Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hırsızlık ve Günümüz.

Hırsızlık ve Günümüz

Hırsızlık ve Günümüz

"Hırsız" kelimesinin aslı, "hayırsız"
kelimesinin bozulmasından oluşmuş olan bir anlama sahiptir. Hayırsız, uğursuz
anlamına gelir. İkinci bir değerlendirmeye göre; "ır" utanma, sıkılma demektir.
"Irlı": Utanan, saygılı anlamına gelir, "ırsız" da utanmaz, sıkılmaz, saygısız
anlamına. Irlı> hırlı, ırsız> hırsız. Bir Türk topluluğu olan Kırgız'ların
ılgarcı, saldırıcı, alıp kaçıcı olmalarından hırsız anlamında "Kırgız" dendiği
ve kelimenin k>h dönüşümü ile hırsız şekline geldiği de ihtimaldir. Eski
Türkçe'de hırsız anlamında uğru, hırsızlık anlamında da uğrulamak kelimeleri
kullanılırdı. "Uğru" gizli, saklı demektir; gizli iş gören, hırsız, çalıcı,
uğrayıp alıcı demektir. Anlam genişlemesiyle uğradığını (karşısına çıkanı) alıp
götüren, çalan, ılgarlayıp kaçan kimse anlamında kullanılmıştır. Ilgar ve ılgaz
kelimeleri de "ılgamak" (atla dört nala gitmek, hızlanmak)tan geldiği, kök
anlamının il almak, yani bir yere saldırmak, atla bir yere akın etmek anlamına
geldiği bilinir. Ilgaz ve ılgar kelimeleri de saldırı, akın demektir. Bu
kelimelerin Kırgız kelimesiyle birlikte eski Türklerin yaşayışı ve başka
kavimlere saldırısı, dolayısıyla onların mallarını (ganimet kabul ederek)
ılgarladığı, saldırıp alıp kaçıcı özellikleriyle ilgili olduğu tarihî
özellikleriyle de uyum içindedir.

İslâm'da mal ve mülk anlayışı, dünyanın sınav
alanı olduğu bilinci, Allah korkusu ve haram inancı, bir müslümanın hangi
yönetim içinde ve hangi sosyal çevre içinde olursa olsun, her çeşit hırsızlığa
giden yolu cehennem gibi görüp sakınmasını sağlar. Mülkün Sahibi'nin dilediğine
dilediği kadar emânet olarak verdiğine (3/Âl-i İmrân, 26) râzı olmayıp kendine
verilenle yetinmeyerek başkasının hakkını gasbetmeye kalkışması birkaç yönden
Mâlikü'l-Mülk'e isyandır.

İslâm hukukunda hırsızlığın cezâsı son derece
ağır olmakla birlikte, İslâm hukukçuları suçun oluşmasını ve cezânın
uygulanmasını çok sıkı şartlara bağlamış, bu şartlardan birinin bulunmaması veya
şüpheli olması durumunda had cezâsının düşmesi ilkesini benimsemiş, bunlara
ilâveten toplumda kişileri hırsızlık suçunu işlemeye iten sebeplerin de en aza
indirilmesi yönünde bir dizi tedbirden söz etmişlerdir. Bundan dolayı ilk İslâm
toplumunda hırsızlık olaylarının eskiye oranla bir hayli azaldığı, Hz. Peygamber
ve Hulefâ-yı Râşidîn dönemlerinde el kesme cezâsı uygulamasının çok az sayıdaki
olayla sınırlı kaldığı görülür. Fakîhlerin ortaklaşa ifâdelerine göre hırsızlık
için öngörülen cezâ işlenen suçun ağırlığına denk, ibret verici yönü bulunan,
hem hırsızlığa teşebbüs ve niyet eden kimseyi caydıracak, ıslah edecek ve
gerekli tedbirleri almaya zorlayacak nitelikte bir cezâdır. Öte yandan hırsızlık
suçuna cezâ uygulamak amaç değil, belki son çaredir. Önemli olan hırsızlığı
besleyen veya kamçılayan sosyal dengesizliği, iktisadî ve mânevî sıkıntıları,
ihtirası, eğitimsizliği, ahlâkî çöküntüyü ortadan kaldırmak, lüks ve israfı
makul bir dereceye kadar azaltmaktır. Şartlar iyileştirildikten ve gerekli
tedbirler alındıktan sonra işlenen hırsızlık suçunun cezâlandırılması da
adâletin gereği ve İslâm'ın toplum düzenini ve hakların himâyesini sağlamadaki
kararlılığının bir parçasıdır.

