Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri

İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri



İrtidadın Dünyevî
Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri

Günümüzde Kur'an etrafında
oluşturulan problemlerin büyük bir kısmını, Kur'an dışı rivâyetlerle yanlış
olarak elde edilen yorumlar teşkil eder. Örnek vermek gerekirse; Kur'an'da
mürtedd'in (İslâm'dan, başka bir dine dönenin) öldürüleceğini emreden hiçbir
nass mevcut değilken; bu hüküm âdeta tartışmasız bir İslâmî ceza olarak kabul
edilmiştir. Oysa böyle bir hüküm, birçokları meyanında 2/Bakara, 217; 5/Mâide,
54; "Dinde zorlama yoktur..." (2/Bakara, 256) âyetine de aykırı
düşmektedir.
Hz. Peygamber sonrası uygulama
ve ictihadlardan yararlanmak gerektiği halde, dogmalaştırılıp İslâm haline
getirilmesi, din anlayışlarımızla ilgili promberlerin çoğunu teşkil etmektedir.
Öncelikle Kur'an dışı rivâyetleri, Kur'an'ın önüne geçirmemek, ona tahakküm
ettirmemek sûretiyle birçok problem bertaraf edilmiş olur. Geriye kalan
problemler ise, Kur'an'ın doğru anlaşılmasına dayanan problemlerdir.[1]

