Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İHLÂS.

İHLÂS

İHLÂS

Bir şeyi saf temiz ve arıtılmış hale
getirmek. Kalbi saf etmek, çıkar ve şöhret amacı güdülmeyen, içten, riyasız,
samimi sevgi ve bağlılık. Yapılan ibadet ve işlerde gösterişe yer vermeme,
ibadet ve taatda riyadan uzaklaşma hali ve kalbin safasına keder veren şeyden,
kalbi uzak tutmak. Sırf Allah rızasını düşünmek, ona göre hareket etmek ve
sadece Allah için ibadet etmek.

İhlâs; bir kalp hareketi ve ruhanî bir
davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığının bir delilidir. Yalnız Allah'ın
rızasını arayan bir niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile Allah'a
kulluk etmesi ve bu kulluğun da ondan başkasını düşünmemesidir. Ayrıca İhlâs,
"kalbi garaz şüphesi ve zan eğriliğinden temiz tutmaktır" şeklinde tarif
edilmiştir. İhlâsta Hakkın rızâsı talep edilir, yapıları işlerde, riya,
gösteriş, menfaat ve şöhret gayesi güdülmez.

"Bir şey karışıklıktan arındığı zaman,
temiz olur. Saf ve temiz hareketlere de ihlâs denir"[1]
İhlâs bir kalp hareketi ve ruhâni bir davranış olmaktadır. Kalbî davranışların
makbul oluşu, niyet ve irademizin sağlamlığına bağlıdır. İhlâs, kalp
sağlamlığının bir delilidir. Böyle olunca her işe başlandığı zaman niyette
ihlas, yani her türlü dünyevî karşılık beklemekten uzak olmak gerekmektedir.
Cenâb-ı Hakk'ın rızası ihlâs ile kazanılır. Yoksa ihlâs kişinin başarı ve
becerileriyle elde edilemez. Bazen ihlas ile söylenmiş bir tek kelime ile kişi
kurtuluşa erer ve Cenab-ı Hakk'ın rızasını elde edilebilir. Bazan bir tek adamın
irşadı, bin kişinin irşadı kadar Allah rızasına sebep olur. Hz. Peygamber
(s.a.s) şöyle buyurur: "Ben Cebrail'den ihlâsın ne olduğunu sordum. Şöyle cevap
verdi: Ben de Aziz ve Celil olan Allah'a: "İhlâs nedir?" diye sordum o şöyle
buyurdu: "İhlas benim bir sırrımdır. Onu kullarımdan sevdiğim kimselerin kalbine
koyarım."

Kur'an-ı Kerîm, ihlâsı lüzum, fayda ve
neticeleriyle belirtmiştir. Buna göre ihlas, ibadet ve davranışta Allah'a özden
bağlanmaktır. "Yaptıklarımızın mükâfatı bize, sizin yaptıklarınızın cezası da
size aittir. Biz ona özümüzle bağlanmışız" (el-Bakara: 2/139) ayeti,
amellerinde sadece Allah'ın rızasını gözetenlerin hâlis insanlar olduğuna işaret
etmektedir.

Böyle bir ihlâsı taşıyanlar, Allah'ın
dininde ihlâslı ve samimi olan özyürekli kişilerdir. İhlâs ve samimiyetlerini
ibadeti Allah için yaparak gösterirler, nefisleri hoşlanmasa da bu hallerine
devam ederler ve Allah'a hamdetmekten geri kalmazlar.[2]

İhlâs, fenalığı ve kötülüğü gideren
bir fazilettir. "İşte biz ondan (Yûsuf'tan), fenalığı ve fuhşu gidermek için
böyle yaparız. Çünkü o, bizim ihlâslı kullarımızdandır." (Yûsuf, 12/24)
ayetinde, evdeki kadınla Hz. Yûsuf arasında geçen olayda ve kadının niyetinin
neticesiz kalışında en büyük etkenin, Hz. Yûsuf'un ihlâsı olduğu görülmektedir.

İnsanlık için ihlâsın gereği her zaman
emredilen bir keyfiyet oluşuyla da anlaşılmaktadır. Çünkü ihlas, ehl-i kitaba,
yapacakları diğer ibadetlerle birlikte emredilmişti (el-Beyyine, 98/5).

İhlas, şeytanın kişiye süslemeye
çalıştığı fenâlıklara ve insanları azdırma gayretine engel olan bir tutumdur. Bu
durum şeytanın, "Yeryüzünde insanlara (fenâlıkları) süsleyeceğim, elbette
onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinde ihlâsa sahip müminler bunun
dışındadır." (el-Hicr, 15/40; Sâd, 38/83). Ayetlerinde ifadesini buları
itiraftan anlaşılmaktadır.

Şirkten, kitabı ve peygamberi
yalanlamadan, sapık yollara sapıp tevhit akidesine aykırı inanç düşünceler
beslemeden dolayı gerçekleşecek ilâhî azaptan, "Allah'ın ihlâs sahibi kulları
istisna" (es-Sâffât, 37/40, 74, 128, 160) sözedilerek azâbtan kurtuluşta
ihlâsın yeri ve önemi belirtilmiştir.

Ahlâk önderleri peygamberler,
varlıkları ihlâsla yoğrulmuş şahsiyetlerdir. Hz. Mûsâ, Hz. Yûsuf, Hz. İbrahim,
Hz. İsmâil, Hz. Ya'kûb ve Hz. Peygamber (s.a.s)'in özellikleri anlatılırken
Kur'an onları ihlâslı kullar olarak nitelemiştir.[3]
Çünkü Peygamberler davet ve tebliğlerinde daima, Hakk'ın, rızasından başka bir
gaye ve maksat gütmeyerek, ihlâslarını ortaya koymuşlardır.

Fudayl b. İyâd (r.a): "Halk için ameli
terketmek, riyadır; halk işin amel etmek ise şirktir. İhlas, Allahu Teâlâ
(c.c)'ın bu iki şeyden seni afiyette kılmasıdır" diyor. Hz. Ebû Bekir (r.a) bir
hutbesinde şöyle der: "Biliyorsunuz ki, malum bir ecelin peşinde gece-gündüz
koşuyoruz. Allahu Teâlâ'nın (c.c) rızası için söylenmeyen hiçbir şeyde hayır
yoktur. Aziz ve Celil olan Allah'ın (c.c) yolunda harcanmayan hiç bir malda
hayır yoktur. Bilgiçlik taslayarak gurura kapılanlarda hayır olmadığı gibi,
Allah (c.c) için yaptıklarında insanların kınamasından endişeye düşenlerde de
hayır yoktur"[4]

Müminler bütün söz ve fiillerinde
Allah (c.c)'ın rızasını gözetmek zorundadırlar. Eğer insanların hoşlarına gitmek
niyetiyle amelde bulunurlarsa, kendi kendilerini helâk ederler. Nitekim Uhud
savaşında Müminlerin en önde savaşanlarından birisi de Kuzman idi. Medine'deki
hurmalıklarını korumak niyetiyle savaştığı için, Cehennemlik olmuştur.[5]
Hz. Peygamber (s.a.s)' şöyle buyurmaktadır: "Üç hususta müslümanın kalbi
hıyanet edemez: Allah için ihlâs ile amel yapmak, İslâm devletinin
yöneticilerine samimiyetle öğüt vermek ve İslâm cemaatı ile birlikte olmak"[6]

İhlâsın zıddı rıda ve gösteriştir. Bu
da insanı şirke sürükler. Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Şüphesiz Cenab-ı
Allah sadece kendisi için ve kendisinin rızası için olmayan bir amelden
başkasını kabul etmez"[7]

Bir insanın imanında samimi olduğunun
(yalnızca Allah'ın rızasını gözettiğinin) en büyük göstergelerinden biri, basit
çıkarlar peşinde koşmaması, ihlaslı yani halis olarak Allah'ın rızası için
çalışmasıdır. Her nimetin Allah'tan geldiğini kavramış, yalnızca Allah'ın
rızasını hedefleyen, Allah'tan isteyen ve O'ndan korkan bir mümin, elbette basit
ve küçük bazı hesapların peşinde koşmayacaktır.

Dolayısıyla yaptığı işlerde çıkar
gözetip gözetmemek, bir insanın doğrudan imanıyla ilgilidir. Allah'ı ve ahireti
kavramış olan bir insan, elbette bunların yanında basit çıkar hesaplarına itibar
etmeyecek ve Kuran'ın fedakarlık emri gereği kendi bencil hırslarını tatmin
etmek için uğraşmayacaktır. Buna karşın Allah'ı ve ahireti kavrayamamış bir
insanın bu büyük gerçekleri göremeyip basit ve ufak menfaatler peşinde koşması
doğaldır. Son derece küçük bir dünyaya, son derece dar bir kafa yapısına sahip
olacağı için, sürekli olarak nefsinin çıkarlarını gözeten bir tavır ortaya
koyacaktır.

Kuran'da, müminlerin üstlendikleri
tebliğ görevinden hiçbir çıkar ummamaları gerektiği sık sık hatırlatılır. Tüm
peygamber kıssalarında da, peygamberlerin üstlendikleri tebliğ görevinden dolayı
hiçbir "ücret" (çıkar) aramadıkları haber verilir. Bazı ayetler şöyledir:

Ad (halkına da) kardeşleri Hud'u
(gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka
ilahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz. Ey
kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim,
beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi,
50-51)

De ki: "Ben buna karşılık, Rabbine
doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında sizden bir ücret
istemiyorum." (Furkan Suresi, 57)

Hani onlara kardeşleri Nuh: "Sakınmaz
mısınız?" demişti.

"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş
güvenilir bir elçiyim."

"Artık Allah'tan korkup-sakının ve
bana itaat edin."

"Buna karşılık ben sizden bir ücret
istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." (Şuara Suresi, 106-109)

Ayetlerde görüldüğü gibi, Allah
yolunda yapılan tebliğ karşılığında hiçbir dünyevi çıkar gözetilmez. Bu çıkar
yalnızca para değildir; yapılan hizmet karşılığında itibar, insanların beğenisi
ya da takdiri de gözetilmez. Tek karşılık Allah'ın rızasıdır. Eğer Allah
dilerse, yapılan hizmetin karşılığının bir kısmını da dünyada verecektir.

Dolayısıyla yapılan hizmetin
kıymetinin ölçüsü de insanların beğenisi değil, Allah'ın rızasına uygun
oluşudur. Bazı peygamberlerin dönemlerinde, yaptıklarını takdir eden kimse
olmamıştır. Kimse onları dinlememiş, kimse onlara tabi olmamış, hatta bütün
toplum onlara karşı cephe almıştır. Ancak bu, söz konusu peygamberlerin
"başarısız" olması demek değildir. Çünkü başarı, insanları etkilemek, onların
beğenisini kazanmak değil, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Mümin Allah yolunda
hizmet etmekle ve Rabbimize yakınlaşmak, dua etmek ve kulluk etmekle sorumludur.
Dünyevi başarıyı dilerse veren, dilerse geri tutan Allah'tır. Bediüzzaman Said
Nursi'nin dediği gibi, insan kendi vazifesine bakmalı ve Allah'ın çizdiği kadere
karışmamalıdır.

Allah'ın rızasını gözeten kişi,
sürekli olarak O'na ibadet halinde olur. Basit çıkar hesapları yapmadığı için,
dünya hayatının süsü onu etkilemez. Nitekim Allah Kuran'da, müminlerle beraber
olmayı ve dünya hayatının süsünü arayarak onlardan "gözleri kaydırmamayı"
emretmektedir:

Sen de sabah akşam O'nun rızasını
isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı)
süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete
düşürdüğümüz, kendi "istek ve tutkularına (hevasına)" uyan ve işinde aşırılığa
gidene itaat etme. (Kehf Suresi, 28)

Burada çok önemli bir nokta vardır:
İnsan dine yaklaşırken, "Bu yapının içinde nasıl bir çıkar elde ederim?" gibi
sapkın bir mantıkla değil, "Nasıl Allah'a ibadet edebilirim, O'na itaat edip
rızasını kazabilirim?" mantığıyla düşünmelidir. Aksi bir tavır, samimiyetsizlik
olur. Kuran bu tür tavırları benimseyenleri "münafık" olarak tanımlamaktır.
Bunlar birtakım menfaatleri için dindar gözüken, samimiyetsiz, ikiyüzlü
kişilerdir ve Allah'ın gazabına en çok uğrayan, cehennemin en alt tabakasına
atılacak olanlar da onlardır. Kuran'da, bu kişilerin durumu şöyle tarif edilir:

Onlar derler ki: "Allah'a ve elçisine
iman ettik ve itaat ettik" sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir.
Bunlar iman etmiş değildirler. Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne
çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir.
Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun
eğerek gelirler. (Nur Suresi, 47-49)

Görüldüğü gibi, münafık karakterli
kişiler, dinin ancak kendi çıkarlarına uygun yönlerini kabul etmekte, diğer
hükümlerini ise reddetmektedirler. Bu kişiler belki bir süre dindar gözükürler,
ancak gerçek durumları, Kuran'daki ifade edildiği üzere "uçuruma yuvarlanacak
bir yarın kenarına bina kuran" insanlar gibidir:

Binasının temelini, Allah korkusu ve
hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek
bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine
yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe
Suresi, 109)

Yalnızca Allah'ın rızasını aramanın
önemini vurgulayan diğer bazı ayetler şöyledir:

Allah'ın rızasına uyan kişi, Allah'tan
bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü
barınaktır o. (Al-i İmran Suresi, 162)

Bundan dolayı, kendilerine hiçbir
kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah'tan bir nimetle geri döndüler.
Onlar, Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. (Al-i
İmran Suresi, 174)

Onların 'gizlice söyleşmelerinin'
çoğunda hayır yok. Ancak bir sadaka vermeyi veya iyilikte bulunmayı ya da
insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki başka. Kim Allah'ın rızasını
isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi, 114)

Allah, rızasına uyanları bununla
kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır.
Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)

Allah, mümin erkeklere ve mümin
kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn
cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en
büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)

Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu)
isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte
onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad
Suresi, 22)

Müminin hedefi Allah'ın rızası,
rahmeti ve cennetidir. Bunun dışında küçük dünyevi çıkarlar aramaz. Bu nedenle
Allah müminleri "Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu
düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık" (Sad Suresi, 46) şeklinde tarif eder.
Gerçekten de ihlas (yani halis, katıksız bir şekilde Allah rızasını aramak),
mümini mümin yapan en önemli özelliklerdendir.

Zaten asıl nimetler, ahirettekilerdir.
Bu dünya, geçici ve oldukça da eksik bir yurttur. Dünyadaki nimetler,
ahirettekilere göre son derece sınırlıdır. Dünya, ahiretteki gerçek nimetin,
yani cennetin oldukça eksik bir örneği, bir numunesi olarak yaratılmıştır.
Kuran'da, bu konuda şöyle denir:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar
yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan
tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının
metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi,
14)

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun,
"(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama", bir süs, kendi aranızda bir övünme
(süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur
örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir,
sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir
hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey
değildir. (Hadid Suresi, 20)

Mümin, meşru ölçülerde dünya
nimetlerinden de yararlanır ama bunlara aldanarak asla Allah'ı, ahireti ve asıl
görevini unutmaz. Aksi bir tavrın alacağı karşılık şu şekilde bildirilir:

De ki: "Eğer babalarınız,
çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr
getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan,
O'nun Resulü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık
Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet
vermez." (Tevbe Suresi, 24)

Bu konuda yapılan yanlış bir hareket
ise Cuma Suresi'nde şöyle uyarılır:

Oysa onlar (kendilerini tümüyle
Allah'a ve İslam'a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri
zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın
katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık
verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma Suresi, 11)

[8]




[1] İmâm
Gazzâ1î, İhyâ u'ulumi'd-din, IV, ş 379.


[2]
el-A'râf, 7/29; Yûnus,
10/22; Lokmân, 31/32; en-Nisâ, 4/46; ez-Zümer, 39/2, II, 14; el-Mümin,
40/14, 65.


[3]
Meryem, 19/51; Yûsuf, 12/24; Sâd, 38/45, 46; ez-Zümer, 39/11.


[4]
Kuşeyri Risalesi, İstanbul 1978, s. 3, 7.


[5]
İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, Beyrut 1969, IV, 342.


[6]
İbn Mace, Mukaddime: 18.


[7]
en-Nesâî, Cihad, 24; Şâmil İslam Ansiklopedisi:


[8] Harun
Yahya, Kur'an'da Temel Kavramlar, Vural Yayınları: 99-104.