Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Rü'yetin Âhiretteki Vücûbu




Rü'yetin Âhiretteki Vücûbu:



Rü'yetin âhiretteki vücûbu ile ilgili olarak bazı âyetler delil olarak
kullanılmaktadır. Burada özellikle ahiretteki vücûbiyyetin söz konusu edilmesi,
bu âyetlerde, âhiret halinden ve Cennet'ten söz edilmesinden dolayıdır: Cenâb-ı
Allah şöyle buyurur:

"O gün yüzler vardır, Rabblarına bakıp parıldayan"
(Kıyâme: 75/22-23).

Rü'yetin âhirette vücûbu ile ilgili olarak, Ehl-i Sünnet nazarında en kuvvetli
delillerden birisi bu ayettir. Ayetin öncesine dikkatle bakıldığında; ayetin
içinde bulunduğu surenin isminin bile, ahiret ahvalinden bahsedildiğine işaret
ettiği görülecektir. Zira, surenin ismi "Kıyame suresi"dir. Surenin başında
kıyamet ahvalinden bahsedilmekte ve bu ayetten bir iki ayet öncesine kadar,
müşriklerin acıklı hallerinden söz edilirken, sıra mü'minlere gelmekte ve Cennet
ahvaline geçilmekte; o arada da, rü'yet ile ilgili bu ayetin zikri geçmekte ve o
gün mü'minlerin büyük bir neşe ve sürur içinde oldukları ifade edilmektedir.
Dolayısıyla açık ve net bir şekilde rü'yetin vukuu ifade edilmektedir.
Âyet
üzerindeki tartışma ve mütalaalara gelince; özetle şunları söylemek mümkündür:
Rü'yetin câiz olmadığını ileri sürenlerce -ki, bunların öncülüğünü Mutezile
fırkası yapmaktadır- bu ayette geçen "nazar" kelimesinin, görmek anlamında
değil, "bekleme" anlamında alınması gerektiğini, bunun Kur'ân'da bir çok
örneklerinin bulunduğunu söylemektedirler.
Ehl-i
Sünnet ise, "nazar" kelimesinin Kur'ân'da sadece beklemek değil, daha bir çok
anlamlarda kullanıldığını; bunlar arasında ummak, şefkat etmek, ibret almak,
düşünmek, hüküm vermek gibi anlamların bulunduğunu da söylemektedir. Ancak, bu
ayette zikri geçen "nazar" kelimesinin bir özelliği bulunduğunu zira burada bu
kelimeyle birlikte, aynı cümle içinde hem (e-l) harfi cerinin bulunduğunu, hem
de insan yüzü anlamına gelen (ve-ce-ha) kelimesinin bir arada bulunduğunu, bunun
ise, bütün dilcilerin ittifakıyla, mutlaka (re-a-ye) yani "görmek" anlamına
geldiğini ifade etmektedir ki, bu gerçekten ittifakla kabul edilen bir husustur.
Bu ittifaktan dolayıdır ki, rü'yetin nefyini avunan Mutezile fırkası burada
zikri geçen (i-la) harfi cerinin, harfi cer olmayıp, "nimet" anlamında bir
kelime olduğunu ifade etmiştir. Zira, onlar da bu ittifakın olduğunda hem
fikirdirler. Öte yandan mantıkî bütünlük açısından da, gerek beklemek ve gerekse
şefkat göstermek gibi anlamların burada kullanılması mümkün değildir. Zira
Cennet bir bekleme yeri değil, mükafatların verildiği nimet yeridir. Ayrıca,
beklemekte bir bıkkınlık ve sıkıntı vardır. Oysa Cennet'te böyle şeylerin olması
düşünülemez bile. İbaredeki kullanılış açısından da, şefkat anlamının olması
mümkün değildir. Zira, ibarenin akışına göre kulların Yüce Allah'a şefkat
göstermesi gerekir, gibi bir anlam çıkmış olacaktır ki; bu, düşünülmesi bile
mümkün olmayan bir ihtimaldir.

Netice itibarıyla, bu âyetin delâletiyle, rü'yet, ahirette vacibtir ve mü'minler
Yüce Allah'ı keyfiyeti belli olmayacak bir şekilde göreceklerdir. Keyfiyeti
belli olmayacak şekilde diyoruz; zira ahiret aleminde söz konusu olacak şeyler
hakkında keyfiyet belirtmek, şekli ve durumu şöyle veya böyle olacaktır demek
mümkün değildir. Sevgili Peygamberimiz, Cennet ile ilgili bir sözlerinde
"Cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği nimetler vardır"
buyurmuşlardır. Şu ana kadar gözlerin görmeyip, kulakların işitmediği bir şey
hakkında her hangi bir tavsifde, vasıflandırmada bulunmak doğru değildir.
Yapılan zannî bir tahminden öteye geçmez.

Rü'yetin mümkün olup olmadığı hususunda kullanılan bir başka ayet ise el-Enâm
sûresindeki âyettir:

"Gözler O'nu idrak edemez. O bütün gözleri idrak eder"
(En'âm: 6/103).
Bu
âyet-i kerime de diğer âyetler gibi hem ehl-i Sünnet hem de Mutezile tarafından
kuvvetli bir delil olarak ileri sürülmüştür. Tartışma esas itibariyle daha çok,
ayette geçen "idrak" kelimesinin değişik manalara gelmesinden kaynaklanmaktadır.
Şöyle ki; idrak, mahdut olan bir şeyi ihata etmek, demektir. Mahdut ise, hududu
ve nihayeti olan bir şeydir ki, idrak o hududla vukû bulur. Renk, tad, zevk ve
koku gibi şeyler de böyledir. Her birinin kendine has yönü ve hududû vardır.
Onları idrak etmek, ancak bununla mümkün olabilmektedir. Kısacası idrak, bir
şeyin hududunu; rü'yet ise, genelde görmektir. Buradan anlaşılıyor ki, idrak ile
rü'yet aynı şey değildir. İdrak hususi, rü'yet ise umumidir.

Fahreddin Razi, idrak ile rü'yet ilişkisi ve farkını şöyle izah etmektedir;
Rü'yet ikiye ayrılır: Birincisi: Sınırları ve sonu olan bir şey, bu sınırlar ve
son ile görüldüğü zaman, o şeyin görülmesi, idrak ile ifade edilebilir. Bu
takdirde rü'yet ile aralarında bir fark olmayabilir. İkincisi ise; hududsuz ve
nihayetsiz olan bir şeyin görülmesidir ki; onun idrak edilmiş olduğu anlamına
gelmez. Buna göre, rü'yetin bazen idrakle birlikte, bazen de idrakten ayrı
olarak meydana geldiğini söylemek mümkündür.

Şimdi her iki halde de "rü'yet" kelimesinin kullanılması mümkün olsa ve mesela
"falan şeyi gördüm" denilmek suretiyle, hem mücerred rü'yet, hem de idrakle
birlikte rü'yet kastedilmiş olsa bile; idrak kelimesinin kullanılması ve mesela,
"falan şeyi idrak ettim" denilmesi, idrak etmeksizin mücerred rü'yetin
kastedilmiş olduğuna delalet etmez.

Bundan da anlıyoruz ki; rü'yet genel, idrak ise özeldir. Bu bakımdan özel olan
bir şeyin ispatı, genel olanın ispatını gerektirmiş olsa da özel olanın olumsuz
kılınması, genel olanın olumsuz olmasını gerektirmez. Her idrak rü'yettir, fakat
her rü'yet idrak değildir.
Bu
açıklamalar ışığında sözü geçen ayete bakacak olursak; Yüce Allah bu ayette
id'raki nefyetmiş olsa bile, onun nefyi, rü'yetin nefyini gerektirmez. Bu ayette
Yüce Allah, kendisinin yön ve hududu olmadığını, bu bakımdan da gözlerin O'nu
görse bile idrak edemeyeceğini bildirmiştir. Görmek idrak etmek demek değildir.
Zira, idrak etseydik, Yüce Allah sınırlı bir varlık olmuş olurdu ki, bu Yüce
Allah için düşünülemez. O, hududu ve sınırı olmayan, düşündüklerimizin de
ötesinde olandır. Bu duruma göre, ayetin manası şöyle ifade edilebilir: "Gözler
Allah Teâlâ'nın hakikatını ihata edemezler. O ise bütün gözleri görür ve ihata
eder".

