Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

b. Tam Edâ Ehliyeti

b


b. Tam Edâ Ehliyeti:



Kişinin bütün hak ve borçlara ehil olması ve ibâdetlerle yükümlü bulunmasıdır.
Bu ehliyet, büluğ çağı ile başlar, rüşd yaşı ile en son şeklini alır. Kişi,
lehine ve aleyhine her türlü hukukî tasarrufu yapma ehliyetine erişmiş olur.
Büluğ, kişide erkek çocuğun ihtilâm olması, kız çocuğunun aybaşı hali veya gebe
olması gibi birtakım fizikî belirtilerin görülmesiyle başlar. Bazen bu
belirtilerde gecikme olabilir. Bu takdirde, çoğunluk fakihlere göre büluğ
çağının başlangıcı kız çocuklarda 9, erkek çocuklarda 12, sonu ise her iki
cinste de 15 yaştır. Ebû Hanîfe'ye göre ise, büluğ çağının sonu erkek çocukları
için 18, kız çocukları için 17 yaştır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Şâfiî ise,
ergenlik belirtisi görülmeyen erkek ve kız 15 yaşını tamamlamakla büluğ çağına
ermiş sayılır (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 172; el-Cezîrî, Kitâbü'l-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa,
Kahire 1392, II, 350 vd.; Mecelle, madde, 978; Hamdi Döndüren, Delilleriyle
İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 122 vd.; Muhammed Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh,
Kahire, (t.y.), s. 331).

Büluğ çağının asgarî ve âzamî sınırları arasında bulunan erkeğe "mürâhik",
kadına "murâhika" denir. Akıl ve bâliğ olan kimse malî tasarruflar dışında diğer
iman, ibâdet, hukukî ve sosyal nizamın gerektirdiği bütün görevleri ve
sorumlulukları yüklenir ve malı olanlar dışında tam edâ ehliyetine sahip olur.
Kendisine namaz, oruç, hacc ve zekât farîzaları gerektiği gibi, haksız
fiillerden hem malen hem de bedenen sorumludur. Birisini öldürse kısas
uygulanır, zina etse had cezasına muhâtap olur. Ancak had cezalarının
uygulanması için suçun işlendiği beldede İslâmî yönetimin iş başında olması
gerekir. Çünkü fert olarak hadleri uygulama imkânı ve gücü bulunmaz.
Rüşd
sözlükte mâkul davranmak, doğru yolu bulmak demektir. Mecelle'deki tarifi
şöyledir: "Rüşd, malın muhâfazası hususunda takayyüd ederek sefeh ve tebzirden
tevakkî eden kimsenin vasfıdır. Bu vasfı taşıyana "reşid" denir. Reşidin zıddı
"sefih''tir. Sefih malını boş yere sarf ile masarifinde tebzir ve israf ile İzaa
ve itlaf eden kimsedir" (Mecelle, mad., 946-947; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, V,
95).
Rüşd,
temyizden farklıdır. İnsan iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırır da, malını ve
servetini iyi bir şekilde idare etmeyi beceremez. Çünkü malın idaresi ve
işletilmesi ayrı bir tecrübe ve yetenek gerektirir. Rüştle büluğ aynı şeyler
değildir. Rüşd yaşı eğitim, kültür, iklim şartları ve benzeri etkenlerin altında
büluğdan önce teşekkül edebilir. Ancak çoğu zaman büluğdan sonra bu olgunluk
hali ortaya çıkar.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin. Eğer rüşde erdiklerini açıkça
görürseniz mallarını kendilerine verin"
(4/Nisâ, 6).
Bu
âyete göre, mümeyyiz küçük büluğ çağına erişince hemen malı kendisine teslim
edilmez ve reşid olup olmadığı araştırılır. İslâm rüşd yaşını belirleme hususunu
yöneticilere bırakmıştır.
Ebû
Hanîfe'ye göre büluğa eren şahıs sefih ve israfçı da olsa üzerinden malî velâyet
kalkar ve tasarruf özgürlüğüne kavuşur. Ancak malı, bir ihtiyat ve tedbir
amacıyla reşid oluncaya veya yirmibeş yaşını dolduruncaya kadar kendisine teslim
edilmez. Çünkü yirmi beş yaşındaki kimse dede olabilecek bir yaşa gelmiş, bedenî
ve fikrî olgunluğa erişmiştir (el-Kâsânî, a.g.e., V,169 vd.; el-Cezîrî, a.g.e.,
II, 352). Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise, kişi reşid oluncaya kadar malı
kendisine verilmez. Osmanlı devrindeki uygulamada 1288 tarihli bir irâde, yirmi
yaşını doldurmamış şahısların rüşd dâvâlarının reddedilmesi kuralını getirmiştir
(bk. Ali Haydar, Düraru'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, 989. mad. şerhi).
İşte
akıl ve fizik bakımından gelişmesini rüşdle tamamlayan bir müslüman artık
İslâm'daki bütün emir ve yasakların, malî, bedenî ve cezaî her çeşit hükmün
muhâtabı olur. Artık onun fiilleri farz, vâcip, sünnet, müstehap, mubah, haram,
mekruh veya müfsit olmak üzere sekiz maddede değerlendirilir. Bu fiillere ef'âl-i
mükellefin (yükümlülerin fiilleri) adı verilir.[1]








[1]
Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 338-339.