Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hevânın Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu; Hevâî İnsanlar Topluluğu 

Hevânın Kişisel ve Toplumsal

Hevânın Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu; Hevâî İnsanlar Topluluğu

Hevâ bir boşluktur. Kişinin herhangi bir iç
dayanağa sahip olmamasıdır. Bu durum ise, kişinin her türlü etkiye açık
olmasını, rüzgârın esişine göre vaziyet almasını doğurur. Kişiliksiz, hafif
meşrep hale getirir. İşte bu tablo, dengesizliğe iten en müsait bir atmosferdir.
Böylesine bir fert ve onlardan oluşmuş toplumlar, her türlü zulmü işleyebilir,
haksızlık yapabilir. Nitekim Kabil'in, kardeşi Hâbil'i öldürmesi, "nefsinin
kardeşini öldürmesini kendisine hoş göstermesi, onun da nefsine/hevâsına itaat
etmesinin" (5/Mâide, 30) sonucudur. (25)

Takvâ giysisine bürünmeyen insan, çoğu zaman,
nefsinin arzu ve irâdesini kendine rehber edinir. Arzu ettiğini elde etmek için
nice zahmetlere katlanır, dolambaçlı yolları aşmaya çalışır. ?Bu konuda İslâm'ın
koyduğu hüküm nedir, bu arzum ve yaptığım Allah'ın rızâsına uygun mudur? Bunu
Peygamberimiz'in huzurunda olsam yapabilir miyim? Yapmış olsam Efendimiz'in
tavrı ne olurdu?...? gibi soruları ve cevaplarını hatırına bile getirmez. Hep
kendi basit hesabını yapar ve planını kurar. Öbür âlemi unutur. Halbuki imanın
insanı kurtaracak dereceye ulaşması için, insanın arzu ve irâdesini Hz.
Peygamber'in getirdiği ahkâmın peşine takması gerekir.
(26)

İnsanoğlu, ibâdet için yaratılmıştır (51/Zâriyât,
56). Fıtrat, nübüvvet ve Kitab gibi ilâhî yardımlara rağmen Allah'ı tanıyıp
ibâdet/tapınma ihtiyacını O'na yönlendiremeyen hevâî tipler, her şeyden önce
kendi arzularını, zanna dayanan bilgisizce görüşlerini, yanlış kanaatlerini,
sapkın düşüncelerini, yani tek kelimeyle ?hevâ?larını tanrılaştıracaklardır.
Başka bütün putlar, hevâ putunun gölgesinde ortaya çıkacaktır. Hevâ putunu
devirdiğinizde diğer putlar kendiliğinden devrilecektir.

Allah'a teslim olmayan kimsenin, bilinçsiz de
olsa kendini (hevâsını) tanrılaştırdığı gibi; sadece Allah'ı en büyük kabul edip
O'nu tekbir etmeyen kişi de kendini (nefsini, görüşünü, aklını...) en büyük
görür. Her nimeti Allah'tan bilip sayısız nimetler için Allah'a şükür ve hamd
etmeyen insan, bu fıtrî ihtiyacı, kendini övmekle, kendini methetmekle gidermeye
çalışır.

Yine, hevâî şahıs, yaptığı sayısız hatayı kendi
üzerine almaz da, nefsini yanlışlardan, kusurlardan, yanılgılardan uzak
göstermek ister. Bunun da sebebi, ruhun Allah'ı tesbih etme ihtiyacını, gerçek
hedefi olan Allah'a, O'nu tüm noksan sıfatlardan tenzih etmeye, tesbih etmeye
yanaşmayan insanın hem kul hem tanrı olması gibi çelişkisidir bu. Hevâsı, yani
kendisi bir taraftan tanrı rolünü üstlenirken, bir yandan da hevâ sahibi insan
kulluk rolü oynar, arzusu neyi emrediyorsa ona teslim olup kendisi onun pespâye
bir kulu ve kölesi olur. Bu iki zıt özelliğin (tanrılık-kulluk) aynı kişide
bulunması ise tam bir anarşidir, kaostur, fitnedir, fesaddır, zulümdür,
çelişkidir, karakter bozukluğu, şizofreni ve çifte standartlılıktır. Çünkü
zıtlar birleşmediği halde, bu iki taban tabana zıt şeyi birleştirmeye kalkışmak,
sadece küstahlık değil; sünnetullahın (Allah'ın yeryüzündeki yasalarının)
çiğnenmek istenmesidir. Bu zulmün fecî cezasını, başta kendisi çekecek olan
hevâî kişi, sonra ilişkide bulunduğu canlı cansız tüm çevresine hastalık
bulaştırdığından cezasını topluma da çektirecektir. ?Eğer hak, onların
hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan
herkes (ve her şey) fesâda (bozulmaya) uğrardı?? (23/Mü'minûn, 71)

