Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Râşid Halifeler

Râşid Halifeler


Râşid Halifeler


Rasül-i Ekrem'den sonra,
müslümanların devlet ve hükümet reisine ?Rasulullah'a halef olan? anlamında
?halife? denmiştir. Bu halifelerin ilk dördü hemen her yönüyle örnek
halifelerdir. Bunlara hulefâ-i râşidîn/râşid halifeler denir.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'den
sonra gelen ilk dört halifenin hilâfet süreleri, Saâdet Asrının ikinci dönemini
teşkil eder. İslâm hukukçularının büyük bir çoğunluğu, bu dönemdeki
uygulamalara, alınan kararlara büyük bir önem verir ve bunları İslâm hukukunun
kaynakları arasında görürler. Çünkü onların uygulamaları Hz. Peygamber'e zaman
itibariyle en yakın olmak, O'nun eğitiminden geçmiş olmak, vahyin nüzulüne tanık
olmak, sünneti yakından tanımak gibi ayırıcı özellikler nedeniyle önem taşır,
başkalarının fikir ve düşüncelerine göre üstünlük arz ederler. Hakkında nass
bulunmayan konularda Râşid Halifelerin uygulamaları oldukça değerlidir.
Bunun nedeni ise, onların hem veliyyü'l-emr olarak mü'minlerin kendilerine
itaat etmekle yükümlü olmaları; hem de İslâm'ın özünü en iyi kavramış
bulunmalarıdır. Bununla ilgili verilecek örnekler pek çoktur. Mesela, Hz. Ebu
Bekir'in zekât vermeyenlerle ilgili olarak aldığı kararlar, Hz. Ömer (r.a.)'in
Irak topraklarıyla ilgili görüşleri ve bunları etrafındakilere de delilleriyle
birlikte açıklayıp kabul ettirmesi, Hz. Ali (r.a.)'nin Hâricilerle savaşmak ile
ilgili tutumları kendi konumlarında olduğu gibi, sonra bunlardan çıkarılan sonuç
ve hükümlerle ilgileri bakımından oldukça önemlidir.
Çünkü bütün bunlarla ilk defa
karşılaşılıyordu ve bunların islâmî bir çözüme bağlanmaları gerekli idi. Yine Hz.Peygamber
(s.)'in vefatından hemen sonra onun yerine geçecek devlet başkanını belirlemek
konusu ortaya çıktı. Hz. Ebu Bekir'den sonra gelen diğer üç halife de farklı
şekillerde belirlendi. Onlar ile ilgili durumlar İslâm hukukunda devlet
başkanının başa geçiş yollarının farklı olabileceği görüşünü belirledi. Bu
konuda kesin ve açık bir hükmün bulunmayışı, bu tabii sonucu doğurmuştur. Bu ise
İslâm'ın, her çağda her toplum için uygulanabilir olmasının kanıtları
arasındadır. Hulefâi Râşidîn'den sonra Muaviye'nin hilâfete geçmesiyle birlikte,
hilâfetin tarihinde saltanatın egemenliği de başlamış olur. Artık, 4 halifeden
sonra kâmil anlamda halifelik değil; eksik halifelik veya ismi halifelik
olan saltanat başlamış oldu. Emevîlerden toplam 14 halife/sultan işbaşına
geçti. Emevilerden sonra Abbasilerin uzun saltanat dönemleri başlar.
Abbasilerden de toplam 37 halife/sultan hüküm sürmüştür. Abbasilerden sonra,
1924'teki ilgâsına kadar hilâfet Osmanlılarda kaldı. 29 halife/padişahın
idaresindeki Osmanlılardaki hilâfet de ondan öncekilerden pek farklı değildi.
Hilâfet kurumu, 23 Mart 1924'de T.B.M.M.'nin 431 nolu kanunuyla tam 1293 yıl
devam ettikten sonra şimdilik tarihe terkedilmiştir.
Hilâfetin akdî temeli, ümmetin
halifeyi seçme hakkı bulunduğu esasına dayanır. Halife, özel bir seçim olan
bey'atla seçilir. Ehl-i Hal' ve'l-Akd denilen ümmetin seçkin temsilcileri
tarafından bey'atla seçilerek görev alır; bu kurumun halife küfre meyleder,
açıkça fısk olan işleri yapar, yönetimi hakkıyla icra edemeyecek duruma düşerse
halifeyi azletme (hal' etme) yetkisi vardır. Halife, şeriatı, bu seçkin
temsilcilerden oluşan organla istişare ederek icra eder. Bu organ, aynı zamanda
şûrâ organıdır.
Halifelik, bütün ümmetin
bağlılığını gerektirecek şekilde, dini ve müslümanları, tüm insanî özellikleri
korumak, sosyal hayatı idare etmek konusunda Hz. Peygamber'e halef olmak
demektir. İslâmî devlet yönetiminde olmazsa olmazlardan biri bey'atla başa geçen
halifelik/imamlık, adalet (Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek) ve şûra
prensipleridir.
Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey iman
edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan
(müslüman) emir sahiplerine (ülü'l-emre) de itaat edin. Eğer bir şey hakkında
ihtilafa düşerseniz, onu (ihtilaf konusunuR Allah'a ve Rasülüne havâle edin.
Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız (böyle yapın). Bu hem hayırlı, hem
netice bakımından daha güzeldir. Sana indirilene de Senden evvel indirilmiş olan
(kitap)lara da iman ettiklerini boş yere iddia edenlere bir bakmadın mı ki; onu
inkâr etmeleriyle emrolundukları halde, yine tâğutun huzurunda muhakeme
edilmelerini arzu ediyorlar. Şeytan da onları uzak bir sapkınlıkla büsbütün
saptırmak ister." (4/Nisâ, 59-60) Mü'minlerin kime, hangi şartlarda ve
nasıl itaat edecekleri, neyi kesinlikle reddedecekleri burada açıkça izah
olunmuştur. Rasul-i Ekrem (s)'in, "Kim ülü'l-emre itaatten bir el kadar
ayrılırsa, kıyamet gününde Allah'a, fiili (ameli) hususunda lehinde hiçbir
hücceti olmayarak kavuşacaktır. Kim de boynunda (ülü'l-emre) beyatı olmayarak
ölüdrese, câhiliyye ölümü ile ölür." (S. Müslim, 2/1478, hadis no: 1851;
ayrıca S. Buhari, Ahkâm, 8/105) buyurduğu rivayet edilmiştir. İslâmî eserlerde
"halife", "imam", "ülü'l-emr" kavramları hep aynı mahiyeti beyan için
kullanılmıştır.
Hanefi fıkıh bilginlerinden İbn
Hümam, mü'minlerin kendi içlerinden halife/imam seçmelerinin sebebi, İslâm'ın
hükümlerini edâ etmek içindir demektedir.[1]

İmam Nesefî de bu konuda
şunları söyler: "Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan halifeyi/imamı seçilmiş
görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmam, devlet başkanı olan halifedir.
İmametin/hilâfetin hak olduğunu kabul etmeyen kimse dinden çıkar. Çünkü dinî
hükümlerden bir kısmının farz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı,
bayram namazı ve yetimleri evlendirmek gibi... İmamı inkâr eden kimse, farzları
inkâr etmiş olur.[2]
Tarihî kaynaklarda, Rasül-i
Ekrem (s.)'in vefatından sonra sahabenin Rasülüllah'ı defnetmeden önce halife
seçme hususunda titiz davrandığı kayıtlıdır.
Kâfirlerin, tâğutî güçlerin;
Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere
koydukları hükümleri reddetmek farzdır. Onların, mü'minler üzerinde velâyet
hakkının bulunmayacağı hususu kat'idir. Dolayısıyla mü'minler; kâfirlerin veya
mürtedlerin istilasına uğrarlarsa, kuvvetle başlarına geçen bu yönetimi kabul
etmezler. Onlara karşı cihadın farz-ı ayn olduğunu bilirler. Nitekim İmam
Serahsi; "Cihaddan maksat; müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din
ve dünya işlerini yürütme imkânına kavuşmalıdır" der. İstila altında iken dahi
mü'minlerin müstevlilerin liderine itaat etmeyip kendi içlerinden bir
halife/imam seçmeleri vaciptir.[3]







[1]
İbn Hümam, Kitabü'l-Müsâyere, s. 265




[2]
En-Nesefî, Bahrü'l-Kelâm fi Akaidi'l-Ehli'l-İslâm



[3]
Kelimeler Kavramlar, s. 181-182 Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 415-417. Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri