Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Meysir

Meysir

Meysir:

Meysire gelince yüsür veya
yesardan mimli masdar olarak kumar oynamak anlamınadır. Kumarda ya kolaylıkla
zahmetsiz mal çarpmak veya çarptırmak vardır. Kumar demek de zar gibi ne olacağı
belli olmayan tehlikeli bir şeye bağlanarak mal vermek veya almak demektir.
Cahiliye devrinde Araplar gerek kendilerine ve gerekse Acemlerden ve
diğerlerinden belledikleri "nerd" yani tavla, "satranç" ve diğerleri gibi
oyunlarla kumar oynarlardı. Kısacası frenklerin piyango dedikleri tarzda bölüşme
yolu ile bir kumarları vardı ki bunu "hayır" bile sayarlar ve övünerek
yaparlardı. Şöyle ki: Zar yerinde "ezlâm ve aklâ" denilen on adet okları vardı.
Bunlara: Fezz, tev'em, rakib, hils, nafis, müsbil, muallâ, menih, sefih, vağd
derlerdi. Menih, sefih, vağddan başka diğerlerinin bir hissesi bir payı olurdu.
Meselâ, piyango çekilmek üzere, bir deve kesilir, yirmi sekiz hisseye ayrılır;
fezze bir, tev'eme iki, rakibe üç, hilse dört, nefise beş, müsbile altı,
muallaya yedi, hisse ayrılır. Menih, sefih vağd okları boş ve mahrumdur. Bu on
kalemin hepsi "rebâbe" denilen bir torbaya atılıp adaletli kişinin önüne
konulur, o da torbayı çalkalayıp elini sokar, katılan herkes adına bir ok çeker,
hissesi bulunan ok çıkanlar belirlenmiş olan hisseyi alırlar, boş ok çıkanlar da
mahrum kalırlar ve fakat devenin bedelini öderler. Hisse çıkanlar da da
paylarına çıkan hisseyi fakirlere verirlerdi. Böylece meysir öncelikle diğer
kumarlara göre ehven-i şer (şerrin en hafifi) görünen ve hayır zannedilen böyle
dağıtım ve bölüşme; yani piyango tarzına denilmiş ve bundan, bütün kumarlara da
"meysir" denilmiştir. Hatta bir hadis-i şerifte, çocukların aşık ve ceviz
oynamalarının bile meysirden olduğu beyan edilmiştir. İki kişiden biri diğerine
şu kadar yumurtayı yiyebilsen şu senin olsun demişti. Bunlar Hz. Ali'ye hüküm
vermesi için başvurdular. Hz. Ali bu kumardır diye izin vermedi. Zaten hayır
namına piyango haram olunca diğer kumarların haydi haydi haram olacağı
anlaşılır. Şarap ile kumarın bir soruda bir araya getirilmesi de sarhoşluk veren
şeylerle kumarın beraber bulunduklarına işarettir.
Cevaben de ki: bunlarda büyük
bir zarar ve günah vardır. Genel olarak ikisi de malları telef ve insanları
perişan eder. Çoğu zaman bunlar birbirini sürükler. Önce şarap aklı giderir ;
akıl ise hem dinin, hem dünyanın dayanağıdır. Artık sarhoşlukla öyle cinayetler
yapılır ve kumarbazlıkla öyle fenalıklara düşülür ki bunlar saymakla bitmez,
ancak "büyük günah" adı ile anlaşılır. Bununla birlikte, bunlarda insanlara bazı
yararlar da vardır. Bu cümleden olarak biraz neşe ve lezzet duyulur, birçok
ticareti yapılır. Korkaklara cesaret ve mizaca kuvvet gelir. Kumarda , bazıları
bedavadan mal ele geçirir. Günahları da faydalarından, zararları yararlarından
çok büyüktür.
Şu halde yararları gerçek ve
sağlam bir yarar değildir. Verdikleri neşe humar (aklı örtmek)a dönüşür. O gelip
geçici cesaret, felaket nedeni olur. O gelip geçici mizaç kuvveti, sağlığı
bozar; kazanılan malın hayrı olmaz, bir kâr yüz zarar getirir. Buna tutulanlar
yakalarını zor kurtarır. Kısacası neşe ve lezzetleri kişisel ve gelip geçici
olduğu halde; zararları, ortaya çıkardıkları kötü sonuçlar, hem kişisel ve
sosyaldir, hem bedensel ve hem de ahlâkidir. Bulaşıcı hastalıklar gibi herkese
geçicidir. Cezasını başında çekmeyenler sonunda çekerler. Hayali olan bir parça
kâr için, kesin ve genel bir zarara düşmek de akıl işi değildir. Zararı
gidermek, yarar sağlamaktan önce gelir. Şu halde bunların aklen haram olması
gerekir. Bu âyet de böyle delâlet-i iltizamiye (dolaylı bir delaletle) şer'an
bunların haramlığını ifade etmiş olur. Kur'ân'da şarap hakkında başka bir âyet
olmasaydı, sadece bununla şarabın haramlığı sabit olurdu. Ancak bu haram kılma,
bizzat ifadenin kendi kelimesinden açıkça anlaşılan bir haram kılma olmazdı;
aklına güvenerek zararlarını sınırlayıp ve yararlarından istifade edeceğini
zannedenler bulunabilirdi. Bunun için, ashabı kiram arasında bu akla dayanan
haramlıktan, şer'i haramlık anlamayan kişiler olmuş, daha sonra, "Murdardır, ...
ondan kaçının" (Maide, 5/90) emri ile açık ve mutlak bir şekilde şer'i haramlık
meydana gelmiştir.
Kısacası, şarap içmeyiniz veya
sarhoşluk veren şeyleri kullanmayınız, kumar oynamayınız, piyango ile hayır
yapılır zannetmeyiniz; bunların, kötülüğü hayrından, günahı yararından çok
büyüktür. Buna karşı, hayır olmak üzere sana ne harcayacaklarını yine
soruyorlar, iki anlama gelir. Birisi nereye harcama yapılacağını sormak, diğeri
de ne verilerek harcama yapılacağını sormaktır ki birincisinde, yani nafaka
verilecek, mal harcanacak kimseler ve yerler, ikincisinde de verilecek mal, yani
bizzat nafakanın kendisi sorulmuş olur. Yukarda birincisinin cevabı verilmişti.
Şimdi kumarın yasak edilmesinden sonra, ikincisine cevap olarak, de ki fazlasını
harcayınız. Yani malınızın gerekli ihtiyaçlarınızdan fazlasını infak ediniz.
Piyango, kumar gibi gayri meşrû araçlarla değil, meşru nedenlere sarılarak mal
kazanınız. Ve bu maldan kendinizin aile ve çocuklarınızın gerekli ihtiyaçlarına
yeterli olanından fazlasını yukarda açıklanan yerlere ve hayır yerlerine
harcayınız. Diğer ayetlerde de görüleceği üzere küçük çocuklar, eş, muhtaç olan
ana-baba ve bunlarla aynı hükümde olan usul (dedeler, nineler), kişinin
ailesinden ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerdendir ve bunların nafakası,
kişinin kendi nafakasından sayılır. Dolayısıyla hayır yapacağız diye kendinizi
ve bakmakla yükümlü olduğunuz ailenizi (ehl ü ıyal) nafakasız bırakmak caiz
olmaz. Hayır yerlerine harcama bunların fazlasından yapılır. İşte böyle Allah
sizin için şer'i hükümlerine delalet eden, onları gösteren âyetler, nasslar,
deliller açıklayacaktır ki, siz bunları düşünesiniz, düşünüp te bunların
amaçlarını öğrenesiniz ve gereğince amel edesiniz. (Elmalılı Muhammed H. Yazır,
Hak Dini Kur'an Dili, 2Bakara, 219. âyetin tefsiri)
?Ey iman edenler! Helâl olan
güzel şeyleri haram etmediğiniz gibi, haram olan pisliklerden de iyi sakınınız.
Bu cümleden olarak muhakkak ki hamr, yani sarhoş edici şeyler ve meysir, yani
piyango ve kumar, ensâb yani tapılmak için dikilmiş taş vesâir putlar, kumar ve
piyango kalemleri, okları, zarları, bütün bunlar başka bir şey değil, ancak
birer ricstir, aklınızın tiksineceği, iğreneceği pis, murdar bir şeydir,
şeytanın işlerindendir. Şeytanın işi, şeytanın teşvikidir. O halde bu pislikten
çekininiz, uzak durunuz ki kurtuluşa eresiniz.? (5/Mâide, 90)
Bu âyet, müskirât (şarhos edici
şeyler)ın yasaklanması ve haram edilmesi hakkında üçüncü ve son olarak nazil
olan âyettir ki birincisi Nisâ Sûresindeki "Sarhoş olduğunuz zaman namaza
yaklaşmayın." (4/Nisâ, 43) ikincisi de Bakara sûresindeki "Senden içki ve
kumarı sorarlar. De ki: Onun ikisinde büyük bir günah vardır." (2/Bakara,
219) âyeti idi. Allah Teâlâ bu âyette içki ve kumarın haramlığını çeşitli
yönleriyle tekit etmiştir. Birinci olarak cümlenin başı ile başlanmış; ikinci
olarak putlar ve fal okları ile beraber zikredilerek, "Şarap içen puta tapan
gibidir" hadis-i şerifi delaletince puta tapıcılık kabilinden gösterilmiş;
üçüncü olarak "pislik" adı verilmiş; dördüncü olarak başlı başına şer
veya galip olduğuna tenbih edilerek "şeytanın işlerinden" buyurulmuş;
beşinci olarak bizzat kendilerinden çekinilmesi emredilmiş; altıncı olarak, bu
çekinme, kurtuluş ümidine bir sebep yapılmıştır.