İslâm'ın hırsızlık suçuna karşı koyduğu cezâ
üzerinde öteden beri dedikodu edilmiş, bunun ağır ve ilkel olduğundan
bahsedenler çıkabilmiştir. Ancak başka düzenlerin hırsızlığa karşı uyguladıkları
cezâların hiçbir fayda vermediği, cezâevlerinde hırsızlık sanatının
inceliklerini öğrenen hırsızların çıktıktan sonra aynı işe devam ettikleri
görülmektedir. Eğer bu suç kesin olarak önlenmek isteniyorsa iki yoldan
gidilecektir: Eğitim ve cezâ. İslâm, insanları ıslah için eğitim metodlarının en
mükemmelini getirmiştir. Buna rağmen hırsızlık eden kimse ya açlık zarûreti ile
bunu yapmıştır, yahut da böyle bir zarûret yoktur. Birinci halde el kesme cezâsı
bahis konusu değildir. İkinci halde de durum mahkemeye intikal etmeden hırsızın
tevbe ederek malı iâde etmesi, bazı ictihadlara göre mal sahibinin affetmesi,
cezâ hükmünden önce hırsızın, çaldığı mala, meşrû bir yoldan mâlik olması gibi
sebeplerle cezâ düşmektedir. Buna göre zikredilen cezânın uygulanması hayli
nâdir olacak, fakat hırsızların ensesinde bekleyen bir kılıç gibi suçu
engelleyecektir.

İslâm'a iftirâ ile karışık düşmanlık yapanların
hırsızdan yana tavır alıp, onun yaptığını hoşgörüp en fazla, hırsızlığı basit
bir hata şeklinde değerlendirerek İslâm'ın hırsıza öngördüğü cezâyı
eleştirenlerin yargı ve tavırlarında kasıt ve ihânet derecesinde, hem de bir
değil, birçok yönden yanlışlık vardır. Bu tip insanlar: "Aç bir kimse bir ekmek
çalıyor, İslâm bunun elini kesiyor!" diyebiliyor. Bu tür iftirâların neresini
nasıl düzelteceksiniz? Bu tür karalamalarda bulunup İslâm'a çamur atmaya
kalkacak kadar ahmaklaşanların derdi üzüm yemek değil, bağcı dövmektir. Onların
hemen tamamı, câhilliklerinden dolayı bu tür iddiâlarda bulunmuş değiller, tam
tersine bilinçli olarak İslâm düşmanlığının yansıması olarak İslâm'a iftirâ,
câhil halkı İslâm'dan soğutmak, zâlim düzenlerden ve hırsızlardan yana yer almak
şeklinde bilinçli bir tavrı seçmişlerdir. O yüzden onlara anlayacağı dilden
anlatmak gerekmektedir. Bu tür insanların büyük ihtimalle gocundukları bir
yaraları vardır; o yüzden mazlum ve mağdûru değil de zâlimi (yani kendilerini)
savunmaktadırlar. İslâm şeriatına, yani İslâm hukukuna düşmanlıkları ve İslâmî
devlet isteyenlere tavırları bundan dolayıdır. Toplumun mal ve can güvenliğine
saldıranlara karşı hak ettikleri âdil cezâlar İslâm dışı rejimlerde olmaz. Çünkü
"...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zâlimlerin ta kendileridir."
(5/Mâide, 45). Zâlim yöneticilerin, zâlimlere hak ettikleri cezâyı vermeleri
beklenemez. Onlar hırsızlara ve her çeşit zâlimlere arka çıkarken mazlumlara ve
mağdur halka zulmetmiş olmaktadırlar. Gayri İslâmî düzenlerde hırsızların
yaptıklarının yanına kâr kalmasından da öte, bunların toplumda imrenilen kişiler
olarak takdir edilmesi, toplumda etkili, yetkili ve saygın konuma gelmelerinden
dolayı hırsızlar, soyguncular, vurguncular, yolsuzluk yapanlar, hortumcular ve
yandaşları beşerî zâlim düzenlerin yılmaz savunucularıdır. Elbette bu kimseler
Şeriatın gelmesini istemeyeceklerdir. Medyanın, düzende etkin ve yetkin kimi
çevrelerin Şeriata/İslâmî yönetime karşı çıkıp düşmanlık yapmaları, saldırıp
iftirâlarla karalamaya çalışmalarının temel sebeplerinden biri, fakir halkın
kanını emen bu vampirlerin sömürü hortumlarının kendi elleriyle birlikte
kesilecek olma korkusudur.

