Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kur'ân-ı Kerim'de Hicret Kavramı

Kur



Kur'ân-ı Kerim'de
Hicret Kavramı

Kur'ân-ı Kerim'de ?hicret?
kelimesi geçmez. Ama, hicret kelimesinin türediği kök olan ?hecr? kökünden gelen
çeşitli türevler, -ki bunların tümü hicret/göç, ayrılmak, terk etmek
anlamındadır- Kur'ân-ı Kerim'de toplam 31 yerde geçer. Allah yolunda hicret
edenlere, hem dünyada güzel bir yer, hem de âhirette ecir vardır (16/Nahl, 41).
Hicret eden, sonra öldürülen veya ölenlere Allah güzel rızık verecek, hoşnut
olacakları bir yere yerleştirecektir (22/Hacc, 58-59). Zulüm ve kötülük
diyarından başka bir diyara hicret, ya gönüllü olur, veya zorla yaptırılır.
Allah, hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, kendi yolunda ezâya
uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örtecektir (3/Âl-i
İmrân, 195). Öz diyarını zorla terk, yurttan sürülmek veya çıkarılmakla
gerçekleşir. Bu durumda, zulme uğrayanların kendilerini savunma hakları da doğar
(Bkz. 3/Âl-i İmrân, 195; 17/İsrâ, 76-77; 59/Haşr, 8).
Kur'an'ın hicretle kasdettiği
göç, sadece bedensel olmayıp, kalbi Allah dışındaki şeylerden ayırıp Allah'a
yönelmek anlamında da kullanılmaktadır. Kur'an buna Allah'a hicret veya Allah
yolunda hicret demektedir (bkz. 29/Ankebût, 26).
Müslüman bir toplumun bir
beldede hayatta kalma ve İslâmî olarak gelişme mücâdelesinde son alternatif
hicrettir. Belli bir ortamda İslâm'ın gelişmesi ya da hayatta kalması ihtimali
ortadan kalktığında ve bu yolda gösterilecek çabaların sonuçsuz kalacağı
anlaşıldığında, bir kişi ya da grup o ortamı terketmeye karar verebilir. Bir
kişi, şayet düzenli olarak teşekkül etmiş bir topluluğun üyesiyse ve topluluk
hicret etmeye karar vermişse, o kişinin de toplulukla birlikte hicret etmesi
gerekir. Kendi elinde olmayan şartlar dolayısıyla bunu yapamaması ayrı bir
konudur (4/Nisâ, 98). Böylece hicret, bir iman imtihanı haline gelir (4/nisâ,
88-89; 8/Enfâl, 74). (Mustansır Mir, Kur'ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, s.
86)
Hicret eden, hakiki bir mü'min
olduğunu ispatlar (8/Enfâl, 74-75). Allah'ın rahmetine mazhar olur (2/Bakara,
218), günahları affolunur (3/Âl-i İmrân, 195) ve hem bu dünyada, hem de âhirette
büyük mükâfât kazanır (9/Tevbe, 20; 16/Nahl, 41; 22/Hacc, 58; 4/Nisâ, 100).