Yedinci olarak da bu beyandan
asıl maksat, içki ve kumarın haram kılındığını hatırlatan ve bunların haram
kılınmasını gerektiren dine, dünyaya ait kötülük ve veballerini anlatmış ve
şeytanın işini açıklayarak buyurulmuştur ki: İçki ve kumarda şeytanın gayesi,
başka değil, ancak aranıza kin ve düşmanlık düşürmek ve sizi Allah'ı anmak ve
yadetmekten, namazdan menetmektir. Ki bir defa bunlar olduktan sonra artık her
günah, her cinayet işlenir, ne din kalır, ne iman, ne dünya kalır ne ahiret.
Sekizinci olarak, bütün haram olma sebepleri açıklandıktan sonra itaat sözü
alınmak üzere soru takriri ile anlaşmayı belgelemek için buyuruluyor ki: Artık
siz şimdi bu yasaklamayı kabul ettiniz ve içki ve kumardan tamamen vazgeçtiniz
mi? Elbette geçtiniz değil mi? Bunun üzerine Hz. Ömer'in ne söylediği Bakara
sûresinde geçmiş idi.
Dokuzuncu olarak genelde itaati
belgelemek ve tekid edilerek muhalefetten sakındırmak sûretiyle buyuruluyor ki:
Vazgeçiniz ve Allah'a itaat ediniz, Peygamber'e de itaat ediniz, ve karşı
gelmekten çekininiz. Eğer itaatten yüz çevirecek olursanız biliniz ki, bizim
Resulümüzün üzerine ait olan vazife açık bir tebliğden ibarettir ki, O da onu
işte yapmıştır. Ondan ötesinin sorumluluğu ve zararı ona değil, sırf sizin
kendinize aittir.
Rivayet ediliyor ki, içkiyi
haram kılan âyet nazil olduktan sonra ashab, "Ey Allah'ın Resulü, ya bundan önce
vefat eden ve şarap içmiş bulunan kardeşlerimizin ahirette hali ne olacak? "
demişler, şu âyet nazil olmuş: İman edip salih, iyi işler yapanlar haramdan
sakınıp iman etmekte ve güzel ameller yapmakta ciddi olarak, dış görünüş ve
içyüzü bakımından sebat ettikleri sonra yine haram kılınandan sakınıp iman
ettikleri sonra ittikada, kötülüklerden sakınmakta devam edip ihsan (iyilik)
yaptıkları, güzel güzel ameller araştırarak onlarla güzelce meşgul oldukları
takdirde, geçmişte tattıkları, yani yasaktan önce içtikleri içkide günah yoktur.
Bunlar "ihsan mertebesi"ndedirler. Ve Allah iyilik yapanları sever, onları
cezalandırmaz. Şu halde, kurtuluş ve saadetin gayesi ruhbanlıkta değil, bu
şartlar altında iyilik yapmaktadır.
Görülüyor ki,
bu âyette iman ve güzel amel iki defa ve takva üç mertebe olarak zikredilmiş ve
neticede ihsan mertebesine gelmiştir ki, takvanın bu üç defa zikri, çeşitli
vecihlere ve takva mertebelerine işarettir. Birinci olarak, geçmiş, şimdi,
gelecek, üç zamana işarettir. İkinci olarak üç hâle işarettir ki, birincisi
insanın kendisiyle yine kendi nefsi ve vicdanı arasında takva ve iman, ikincisi
kendisiyle insanlar arasında takva ve iman, üçüncüsü kendisiyle Allah arasında
takva ve imandır. Bunun için üçüncüsünde iman, ihsana tebdil edilmiş,
Peygamberimiz (s.a.s.)'in "İhsan, senin Allah'a, onu görüyormuş gibi ibadet
etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da, muhakkak ki o seni görüyor"
tarifine işaret buyurulmuştur. Üçüncü olarak, Bakara sûresinin başında
açıklandığı üzere başlangıç, orta ve nihayet olmak üzere takvanın üç derecesi
bulunduğuna işarettir. Dördüncü olarak, sakınılacak şeylerin derecelerine
işarettir. Çünkü önce azabdan sakınmak için haramı terk, ikincisi harama
düşmemek için şüpheleri terk, üçüncüsü nefsi noksandan korumak, tabiat ve
alışkanlık kirlerinden temizlemek için bazı mubah şeyleri terketmek gerektir.
Nitekim bu noktaya yukarıdaki "Allah'ın size helal kıldığı güzel şeyleri siz
haram etmeyiniz." (5/Mâide, 87) ilâhî sözünde de bir işaret vardır. Zira
"Güzel şeyler size helal kılındı." (5/Mâide, 4) âyeti delaletince helal
kılınanlar zaten tayyibât (güzel şeyler) olduğu halde, helallerin tayyibât
(güzeller)ı "Allah'ın helal kıldığı güzel şeyler." buyurulması "tayyibâtın
tayyibâtı" (güzellerin güzelleri) meâlini ifade eder ki, bu da kıymetsiz olan
mubahlardan bir çekinmeyi içine alır. (Elmalılı Muhammed H. Yazır, Hak Dini
Kur'an Dili, 5/Mâide, 90-93. âyetlerinin tefsiri)