İrtidad, büyük bir günah
olmakla beraber Kur'ân-ı Kerim'de buna dinî bir cezâ (önleyici bir yaptırım)
konmamıştır. Çünkü iman gönül işidir; zorlama ile olmaz. Dinden dönen, içinden
inkâr ediyorsa dil ile inandığını söylese bile gerçekte mü'min değildir. Öyle
ise dinden dönen kimse, zorla dine sokulamaz.
"Dinde ikrâh yoktur!"
(2/Bakara, 256).
İrtidâd edenin öldürüleceği
hakkında rivâyetler varsa da Kur'an'a ters olan bu rivâyetlerin bir değeri
yoktur.
İrtidâd Allah'a karşı işlenen
bir suç olduğundan buna bir cezâ belirlenmemiş, diğer tür dinî hükümler gibi
cezâsı âhirette Allah'ın hükmüne bırakılmıştır. Mürteddin öldürüleceği
hakkındaki bazı görüşler dinin değil; insanların kendi kanaatleridir. Kur'an bu
konuda bir cezâ belirtmemiştir.
Mürteddin öldürüleceğine dair
bazı zayıf rivâyetler vardır ki, bunlar hadisten çok, sahâbî sözü (eser) olarak
aktarılmıştır. Abdullah İbn Abbâs'ın, güvenilirliği çok tartışmalı âzâdlı kölesi
İkrime'den gelen rivâyete göre güya Hz. Ali, kendisine tanrı diyenleri, yahut
zındıkları veya gizlice putlara tapanları ateş dolu hendeklere attırıp
yaktırmış. Bunu duyan Abdullah İbn Abbâs: "Ben olsaydım, onları yakmazdım. Çünkü
Peygamber (s.a.s.), "Allah'ın azâbıyla azâb etmeyiniz!" buyurmuştur. Ben
onları öldürürdüm. Çünkü Peygamber (s.a.s.): "Dinden döneni öldürünüz!"
buyurmuştur. (Buhârî, Cihad 149, İstitâbe 2; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd
25; Nesâî, Tahrîm 14; İbn Mâce, Hudûd 2; Ahmed bin Hanbel, I/2, 7, 28, 282)
Bu rivâyet çelişkilerle
doludur. Çünkü önce rivâyetten Peygamber döneminde henüz bir çocuk olan Abdullah
İbn Abbâs'ın, mürteddin hükümlerini, Peygamber döneminde icraatın içinde
yoğrulmuş Hz. Ali'den daha iyi bildiği anlaşılmaktadır. Bu, mantıklı değildir.
İkinci olarak Abdullah İbn Abbâs, Hz. Ali döneminde Kûfe'de Hz. Ali'nin yanında
idi. Hz. Ali'nin çukurlar eştirmesi, bu çukurlara doldurduğu yakıtları ateşleyip
bu insanları ateş hendeklerine attırıp yaktırması, toplumdan gizli kalacak bir
şey değildir. Abdullah da muhakkak ki orada idi ve olayı görüyordu. Eğer böyle
bir uygulama olsaydı, bu konuda düşüncesini Hz. Ali'ye söyleyebilir, onu bu
korkunç uygulamadan caydırabilirdi.
Ayrıca bu rivâyetlerde ateşte
yakılanların kimliği de değişmektedir. Bir rivâyette Ali'nin yaktırdığı kişiler
zındıklar (gizli Mani dini bağlıları), bir rivâyette gizlice putlara tapan fakat
müslüman görünen kişiler, bir diğer rivâyette de Ali'nin Tanrı olduğunu söyleyen
Yemen'li Abdullah İbn Sebe' ve adamlarıdır.
Aslında birçok yazarın
allandıra ballandıra fitne olaylarının kaynağı olarak gördükleri bu Abdullah İbn
Sebe', gerçekte efsânevî bir kişidir, tarihî bir kişi değildir. Bu olayların
altında hep bir yabancı parmağı arama alışkanlığındaki kişilerin ürettiği sanal
bir kişidir. Yüz elli Uydurma Sahâbî adlı kitabın yazarı, bu kişinin uydurma bir
kişi olduğunu ispatlamaktadır.
Kimi rivâyette Hz. Ali bunları
yakmamış, hendeklere attırıp üstlerine duman salarak boğdurmuş; kimi rivâyette
de bunları önce hapsetmiş, bunlara ne yapmak gerektiğini adamlarına danışmış.
Adamları bunların öldürülmesini önermişlerse de Hz. Ali: 'Hayır, ben bunlara,
babamız İbrâhim'e uygulanan cezâyı uygulayacağım!' demiş ve öyle yapmış (Fethu'l-Bârî,
12/270; Neylu'l-Evtâr, 7/191, 194). Sanki Hz. Ali, Hz. İbrâhim'in ateşe
atılmasını yerinde bir cezâ görmüş ki zorba kâfirlerin, tevhid imamına
uyguladıkları o tüyler ürpertici cezâyı, bu zavallı insanlara uygulamaya
heveslenmiş. Hz. Ali'den gelen başka bir rivâyette ise mürted öldürülmeden önce
tevbeye çağrılır ve tevbe etmesi için kendisine bir ay süre tanınır (Fethu'l-Bârî,
12/270).
Ahmed bin Hanbel'in bir
rivâyetine göre Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin, Allah ve Elçisi'nin hükmüne göre
mürtedin derhal öldürülmesini istediği söylenirken, devamı olan başka bir
rivâyette ise Ebû Mûsâ'nın, kendisine gelen mürtedi yirmi gece veya buna yakın
bir süre tevbeye çağırdığı, Muâz gelince hâlâ tevbe etmemiş olan bu adamın
boynunun vurulduğu belirtilmektedir.
Enes'in rivâyetine göre "Hz.
Ömer, yanına gelen Enes İbn Mâlik'e: Bekr İbn Vâil'den irtidât eden altı
kabileye ne yaptıklarını sormuş. Enes, onların savaşta öldürüldüklerini
söyleyince; Ömer, onların öldürülmesini uygun bulmadığı için 'İnnâ lillâh...'
demiş. Enes: 'Onlar için öldürülmekten başka bir yol var mıydır?' diye sormuş.
Ömer: 'Evet, onlara İslâm'ı arz ederim, kabul etmezlerse onları hapsederim'
demiştir" (Neylu'l-Evtâr, 7/191 -Beyhakî'den-). Hz. Ömer'in bu sözünden,
mürtedin sadece hapsedileceği, fakat öldürülmeyeceği anlaşılmaktadır.
Hâlid bin Velîd, "Nice namaz
kılan var ki, kalbinde olmayanı söylüyor (inanmış görünüyor)" gerekçesiyle
kısmeti (ganimet taksimini) kabul etmeyen bir kişiyi öldürmek için izin
isteyince Allah'ın Rasûlü: "Bana insanların kalbini yarıp karınlarını deşip
imanlarını araştırmam emredilmedi' buyurmuştur (Buhârî, Meğâzî 61; Müslim,
Zekât 144; Fethu'l-Bârî, 8/67). Bir rivâyette Peygamber (s.a.s.): "Bırak şunun
boynunu vurayım" diyen kimseye, "Hayır, ben ashâbımı öldürmem!" demiştir
(Fethu'l-Bârî, 12/293).
Başka olaylar saldırgan
düşmanlara karşı takınılması gereken tavrı belirleyen âyetleri, derûnî (içsel)
olan ve asla zor kabul etmeyen vicdânî inanca müdâhaleye dayanak yapmak,
Kur'an'ın din ve vicdan özgürlüğüne tamamen aykırıdır. İman gönül işidir.
İnanmadığı takdirde öldürüleceğini anlayan insan, zor karşısında inansa da
mü'min sayılmaz ki. İkrâh ile ne iman, ne de küfür olur. İman serbest olarak
benimsenip kabul edilen düşüncedir. "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk,
sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tâğutu inkâr edip Allah'a iman ederse,
muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işetendir,
bilendir." (2/Bakara, 256).[2]

İslâm'ın kimseyi zorla dine
sokmayı emretmediği, herkese din ve vicdan hürriyeti tanıdığı, başka dinden
insanlara dinlerini yaşama fırsatı verdiği herkesin bildiği bir gerçektir.
Herşeyden önce, "Lâ ikrâhe fi'd-dîn -Dinde zorlama yoktur-" (2/Bakara,
256) âyetiyle bu hüküm ilân edilmiştir. Bir başka âyette de; "Rabbin
dileseydi yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı, o halde sen mi insanları
inanmaları için zorlayacaksın?" (10/Yûnus, 99) buyurulmakla, Allah'ın
insanoğluna bahşettiği kendisine inanıp inanmama özgürlüğüne işaret edilmiştir.
Yoksa tüm insanları, mü'min ve itaatkâr kullar olarak yaratması ve yeryüzünde
hiçbir kâfir kul bırakmaması işten bile değildi. Fakat o zaman insanoğlunun
yaratılmasının altında yatan hikmet, geçersiz hale gelirdi.[3]
Bazılarına göre bu hürriyet,
dine girmeden öncedir. Kimse, zorla müslüman edilemez, ancak dine girdikten
sonra dilediği gibi davranamaz, onun kurallarına uymak gerekir. Bu doğrudur, bir
sistemi benimsemek onun kurallarına uymayı kabul etmek anlamına gelir. Aykırı
davranışların müeyyideleri de olmalıdır. Ancak, İslâm'ın insanlara tanıdığı din
ve vicdan hürriyetini müslüman olmadan önceki bir zamana hasretmek sadece bir
izah tarzıdır ve böyle bir davranış, Hıristiyan ve Yahûdilere tanınan din ve
vicdan hürriyetinin Müslümanlardan esirgenmesi demektir ki, nasslarda böyle bir
sınırlama mevcut değildir.[4]

"Din ve inanç hürriyeti var"
diyoruz, ama İslâm dininden dönen kişinin (yani ben müslüman değilim diyen
insanın) öldürülmesi gerektiği konusunda hâlâ büyük bir ittifak var. Yani, din
hürriyetini hıristiyana, yahûdiye tanıyoruz, ama müslümana tanımıyoruz gibi bir
kanaat var. Yani hıristiyan hıristiyan olarak, yahûdi yahûdi olarak kalacak, ama
Mehmet Aydın dinden çıkarsa? Onun cevabı pek hoş değil. "Lâ ikrâhe fi'd-dîn gayi
müslimler içindir, müslümanlar için değildir" diyenler, böyle anlayanlar var;
hâlâ bu böyle yorumlanıyorsa ciddî bir inanç hürriyeti problemi var demektir.[5]

Zorla iman olmaz. Gönül
ferahlığı ile dinden çıkan kişinin, inandıktan sonra inkâr eden kimsenin cezası
nedir? Kur'ân-ı Kerim, buna bir ceza koymamıştır. Şöyle bir kural konabilir:
"Toplum hukukunu ilgilendiren, toplum haklarına dokunan suçlar işlendiği
takdirde Kur'an'ın ona belirlediği cezalar vardır, ama toplumun haklarını
ilgilendirmeyen, Allah ile kul arasında kalan tamamen vicdanî meselelerde suç
işleyen kimselerin Kur'an'da bir cezası yoktur." Yani bir adam hırsızlık
yaparsa, bu, toplumun hakkına saldırıdır. Allah katında günah ama aynı zamanda
toplum hakkına da saldırıdır. Bir adam zina ederse bu, toplum hakkına
saldırıdır. Allah katında suç olduğu gibi, bir de toplum düzenine saldırı var.
Bunların elbette cezaları vardır. Ama oruç tutmamanın dünyada cezası var mıdır?
Yoktur; cezası âhirettedir. Yani Allah ile kul arasında olan suçların cezası
uhrevîdir, ama toplum düzenini ihlâl eden suçların cezası dünyevîdir. Âhirette
Allah onu ya affeder veya etmez; o ayrı bir konu. İrtidad da tamamen Allah ile
kul arasında olan bir meseledir. O yüzden cezası uhrevîdir. Sonradan bir ceza
uygulanmış ama bu Kur'an'ın getirdiği bir ceza değil. O toplumun yaptığı
ictihaddır.
Bugün biz Kur'an bağlamında
düşündüğümüz zaman görürüz ki, irtidâdın cezası olmadığı gibi, dinde de zorlama
yoktur. Adam "ben dine inanmıyorum, dinden çıkıyorum" derse çıksın, biz onu
zorlamayız ama ikaz ederiz. Kabul eder veya etmez, o ayrı mesele. Zaten "inan!"
diye zorlasak, o da "inandım" dese, acaba gerçekten inanmış mıdır? Bu, bir
vicdan işidir. Hatta bir sahâbî savaşta bir insanı selâm verdiği (Lâ ilâhe
illâllah dediği) halde öldürüyor. Durumu Peygamberimize iletiyorlar.
Peygamberimiz onu öldüren kişiye "neden öldürdün?" diyor. O da, "sadece
korkusundan, öldürüleceği endişesiyle selâm verdi (Lâ ilâhe illâllah dedi)"
diyor. "Hel lâ şekakte kalbehu = kalbini yarıp da baksaydın ya" diyor.
Biz, adamın zâhirine, görünüşüne değer veririz. Dinde zorlama yoktur. Ama hukukî
meselelerde elbette zorlama olacaktır. Farazâ şimdi bir Alman, Türk
vatandaşlığını kabul etse, bu adam T.C.'nin kanunlarına uymayı kabul etmiş
demektir, ona uymak mecbûriyetindedir. T.C.'nin kanunlarına göre suç olduğu
halde; "ben hırsızlık ederim, adam öldürürüm" diyebilir mi? Devlet, ona keyfî
hareket etme serbestliğini verir mi? Elbette ki vermez. İslâm da hiçbir
müslümana kendi kurallarını çiğneme hakkını vermez. Aksi halde nizam diye, hukuk
diye bir şey kalmaz. Elbette bu konularda zorlama vardır. Ama iman meselesinde
bir zorlama yoktur.[6]

