Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İman ve İslam..

İman ve İslam

İman ve İslam

?Taşralılar (bedeviler) ?iman ettik' dediler.
De ki: ?Siz iman etmediniz, fakat ?İslam olduk' deyiniz. Çünkü daha iman
kalplerinize girmedi.? (Hucurat:
49/14)

Ayetten de açıkça anlaşılacağı üzere iman ve
İslam birbirini tamamlayan, lakin birbirinden farklı anlamlara sahip kavramlar
olarak kullanılmaktadır. Ayetteki ?İslam olduk? ifadesi, ?müslüman olduk? tur
ve imandan farklı olarak değerlendirilmiştir. Bunu, Buhari ve Müslim dahil
birçoklarının naklettiği şu haber pekiştirmektedir:

?Sa'd b. Ebi Vakkas'tan: Allah Rasulü bir
topluluğa ganimet paylaştırıyordu. Onlardan bir adama vermemesi beni şaşırttı.
Kalktım ve dedim ki

?Falan adama niçin ganimetten pay vermediniz?
Vallahi ben onu mü'min olarak görüyorum.' Allah Rasulü şöyle cevapladı:

?Hayır, belki müslim!?
Sa'd üç kez aynı sözü söyledi ve üçünde de
Nebi'den aynı cevabı aldı. En sonunda Allah Rasulü buyurdu ki:

?Ey Sa'd, kuşkusuz ben bir adama ondan daha çok
sevdiklerin dururken yardım edebilirim. Bu onun yüzüstü ateşe atılmasından daha
hayırlıdır.?[1]

Hadisin devamında Zühri'nin bir açıklaması var:
?Biz görüyoruz ki İslam kelime-i tevhid; iman ise ameldir.?

İman ve İslam ayrımı, bir başka ayette de
yapılır:

?Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar...? (Ahzab:
36/35)

Allah Rasulü, iman ve İslam'ı şöyle
açıklamışlardır: ?İslam, dışta ve görünürde; iman, içte ve kalpte olandır.?[2]
Bu hadiste de iman ve İslam bir şeyin iki yüzü gibi birbirinden ayrılmayan,
lakin birbirinin aynı da olmayan bir olgu olarak tanımlanmaktadır. İmanla
İslam'ın birbirinden ayrı ve bağımsız olmadığının en güzel delili, sonradan
?İslam'ın şartı beştir? gibi yanlış bir zihniyetle sayıların sultasına kurban
edilen şu hadistir:

?İslam beş şey üzerine bina edildi: Allah'tan
başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın rasulü olduğuna şehadet etmek,
namazı kılmak, zekatı vermek, hac ve Ramazan orucu.?[3]

Bu meşhur hadiste beş madde var. Bunlardan dördü
organlarla ilgili eylem: Namaz, zekat, hac ve oruç. Bunlar ameli ilgilendiren
maddeler. Geriye bir madde kalıyor ki, o da kelime-i şehadette ifadesini
bulan Allah'ın tekliğini ve Hz. Muhammed'in O'nun rasulü olduğunu ikrar. Diğer
dört madde, bu birinci maddeye bağlı. Şehadet olmadan ne namaz ve zekat, ne hac
ve oruç olur. Yalnız bu beş madde arasında temel bir benzerlik var. O da
bunların tümünün zahirde olup biten şeyler olması. Hadisteki birinci madde
insanı yanıltmamalı. Orada ?iman etmek? değil; ?şehadet etmek? şart
koşulmaktadır. Şehadet etmek ise, sözle yapılan zahirî bir eylemdir, yani
ameldir; dilin ameli.

O halde İslam bütünüyle imanın dış bükeyidir ve
amele taalluk eden boyutudur. İslam, teslim olmak, müslümanlardan sayılmak,
şer'î hukuka tâbi olmak, müslümanların sahip olduğu haklara sahip olmak
demektir. İslam, imanın aynısı da değildir. Öyle olsaydı, Cebrail, Allah'ın
Rasulü'ne bir ?İman nedir?? bir de ?İslam nedir?? diye ayrı ayrı sormazdı ve
Nebi de ayrı ayrı cevaplar vermezdi. Hem sorular, hem de cevaplar farklı ise,
imanla İslam'ın birbirinin aynı olmadığına bundan daha güzel delil olur mu? İman
sorulduğunda ?Allah'a, meleklere, kitaplara, rasüllere, ahirete ve kadere
iman etmek?[4]
olarak tarif eden Allah Rasulü, kendisine İslam sorulduğunda namaz, zekat,
oruç ve haccı zikretmiştir.[5]

İmanı, iç güvenlik olarak tanımlarsak; İslam da
dış güvenliktir. Bu nedenle Allah Rasulü toplumsal güvenin sağlanmasında ferde
düşeni ?iman?la değil; ?İslam?la tanımlamış ve buyurmuştur ki:

?Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden
emin olduğu kimsedir.?[6]

Bu uyarı da gösteriyor ki ?İslam?, mü'min
bireyin müslüman toplumla ilişkilerini belirleyen kavramlar dizgesinin başında
gelmektedir. Yani ?müslüman kimdir?? sorusuna bu nasslardan yola çıkarak şu
cevabı verebiliriz: İslam'a sarılıp kurtuluşa (selamet) eren, insanların da
elinden ve dilinden selamette olduğu; varlığı, bireysel ve toplumsal barışın
(selam) garantisi ve bu garantiyi, karşılaştığı her insana selam vererek peşinen
taahhüd eden insandır. İşte bu hadis, mü'min bireyin sözkonusu barış
garantisinin taahhüdüdür. Onun için selam vermek ?en hayırlı İslam? olarak
tanımlanmıştır:

?Bir adam Nebi'ye sordu:

?Hangi İslam daha hayırlıdır?' Buyurdu ki:

?Açları doyurursun, ister tanı ister tanıma
selam (barış ve güven taahhüdü) verirsin, işte en güzel İslam budur.?

İslam'ın en güzel sembollerinden biri olan
selamın günümüzde içi boşaltılmış ve öz manasından soyutlanmış bir şekilde
geleneksel bir dil alışkanlığı olarak verilmesi, ruhundan soyutlanan diğer imanî
ve İslamî şiarların âkıbetine onun da uğradığının bir görüntüsüdür. Oysa ki
selam, mü'minin mü'mine verdiği barış ve güven parolasıdır. Bu parolayı veren de
alan da birbirleri için mü'min (güvenilir) kimselerdir. Birbirlerine karşı güven
ve barışı taahhüd etmişlerdir. Bu nedenledir ki ?selam?, aynı kökten geldiği
?İslam?ın bir tezahürü olarak ortaya çıkar. İslam'sa, imanın bir tezahürüdür.

Din, hem imanın hem İslam'ın ortak adıdır.
İmansız İslam mümkündür, lakin makbul değildir. Hucurat suresinin 14. ayet-i
kerimesi de bunun delilidir.

Bugün de iman etmediği, Allah'ın ahkâmını içine
sindiremediği halde, kendilerini ?müslüman? olarak tanımlayan insanlar bu
kategoriye girerler. İman etmeden ?İslam olmak? kendi içerisinde iki kısımda
mütalaa edilir:

1-
İmana ulaşmadan müslüman olanlar: Bunun örneği Hucurat: 49/14'deki bedevilerdir.
Onlar, bazılarının iddia ettiği gibi bilinen manada münafık değildiler. Onlar,
çeşitli sosyal ve siyasal nedenler yüzünden imana ermeden İslam'ın siyasal
hâkimiyetine teslim olmuş insanlardı. Bu nedenle sözkonusu ayette Allah, onların
iman olarak niteledikleri şeyin gerçek adının ?İslam? olduğunu izah etmiş ve
iman etmeleri gerektiğini, ancak o zaman mü'min olabileceklerini, şimdiki
durumda ?müslim? olduklarını duyurmuş ve ardından şu garantiyi vermiştir:

?Eğer Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederseniz, O
yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah çok bağışlayandır, çok
esirgeyendir.? (Hucurat: 49/14)

2-
İmana ulaştıktan sonra onu reddedip müslüman görünenler: Bu da iman etmeden
müslüman olmak olarak adlandırılabilir. Ne ki, birincisiyle bu ikinci arasında
derin bir fark vardır. Birinciler imandan habersizken; ikinciler haberlidir.
Birinciler bilinçsizken; ikinciler bilinçlidir. Çünkü bedeviler gerçekten teslim
olmuşlar ve bunu da ?iman? zannetmişlerdir. Bu ikinci kesime giren müslüman tipi
olan münafıklarsa, ya imana girip onun gereğini yerine getirmedikleri için (Uhud'un
ve Tebük'ün ortaya çıkarttığı münafıklar gibi) münafık olmuşlar; ya da bilinçli
bir biçimde küfrü tercih ettikleri halde dıştan müslüman görünmeyi menfaatleri
açısından daha yararlı buldukları için müslüman olmuşlardır. Şu ayet, bu tür
münafıklığı iyi açıklamaktadır:

?Onlar ki inadılar, sonra inkâr ettiler; daha
sonra inandılar yine inkâr ettiler, sonra inkârları arttı.?
(Nisa: 4/137)

Din, iman ve İslam'ın her ikisinin ortak adıdır.
Çünkü iman tasdik, İslam ameldir. İman, kalbin ameli; İslam, bedenin imanıdır.
İman, muharrik kuvvet; İslam, bu kuvvetin harekete dönüşmesidir. Bu nedenle
İslam, ?şeriat?le eşleştirilir ve ?İslam şeriatı? olarak kullanılır; ?İman
şeriatı? biçiminde değil. İman ise ?hakikat? ile eşleştirilir ve ?imanın
hakikatı? denilir; ?İslam'ın hakikatı? değil. İslam'sız imanın hükmü ne ise;
şeriatsız hakikatın hükmü de odur. Hakikatsız şeriat, kuru bir kabuk ve
şekilcilik; şeriatsız hakikat, gizemcilik ve sapıklıktır. Hakikat, varlığını
imandan; şeriat, meşruiyetini İslam'dan alırsa makbul olur.

İmanla İslam arasındaki ilgi, imanla amel
arasındaki ilginin aynısıdır. Halkın dilinde ?İslam'ın şartı? olarak biline beş
rükûn, ameli ilgilendiren (şehadet, dilin amelidir) maddelerdir.

Bütün bunlardan ortaya çıkan sonuç şudur: Şuurun
dört mertebesinden iç bükey ve bâtınî olan marifet ve tasdik ile iman ortaya
çıkmakta; dış bükey ve hâricî boyutu olan ikrar ve amel ile de İslam ortaya
çıkmaktadır. Özetin de özeti; İmanla ameli ayırmak, imanla İslam'ı ayırmak
demektir ki, bu durumda ortada ne iman kalır, ne İslam! Pezdevî der ki: ?Ehl-i
Sünnet icma etti: İman, İslam'dan; İslam da imandan ayrılamaz. Bununla birlikte
iman ve İslam mana olarak ayrıdırlar. Zira iman tasdiktir. İslam ise ikrar,
inkıyad, itaat, boyun eğme ve teslimiyettir. Mü'min, Allah'ı ve Rasulü'nü tasdik
eden; Müslim, Allah'a ve Rasulü'ne itaat edendir.?[7]

Kuru bir "iman ettim" sözü elbette yeterli
değildir. İmanın gerçeği de bu değildir. Söz, kalbin tasdiki ve beynin kabulü
ile bağlılığın ifadesi olmalıdır. Bu da yaşamayı gerekli kılar. İman sözünün
verildiği anda, kişi "ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahit olarak, bütün
benliğimle Allah'a bağlanıyorum. O'nun otoritesine giriyorum." demiş olur. Sonra
da O'nun otoritesini hiçe sayıp, heva ve hevesleri doğrultusunda hayatını
sürdürürse, bu kişi imanı anlamamış ve benimsememiş demektir. Aslında onun
imanı, kendi arzularının otorite olarak kabulü yönündedir. Çünkü o Allah'ın
isteklerini değil; kendi isteklerini kayıtsız şartsız yerine getiriyor. Kim,
kimin isteklerini kayıtsız şartsız yerine getirirse, o, onun kuludur. İmanı,
yani bağlılığı onadır.

İman, itaat ve teslimiyet ile birlikte varlığını
korur.

"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki: 'Allah'a
ve ahiret gününe iman ettik' derler; halbuki onlar, mü'min değillerdir."
(Bakara: 2/8)

"Allah'a ve Peygamber'e iman ve itaat ettik
derler. Sonra da onlardan bir grup, bunun ardından yüzçevirir, bunlar mü'min
değillerdir." (Nur: 24/47)

"Ey iman edenler, Allah'a ve Peygamberi'ne itaat
ediniz. İşitip dururken, itaatten yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde 'işittik'
diyenler gibi olmayın. Zira Allah katında hayvanların en şerlisi, akıl etmeyen
sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal:
8/20-22)

Görüldüğü gibi ayet, Allah'a itaat etmeyenleri
işitmeyen ve görmeyen, aynı zamanda akılsız, en aşağılık mahluklar olarak
tanımlıyor.

"Ey iman edenler, Allah'tan korkulması gerektiği
gibi korkun ve ancak O'na teslim olmuş olarak can verin."
(Al-i İmran: 3/102)

İman, gerçek olup olmadığı ortaya konması için
Allah tarafından imtihan edilir:

"İnsanlar, 'iman ettik' demekle bir imtihana
çekilmeden bırakılıvereceklerini mi zannediyorlar? Halbuki biz, kendilerinden
öncekileri de denemiştik. Allah, elbette imanlarında doğru/sâdık olanları ortaya
çıkaracaktır ve elbette yalancı olanları da belirleyecektir."
(Ankebut: 29/2-3)

Allah'a iman, insan ile yaratıcısı arasında en
şerefli bağı teşkil etmektedir. Zira yeryüzünde en şerefli varlık insandır.
İnsanın en şerefli yeri kalbidir. Kalbin de en şerefli şeyi imandır. Bu bakımdan
iman ve hidayet, nimetlerin en üstünü ve Allah'ın en büyük lutfudur.

?Allah imanı size sevdirdi. Onu kalplerinizde
süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı size çirkin gösterdi. İşte rüşdünü bulanlar
da onların ta kendileridir.?
(Hucurat: 49/7)

İmanın amellerle tezahürü olmalıdır. Güneşten
ısı, gülden koku saçıldığı gibi, imandan da ameller saçılmalıdır. İmanın söz,
fiil ve eylemlerle ispatlanması gerekir. Yoksa iman, birtakım istek ve
temennilerden ibaret değildir.

?İman, istek ve süsten ibaret değildir. Ancak
iman, kalpte yerleşip amelde kendisini gösterendir.?

İman, Allah ve Rasülünü sevmeden olmaz. Hem öyle
ki, bir mü'min için, Allah ve Rasülü'nün her şeyden sevimli olması lazımdır. Bu
sevginin mutlaka amel ve fiillerle ispatı lazımdır. Yoksa, sadece söz ile
sevgi olmaz. Allah'ı ve Rasülünü sevmek demek, Allah'ın hükümlerine ve
Rasülüllah'ın tebligatına fiilen bağlanmak demektir. Bu konuda Allah şöyle
buyurmaktadır.

?De ki, eğer babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesada uğramasından
korktuğunuz ticaret ve hoşunuza gitmekte olan meskenler size Allah'tan, Onun
Peygamberi'nden ve O'nun yolundaki cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın
emri gelinceye kadar bekleye durun. Allah, fâsıklar topluluğunu hidayete
erdirmez.? (Tevbe: 9/24)

İman, ancak gerçek bir sevgiyle; Allah'a karşı
sevgi, Rasülü'ne karşı sevgi ve şeriatın tümüne karşı sevgi ile tamamlanır.
Rasülüllah, bu konuda şöyle buyurur:

?Şu üç şey kimde olursa, o kimse imanın zevkini
alır: 1- Kendisine, Allah ve Rasülü'nün her şeyden sevimli olması, 2- Sevdiği
kişiyi sadece Allah için sevmesi, 3- Ateşe atılmaktan nefret ettiği gibi, küfre
dönmekten de nefret etmesi.?

?Sizden biriniz beni, anasından, babasından,
çocuğundan, kendi nefsinden ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş
olamaz.?

İman dediğimiz şey, Allah ve Rasulü'ne karşı
sevgide şekillendiği gibi, Allah'ın dinini yüceltmek ve üstün kılmak için cihad
etmede, yeryüzünde zulmü ve fesadı önlemek için mücadele vermede de
şekillenmelidir. Allah'a yaklaşmak için namaz ve oruca devam etmede, haram ve
helale ittiba etmede de iman kendini göstermelidir.
Allah, imandan söz ederken, iman ile
birlikte amellerden de söz ediyor. Bu amellerin ekseriyeti de cihad kavramında
birleşir. Çünkü cihad, imanın ruhu ve ameli olarak ortaya çıkar.

"Mü'minler ancak o kimselerdir ki,
Allah'a ve Rasulü'ne iman ettikten sonra şüpheye sapmayıp, Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. İşte onlar, imanlarında sâdık (doğru)
olanların ta kendileridir."
(Hucurat: 49/15)

İman, meyvesiz kurumuş çürümüş, odun
kütüğü olmuş bir ağaç değildir; iman ağacının mutlaka eseri ve meyvesi
görülmelidir. İmanın meyvesi, Allah'tan korkup Allah'ın murakabesi altında
olduğumuzu bilmektir. Şüphesi Allah'ı tanıyan kişi, kendi kusurlarını idrak eder
ve O'ndan korkar ve ona göre hazırlık yapar.

"Allah'ın gönderdiği risaleti tebliğ
edenler, O'ndan korkanlar ve başka hiçbir kimseden korkmayanlar var ya, işte bu,
Allah'ın dinine dosdoğru uyan hak ehlinin sıfatıdır."
(Ahzab: 33/39)

İmanın varlığının en güzel isbatı,
vahye sarılmaktır. Çünkü vahy, en temiz, en sağlam kaynaktır. Vahye sarılmak,
Allah'a bağlanıp, araya aracılar koymadan, doğru olanı kendisinden almaktan
başka bir şey değildir. Vahye sarılmaksızı Allah'a bağlanmak mümkün değildir.
Vahyin mü'minlerden istediği onu dinlemek ve ona tâbi olmaktır.

"Aralarında hükmetmek üzere, Allah'ın
Rasulü'ne davet olundukları zaman, mü'minlerin sözü ancak, 'dinledik ve itaat
ettik' demelerinden ibarettir. İşte asıl amaçlarına erenler bunlardır. Kim
Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse, Allah'tan korkar ve O'ndan sakınırsa, işte
bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."
(Nur: 24/51-52)

"Allah ve Rasulü bir işte hüküm
verdikleri zaman, mü'min erkek ve mü'mine bir kadın için işlerinde muhayyerlik
(başka şeyi tercih etme özgürlüğü) yoktur. Kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan
ederse, muhakkak ki o, apaçık bir sapıklığa sapmıştır."
(Ahzab: 33/36)

"Öyle değil, Rabbine and olsun ki,
onlar aralarında çekiştikleri, tartıştıkları şeylerde seni hakem yapıp, sonra da
verdiğin hükümden dolayı yürekleri hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle
teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar."
(Nisa: 4/65)

Görüldüğü gibi, mü'min erkek ve
mü'mine kadınlara muhayyerlik hakkı yoktur. İman ettikten sonra, kendi heva ve
hevesine göre hareket edemezler. Allah'a ve Rasulü'ne itaat etmek zorundadırlar.
Allah'a iman, sonra arkasından isyan, apaçık bir sapıklıktır. Allah'a iman,
teslimiyetle beraber bütün işlerde Allah Rasulü'nün hakemliğini şart koşar. İman
ettiğini iddia eden herkesin mutlaka hakemi, hükmünü kabul edip uygulayacağı
ölçüsü, tercihi Allah ve Rasulü olmalıdır. Aksi, sapıklıktır.

İman ile amel, birbirini tamamlayan
iki husustur. İman olmadan amel, Allah katında kabul edilmeyeceği gibi; güzel
amellerle süslenmeyen kalbteki imanın manevî zevk vermekten uzak olduğu da
bellidir. İman, kalp toprağına atılan bir tohumdur. İbadetler, güzel ahlak, iyi
davranışlar onun yeşermesini ve hayatiyetini devam ettirmesini sağlayan
vasıtalardır. Salih amel ve güzel ahlakla bezenmemiş iman, bir hücreye kapatılan
ve kimseyle görüştürülmeyen bir din âliminin, mürşid ve vâizin, hitabettiği
topluma faydasızlığı gibi; kişiyi olgunlaştırıp manen geliştirmekten yoksun
bir cevherdir. O halde iman olmadan amelin kabul olunması söz konusu edilemezse;
salih amellerle desteklenmeyen imanın kemale ermekten mahrum olacağı
unutlulmamalıdır. Hatta bu konuda ?imanı korumak, kazanmaktan daha zordur.?
Sözü meşhur olmuştur.

[8]



[1]
Buhari, İman 27.

[2]
Ahmed bin Hanbel, Müsned.

[3]
Buhari, İman 8.

[4]
Buhari, İman 47; Müslim 1/161-162.

[5]
Buhari, İman 47; Müslim, 1/161.

[6]
Buhari, İman 10.

[7]
Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, Kayıhan Y. s. 221, İman Risalesi, M.
İslamoğlu, s. 302-308.

[8]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi 78-84. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.

İMAN.. İman; Anlam ve Mahiyeti
Kur'an'da İman.
İmanın Dereceleri 1) İcmali İman
2) Tafsili İman
Tafsili İmanın Dereceleri ve İman Esasları
İman Artar, Eksilir mi?.
İmanın Muhafazası, Kazanılmasından Daha Zordur
İmanın Gerektirdikleri
İman ve İslam..
İman ve Amel
İman Amelden Bir Cüz müdür?.
İman, Tasdik ve İkrar
Tasdikin Derece ve Türleri
İslam Istılahında İmanın Manası, Hakîkati ve Rükûnleri
İman ve İnkâr Yönünden İnsanlar
İnsanlar Niçin İman Eder? İmanın Sebep ve Sonuçları
İmanla İlgili Sünnetullah (Allah'ın Değişmez Yasaları)
İmanın Sahih (Geçerli) ve Kabule Şayan Olmasının Şartları
İmanı Bozan Haller
1) Cibt ve Tağuta İnanmak
2) Şirk Koşmak
3) Kâfirleri Veli  ve Yönetici Tanımak
Bâtıla İman.
İman Esasları
Sosyal Ve Toplumsal Faktör Olarak İman
İman Sözcüğünün Terimsel Anlamı ve İman-Vicdan Sorunu.
İmanın Niceliği
Taklîdî İman
Tahkıykî İman
Makbûl İman
Merdûd (Reddedilmiş) İman
Masum (Korunmuş) İman
Matbu İman
Mevkuf İman
İman ve Gayb, İnanabilme Yeteneği
İman ve Diyalektik.
Kelâmcı Kamplar
Mu'tezilîler
Mürcie
İman Açısından Kâinâta Bakış
Varlık Realitesi ve Kainat Tablosunda İnsan...
Neden mi?.
Madde ve Hayat
İman-Amel İlişkisi
Kur'ân'ın Bütünlüğü İlkesi ve İman
Genel Çizgileriyle İmansızlık (Küfür)
İmanın Temel İlkeleri
Bilgi Araçları ve İman.
1- Yanlış Algılama
2- Kuşku İle Algılama
3- Çözümleyememe
4- Kavrama Veya Duyumsama
1- Sağlam Duyular
2- Akıl
3- Doğru Haber
a) Allah Elçisinin Verdiği Haber
b) Mütevâtir Haber
İlham..
MÜ'MİN..
Mü'min Kelimesinin Anlam Sahası
Mü'min Kime Denir?.
Mü'minlerin Özellikleri
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
İMANIN ŞUBELERİ
Birinci Kısım Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır
İkinci Kısım Dille Alakalı Ameller
Üçüncü Kısım Bedenî Ameller
1. Çeşit Muayyen Şeylere Ait Olanlar
2. Çeşit Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler
3. Çeşit Âmmeye Müteallik Şeyler