Düşünün, adam hayatı boyunca çalışıp çabalıyor.
Dişinden tırnağından artırıp zorla biriktirerek bir köşeye parasını koyuyor.
Hırsızın biri de, bir ömürlük birikimi bir saatte heder edip gidiyor. Almanya'da
yıllarca çok zor şartlar altında çalışan bir işçiyi düşünün. Yaz mevsimi olmuş,
Türkiye'ye izne geliyor. Parasıyla yatırım yapabileceğini düşündüğü için
parasını da getirmiş. Daha havaalanında veya otele giderken tüm paralarını
hırsızın biri çalıyor. Bu mağdur insan sizin yakınınız olsaydı, amcanız,
babanız, ya da kendiniz... Hırsızın nasıl cezâlandırılmasını isterdiniz?

Tüm beşerî düzenlerde hırsızlığa giden yollar
tıkanmak şöyle dursun, ekonomik adâletsizliklerle, haksız kazancın câzip
gösterilmesiyle, bin bir çeşit özendirmeyle, tüketim toplumuna dönüştürülen ve
zenginliğin her şey olduğu anlayış(sızlığ)ıyla özetlenebilecek kapitalizmin tek
dünya görüşü olarak dayatılmasıyla, ahlâk ve Allah korkusu kalplerden
silindirildiği bir siyasî ve sosyal yapı ile hırsızlık teşvik edilmiş, nice
insana "başka alternatifim yok ki!" diyecek bahaneler icat edilmiştir. Fırsatı
olduğu halde çalmayan, kumar oynamayan, şansını "şans oyunları" diye mâsum
gösterilen piyango ve çekilişlere bağlamayanlar "enâyi" sayılmaya başlanmıştır.
Günümüzdeki tüm İslâm dışı yönetimlerde hırsızlığın cezâsı kısa süreli hapistir.
Bu tür cezâların caydırıcı olmadığı, hırsızlık sayısının ve çeşitlerinin devamlı
artmasından tespit edilebilir. Türk cezâ kanununda, hırsızlık suçunun basit
biçiminin cezâsı altı aydan üç yıla kadar hapistir. Kapkaç suçunun cezâsı da
altı ay hapistir. İnfaz yasasına göre, bu müddetlerin yaklaşık üçte biri
uygulanır. Yani kapkaçtan nasılsa yakalanan bir kişi, bu suçu ispat edilmiş,
araya birileri girmemiş, işini halledememiş ise iki ay yatar, içeride daha büyük
hırsızlığın nasıl yapılacağını öğrenecek şekilde büyük hırsızlar tarafından
koğuşlarda gönüllü verilen derslere katılır, uzmanlaşarak topluma döner. Sonra
artık, o kapkaççı veya hırsız değildir, "bey"dir, "sayın"dır, "hatırlı kişi"dir.
Bu unvanlar, eski mesleğini yapmadaki uzmanlığıyla yakından ilgilidir, "hortumlama"cılığa
terfi etmenin bu düzendeki ödülüdür. Bunlar hemen hiç yakalanmaz, yakalansa da
(tek-tük istisnâ dışında) mahkûm olmaz, olsa bile içeride çok kısa süreyle ve
özel şekilde "bey" gibi, "ağa" gibi ağırlanır. Şu veya bu şekilde, şu veya bu
işinde ortaklık bağlarıyla bağlı olduğu etkili ve yetkili kişilerin yardımını
görür. Dışarıdan ve içeriden bolca destek görür. Tekrar, ama yakalanma hatası
yapmayarak kaldığı yerden işine devam etmek üzere toplumun içine (veya başına)
döner. Ziya Paşa şöyle der: "Milyonla çalan mesned-i izzette serefrâz, / Birkaç
kuruşu mürtekibin câyı kürektir!" (Ziya Paşa). Bir düşünür de daha kökeni işaret
eder: "Küçük hırsızları asıp yok ederler. Büyükleri çok ilerlemiştir, ülkeyi
yönetiyorlar." "Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermeyen
kimselere vermeyin..." (4/Nisâ, 5)

İnsanlarda sağlam bir iman ve ona dayalı ahlâk
ve Allah korkusu olmadığı için, bu tür kişilerin yaşadığı toplumlar hırsız ve
hırsız adayları toplumudur. Câhiliyye toplumu, İslâm'ın anladığı anlamda
hak-hukuktan, adâlet ve insanî değerlerden uzak bir toplumdur. Dövizcide para
bozduran, "sarraf"tan (yanlış olarak "kuyumcu" denmekte) çıkan kimsenin
emniyeti, mal ve hatta can güvenliği yoktur. Elinde çanta ile pazarda, mahallede
dolaşan bir kadın her an çantasını kaptırmaktan endişe duymakta, bir kapkaççı
dehşetinden emin olamamaktadır. Nice veznedar, biraz cesursa, fırsatını
yakaladığı ve kılıfını hazırladığında, kendisine emânet edilmiş paraları
zimmetine geçirmekten çekinmeyecektir. Bunca zengin hortumcunun niye banka
sahibi olmak istediğini yirmi civarında banka boşaltma olayından sonra artık
herkes bilmektedir. Allah, bu banka sahibi hortumcuları fâizcilere musallat
etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de fâizi (n gelirini) Allah'ın mahvedeceği (2/Bakara,
276) belirtilir. Bankaya para yatırmak, hırsıza veya görünmeyen hırsız olan
enflasyona, ya da hastalık gibi para kemiren âfetlere dâvetiye çıkartmaktır.
Fâizcinin dünyada bile huzuru yakalayabileceği mümkün değildir. Silâhlı gasp ve
hırsızlık çeteleri de insanların mal ve can güvenliklerini devamlı tehdit
edebilmektedir. Başta sinemalar ve televizyon kanallarındaki filmler, nasıl
soygun yapılabileceğini hem de özendirerek öğretmekte, halk da ilimden değil
filmden etkilendiği için hayran olduğu sanatçılara soygun rolünde de benzemeye
çalışmaktadır. Hırsızlık çeteleri küçük yaştaki çocukları da ağlarına
düşürmekte, bunları da kirli emellerine âlet edebilmektedir.

"Ey iman edenler, mallarınızı aranızda bâtıla
(doğru olmayan yollarla, haksız yere) yemeyin. Kendi rızânızla yaptığınız
ticaret olursa başka. Nefislerinizi de öldürmeyin. Doğrusu Allah, size karşı çok
merhametlidir." (4/Nisâ, 29). Bu
âyette, karşılıklı rızâya dayalı ticaretin dışında, insanların, birbirlerinin
mallarını bâtıl yollarla yemeleri ve birbirlerini öldürmeleri yasaklanmaktadır.
Tefecilik, kumar, rüşvet, gasb, çalma, hiyânet gibi hileli kazanç yollarının
hepsi bâtıldır. Bu tür yollarla para kazanmak haramdır. ?Aldatan kimse bizden
değildir!? (Müslim, İman 43, hadis no: 164; Tirmizî, Büyû' 74; İbn Mâce,
Ticârât 36).

İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı,
beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve ev/barınmadan ibaret olduğu ve bu
gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin etmesi, kalan
birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi olarak
insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir,
tekrar alınır, alınır... Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar(!) bitmez.

İnsanımız artık aklıyla değil; bin bir çeşit göz
alıcı illüzyonlarla tahrik edilen ?doymak bilmeyen gözleriyle? düşünüyor, daha
doğrusu düşündüğünü zannediyor. Çarşılar, pazarlar, marketler, vitrinler de
insanın bu midesi olmayan gözlerine nasıl hitap ediyor? Başkalarına (kendinden
maddî yönden öndekilere) bakıyor bu gözüyle düşünen insan ve mukayese ediyor:
?Onda var, bende niye yok?? ve daha çok harcamak için daha çok çalışması,
çalışması, çalışması gerektiğini görüyor. Sonra bakıyor ki, çalışarak kazanılan
para ?ihtiyaç? maskesini takmış ?gereksiz? veya ?olmasa da olur?lara yetmiyor,
çalışmadan para kazanmanın yollarını arıyor. Herkes bir başkasını kandıracak
yollar aramaya başlıyor. Kumarın binbir çeşidi, sahtekârlığın hiç akla
gelmeyecek şekli, insanları en yakınlarına bile itimat edemeyen, yardım
edemeyen, borç veremeyen duruma getiriyor. Çevresinde, akrabasında bir hırsız
veya dolandırıcının kurbanı olmamış insan bulmak uzayda canlı aramak kadar zor.
Cep telefonunu, bisikletini, kapı dışında unuttuğu ya da câmi girişinde
çıkardığı ayakkabısını çaldırmayan, bir sahtekârın avına düşmeyen, evine hırsız
girmeyen varsa, son yılların en şanslı insanı seçilmeye adaydır. Arabaları
çalınmasın diye çeşit çeşit alarmlar taktırmak da çözüm olmuyor, evlere çelik
kapı taktırmak da.

?Haram? mı, ?ayıp? mı, o da ne demek?
Güldürmeyin insanı! Hangi devirde, hangi kültürde yaşıyoruz? İrticâyı mı
hortlatacaksınız? Avrupa Birliğine girmeye şunun şurasında elli sene kadar bir
şey kaldı, ama bu gerici kafayla almazlar tabii bizi. "Gönüllere iman
yerleştirmeden hırsızlığa da, diğer sorunlara da çözüm olmaz!" diyenleri
susturun, bastırın siz; onlar dini siyasete âlet ediyorlar, esas sorun onlar!..
Bakın yetkililer ve çok renkli medya Türkiye'nin en önemli probleminin irticâ
olduğunu söylüyor, hırsızlık ciddi problem olmuş olsa söylerlerdi, sen onlardan
daha mı iyi bilirsin?... Müslüman olduğunu söyleyen bazı insanlar böyle
diyebildiğine göre, hırsızların korkacağı bir şey yok demektir.

Allah'ın bizim için seçtiği İslâm'ın
yaşanmadığı, onun yerine çıkarcı insanların düzeni olan acımasız sömürücü
kapitalizmin yaşandığı tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de servetin %
80'ine % 20'lik nüfus sahip olurken ve istedikleri gibi harcarken, % 80'lik
insan nüfusu da % 20 ile yetinmeye çalışıyor.

Her haram, başka bir haramı dâvet eder.
Hırsızlık gibi büyük günah kabul edilen bir suç da başka suçları. Yaralama,
cinâyet, rüşvet, yalan gibi haramlar hırsızlığın yanında veya peşindedir. Sadece
cezâ ile, hem de caydırıcı ve âdil olmayan cezâ ile suçların önüne geçileceğini
zanneden İslâm dışı düzenler, yanıldıklarını itiraf etmekten bile âcizler.
Bireyin hırsını kamçılayan, sınırsız özgürlük ve her çeşit yoldan para kazanmayı
mubah sayan beşerî düzenler, eğitim, sosyal ve siyasal altyapı ile hırsızlığı
teşvik etmektedir. Kirli para ile, kara para ile başa çıkamaz bu düzenler. Bu
düzenlerin derdi yeşil sermâyedir, kara sermâye değil. "Haram-helâl önemli
değil; para gelsin de nereden ve nasıl gelirse gelsin" bu düzenlerin mü'mini
olan kapitalist insanın temel nassı ve ulaşmak istediği cennetidir. Kapitalistl
insan, doymak bilmeyen insandır. Zenginiyle fakiriyle kapitalistleştiği için
insan, devamlı açtır. Ne kadar kazansa ihtiyacı bitmeyeceği için, sonu
gelmeyecek mal ve para hırsını tatmin etmek için iki şeyden birini tercih
edecektir. Ya insanî özelliklerini unutacak, psikolojik ve fizyolojik
hastalıklara yakalanacak kadar aşırı çalışmayı tercih edecektir. Siyasal ve
sosyal şartlar gereği ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları karşılamak için hemen
herkes işin mâhiyeti veya işteki tavrı yönüyle haramlara da bulaşacaktır. Ya da,
-ki bunlar birinci gruptan sayıca daha çoktur- umutlarını piyangolara, yani
kumara bağlayarak veya hırsızlık, dolandırıcılık gibi kolay para kazanarak köşe
dönmeyi, haram yoldan para kazanmayı tek çıkar yol görecektir. İntiharlar,
hastalıklar, hırsızlıklar fakirlerden çok zenginlerde görülür. Uyuşturucunun,
çeşitli cinsel sapmaların daha çok onlarda görüldüğü gibi. Karnı açların değil,
rûhu açların mesleğidir hırsızlık. İnsan, gözü ve gönlü doymadığı için hırsızlık
yapar, ya da çalışmadan, kolay yoldan para kazanmak istediği, hak-hukuk
önemsemediği için; her ikisi de rûhun iman, takvâ ve sâlih amelle doldurulacak
açlığı demektir.

Devlet halkın malını, halk da devletin (aslında
tüm halkın) parasını çalmaya çalışıyor. Tabii, bu konuda devleti yönetenlerin
uzmanlığı ve yaptıklarını yasallaştırarak yaptığı için çaldığı minarelerin
kılıfını hazırlaması çok daha ileri safhalarda hırsızlığı ortaya koyuyor. Bazı
hırsızlıkların kanun kılıfı içinde yapılması onun hırsızlık olduğunu engeller
mi? Haksız vergiler, enflasyon denilen devletin elinin halkın cebinden devamlı
para çalması birer hırsızlık değil midir? Nasılsa elektriğini, devlete borcunu,
haksız da olsa vergisini zamanında yatıramayan, para bulup zamanında
denkleştiremeyen vatandaşa gecikme cezâsı adına yüksek meblağda fâiz ve para
cezâsı verilerek soygunun başka bir çeşidi sergilenmiyor mu? Kredi kartları ve
borçlarının nasıl bir soygun olduğunu 2004 yılı ilk ayları itibarıyla 21.000'i
geçen kredi kartı kullananların iyi bildiğini zannediyorum. Kapitalizmin,
holdinglerin, hiper ve süper marketlerin, reklâmların, modanın... âdî
hırsızlıktan farkı, çaktırmadan ve kandırarak, insanları değişik şekilde uyutup
uyuşturarak soyması değil midir? Kapitalist düzen hırsız düzenidir, soygun ve
sömürü düzenidir. Sahtekârlıkların da bin bir çeşidi sergilenebiliyor, bu
yollardan biri ya da birkaçıyla, ama mutlaka tüm insanlar soyuluyor.

Sovyetler Birliği zamanında ve Rusya'nın süper
güç maskesi taktığı dönemlerde bir Amerika'lı ile Rus'un halkın ekonomik
durumuyla ilgili bir konuşması fıkra cinsinden aktarılır: Rus Amerika'lı
muhâtabına sorar: "Amerikan vatandaşları ortalama kaç dolarla geçinir?"
Amerikalı "1200 dolarla" diye cevap verir. "Peki bu parayı nasıl kazanır?" diye
soran Rus'a Amerikalı'nın verdiği cevap "Biz özgür bir ülkede yaşıyoruz. Kimse
onun nasıl kazandığına karışmaz" olur. Soru sırası kendine gelen Amerikalı Rus'a
aynı soruyu sorar: "Rus vatandaşları ortalama kaç dolarla geçinir?" Rus cevap
verir: "220 dolarla." Amirakalı hayret içinde tekrar sorar: "Bu parayla bir
insan nasıl geçinir?" Rus'un verdiği cevap: "Biz de özgür bir ülkeyiz. Kimse
onun nasıl geçindiğine karışmaz" olur. Rus'un verdiği cevap, Türk
yöneticilerinin de dilleriyle değilse, halleriyle verdiği cevaptır.

Hırsızlara cezâ verilir gibi yapılır Türkiye
gibi kapitalist ülkelerde. Aslında cezâlandırılan mağdurlardır. Parası
çalınanlardır. Onların hakları korumaya alınmaz. Soyguncunun hakları daha
önemlidir. Onlar ne de olsa kendilerinden sayılır. Yenilerini şimdilik
bilmiyoruz, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış Demirel gibi, Özal gibi
insanların yedi sülâlesinin yolsuzluklara, banka boşaltmalara, hortumculuğa
battığını, bu yeğenler ve yiyenlerin cesaretlerini yakınları olan devlet
büyüklerinden aldığını bilmeyen yoktur. Başbakanlık yapmış bayanın villalarını,
yatlarını, çiftliklerini, Amerika'daki köşklerini herkes bilir, ama nereden elde
ettiğini sormaz. Krallar gibi yaşar devlet balına elleri değenler. Çocuklarının
düğünleri prens ve prenseslerin düğünüdür. Yüzlerce kiloluk altın, ya da milyon
dolarlarla ifade edilen mal varlıkları, ortaklıkları kendileri itiraf ederler,
etmedikleri bilinmez. Tabii, bu devirde bir başbakan maaşıyla nasıl geçinir
insan? Hz. Ömer'in devletin mumunu selâm alırken, özel konuşma yaparken
söndürdüğünü de bilmiyorsanız öğrenebilirsiniz bu yavuzlardan, seçim
konuşmalarında. Soyguncuların eğitim ve yönetiminden, yönlendirmesinden geçmiş
halka göre de bu anormal değildir: "Eee, bal tutan parmağını yalar." Her türlü
çirkinliğine rağmen bal tuttuğu düşünüldüğünden politikacı eli tatlıdır,
yalanmaya değer; pis değil, kutsal kabul edilip öpülmeye lâyık sayılır ve
halktan her yiğidin gönlünde politikacılık aslanı yatmakta, bazen de kükremekte,
zor zaptedilmektedir. Kapkaççılığın cezâsı T.C. cezâ kanunlarına göre 6 ay hafif
hapistir. O da 1,5 ay uygulanır; tabii hırsız acemilik edip yakalanabilirse ve
bir yolunu bulup rüşvetle işi savuşturamazsa. "Polisler, emniyet güçleri ve
hatta onların üstündeki bürokrat ve seçilmişler arkalarında veya yanlarında
olmasa, büyük hırsızlıklar, hortumlar yapılabilir mi?" diye halk sormaz bile.
Halkın gözü sahnedeki oyundadır, perdeyi aralama cesâret ve riskini nereden
alsın ki perde arkasını görebilsin? Polisin, trafik polisinin, hâkimin... eline
düşen insanlar biraz görür gibi olur perde arkasını. Resmî görevliler işi
kılıfına uydurdukları ve halk da devletten ürkütülüp korkutulduğu için resmî
görevlilerin ve baştakilerin soygununu karşı çıkalamaz, dillendirilemez kabul
eder ve üç maymunu oynar. Araba kullanıp da kendisinden alınan vergilerle maaş
alan trafik görevlilerince soyulmayan sürücü var mıdır bu ülkede? Bu olayın
sadece trafikle sınırlı olduğunu iddia eden? Tapu kadastro dairelerinde, maliye
ve vergi dairelerinde, gümrüklerde, belediyelerde... Rüşvet ve haksız cezânın
olmadığı yerlerin listesi herhalde daha kolay tutulur. Vatandaş, hem çocuğunu
okulda okutmaya mecbur tutulur, hem her yıl Milli Eğitim Bakanları ve daha alt
kademedeki sorumlular açıklama yapar; "zorla para alınamaz, yasaktır...", hem de
kayıt parası diye soygunlar yapılır. Devlet dairesinde veya Belediyelerde bir
işe girmek için ne dolaplar çevrilir, ne paralar döner. Artık halkın tavsiyeleri
de değişti. Meselâ mahkemelik olan insanlara şöyle diyor: "Arkadaş, avukat
tutacağına hâkim tut! Hem daha ucuz, hem daha kolay netice alınıyor." Çoğu
avukat da suçlu ile hâkim arasında emânetçi ve aracılık görevi üstleniyor, bu
ballı işe bulaşan parmaklarını da yalıyor tabii. Mahkeme faslı da formalitenin
uygulanmasından ibâret minâre kılıfları. Bunları bilmeyen yoktur, kahve
köşelerinde dillendirmeyenler de. Ama büyük harflerle haykıran, hesap sormaya
çalışan, soyguncu taşeron ve piyonları oynatan kuklacıları gösteren çıkmaz.
Kaldı ki, kimi kime şikâyet edecek? Bataklık kurutulmadan bunlar nasıl
önlenecek? Hasta adam Osmanlının, hastayı tedâvi adıyla zehirleyen kendi
paşalarından birinin sözünü, Osmanlının komadaki çocuğunun bağlı olduğu hortumu
kesip hortumu kendine yönlendiren doktor gömleği giymiş sahte kurtarıcıların
şöyle değiştirdiği anlaşılıyor: "Uluslararası sömürü teşkilâtları, emperyalist
devletler siz dışarıdan; hortumcularla birlikte biz içeriden yıkmaya
çalıştığımız, yiyeceğini elinden alıp ölüme mahkûm ettiğimiz halde, hâlâ ölmüyor
bu hasta." Ha biraz daha gayret, az kaldı!..

Emperyalist devletlerin söz dinleyen uşaklarıdır
Batıyı taklit eden Ortadoğu ülkelerinin başındakiler. Başta pragmatist Amerika
ve onun sömürgecisi İsrail olmak üzere, çıkarcı Batının sömürü çarklarını
döndüren hizmetçileridir müslümanların başındaki tâğutlar. Dünya Bankası, IMF,
Uluslararası Para Fonu, kazın geleceği yerden tavuğu esirgemez. Aynı zamanda
borçluya zehirli, uyutucu ve uyuşturucu reçeteler dayatma hakkını da kendinde
görür. Batıyı savunmak, sömürüyü ve soygunu savunmaktır. Batı tefeci, Doğuda
tefeciye paçasını kaptırmış zavallıdır. Öde öde borç bitmez. Batıda her doğan
çocuk günahkâr doğarken, onun sömürgesi durumundaki Doğu ülkelerinde her çocuk
borçlu doğar. Batı çocuğu yaşadıkça günahlarını arttırırken (nasıl olsa
bebekliğinde vaftizle günahını çıkartmıştır, büyüyünce de aynı usulle papaza
itiraf edip günahlarını çıkarttıracaktır), Doğulu çocuk da borcunu devamlı
arttıracaktır (çocuk çalışacak, emeği soyguncuların kasasına haksız ve ağır
vergi, borç fâizi vb. şeklinde akacak, düzenler tarafından borcunu ödedikçe
borcu çoğaltılacaktır; eh, rejim niye vardır, bu yardım ve hizmetleri yapmayıp
da ihmal mi etsin vatandaşını?!).

HIRSIZLIK..
Hırsızlık; Anlam ve Mâhiyeti
Hırsızlığın Cezâsı
Hırsızla İlgili Şartlar Şunlardır
Çalınan Malla İlgili Şartlar
Malı Çalınanda Bulunması Gereken Şartlar
Hırsızlığın İsbâtı
İkrarın Şartları
Hırsızlık cezâsını Düşüren Haller
Cezânın Uygulanması
Hadler; Hırsızlık ve Yol Kesme Cezâları
Hırsızlık cezâsı (hadd-i sirkat)
Yol kesme cezâsı
Kur'ân-ı Kerim'de Hırsızlık Kavramı
Hadis-i Şeriflerde Hırsızlık Kavramı
Malı Koruma.
Lukata; Yitik Malı Bulma.
a. İşhâd
b. İlân
Lukatanın kısımları
İlân müddeti dolduktan so a sahibi gelmeyen lukatalarda yapılacak muâmeleler
Lukatanın vergisi
Hırsızlığa Giden Yolun Kapanması ve Müslümanın Mala/Paraya Bakışı
Sosyal Adâlet
Cezâ Tedbiri
Emeği sömürmek
Haram Kazanç Yolları
Çalınan ve Gasbedilen Şeyi Satın Almak
Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
Rızık Darlığı İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu.
Haramdan, Hırsızlıkla Oluşmuş Hakdan Temizlenmek.
a- Tevbe
b- Haramı Mülkünden Çıkarmak
c- Haram Malın Verileceği Yer
Farklı Hırsızlıklara Örnekler (Dolandırıcılık, Üçkâğıtçılık, Kleptomani, İntihâl, Yol Kesme, Soygun, Zimmet, Rüşvet, Kumar...)Dolandırıcılık.
Üçkâğıtçılık.
Yankesicilik.
İhtilâs.
Kapkaççılık.
Vurgunculak.
Sûiistimal; Görevi Kötüye Kullanma.
Yolsuzluk.
Zimmete Geçirme.
İrtikâp.
Haraç
Gasb.
Yağma.
Sahtekârlık.
Taklitçilik.
Hıyânet, Hâinlik.
Hile.
Borcu Ödememek.
Ğulûl
Kleptomani
Kleptomani
İntihâl
Nebbâşlık.
Soygunculuk.
Rüşvet
Kumar
Hırsızlık ve Günümüz.
Fâiz Soygunu
Robin Hood'luk İslâm'da yoktur.
Dâru'l-Harb ve Dâru'l-Harbde kâfirlerin Malı
Hırsızlığın Günümüzdeki Bin Bir Çeşidi...
Çocukları Çalınan Ana-Babalar
Dili Koparılan Anne
Hırsızlık Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar