Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İslâm Düşüncesinde Hayır-Şer

İslâm Düşüncesinde Hayır

İslâm Düşüncesinde Hayır-Şer

İslâm düşünürlerine göre şerrin
varlığı, aslî değil; ârızîdir. Mutlak hayrın aksine mutlak şer mevcut değildir.
Şerrin zâtı yoktur. Çünkü şer, bir şeyin veya bir kemâlin yokluğudur; yani şer,
bir tür eksikliktir. Varlıklarda şer olarak bilinen durumlardan her biri, bir
şeyin yokluğuna sebep olan şerden ibârettir. Eğer var olan bir şey herhangi bir
varlığın zâtına veya güzellik, îtidâl, yetkinlik gibi niteliğine halel
getirmiyorsa, herhangi bir şekilde yokluğa sebebiyet vermiyorsa böyle bir şeyin
varlığı bir zarar doğurmuyor demektir. Buna göre şerre sebep olmayan şeyin
kendisi de şer değildir.
İslâm düşüncesinde hayır ve şer
problemi, geniş ölçüde iyimser bir yaklaşımla ele alınmıştır. Konuya felsefî
yöntemle ilk yaklaşan âlimlerden biri olan Câhiz, başlangıcından itibaren dünya
düzenini hayırla şerrin, faydalı ile zararlının imtizâcına (bağdaşmasına)
bağlar. Câhiz'e göre eğer dünyada yalnız şer bulunsaydı bütün varlıklar helâk
olurdu. Aksine eğer sırf hayır bulunsaydı, o zaman da bir yükümlülük (imtihan,
külfet) düzeninden söz edilemezdi. Ayrıca şerden kurtulup hayrı gerçekleştirmek
için düşünmenin kalkmasıyla da hikmet yok olurdu.
İlâhî hikmet, âlemin en güzel,
en mükemmel ve en sağlam bir şekilde kurulmasını gerektirmiştir. Âlem hayır olan
bir asıldan meydana geldiği için, düzeni de hayır olmuştur. Her ne kadar dünyada
bazı sebeplerin çatışmasından bir şer ve bozulma (fesad) doğar ve meselâ âlem
için sırf hayır olarak yaratılan yağmur bazen zarar verirse de bu husus,
yağmurun genel düzendeki hayır işlevini sarsmayan cüz'î ve ârızî bir durumdur.
Şu halde yağmurun büsbütün yokluğu küllî şer, ara sıra zarara sebebiyet vermesi
de cüz'î şerdir. Âlem ise cüz'îye göre değil; küllî nizâma göre işler.
Allah'ın, evrendeki her varlığa
genel düzen içindeki yeri bakımından lâyık olduğu hayrı eksiksiz vermesi O'nun
cömertliğinin, merhametinin ve Rablığının bir sonucudur. Bununla birlikte İslâm
düşünürleri, şerrin yokluğunun da savunulamayacağını, ancak şerrin varlık
düzeninde amaçlanmış bir durum olmadığını, ayrıca dünyada hayrın şerden daha çok
olduğunu belirterek ölçülü bir iyimserlik görüşüne sahip olmuşlardır. Meselâ su
serinletir, ateş ısıtır ve onlardaki bu nitelikler varlık düzeni için tamamen
hayırdır. Bir insanın suda boğulması veya ateşte yanması birer şer ise de,
bunlar su ve ateşin yaratılışında birinci derecede amaçlanmış hususlar değildir;
ayrıca bunlar, genel hayır düzenini ve hayrın mutlaklığını sarsacak sıklıkta
vuku bulmayıp ara sıra ortaya çıkan kötülüklerdir. Bu iyimser anlayış, insanla
ilgili durumlara da uygulanarak ilâhî irâde ve inâyetin, yeryüzünün halîfesi
olan insan türünün kıyâmete kadar dünyada yaşayacak ve orayı hükümranlığı altına
alıp îmar edecek şekilde düzenlediği belirtilir ve buna ?birinci maksat?
denilir. Buna karşılık tek tek kişilerin karşılaştığı durumlar, tâlî dereceden
amaçlanmış olan ârızî olaylardır. Bu olaylara bütün halinde bakıldığında
bunların küllî yapıya bir düzen olarak yansıdığı görülür. Nitekim canlı
tabiattaki başlıca şer çeşitlerinden elemler (acılar, ağrılar, üzüntüler)
görünüşte şer gibiyse de canlıların varlıklarını sürdürmelerine katkıda
bulunması bakımından hayır sayılmalıdır. Meselâ açlık elemi, canlıya beslenme
ihtiyacını hissettirmesi bakımından hayırdır.
İslâm düşünürlerinin evrende
hayır düzeninin hâkim olduğu şeklindeki iyimser felsefesi, Gazzâlî'ye nisbet
edilen ve zamanla bir vecîze haline gelen, ?Leyse fi'l-imkân ebdau mimmâ kân
-Var olandan daha mükemmeli mümkün değildir-? şeklinde özetlenmiştir. Gazzâlî,
hem tertibindeki güzellik, hem de yaratılışındaki mükemmellik bakımından bu
âlemin ?sûret?inden daha mükemmelinin bulunmadığı şeklindeki düşüncesini
açıklarken aksine bir görüşün Allah'ın cömertliği ve kudretiyle
bağdaştırılamayacağını belirtir. Gazzâlî'nin devam ettirdiği bu iyimser felsefe,
daha sonraki dönemlerde geniş kabul görmüştür.
İbn Teymiyye ise, şerri sırf
yokluk ve kısmî yokluk şeklinde ikiye ayırarak var olan bir şeyin sırf şer
olamayacağını ifade eder. Çünkü var olan her şeyde mutlaka bir yarar, bir hayır
bulunması gerekir. Allah hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmamıştır; bu hikmet,
varlığın hayır tarafıdır. Özü itibarıyla yokluk sayılan şer ve kötülükler varlık
değeri taşımadığından bunları Allah'ın yarattığı söylenemez. Çünkü Kur'an'da,
?Allah bütün varlıkların yaratıcısıdır? (13/Ra'd, 16) denilmiştir. Sonuç
olarak küllî olgular yalnızca hayırdır ve kulların yararınadır.
İslâm düşünürleri ahlâkı da
âlemdeki genel hayır düzeni çerçevesinde açıklamışlardır. Buna göre kötü fiiller
ve bunların kaynağı olan kötü huylar, ruhun kendine has bazı yetkinliklerini
kaybetmesinin sonucudur. Aslında insanın kötü denilen fiilleri de temelde onun
yetkinliğinin bir parçası olan, dolayısıyla iyi sayılması gereken bazı
niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Meselâ İbn Sinâ'nın örneğiyle, nefsin öfke
gücü hâkimiyet kurmak sûretiyle yetkinlik kazanır; fakat öfke ve hâkimiyet,
bazen şerre de yol açabilir. Bu durum, yine nefsin bir gücü ve yetkinlik aracı
olan aklın öfke gücüne baskın gelmesiyle önlenir. Bu şekilde akıl, hem nefiste
kötü ahlâkın gelişmesini hem de zulüm gibi kötü fiillerin ortaya çıkmasını
önlemiş olur. Bu sebeple insan, her türlü aşırılıktan kurtulmak için kendini
sürekli olarak akıl ve düşüncenin denetimi altında bulundurmalıdır. (9)