Yaratılış gayesini unutan insan, doymak bilmeyen
canavar olan hevâsını tatmin etmek için hayat boyu çalışır, koşturur durur. Tüm
enerjisini hevâsını doyurmak için harcayan, yine de onu tümüyle tatmin edemeyen
zavallı, olumlu tüm cihazlarını, yani zihnini, bilgisini, sevgisini...
tanrılaştırdığı bu canavarın hizmetine verdiğinden hakkı anlayamayacak,
doğruları göremeyecek, işitemeyecek hale gelir. ?Andolsun Biz cin ve insandan
birçoğunu (sanki) cehennem için yaratmışız. Zira onların kalpleri vardır, ama
onlarla gerçeği kavramazlar; gözleri vardır, lâkin onlarla görmezler; kulakları
vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da
sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.? (7/A'râf, 179).
Hevâlarının emrine, denetim ve kulluğuna giren insanların; hakkı, Kur'an'ı ve
Peygamber'in tebliğini anlayıp kavrayamadıklarını Rabbımız şu ifadelerle
anlatır: ?Onlardan kimi gelip seni dinler. Fakat senin yanından çıkıp
gittikleri zaman, kendilerine bilgi verilenlere derler ki: ?az önce ne demişti?
(anlayamadık).' Bunlar, Allah'ın kalplerini mühürlediği hevâlarına uyan
kimselerdir.? (47/Muhammed, 16)

Hevâdan kurtulmak veya onun etkisine hiç
girmemek için, hevânın zıddı hüdâya yönelmek gerekmektedir. Bunun için de
hevânın, hedefini tersine çevirdiği, yozlaştırdığı tekbir, tesbih ve hamde
sarılmak gerekiyor. Hevânın hoşlanmadığı gerçek tekbire, hamde, tesbihe ve bütün
bunların en güzel şekilde içine serpildiği tevhid eylemi namaza sarılmak, hevâ
zehrine panzehir olacaktır. Bütün bunlar, Allah'ın yardımıyla ve onun hüdâsı/hidâyetiyle
olacaktır. Allah'ın hüdâsı ise, başta Kur'an olmak üzere, nübüvvet, yani
Peygamber rehberliği/sünnet ve bu iki kaynağa bağlı olan selim akıl ve
fıtrattır.

Hevâyı tanımak, hüdâya giden yolu açar. Çünkü,
inkârı inkâr etmek ispata götürür. Kötüyü kötüleyen iyiye ve iyiliğe ulaşır.
Yanlışın yanlışlığını ortaya koymak kişiyi doğruya erdirir. Ters yönün tersine
gitmek, insanı düze çıkarır. Kur'an, kötü tipleri (Nemrud, Firavun, Hâmân,
Karun, Bel'am, İblis vb.) onların kötülükleri anlaşılıp onlar gibi olunmasın
diye, o kötülerden yola çıkılıp iyiliğe yol açılsın diye anlatır. Kötü ahlâklı
kimse, itici davranışlarıyla kendine ve kendi çirkin ahlâkına düşmanları
çoğaltırken, farkında olmadan iyi ahlâkın güzelliklerini tebliğ etmiş olur.

Hevâ; şehvetin, hırs ve şeytanın emrine insanı
teslim etmekle, ruhu aşağılara düşürmeye ve bayağılıkların hizmetine sokmaya
çalışan İblis oyuncağıdır. Hevâsına kul olan kimse, kötülüğe âşık, harama
düşkün, sefâhete hayran, nâhoş zevklerle sarhoş olur. Pislerden ve pisliklerden
hoşlanan zavallı biridir o. Hayırlı işlerde tembel ve ürkek, şerde cesur ve
atılgan, bozuk bir karakter, tağyîr edilen bir fıtrat, tahrif edilen ölçü...
Bunlar hep hevânın eseri ve hevâî insanın renksiz veya çok renkli, yüzsüz veya
çok yüzlü yapısı, kişiliksiz veya çok değişken şahsiyetidir.

