
çıkardın, onlar da getirdiler. Halktan kimse bizzat temas kurarak, şifahen
herhangi bir şikayette bulunmamaktadır. Hayır, Allah'a kasem olsun,
(dedikoducular) doğru söylemiyorlar, dürüst hareket etmiyorlar. Biz, bu duruma
hiçbir sebep göremiyoruz. Sen, bununla alâkalı bir kimseyi getirip kesin bir
tavır alacak durumda da değilsin. Ortada boş bir şayiadan başka bir şey yok. Bu
şayia ile amel etmek, onu ciddiye almak doğru olmaz."

Bunun üzerine Hz. Osman "Öyleyse ne
yapalım, bana yol gösterin" dedi. Said İbnu'l-Âs söz alarak: "Bu uydurma bir
şeydir, gizlice uydurulup el altından yayılıyorlar. Hususî meclislerde bunlar
konuşulup büyütülüyor" dedi. Hz. Osman tekrar sordu: "Buna karşı tedbir ne
olmalı?" Saîd İbnu'l-Âs: "Bu kimseler araştırılmalı. Bu şayiaları çıkaranlar
öldürülmeli" dedi. Abdullah İbnu Sa'd da şunu söyledi: "İnsanlara verilmesi
gerekeni verince onların eda etmeleri gerekeni de onlardan al. Zîra bu, onları
bırakmandan hayırlıdır." Hz. Muâviye de şunu söyledi: "Sen beni vali tayin ettin
ve ben de onların işlerini üzerime aldım. Onlardan sana sadece hayır haberi
geldi. İki kişi onların bölgesini daha iyi bilir." Hz. Osman ona da: "Ne
yapmamız gerekir, fikrin ne?" dedi. Hz. Muâviye: "İyi muameleye devam" dedi. Hz.
Osman: "Sen ne dersin ey Amr?" dedi. Amr da şu (enteresan) beyanda bulundu: "Ben
görüyorum ki, sen insanlara çok yumuşak davranıyor ve ağır alıyorsun. Bu
davranış Hz. Ömer'de yoktu. Ben senden önce geçen iki arkadaşının yolundan
gitmeni tavsiye ederim. Şiddet gösterilmesi gereken yerde şiddet, yumuşak
davranılması gereken yerde yumuşaklık göster. İnsanlara kötülükten başka bir şey
yapmayanlara şiddet gerekir. Yumuşak davranış başkalarına karşı hep hayırhah
olanlar içindir. Sen hiçbir ayırım yapmadan iki grup için de hep yumuşak
davrandın."

Bu konuşmalardan sonra Hz. Osman kalkarak
Allah'a hamd ve senâda bulundu: "Bana söylediklerinizin hepsini dinledim. Her
meseleye girmek için kendine has bir kapısı vardır. Ortada ümmet için endişe
duyduğumuz şu iş vardır. Bunun üzerine örtülen ve kendileriyle korunacağımız
kapı ise, Allah'ın tayin ettiği hudud yumuşaklık, anlaşma ve uzlaşmadır" dedi.

Görüldüğü üzere, son derece sinsi ve
hesaplı bir şekilde hazırlanan fitne ve huzursuzluklara Sahabeler tedbir
bulmakta zorluk çekmekteler. Zîra görünürde hiçbir meşrû ve mâkul sebep yok,
üzerine gidilecek açık hedef yok. Ama tek gerçek şu ki, bu gelişen hâdiselerde
Ashab'ın hiçbir dahli yok.[4]








[1]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/520.





[2]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/521-523.





[3]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/523.





[4]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/523-524.

FİTNE-FİTEN ..
FİTNE. a- Fitne Kelimesinin Anlam Sahası
b- Olumlu Anlamıyla Fitne
c- Fitnenin Kur'an'daki Anlamları
A- Allah'a Nisbetle Fitne
1- Peygamberlerin Denenmesi
2- Müslümanların Denenmesi
3- İnsanların ve Toplulukların Denenmesi
4- Ni'met veya Külfetle Deneme
5- Sabır ve Sebat Fitnesi
B- Şeytana Nisbetle Fitne
C- İnsanlara Nisbetle Fitne
1- Münafıkların Fitnesi
2- İnkârcıların Fitnesi
C- Fitne Sayılan Davranışlar a- Diní Açıdan 1- Küfür-Şirk;
2- Allah'ın Hükümlerinden Yüz Çevirme
b- Sosyal ve Ahlâkí Fitne 1- İşkence ve Zulüm;
2- Belâ ve Sınama
3- Karışıklık ve Kargaşa
4- Dünya Ni'metleri;
5- Mal ve Çocuk;
D- Hadislerde Fitne Kavramı
E- Fitnenin Ortaya Çıkışı ve Zararları
FİTNE.
FİTNE.
Yoldan Çıkarıcı Fitneler
Fitne ile Sapma
İmtihan Olarak Fitne
Fitneye Düşürme Gayreti
Fitne Çıkartmak ve Kuran'daki Karşılığı
Müminlerin Çekişmesi Fitneye Sebep Olur
Fitne Unsurları
Zulüm, İşkence ve Azap
Fitne; Anlam ve Mâhiyeti
Olumlu Anlamıyla Fitne
Kur'an-ı Kerim'de Fitne Kavramı
Fitnenin Kur'an'daki Anlamları
Allah'a Nisbetle Fitne
Peygamberlerin Denenmesi
Müslümanların Denenmesi
İnsanların ve Toplulukların Denenmesi
Nimet veya Külfetle Deneme
Sabır ve Sebat Fitnesi
Şeytana Nisbetle Fitne
İnsanlara Nisbetle Fitne
Kur'an'da Fitne Sayılan Davranışlar
Hadis-i Şeriflerde Fitne Kavramı
Fitnenin Ortaya Çıkışı ve Zararları
Modern Fitne Odakları
FİTNENİN VASIFLARI
1- Fitne Yavaş Gelişir
2- Fitne Bir Kere Çıktı Mı Sonu Gelmez.
3- Giren Çıkamaz.
4-  Fitne , Fikrî Gruplaşmadır
5- Yalan Artar
6- Gerçeklerin İstismarı
7- Herkes Kendi Görüşünü Beğenir
8- Cehalet Artar
9- Şaşkınlık
10- Din-Sultan Ayrılığı
11- Din Lafta Kalır
12- Dinin Tatbikatı Zorlaşır
13- İrtidat Artar
14- Zenginlik Artar
15- Cimrilik Artar
16- Asiller Öldürülür, Meydan Adilere Kalır
17- Fitnede Gençler Rol Oynar
18- Katl (Öldürme) Vakaları Artar
19- Teşkilatlar Adına Öldürme.
20- Emniyet Ve Güven Kalmaz
21- Ölüm Aranır
22- Ganimet (Devlet Malı) Helal Addedilir
23- Fitnenin Girmedigi Ev Kalmaz
1- Fitnede Sabır
2- Fitnecileri Yalnız Bırakmak
3- Uzlet
* Eve Çekilmek
* Dağa Çekilmek
* Terk-i Diyar Etmek
İnziva Ve Uzletin Fazileti
4- Öldürmektense Ölmeyi Tercih Etmek
* Fitnede Mudafa-i Nefis
5- Dilini Tutmak
6- Kalben Kerahet
7- Mal Ve Evlatça Hiffet
8- Silah Edinmemek
* SAHABE VE FİTNE HAREKETLERİ
Fitnede Sahabe'nin Tutumu.
1- Fitne Hâdiselerini Sahabeler Çıkarmadı
2- Sahabeler Fitneye Katılmadı
Cemel Vakası
Fitneye Karışan Sahabeler
3- Ashab'ın Katıldıgı Fitneler Üzerine Birkaç Mütalaa
Sahabelerde Ölçü
Sahabeler Arasındaki Muharebelerin Mahiyeti Ve Hikmeti