Hicret, Allah'ın mükâfât vaad
edip övdüğü bir fiil olduğu gibi, hukukî haklar da getiren bir eylemdir. Başka
bir müslüman topluluğun yanına hicret edenler, o topluluktan ekonomik yardım
almaya hak kazanırlar (59/Haşr, 8). Hicret etmeyenler İslâmî devlettekilerden
velâyet haklarını talep edemez (4/Nisâ, 89).
Hicret kavramı, Kur'an'ın Arap
kültürüne hâkim fikirlerin anlamlarını nasıl dönüştürdüğüne güzel bir örnektir.
İslâm öncesi şiirlerde sıkça bir kişinin yurdundan başka bir yere giderek
onurunu koruma arzusu işlenirdi. Kur'an, bu şahsî onur anlamı yerine, bir dizi
dînî ilke üzerinde kurulmuş bir topluluğun onuru anlamını ikame ederek ve
kişisel bir duygunun yüceltilmesini bir imana ve ona bağlı cemaate bağlanmaya
dönüştürerek hicretin mâhiyet ve gâyesini kökten değiştirmektedir.
Mü'min, yaşadığı ülkesinde
yeterli şekilde inanç ve ibâdet hürriyetinden mahrum ise, inancına göre
yaşayabileceği özgürlük ülkelerine hicret etmelidir. İmkân bulanların zulüm
ülkesinden özgürlük ülkesine hicret etmeleri farzdır. İmkânları varken bunu
yapmayanlar Allah katında sorumlu düşerler:
?Ey iman eden kullarım!
Şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde (nerede güven içinde
olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (Eğer bir ülkede Bana kulluk etmeniz
mümkün değilse, Bana rahatça kulluk edeceğiniz başka bir yere hicret edin).?
(29/Ankebût, 56).
Bu âyette Yüce Allah, mü'min
kullarına yeryüzünün geniş olduğunu, özgürce yaşayabilecekleri bir yere gidip
Kendisine kulluk etmelerini öğütlemektedir.
?Kendilerine yazık eden
kimselere melekler, canlarını alırken: ?Ne işte idiniz?' dediler. Bunlar: ?Biz
yeryüzünde müstaz'af/çaresiz idik' diye cevap verdiler. Melekler de: ?Allah'ın
arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' dediler. İşte onların barınağı
cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir.? (4/Nisâ, 97).
Bu âyette hicret imkânı bulunan
kimsenin, zayıflığını bahane ederek müşrikler arasında ezgin yaşamaya râzı
olması kınanmaktadır. Bu âyette kast edilen hicret, din ve vicdan özgürlüğü
uğruna göç etmektir. Hicret etme imkânına sahip iken putperestler arasında
oturup onların baskılarına, hakaretlerine râzı olmak, hatta savaş çıkınca
onların ordularına asker olup müslümanlara karşı savaşmak, onların düşüncelerini
benimsemek demektir. Kişi sevdiğiyle beraber olduğuna göre, müslümanların
düşmanlarını isteyerek destekleyenlerin yeri de elbette cehennem olacaktır.
Tefsirlerin açıklamasına göre bir yerde dinin gereklerini yapamayan kişinin,
imkân bulduğu takdirde başka yere, müslümanların arasına hicret etmesi farzdır.
Ancak, hicret etme imkânı bulamayan güçsüz erkekler, kadınlar ve çocuklar
mâzur/özürlü sayılırlar.
Mekke'de müslüman olanlardan
bir kısmının oradan ayrılmayıp müşriklerle beraber kaldıkları, hatta Bedir
Savaşında onların safında müslümanlara karşı savaştıkları rivâyet edilir.
Herhalde böylelerin sayısı çok azdı. Çünkü müslümanların, Mekke'de kalsalar bile
müşriklerle beraber müslümanlara karşı savaştıklarına dair yeterli delil yoktur.
Gerçi Peygamber (s.a.s.)'in amcası Abbâs, müşriklerin safında Bedir Savaşına
katılmıştı, ama o zaman henüz müslüman değildi. Hayber'in Fethinden önce
müslüman olmuş, fakat müslümanlığını gizlemiş, ancak Mekke'nin Fethi gününde
açıklamıştır. (S. Ateş, Kur'an Ans. 8/330-331)
"İman edenler ve hicret edip
Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler.
Allah ğafûr ve rahîmdir." (2/Bakara, 218)
?Rableri, onların duâlarını
kabul etti (Dedi ki:) ?Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz-
içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki,
hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uğradılar,
çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, Ben de onların kötülüklerini örteceğim ve
onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfât, Allah
tarafındandır. Allah, mükâfâtın en güzeli kendi nezdinde olandır.? (3/Âl-i
İmrân, 195)
?(Münâfıklar) Sizin de
kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla eşit olasınız. O halde Allah
yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini velî/dost edinmeyin. Eğer yüz
çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve
yardımcı edinmeyin.? (4/Nisâ, 89)
?Kendilerine yazık eden
kimselere melekler, canlarını alırken: ?Ne işte idiniz?' dediler. Bunlar: ?Biz
yeryüzünde müstaz'af/çaresiz idik' diye cevap verdiler. Melekler de: ?Allah'ın
arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' dediler. İşte onların barınağı
cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir. Erkekler, kadınlar ve
çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol
bulamayanlar müstesnâdır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder. Allah
affedicidir, bağışlayıcıdır. Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve
bolluk/genişlik bulur. Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar
da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfâtı Allah'a âittir. Allah çok
bağışlayıcı ve merhamet edicidir.? (4/Nisâ, 97-100)
?İman edip hicret edenler,
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (mücâhidleri) barındırıp
yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının velîleridirler.
İman edip de hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar size onların
velâyetinden/dostluğundan hiçbir şey yoktur.(Bununla beraber) Eğer onlar din
husûsunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme/anlaşma bulunan
bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur.
Allah, yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.? (8/Enfâl, 72)
?İman edip de Allah yolunda
hicret ve cihad edenler; (muhâcirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte
gerçek mü'minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. Sonradan
iman eden ve cihdet edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah'ın
kitabına göre rahim sahipleri (akrabâlar) birbirlerine (vâris olmaya) daha
uygundurlar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.? (8/Enfâl, 74-75)