Hevâî tip, Allah'ın hükmüne ve hakemliğine
başvuracağına, kendi hevâsının yargısına mürâcaat eder. Doğru ve yanlışın, güzel
ve çirkinin ölçüsü kendi hevâsı (arzusu, menfaati, görüşü, beşerî ideolojisi)
dır. Bu, şehvet denilen şiddetli ve çirkin eğilimlerin kıble edinilmesidir.
Hevâlîler, yaratılış amaçlarını akıllarıyla düşünmezler. İnsan ülkesinde ins ve
cin şeytanlarının yardım ve hileleriyle, kalp adlı kralın da gafletinden
yararlanarak yönetimi ele geçiren hevâ, egemenliğini pekiştirmek için, kendine
karşı devrim yapabilecek düşman olan kalbi, selim aklı, fıtratı, vicdanı,
haram-helâl, ayıp-günah duygusunu zincirlere bağlar, prangalara vurur. Artık
ilâhlaşan ego, insan ülkesindeki fıtrî düzeni sarsmakta, dengeyi bozmakta, her
şeyi altüst etmektedir. Kalp yerine nefsin tek egemen olduğu hevâî insan, sadece
gözüyle düşünmekte, doymak bilmeyen midesine/aç gözüne hizmet etmekte, gücünün
ve imkânının yettiği her istediğini yapmayı özgürlük saymaktadır.

Hevâsının gösterdiği istikamette imkân ve
gücünden başka hiçbir hudut/sınır tanımayan insandır hevâsını tanrı edinen.
Hiçbir dâvânın adamı olamayan, günü birlik yaşayan, tek dünyalı, tek gözlü, aç
gözlü, at gözlüklü, dolayısıyla hakka karşı kör gözlü biridir o. Nefsinin
zaafları, yani hevâsı doğrultusunda hareket eden, hoppa, hafifmeşrep, hayvanî
zevkler peşinde koşan, heves ve arzularına düşkün ve düşük kişilere halk
arasında ?havâî? denir ki, aslı ?hevâî?dir; hevâî, yani hevâsına uyan. Boşvermiş
bir tiptir hevâî insan; top kafalı, top gibi içi boş (yani hava/hevâ ile dolu)
kafa, top gibi boş şeyleri endâd edinerek, hevâ putuna ortak tanrılar arayan
Hak'tan gâfil insancık... Allah'a ibâdete zamanı yoktur bu hevâî kişinin; ama
faydasız bilgilere, magazin denilen âdî dedikodulara, muzır uğraşlara, geyik
muhabbetlerine ve de çeşit çeşit haramlara hem vakit, hem fırsat, hem para
ayırabilir. Eğlencede ?ayıp?, hele hele ?haram? diye bir engel tanımaz. Müzik
tutkunu, tv. tutsağı, ilim yerine filmi tercih eden, haram-helâl diye bir ölçüyü
unutan, nefsinin kulu kölesi bir tiptir hevâî. Ve bunların oluşturduğu insanat
bahçesidir hevâ düzeninin oluşturduğu hevâî toplum.

Haram modayı mubaha, kumarı helâl ticarete,
dünya rahatını âhiret saâdetine bilinçsizce tercih eden hevâî kimseler, nefis ve
hevâlarına kulluk yapmayı Allah'a kulluğa, O'na teslim olmaya yeğlemiş
insanlardır. ?Özgürlüğüme kimseyi karıştırmam, memlekette demokrasi var, ben
istediğimi yaparım? diyen, buna rağmen nefsinin kulu, kölesi olup arzuları
tarafından yönlendirilen ve onun için de hevâsına tapınan, kendini tanrılaştıran
azgın bir karakter, dejenere olmuş bir kişilik, menfaatperest bir tip...
Yararlı-zararlı, helâl-haram demeden imkânının elverdiği her türlü gıda ile
midesini doldurur, hatta bunu yaşama gayesi edinirken; ruhunun hemen hiçbir
ihtiyacını giderip tatmin etmeye çalışmayan, süflî arzularının elinde oyuncak
bir zavallı...

Bütün bunlar, kızılmaktan ziyade acınacak, çevre
ve düzen kurbanlarıdır. Bizim yitik çocuklarımızdır bunlar. Kendilerine
gelmeleri, benliklerini bulmaları, bayağı esâretten kurtulmaları için bize çok
şey düştüğünü değerlendirmek içindir bu ifadeler. Yoksa, bu tiplerin
özelliklerini anlatıp kendimizi onlarla mukayese ederek temize çıkarmak için
anlaşılmamalı. Ve daha önemlisi, farkında olmayarak da olsa bu özelliklerin en
küçüğü bizde, sorumluluğunu yüklendiğimiz yakınlarımızda var mıdır?
Akrabalarımızda, komşularımızda, iş yerlerimizde, çevremizde, kısaca bizim
ulaşabileceğimiz yerlerde hiç bulunmadığını iddia edebilir miyiz bu tiplerin? Bu
konuda bize neler düşüyor? Bu sorulara, boş verirsek, ya da bu hastalıkları
tedâvi için doktor rolünü üstlenmez, yakın çevremize kadar gelen bu hevâî ateşin
tutuşturduğu yangını, havayı kaplayan ateşleri söndürmek için itfaiyecilik
yapmaya çalışmazsak, bu tipler, dünyada değilse bile âhirette yakamıza
yapışabilirler, bulduğumuz güzellikleri niye kendilerine ulaştırmadığımızın
hesabını sorabilirler.

Hevâî tipin nasıl oluştuğu, sebepleri iyi
değerlendirilmeli, sivrisinekle mücâdele için bataklığın kurutulmasının şart
olduğu unutulmamalıdır. Hevâî düzen ve onun kurumları, düzenin oluşturduğu
toplum yapısı ve çevre şartları değişmeden, ürünlerin değişmesini beklemek doğru
olmaz. Düzen, müslüman gencin oluşmasını her taraftan engellerken, kurum ve
kurallarıyla hevâî insanın ihtiyacı olacak, nefse hoş gelen her çeşit fitne ve
fesadı, fuhuş ve kumarı... desteklemekte, hevâî insan, bu sistemin mücâdele
ettiği değil; oluşturmayı hedeflediği tip olmaktadır. Darbe ile ele geçirdiği
İspanya'yı kırk sene yöneten Franco, "nasıl halk ayaklanmadan bu kadar uzun süre
iktidarda kaldın?? diye soranlara şöyle diyordu: ?Futbol, müzik, kumar ve
uyuşturucu sâyesinde!? İnsanları bunlarla meşgul edince, başka şeylere ayıracak
zamanları kalmayacaktır. Bir de buna hayat pahalılığı, işsizlik, particilik, tv.
hastalığı, kahvehane hayatını da eklerseniz, hevâî düzeninizi değil kırk, yüz
kırk sene de sürdürürsünüz. Ama, unutmamalı ki, onların hevâî düzenlerini
sürdürmeleri için hesabı varsa, Allah'ın da; sadece Allah'a kulluk yapan
mü'minlerin de bir hesabı vardır: ?Zâlimler, hangi inkılâbla
devrileceklerini, nasıl bir dönüşe (âkıbete) döndürüleceklerini yakında
bilecekler (ve görecekler).? (26/Şuarâ, 277)

Hevânın hâkim olduğu kalp, her türlü bireysel
ahlâksızlığın, toplumsal fesâdın, her çeşit pislik, kötülük ve zulmün kaynağı
olan şirkin bulaşıcı mikroplarının toplandığı yerdir. Müslümana yakışan, nefis
kaynaklı hevâya değil; ilâhî kaynaklı hüdâya tâbi olmaktır. Başkalarının
hevâsına değil; ilme/vahye sarılmaktır. Esselâmu alâ men ittebea'l-hüdâ. Hevâya
değil; hüdâya tâbi olanlara selâm olsun!

1- Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları,
s. 264-265

2- Suad Yıldırım., Kur'an'da Ulûhiyet, s.
289-290

3- Veli Ulutürk, Kur'ân-ı Kerim Allah'ı Nasıl
Tanıtıyor?, Çağlayan Y. s. 280

4- İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim
Tefsiri, 11/6012

5- Seyyid Kutub, Fî Zılâli'l-Kur'an, 10/533

6- Mevdûdi, Tefhîmu'l-Kur'an, 5/308-309

7- Fahreddin Râzi, Mefâtuhu'l Gayb, 12/63

8- Halil Atalay, Fikrî Tevhide Doğru, s. 19-23

9- Yaşar Düzenli, Kur'an Işığında Evrensel
Dengeler ve İnsan, s. 266

10- Toshihiko İzutsu, Kur'an'da Dinî ve Ahlâkî
Kavramlar, s. 191

11- Seyyid Kutub, Fî Zâlâli'l-Kur'ân, VI/3819

12- Sadık Kılıç, Fıtratın Dirilişi, s. 84

13- Yaşar Düzenli, a.g.e. s. 265

14- Şâtıbî, el-İ'tisâm, 1/46

15- Kur'an'da Hevâ Kavramı, Muhammed Emin, Misak
s. 31-32

16- Ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 3, s. 282

17- İmam Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an,
c. 13, s. 35-36

18- A.g.e. c. 10, s. 392

19- ez-Zemahşerî, a.g.e. c. 2, s. 196

20- A.g.e. c. 4, s. 320

21- Kur'an'da Hevâ Kavramı, Muhammed Emin, Misak

22- Yusuf Şevki Yavuz, TDV. İslâm Ansiklopedisi,
c. 10, s. 505-507

23- İmam Gazzâli, İhyâi Ulûmi'd-Din, c. 4, s.
278

24- Mustafa Çelik, Tevhidî Hareket ve Ehl-i Ehvâ
ve'l-Bid'at, Misak

25- Yaşar Düzenli, a.g.e, s. 267

26- Halil Atalay, a.g.e. s. 17