Âyetin delil olarak ele alındığı bir başka yön de; Yüce Allah'ın burada
kendisini methetmesi yönüdür. Bu konuda hemen hemen bir ittifak söz konusudur.
Şayet, rü'yet mümkün olmasaydı, tıpkı, görülmesi imkansız olduğu işin,
görülmemesi övgü konusu olmayan "yokluk" gibi, "Gözler O'nu idrak edemez"
sözüyle bir medh söz konusu olamazdı. Bir şeyin görülmesi mümkün olur da,
büyüklükte tek ve eşsiz olduğu için, şartlar müsait olmadığı için görülmez ise,
o zaman bir medh söz konusu olur. Yoksa şayet görülmesi mümkün değil ise nasıl
bir medh söz konusu olacaktır? Zaten görülmesi o anlayışa göre mümkün değildir.
Bu
âyette O'nun görülür olduğu ortaya konulmuş, fakat aynı zamanda O'nu görecek
olan gözlerin de, bu dünya hali ile görmekten aciz olduklarına işaret
edilmiştir. Gözleri, kendisini görmekten aciz bırakan da kendisidir. İşte, medhe
ve övgüye layık olan da bu noktadır. Buna göre, gözlerin O'nu görmekten aciz
kalması, O'nun görülmez olmasını gerektirmez. Fakat O'nun görülür olduğu halde,
gözlerin O'nu görmemesi, kudret ve azametine layık bir iftihar ve öğünme
vesilesi olur. Gözleri bu haliyle görmekten aciz bırakan O'dur. Fakat dilediği
anda, onları acizlikten kurtaracak ve onlara görme gücünü verecek olan yine
kendisi olacaktır ki; bu, ahirette vukû bulacaktır. Mü'minler için de en büyük
nimet mesabesinde olacaktır.

Rü'yet ile ilgili olarak delil getirilen diğer bir ayet de Yûus sûresindeki
âyettir:

"İyi davrananlar için Cennet ve nimetleri ve (bir de) ziyâde vardır."
(Yûnus: 10/26).
Bu
âyetin rü'yete delaleti, ayetin içinde yer alan "ziyade" kelimesinin "Allah'a
nazar etmek" şeklinde tefsir edilmesi dolayısıyladır. Bu tefsir Hz. Peygambere
ve bazı sahabelere varan isnadlarla kuvvet kazanmıştır. Ubeyy b. Kâ'b'a varan
bir isnada göre, Hz. Peygambere "ziyâde" kelimesinin mânâsı sorulduğunda,
Hz. Peygamber "Rahman'ın yüzüne nazardır" diye cevap vermiştir.
Ehl-i
Sünnet âlimleri bu ve benzeri isnadlara dayanarak bu ayeti rü'yete delil olarak
kabul etmektedirler. Âyet üzerindeki etimolojik yorumlara gelince; bunları da
şöyle özetlemek mümkündür: Ayette geçen "el-Hüsnâ" kelimesi, harf-i tarif
almış müfred bir kelimedir, yani marifedir. Bu bakımdan bir önceki âyette geçmiş
olan bir isme delâlet etmiş olmalıdır. Önceki ayetle beraber bu ayetin meali ise
şöyledir; Allah, Dâru's-Selâm'a çağırır ve dilediğini doğru yola eriştirir. İyi
davrananlar için hüsnâ ve bir de ziyâde vardır. "

Allah'ın insanları dâvet ettiği yer, Dâru's-Selâm, yani Cennettir. Binaenaleyh
iyi davrananlar için ve güzel amel sahipleri için Cennet vardır. Nitekim, gelen
haberlerden "hüsnâ" kelimesi Cennet ile tefsir edilmiştir. Bu sabit olunca,
insana Cennetle birlikte verilecek olan "ziyade"nin Cennetten ayrı bir şey
olması gerekir. Çünkü, insana verilen Cennet, içindeki bütün nimetleriyle
birlikte verilir. Ziyâde ise, bunların dışında bunlardan ayrı bir şeydir. Aksi
halde, eğer Mutezile'nin dediği gibi burada ziyadeden maksat Cennet olmuş
olsaydı, iki ayrı kelime ile aynı şeyin verileceği bildirilmiş olurdu ki, bu da
lüzumsuz bir tekrardan ibaret olurdu.

"Ziyâde"nin Cennet nimetlerinden ayrı bir şey olması hususunda Fahrettin
Razi'nin güzel bir açıklaması vardır: "Üzerine ilâve olunan şey, belirli bir
miktar ile tayin edildiği zaman "ziyâde"nin o şeyin cinsinden olması gerekir.
Fakat belirli bir miktar ile tayin olunmamışsa, "ziyâde"nin ondan başka bir şey
olması gerekir. Meselâ, bir kimse, "Sana on kilo buğday ve bir de ziyâde verdim"
derse, bu ziyadenin buğday cinsinden olduğu anlaşılır. Fakat miktar tayin
etmeksizin "Sana buğday ve bir de ziyâde verdim" derse, buradaki "ziyâde"
buğdaydan farklı bir şey olması gerekir ve öyledir"[1]

İşte
burada da, "Cennet ve bir de ziyâde" ifadesi vardır. Öyle ise, söz konusu
olan nimetin, Cennetten farklı bir şey olması gerekir ki, o da rüyettir. Diğer
bir delil el-Mutaffifîn sûresinin âyetidir:

"Hayır, onlar o gün muhakkak ki, Rablarından mahcub kalırlar."
(Mutaffifîn: 83/15)
Bu
âyet de Ehl-i Sünnete göre, rü'yete delalet eder. Örtmek ve menetmek manasına
gelen "hicab" kelimesi, ayette ba'sı ve hesap gününü inkâr eden kimseleri tehdit
etmek ve onlara korku vermek için zikredilmiştir. Kâfirler için tehdit ve korku
vasıtası olarak zikredilen bir şeyin, mü'minler hakkında söz konusu olması
düşünülemez. Bu bakımdan kâfirler kıyamet günü Rabblarını görmekten
alıkonulacaklar. Fakat mü'minler O'nu göreceklerdir.
Ehl-i
Sünnet ve Mutezile, ayette geçen "mahcub" kelimesinin "memnü" manasına geldiğini
kabul etmekte, fakat, hangi hususta mahcub oldukları hususunda ayrılmaktadırlar.
Bir kimsenin bir başkasının yanına girip, onu görmesine engel olunmasının "hicab"
kelimesi ile ifade edildiğini kabul etmiş görünse bile, Mutezile, burada aynı
manayı ifade eden ayeti, tecsim ve teşbihe götürür endişesiyle kabul etmemekte,
ayetin manasını; "Kâfirler Allah'ın rahmet ve sevabından uzak kalacaklardır"
şeklinde anlamaktadır. Zira Mutezile'ye göre, rü'yet, göz bebeğini bir yöne
çevirmek olarak anlaşılmaktadır. Bunun için de, yani göz bebeğinin bir yöne
çevrilmesi için de o şeyin cisim olması gerekir. Öyle ise; Yüce Allah'ın
görülebilmesi için cisim olması gerekir. O halde O, görülmez.
Ehl-i
Sünnet ise, "kesin bir delil olmaksızın ayetin zahirini terketmek ve ondan
uzaklaşmak mümkün değildir" prensibinden hareketle, burada da manayı rü'yete
hamlederek rü'yetin vukûuna delil getiriyor. Zira Ehl-i Sünnet alimleri de Yüce
Allah'ın cisim olmadığı hususunda müttefik oldukları gibi, bu hususta her iki
grupta da bir şüphe söz konusu değildir. Ancak, Ehl-i Sünnet alimleri burada
"bir şeyin görülüp görülmemesinin mümkün olması, O'nun cisim olup olmamasına
bağlı değildir görüşündedirler. Nitekim, renkler de cisim ve cevher olmadıkları
halde görülürler. Görülmesi caiz olmayan şey, yalnız "ma'dum"dur. Allah Teala
ise mevcud olduğuna göre, kendi nefsini bize göstermesi imkansız değildir.

Burada önemli bir noktaya gelinmiştir, o da; Ehl-i Sünnetin bu hususa özellikle
önem vermiş olmasıdır. Zira ay'ı görmemiz, bizim irademizin dışındadır. Biz
istesek te istemesek de onu görürüz. Tıpkı, görmek ve bakmak arasındaki fark
konusunda görmenin irade dışında da mümkün olması gibi... Rü'yeti yaratmaya yani
Yüce Allah'ın kendisini göstermesine bir engel yoktur. Onu Yüce Allah
yaratmaktadır; isterse görme fiilini yaratabilir. Zira burada konu vucubiyyet
değil, caiziyyet safhasındadır. Biz, görülmez demekle O'na bir engel getirmek
hakkına sahip değiliz. Öte yarıdan O'nun görülmez oluşu, bir nevi noksanlık
olarak telakki edilmektedir.

Netice itibarıyla, İslâm akaidinde önemli bir yer tutan "rü'yetullah" meselesi,
temelde Yüce Allah'ın teşbih ve tecsimi kaygısından kaynaklanmaktadır. Zira
gerek Ehl-i Sünnet "Yüce Allah görülür" derken ve gerekse Mu'tezile "O görülmez"
derken, her ikisinin de taşıdıkları ortak bir kaygı ve korku vardır ki; o da
acaba görülür veya görülmez dersek, O'nu teşbih ve tecsime düşürmek gibi, akaid
esaslarına göre sakıncalı olan bir konuma düşebilir miyiz korkusu ve kaygısıdır.
Bir başka ifadeyle her ikisinin de düşünce yapılarının temelinde, iyi niyet ve
Yüce Allah'ın azameti ve yüceliğine her hangi bir leke düşürmeme düşüncesi
yatmaktadır. Bu itibarla bu konuda yapılan tartışma ve ileri sürülen görüşleri,
kendi içerisinde ve bütünlüğüne göre değerlendirmeli ve öyle görmelidir.
Öte
yandan bu mesele, esas itibariyle de, İslam Akaidinde temel hususlar, dinin özü
ve esası olarak kabul edilen Tevhid, Nübüvvet ve Mead prensiplerinin esasından
olmadığı gibi; bunlara aykırılık teşkil eden hususlardan da değildir. Bir mesele
eğer bu üç meselenin esasına dahil olmayan bir mesele ise, bunlar üzerinde
farklı düşünmekte hiç bir mahzur olmadığı gibi; bunlar üzerinde düşünmek
meselenin hikmetini anlamak bakımından teşvik bile edilmiştir, denilebilir.
Zira, Kur'ân bu konuda oldukça serbest ve geniş bir tablo sergilemekte olup, bir
bakıma bu gibi hususları "eşyanın hakikatını anlama" teşviki çerçevesinde bile
ele almaktadır. Önemli olan düşünce çerçevesinin Kur'ân ve Hz. Peygamberin
sünneti çerçevesinde olmasıdır.

[2]






[1]
er-Razi, Tefsir-i Kebir, IV, 333.



[2]
Abdurrahim Güzel, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/293-295.

ALLAH (C.C.) Allah Lafzı; Anlam ve Mâhiyeti
Varlıkların Türleri
1) Vâcibu'l-Vücûd
2) Mümkinu'l-Vücûd
3) Mümteniu'l-Vücûd
A) Aklî Deliller 1) Hudûs (So adan Varolma) Delilleriyle Allah'ın Varlığını İspat.
a) Cisimlerin So adan Yaratılması Esasına Dayanan Delil.
b) İhtirâ (İcat Etme) Delîli.
c) Terkip Delili.
2) İmkân Delîli
3) İbdâ' ve İllet-i Gâiyye Delîli
B) Naklî Deliller
Allah'ın Varlığına İcmâlî Birkaç Delil
1- İmkân Delîli
2- Hudûs Delîli
3- Hayat Delîli
4- İntizâm Delîli
5- San'at Delîli
6- Hikmet Ve Gâye Delîli
7- Şefkat-Merhamet Ve Rızık Delîli
8- Yardımlaşma Delîli
9- Temizlik Delîli
10- Sîmâlar Delîli
11- Sevk-i İlâhî Delîli
12- Rûh Ve Vicdân Delîli
13- Fıtrat Ve Tarih Delîli
14- Duygular Delîli
15- İttifak Delîli
16- Kur'ân Delîli
17- Peygamberler Delîli
"Allah? Kelimesinin İçerdiği Anlam ..
Allah'a İman
Allah Teâlâ'nın Birliği
ALLAH TEÂLÂ'NIN SIFATLARI
Kur'ân-ı Kerim Allah Teâlâ'yı Bize Nasıl Anlatıyor
Kur'ân-ı Kerim'de Allah'a İman ve O'nun Bazı İsim ve Sıfatları
Konuyla İlgili Hadis-i Şeriflerden Bazıları
YÜCE ALLAH'IN İSİMLERİ ?ESMA-İ HÜSNA? .
SIFAT-I İLAHİYYE .
1- Sıfat-ı Nefsiyye
2- Sıfat-ı Selbiyye (Tenzihat)
3- Sıfat-ı Sübûtiyye (Sıfat-ı Zatiyye)
4- Esmaül-Hüsna'nın Delalet Ettiği Sıfat ve Manalar
5- Haberî Sıfatlar
İstivâ
Nüzul
SIFÂT-I SELBİYYE .
SIFAT-I ZÂTİYYE .
1) VÜCUT ..
VACİBU'L-VÜCUD ..
2) KIDEM ...
3) BEKA ..
4) MUHÂLEFETÜ'N Lİ'L-HAVÂDİS .
5) KIYÂM Bİ-NEFSİHÎ
6) VAHDÂNİYET ..
SIFÂT-I SÜBUTİYYE .
1) HAYAT ..
2) İLİM ...
3) SEMÎ'
4) BASAR ..
5) İRÂDE .
İrâde-i Külliyye ve İrâde-i Cüz'iyye
a- Tekvinî İrâde
b- Teşriî irâde
a) Yaratma İradesi (İrâde-i Tekviniye)
b) Yasama İradesi (İrâde-i Teşriiye)
6) KUDRET ..
7) KELÂM ...
8) TEKVÎN ..
Tekvin Sıfatının İsbatı
RUYETULLAH .. Ru'yetullah; Allah'ın Görülmesi
Rü'yetin Dünyadaki Cevazı
Rü'yetin Âhiretteki Vücûbu
Allah Teâlâ'yı Görmek Mümkün müdür ? .
ALLAH'I İNKAR .. Allah'ı İnkar Etmede Önemli Olan Üç Etken . 1) Kibir ve İnat
2) Cehâlet
3) Tâğutların İfsadı
Allah'sız Bir Dünyayı Kimler İster? .
Allah İnancı Olmayan Toplum Modelinin Zararları
Allah'ı Düşündüren Kâinat Ayetleri
Yegâne Yaratıcı Allah'ı İnkâr Edenleri Düşünmeye Dâvet Bu Şiiri Kim Yazdı? .
Fabrika .
Tasvir
Allah'ı İnkâra Dayalı Felsefî Akımlar 1) Ateizm; Allah Tanımazlık .
2) Darwinizm ..
3) Naturalizm ..
Tabiat Nedir? .
Tabiat (Doğa) Yaratıcı Olabilir mi? .
4) Pantheisme .
5) Pozitivizm ..
Bilimlerin Dilinden .
Bak ve Düşün!
İlimler
6) İdealizm ..
İslâm Felsefesi mi? .
7) Reenkarnasyon .
8) Hedonizm ..
Niçin Yaşıyoruz? .
Beşer ve İnsan
Kitaplıktaki Kedi