?İman edip de hicret edenler
ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler derece/rütbe bakımından
Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri,
onlara kendinden bir rahmet ve rızâ ile, onlar için içinde ebedî tükenmez bir
nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki
Allah katında büyük mükâfât vardır.? (9/Tevbe, 20-22)
?Eğer siz ona (Muhammed'e)
yardım etmezseniz, (iyi bilin ki) iki kişiden biri olduğu halde (Rasûlullah ve
Ebûbekir) kâfirler onu (Mekke'den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti.
Hani onlar mağarada (Sevr mağarasında) idiler, (Ebûbekir korkunca Rasûlullah) o
zaman arkadaşına, ?üzülme, Allah bizimle beraberdir' diyordu. Bunun üzerine
Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu
(melekler) ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın
kelimesi/sözü ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet
sahibidir.? (9/Tevbe, 40)
?(İslâm dinine girme
husûsunda) Öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle uyanlar;
Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır ve (Allah)
onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler
hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.? (9/Tevbe, 100)
?Andolsun ki Allah,
müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamber'i ve
güçlük zamanında ona uyan muhâcirlerle ensârı affetti. Sonra da onların
tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.?
(9/Tevbe, 117)
?Zulme uğradıktan sonra
Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde
yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhiretin mükâfâtı elbette daha büyüktür.
(Onlar,) Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.? (16/Nahl, 41-42)
?Sonra şüphesiz Rabbin,
eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin
(yardımcısıdır). Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok
bağışlayan, pek merhamet edendir.? (16/Nahl, 110)
?Onlar, seni yurdundan
çıkarmak için neredeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin
ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler
hakkındaki sünnet/kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik
bulamazsın.? (17/İsrâ, 76-77)
?Ve şöyle niyâz et: ?Rabbim!
Gireceğim yere sıdk ile/dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de
dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana, tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet
ver.? (17/İsrâ, 80)
?Onlar, başka değil, sırf
?Rabbimiz Allah'tır' dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış
kimselerdir...? (22/Hacc, 40)
?Allah yolunda hicret edip
sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla
rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah'ın bizzat kendisi, rızık verenlerin en
hayırlısıdır. Allah onları, kesinlikle memnun kalacakları bir yere
girdirecektir. Allah, kesinlikle tam bilgilidir, halîmdir.? (22/Hacc, 58-59)
?İçinizden fazîletli ve
servet sahibi kimseler akrabâya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere
(mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar; ferâgat
göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok
bağışlayandır, çok merhametlidir.? (24/Nûr, 22)
?Peygamber dedi ki: ?Ey
Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur'an'ı mehcûr/terkedilmiş (bir şey yerinde)
tuttular.? (25/Furkan, 30)
?Bunun üzerine Lût O'na iman
etti ve (İbrâhim): ?Doğrusu ben Rabbim (in emrettiği yer)e hicret ediyorum.
Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir' dedi.? (29/Ankebût, 26)
?Ey iman eden kullarım!
Şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde (nerede güven içinde
olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (Eğer bir ülkede Bana kulluk etmeniz
mümkün değilse, Bana rahatça kulluk edeceğiniz başka bir yere hicret edin).?
(29/Ankebût, 56)
?(Rasûlüm! Şö sözümü) Söyle:
?Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik
yapanlara hasene/iyilik vardır. Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir (Kâfirler
arasında Allah'a karşı hakkıyla ibâdet ve itaatini yapamayan kimse, inancını
yaşayacağı yere hicret edebilir). Yalnız sabredenlere, mükâfâtları hesapsız
ödenecektir.? (39/Zümer, 10)
?Allah'ın verdiği bu
ganîmet malları, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah'tan bir
lütuf ve rızâ dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir
muhâcirlerindir. İşte sâdık/doğru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine'yi yurt
edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip
gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı
duymazlar. Kendileri zarûret içinde bulunanlar bile onları kendilerine tercih
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Bunların arkasından gelenler şöyle derler: ?Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce
bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı
hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.?
(59/Haşr, 8-10)
?Ey iman edenler! Mü'min
kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların
imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların mü'min kadınlar olduklarını
öğrenirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir.
Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini
(mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla
evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın,
sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü
budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.?
(60/Mümtehıne, 10)
?Onların (müşriklerin)
söylediklerine sabret/katlan ve onları güzel bir şekilde terk et (ve'hcür).?
(73/Müzzemmil, 10)
?Kötü şeyleri terk et
(fe'hcür).? (74/Müddessir, 5)