Hayreddin Karaman Hoca ise, bu
konuda şunları söylemektedir: ?İrtidad, bir insanın müslümanken İslâm'ı terk
edip dinsiz olması, yahut başka bir dine geçmesi demektir. Öyleyse şimdi
müslüman değilken din değiştirse, ona irtidad demiyoruz. Dilediğine inansın,
dilediğine geçsin. Müslüman olmayan bir insanın din değiştirmesi zaten
serbesttir. Müslüman bir kimsenin din değiştirmesidir problem. Şimdi korkuyor ya
bir kısım insanlar, ?ya gelirseniz ne olacak??
Bugün Türkiye'de yaşayanların %
99,6'sı müslüman(mış); iyi de, şimdi, bazı alevî vatandaşlarımız çıkıyor,
diyorlar ki: "25 milyon alevî var". Onlara soruyoruz: ?Bu alevîlik nasıl bir
şeydir?? Anlatıyorlar; bir kısmının anlattığı şeyin İslâm'la alâkası yok. Zaten
böyle alevîlere soruyorsun, diyorlar ki; ?biz bir kere sünnî değiliz ya, bizimki
İslâm da değil; apayrı bir kültürdür, vs.dir.? Bu, tüm alevîler için doğru
olmadığı halde, onların sözcülüğünü üstlenen niceleri böyle diyor, en azından
böyle olanlar da var. Başka birileri çıkıyor, diyor ki: ?Ülkemizde şu kadar
falan dinden insan var, şu kadar filan inançtan kişi var, şu kadar şu ideolojiye
mensup insan var. Bunlar söyleniyor. Kaleme vuruyorsun, neticede % 99 gibi bir
şey gözükmüyor. Bunların hepsini biz müslüman sayıp da, yarın adam ?ben müslüman
değilim? deyince, mürted sayma hakkımız var mı? Bu soru olarak ortaya atılan
cümlenin cevabı içinde vardır. Yani bu tür kimseleri mürted saymaya hakkımız
yok. Biz, bu kimseleri henüz müslüman olmamış ham madde olarak kabul edeceğiz.
Ham madde ama ahsen-i takvîme, eşref-i mahlûkata yönelik, ona tâlip ham madde.
Bütün gayretimizle onlara İslâm'ı sevdirmeye çalışacağız, öyle düşmanca,
merhametsizce, kılıçla, sopayla değil. Kur'ân-ı Kerim insanları nasıl İslâm'a
kazanacağımızı, nasıl dâvet edeceğimizi anlatıyor. Orada müjde vardır, sevgi
vardır, merhamet vardır, paylaşma vardır. İslâm'ın güzelliklerini anlatma,
gönülleri ısındırma ve kazanma vardır. Biz bunları yaparak bu insanları
kazanmaya çalışacağız, mesele budur ve korkulacak bir şey yoktur.
İkincisi, diyelim ki hakikaten
bir müslüman, -Allah esirgesin- nasıl olduysa bir gün İslâm'dan şüphe etti ve
dini bıraktı, dinden çıktı. Müslüman iken dinsiz oldu, başka bir dine intikal
etti, ama meselâ müslümanların karşısına geçip müslümanlara hiyânet etmedi,
müslümanların düşmanlarıyla onlara karşı savaşmadı, sadece dinini değiştirdi,
İslâm dinini terk etti. Sırf bundan dolayı bu insan öldürülür mü? Bu soruya
İslâm, bir tek cevap vermiyor. Öldürülür diyen var, öldürülmez diyen de. Nitekim
Ebû Hanife diyor ki: Kadın irtidad ettiğinde öldürülmez. Niye? Çünkü kadın
muhârip değildir. Yani kadın bilkuvve muhârip, savaşçı değildir. Bilfiil bazı
kadınlar da savaşçı olabilir, ama olsun, potansiyel olarak genellikle kadınlar
düşmanlara iltihak edip müslümanları vurmayacağı için kadın öldürülmez diyor.

Eğer bir insan, sadece dinini
değiştirdiği için öldürülseydi, kadının da öldürülmesi lâzım gelirdi. Çünkü
kadın da insandır ve kadının Allah'a kulluk mükellefiyeti bakımından erkekten
hiçbir farkı yoktur. Öyle olunca, eğer bir insan, sadece dinini değiştirdiği
için öldürülseydi, sebep bu olsaydı, o zaman dinini değiştiren kadın da
öldürülürdü. O halde ?İslâm'da mürted öldürülür? diyen fıkıhçının gerekçesi
sadece din değiştirme değildir. Böyle olunca, başta kâfir olma hürriyeti olduğu
gibi, insanların sonradan kâfir olma hürriyeti de vardır. İnsanlar zorla iman
ettirilemez ve zorla iman içinde tutulamaz.?[7]

Mürtede karşı tavır
konusunda dikkatli olmak mecbûriyeti vardır. Önüne gelene, ?kâfir' damgası
vurmak demek olan ?tekfir hastalığı?na düşmemek, rastgele câhil müslümanlara
?mürted' mührü vurmamak gerekir. İnsanların yetişme tarzı, bilgilerinin azlığı,
o bilgileri kullanma tavrı, İslâm'ı öğrenme kaynakları göz önüne alınmadan
?tekfir' etmek çok yanlıştır. Bir müslümanı onu dinden çıkaran davranış ve söz
üzerinde bulursak, onun yanlışlığını düzeltmeye çalışmamız gerekir. Rastgele
?kâfir' damgası vurmak hem görevimiz değil, hem de müslümanların sayısını
azaltmaktır. Sayımızın azlığı ancak düşmanlarımızı sevindirir.
Mürted'e verilecek ceza
konusunda fıkıhçıların değişik görüşleri var. Bazıları, eğer toplu irtidat
olmuşsa bu; İslâm toplumunun veya devletin güvenliğini ilgilendirdiği için,
onlarla topluca savaşılır, zararları def edilir demektedirler.
Günümüzde batılı ülkelerin
ulaştığı zenginlik ve kalkınma, birçok zayıf imanlı müslümanı onlara hayran
ediyor. Bir kısmı da onların İslâm'a uymayan fikirlerini, hayat şekillerini
benimsiyor, onlar gibi olmaya çalışıyor. Bu, gerçek İslâm'ı gereği gibi
bilmemenin ve ona imanın zayıf olmasının bir sonucudur. Bazı müslümanlar da,
yönetildikleri rejimler tarafından İslâm dışı ideolojilere, uyguladıkları
eğitim, medya ve devlet politikasıyla inandırılmaya, Islâm'dan koparılmaya
çalışılıyor.
Bugün yapılması gereken,
?falanca adam küfür sözü söyledi ve mürted oldu, ona hangi cezayı verelim' diye
fetvâ arayışı değil; İslâm'ın, güzellikleri ve kurtuluş yolu olduğunu en güzel
yolla insanlara ulaştırmak, hatayı biraz da kendimizde arayıp zayıf
müslümanların dinden uzaklaşma sebeplerini azaltmaya çalışmaktır. Haksız ve
gereksiz tekfîr mantığı haksız ve kolaycı bir davranıştır. Hiç bir yararı da
yoktur.[8]
Kanaatimize göre, mürtedden
kasıt, İslâm nizamına, İslâm devletinin varlık ve bütünlüğüne karşı çıkıp ona
baş kaldırmak için dinden dönmedir. İşte dört mezhebin ittifakıyla mürtede
uygulanan idam cezâsı, bu düşünceyle dinden dönmenin cezâsıdır, yoksa kılıç
zoruyla insanları dinde tutmak için değildir. Birçok âyette belirtildiği gibi,
dini zorla kabul ettirmek gibi bir şey zaten yasaklanmıştır (Bkz. 2/Bakara, 256;
10/Yûnus, 99; 18/Kehf, 29 vb.).
Muhammed Hamidullah'ın şu
sözleri de bu kanaatimizi desteklemektedir: ?İrtidâd suçu, İslâm milletine karşı
işlenen bir bağy (isyan) suçu olduğundan, hem siyasî, hem de dinî cezâ
gerektirmektedir.? (Vâkıdî, Kitâbu'r-Ridde, Hamidullah'ın Mukaddimesi, s. 9).
Bilindiği gibi, bağy suçunun cezâsı, Hucurât sûresinin 9. âyetiyle sâbittir.
Peygamberimiz döneminde mürted olan ve sayıları hiç de az olmayan insan
çıkmıştır. Hicreti göze alamadığı için Mekke'de kalmaya devam eden ve çevre
şartlarına, oradaki baskılara dayanamayıp irtidad edenler, Habeşişsatan'a hicret
edip oranın şartlarına uyum sağlayıp irtidad edenler vardır. Yine, Hz.
Peygamber'e vahiy kâtipliği yapmış olan Kays, sonradan mürted olup kaçmıştır. Hz.
Peygamber, bu mürtedlere herhangi bir ceza uygulamamıştı. Yani Rasûlullah'ın
fiilî sünnetinde mürtedlere idam cezası gibi bir hükümden bahsetmek doğru
değildir. Mekke'nin fethi sırasında Hz. Peygamber'in öldürülmelerini emrettiği
bazı müşrikler yanında kimi mürtedler varsa da, bunlar, salt mürted oldukları
için bu cezâya çarptırılmamıştır. Mürted olduktan sonra İslâm düşmanlarını
müslümanların aleyhine kışkırttıkları için, İslâm'a büyük oranda zarar vermeye
çalıştıkları, savaşçı konumları için bu cezaya müstahak olmuşlardır. (Ayrıntılı
bilgi için bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, II/317). Hatta bunlardan bir kısmı tekrar
müslümanlığı kabul etmiştir.
Özellikle Hz. Ebû Bekir (r.a.)
döneminde ?ridde savaşları? diye bilinen savaşlar, hele zekât gibi o dönemde
devlete verilen bir vergiye itiraz edenlere karşı uygulandığı gözönüne alınınca,
bunların bağî/isyankâr oldukları, meşrû İslâm devletine karşı ayaklandığı,
savaşçı konumunda oldukları ve bunun cezâsı olarak kendileriyle savaşıldığı
değerlendirilmelidir. Hz. Ebû Bekr'in mürtedlere ve zekât vermeyenlere karşı
savaş açması, tamamen devletin düzenini yıkma girişimlerine karşı verilmiş bir
savaştır. Tarihte devlet adamları, kamunun yararını dikkate alarak bazı
uygulamalarda bulunmuş olabilirler, ama bunlar siyasî amaçlıdır, başkaldırılara
karşı tedbirden ibârettir. Yoksa, savaşçı konumunda olmadıkları için kadınların
sırf irtidad ettikleri için öldürülmemeleri gerektiği hükmü de
değerlendirilmemiş olur. Dolayısıyla İslâm'la ve/veya müslümanlarla savaşçı
durumunda olan ister önceden beri kâfir/müşrik, ister mürted kimselerle
savaşılır, onlar öldürülür. Ama savaşçı durumunda olmayan kendi halindeki
mürtedlerin öldürülmesi, Kur'an hükümlerine uygun değildir, Kur'an'ın inanç
özgürlüğü ilkelerine terstir. İslâm fıkhında dört mezhebin ittifak ettiği
mürtedin idamla cezalandırılması hükmü, devletin düzenine karşı başkaldırması ve
bir bağy suçu işlediği içindir. Yoksa, Şeltut'un da dediği gibi; kendi kendi
kendine, İslâm'ı karalayıp suçlamadan bir başka dini benimseyen kimseye idam
cezası verilmez (Mahmut Şeltut, el-İslâmu Akîdeten ve Şerîah, s. 301).
Peygamberimiz (s.a.s.)'in
müslümanlar arasında münâfıkların varlığından haberdar olduğu halde, bu
insanları cezalandırmadığı, hatta onları mescidinden kovup mahcup etmediği
bilinmektedir. Bu da, müslümanların ne kadar hoşgörü sahibi olduğunun bir
delilidir. Bunun için diyoruz ki, mürtedin ölüm cezasına çarptırılması, İslâmî
sisteme, devletin egemenliğine karşı çıkma haliyle sınırlıdır (M. Şeltut, a.g.e.
s. 301). Bugün hemen hemen bütün dünyada bu suçu işleyenlerin cezası hep
aynıdır; idam.
Mürtedin dinden çıktığını
herhangi bir şekilde ilân etmesi gerekir. Aksi takdirde onun dinden döndüğüne
hükmedilemez. Çünkü o takdirde bu kişi mürted değil; münâfık sayılır. Bu ilân
ile de İslâm nizamını hiçe saymış olur, mürted, bu davranışıyla kendisi gibi
olanları bu yola teşvik etmiş, İslâm aleyhinde en azından soğuk savaş başlatmış,
yıkıcı propagandaya girişmiş olur. En azından zayıf inançlı kişilerin kalplerine
şüphe tohumlarını ekmiş olur. Bütün bunlar, toplumun sarsılmasına ve İslâm
nizamının zedelenmesine sebebiyet verir. Bunlar büyük suçlardır. İslâm'da
kimsenin gizli hallerini araştırmak, yani tecessüs câiz olmadığına göre (49/Hucurât,
12), fıkıhçılar tarafından irtidâd için öngörülen idam cezâsı, aslında bu
davranışın açıkça propaganda yoluyla İslâm nizamına karşı gelinmesinden
dolayıdır.
Dinden çıkma ile, dine karşı
çıkma ayrı ayrı şeylerdir. Fıkıhçılara göre, idam cezasına çarptırılan mürted,
dinden dönen herhangi bir kimse değil; dine karşı saldırıya geçen savaşçı
kimliğindeki insandır.
İrtidâd, akıllı ve bâliğ
kimsenin zorlama olmadan İslâm dinini fiil, söz veya inanç bağlamında
terketmesiyle gerçekleşir. Delinin, aklı ermeyen çocuğun ve mükrehin/zorlananın
dinden dönmesi geçerli değildir. Kişinin sözlü, fiilî veya itikadî olarak
gerçekleştirdiği davranışının dinden çıkmayı gerektirdiğini bilmesi ve bunu
bilerek yapması gerekir. Hatta Şâfiî'ye göre, kişinin bu işi bilerek yapması da
yetmez, dinden çıkmaya niyetlenmesi de gerekmektedir. Çünkü ameller niyetlere
göre değer kazanır (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1; Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45,
Talâk 11; Eymân 23; Müslim, İmâre 155; Ebû Dâvud, Talak 11; Nesâî, Tahâre 59,
Talak 24, Eymân 19; İbn Mâce, Zühd 26; Abdülkadir Udeh, et-Teşrîu'l-Cinâiyyü'l-İslâmî,
2/719).
Özellikle,
günümüz câhiliyye ortamlarında insanlar, müslüman olduğunu iddiâ edenler, ya da
müslümanların yaşadığı yerlerdeki insanlar, çevrelerinden İslâm'ı ne kadar,
doğru bir şekilde öğrenme, güzel örneklerini görme imkânlarına sahiptir?
Çoğunlukla bid'at ve hurâfelerle yer yer tahrife uğramış, medyada, okullarda,
hatta kimi câmilerde tanıtılan ve yaşanılan İslâm'ın ne oranda gerçek İslâm
olduğu sorulmalıdır. Ve bütün bu olumsuz şartlar içinde insanın bazen
hurâfelere, zâlimlerle işbirliği yapanlara karşı çıktığını zannedip
değerlendirerek hak adına hakka karşı çıkabildiğini unutmamak gerekiyor.
Câhillik, bilinmeyen İslâm'a karşı çıkmayı neticelendirdiği gibi, bazen bu
câhiller sevdiği(ni zannettiği) dinin gerçeklerine karşı çıkıp çıkmadığını bile
bilip değerlendirmeden aklına göre bir hükmü kabul etmeyebiliyor. Nice insan
İslâm için kendini belki fedâ edebilecek durumda Allah'ı ve Rasûlünü sevdiği
halde, düzen ve ortamın kurbanı olarak, ilim ve amel konularında da ihmalin
neticesi, bazı müslümanlarca mürted ilan edildiği için idamı hak eden duruma
düşebiliyor. Acınması ve kurtarılması gereken bu zavallılara karşı görevlerini
yerine getirmeyen müslümanların, bunları asılması gereken insanlar olarak ilân
etmeleri ne kadar doğru olur? Bunlara ne verdik ki, ne istiyoruz? Bataklıktan,
hele gübrelikten çok güzel kokulu güller mi çıkacak? Tek tük çıksa bile,
gübreliğin gülistan olmasını beklemek idealizmin anormallik boyutu değil midir?
Bataklık/gübrelik kurutulmadan b... böceklerinin veya sivrisineklerin önüne
geçmek mümkün mü? Cehâlet, aldatmalar, saptırmalar, akın kara, karanın da ak
gösterilmesi gibi tavırlar değerlendirilmeden ve bunlara çözümler bulunmaya
çalışılmadan insanların hakka tümüyle nasıl teslim olabileceğini düşünmek
gerekiyor. Derdimiz bağcı dövmek değil, üzüm yemek olmalı. Yargı yerine dâvet
öne çıkmalı, tekfir ve mürtedlik damgalamasıyla öldürülecek adam aramak yerine;
ihyâ edilecek, hidâyetlerine sebep olunacak tavırlar gerekiyor. Mesleğimiz
yargıçlık değil, itfaiyecilik ve doktorluk olmalı. Bilinçli şekilde savaşçı
konumunda olmayanları öldürmeye değil, onları kurtarmaya, ihyâ etmeye
koşmalıyız. Militanlık değil, merhamet fedâiliği gerekiyor ıslah için, amel-i
sâlih için, hakkı ve sabrı tavsiye için. Unutmayalım ki, bir canı kurtaran/ihyâ
eden, bütün insanları kurtarmış gibi; haksız yere birini öldüren de bütün
insanları öldürmüş gibi olur (5/Mâide, 32).







[1]
Hikmet Zeyveli, Kur'an'ın Aktüel değeri Üzerine, 1. Kur'an Sempozyumu, Bilgi
Vakfı Y. s. 289, 293.





[2]
Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 10, s. 170-172.




[3]
Mevdûdi, Tefhimu'l Kur'an, c. 2, s. 340.



[4]
Ahmet Yaşar, İslâm Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, s. 98




[5]
Mehmet Aydın, 1. Kur'an Sempozyumu, s. 353





[6]
S. Ateş, 1. Kur'an Sempozyumu, Bilgi Vakfı Y. s. 382-383





[7]
Hayreddin Karaman, İslâm'da İnsan Hakları, Ensar Neşriyat, s. 72-73.



[8]
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 459.

İRTİDÂD.. İrtidâd; Anlam ve Mâhiyeti
Geniş Anlamda İrtidâd ya da Riddet Nedir
İrtidâd, Neden Küfrün En Az Rastlanan Türüdür.
Kur'ân-ı Kerim Mürtedler Hakkında Ne Diyor
İrtidâd, Aynı Zamanda Bir İslam Hukuku Konusudur.
Mürtedin Kişiliği
Mürted.
İrtidat Sebepleri
Fıkhî İctihadlara Göre Mürtedin Cezası
Mürtedin Öldürülmesinin Hikmeti
İrtidatın Başlaması
1) Dinden Tamamen Dönenler
2) Namazla Zekâtı Birbirinden Ayıranlar
Ridde Savaşları
Halid bin Velid'in Tuleyha Meselesini Çözümlemesi
Benû Âmir, Havâzin ve Suleymlilerin İrtidâdı
Kur'ân-ı Kerim'de İrtidâd Kavramı
Bir Tefsirden İktibas.
Hadis-i Şeriflerde İrtidât Kavramı
Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili
İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri
Gizli İrtidâd.
Şirkin Çağdaş Yansımaları; Özendirilen ve Dayatılan Mürtedlik.
Güncel Câhilî Eğitimde Şirk
İttibâ Şirki
Mürtedliğe Giden Yollar Mürtedliğe Yol Açan Sebepler
Bir Müslümanı Mürted Yapan Tavırlar
Elfâz-ı Küfür
Çevrede Çokça Duyulan Elfâz-ı Küfürden Bazıları (Söyleyeni Şirke Düşürmesinden  Korkulan, Müslümanları Mürted Yapmasından Endişe Edilen Çirkin Sözler) 1) Allah'la İlgil
2) Dinle İlgili
3) Cennet, Melek ve Kaderle İlgili
Ef'âl-i Küfür
1) Puta Tapmak
2) Mushafı Pisliğe Atmak Gibi Saygısızca Davranmak
3) Gayr-i Müslimlerin Tapınaklarına İbâdet Kasdıyla Gitmek
4) İbâdet Kasdıyla Herhangi Bir Şahsa Secde Etmek
5) Ölülerden Duâ Ederek Bir Şey İstemek, Kabirleri Tapınak Yapmak
6) Haç Takınmak
7) Ğıyar ve Zünnâr
8) Mecûsî ve Yahûdi Şapkası
9) Sihir
Müşrik ve Mürtedlerle Mücâdele.
Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları
İrtidâd, İrticâ/Gericilik Demektir; Mürted de Mürtecî/Gerici
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar