Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

3- Yeni Doğan Cemaatin Özellikleri

3

3- Yeni Doğan
Cemaatin Özellikleri:

Müslüman bir devletin kurulabilmesi için
müslüman bir cemaatin doğması tek ve gerçek yoldur.

Acaba bu yeni doğacak olan cemaatte bulunması
gerekli özellikler nelerdir?

Bu özellikleri iyice anlayabilmemiz için daha
önce söylediğimiz iki önemli meseleyi bilmemiz gerekir:

1) Bu
cemaatin ilk pratik hedefi, cahiliyyeti ortadan kaldırmak ve onun yerine İslam'ı
yerleştirmektir.

2)
İslam'ı yeniden hakim kılabilmek için sadece tebliğ yetmez.

Her ne kadar cahiliyyet nizamı İslam'ın tebliğ
edilmesine izin verse de günün birinde silahla cihad kaçınılmaz olacaktır. O
zaman müslümanların maddi yönden de güçlü olmaları gerekecektir. Bu, Nuh
(a.s)'dan günümüze kadar böyle olagelmiş tarihi bir gercektir.

"Cahiliyyenin sadece teori şeklinde ortaya
çıkmaması, aksine pratik bir hareket mekanizmasına sahib olarak belirmesinden
dolayı onu silip atmak ve insanları bir kere daha Allah'a çevirmek için
yapılacak her hareketin elbette sadece düşüncede kalan teori şeklinde ortaya
çıkması doğru olmaz... Çıksa da bir fayda sağlamaz

Çünkü böyle bir hareket, fiilen var olan bir
durumu yok etmek için gerekli daha üstün olma prensibini bir kenara itelim,
fiilen var olan organik bir mekanizmaya sahib bulunan cahiliyyeye denk bile
olamayacaktır.

Prensibleri ve teferruattaki metotlarının
tabiatına temelden zıt olan başka bir varlığın ikame edilmesi için yalnız ona
denk bir güce sahib olması değil blakis ondan daha üstün bir kuvvete sahib
olması gerekir. İşte bundan dolayı bu yeni hareketin teorideki prensipleri
yönünden de; kuvvetli, aksiyoner ve fiilen var olan cahiliyyet toplumuyla
ilişkilerinde güçlü organik bir topluluk halinde ortaya çıkması şarttır."

(Yoladaki İşaretler s: 47)

"Daha önceki pratik tatbikatın ve merhale
merhale gelişen tecrübelerden de anlaşılmıştır ki, birbirine zıt iki hayat
görüşü arasında bunca temelli, kökü derinlere inen, düşünce, inanç, hareket ve
nizam intizam anlayışındaki ayrılıkları, siyasi, sosyal iktisadi ve insani görüş
farklılıklarına rağmen birlikte yaşamaları ve barış içinde geçinmeleri
imkansızdır..."

"Diğer taraftan büyük küçük hiçbir konuda
aralarında birleşme söz konusu olmayan iki hayat görüşünün ve felsefesinin
tabiatından doğan bir çatışmadır bu... Bir bakıma toprağa bağlı nizamların kendi
varlıklarını, sistem ve şarlarını tehdit eden Allah'a bağlı nizamı daha o
bastırıp yok etmeden harekete geçerek bastırmasıydı bu... Öyleyse bu çatışma
zaruri idi ve ne o tarafın ne de bu tarafın bu çatışmayı kendi kararıyla
durdurması söz konusu olamazdı."

(Fi-Zilalil Kur'an c: 10 s: 116-117)

Allah'ın yardımıyla İslam devletini kurulmasında
basamak teşkil edecek olan müslüman cemaatin özelliklerini açıklamaya çalışalım.

Birincisi:
Bu topluluğu meydana getirecek fertleri birbirine bağlayan bağ sadece akide bağı
olmalıdır.

Yeni İslam toplumunun tek bağının akide
olduğunu, ayrıca söz etmeye gerek yoktur. Çünkü bu apaçık bir şeydir. Ancak iki
nedenden dolayı bundan söz etmeye gerek gördük.

1-
İslami cemaatte açıkca görünen Hareket'in niteliklerini topluca ortaya koymak.
Temelde bir takım niteliklerini topluca ortaya koymak maksadı ile yapılacak
olursa, apaçık olan şeyleri zikretmenin de sakıncası kalmaz.

2- Bu
çağda İslami Hareket, bu asrın yirminci yılların sonlarında ve otuzlu yılların
başlarında ortaya çoktığında akide bağı ile birlikte ırk ya da toprak bağları
gibi bir takım gölge şeyleri de birlikte öne sürüyordu. Bir takım İslamcı
yazarların bu konuda yazdıklarını inceleyenler bu hareket adına konuşanların
bunu açıkca söylediklerini görecektir. Hatta bazılarının, insan ırklarını
herhangi birisini bedeni gibi, İslam'ı ise bu bedenin ruhu gibi değerlendirip
söylemekte sakınca görmediklerini tesbit edecekti. Buna da İslam devleti derler.
Fakat şu iyici bilinmelidir ki ruhun kendine has cesedi bulunmayacak olursa,
pratik ve gerçek varlığını kaybedeceği apaçıktır.

"Müslüman toplumun yapısının birinci ayırıcı
özelliği, bu toplumun her konuda yalnızca Allah'a kulluk etme temeli üzerinde
yükselmesidir... Söz konusu bu Ubudiyeti "Allah'tan başka ibadete layık ilah
olmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet getirmek" temsil
edip şekil kazandırır.

"Bu Ubudiyet, hem itikadi düşüncede, hem
ibadetlerde, hem de kanuni hükümlerde aynı şekilde ortaya çıkar."

(Yoldaki İşaretler s: 83)

"İslam toplumu, ancak bir insan topluluğunun
tamamen yalnızca Allah'a kul olduğunu, Allah'tan başka hiç kimseye kulluk
etmeyeceğini ilan etmesi ile var olabilir. Bu topluluk düşünce ve inançlarda
Allah'dan başkasına kul olmamalıdır. Prensip ve sistemlerde Allah'dan başkasının
kulluğunu kabul etmemelidir. Sonra da fiilen hayati nizamlarının hepsini bu
helisane kulluk esasına dayandırmalıdır. Vicdanını hareketlerini Allah'dan
başkalarına inanç pisliğinden temizlemeli ve hareketlerini Allah'dan başkalarına
ibadet etme felaketinden arıtmalı, hayati prensiplerine Allah'dan başka
kimseleri karıştırmaktan uzak bulunmalıdır.

İşte o zaman bu cemaat bir müslüman cemaat
olabilir. Ve bu cemaati meydan getiren fertler büsbütün İslam ünvanına layık
olabilirler."

(Yoldaki İşaretler s: 83)

İkincisi:
Müslüman cemaatin fertleri arasında organik bağ
olmalıdır.

Yeni doğan cemaat ileride kurulacak olan İslam
devletinin adeta küçük bir modeli gibidir. Rasulullah (s.a.s) müslüman toplumunu
bir vücudu, onu meydana getiren fertleri ise bu vücudun uzuvlarına benzetmiştir.

Bir hadis'i şeriflerinde Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyuruyor:
"Mü'minler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve
korumada bir vücud gibidirler. Vücudun herhangi bir organı rahatsız olursa diğer
organları da bu yüzden ateşler içinde kalır, uyuyamaz."

(Buhari, Müslim)

Rasulullah (s.a.s) bir başka hadisde:
"Mü'min, mü'mine karşı parçaları birbirini bağlayıp
sağlamlaştıran bir binanın tuğlaları göbidir." buyurdu ve (bu bağlılığı
göstermek için Rasulullah) parmaklarını birbirinin arsına geçirip, kenetledi."

(Buhari, Müslim)

Müslüman toplumun fertlerini, parçaları
birbirini bağlayıp sağlamlaştıran bir binanın parçaları gibi bir birlerine
bağlı olması için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekir:

1)
İtikadda ve düşüncede sağlamlık ve netlik,

2)
Hedefin ve hedefe ulaştıracak yolun belli olması,

3)
Mü'min ve kafirlerin arasının kesin ayrılması,

4)
Sağlam bir karekter ve güzel bir ahlaka sahip olmak,

5)
Teşkilatın sağlam yapılı olması,

6)
Teşkilatın başındaki liderin ilim, basiret sahibi ve güvenilir bir müslüman
olması,

7) Bu
cemaatin fertlerinin sadece Allah'ın, Rasulünün ve müslüman liderin velayetinde
olmaları ve cahili toplumla ve bu toplumun liderleriyle herhangi bir dostluk ve
ilişkiye girmemeleri...

1-2)
"Demek ki sosyal bir İslam düzenini ve bu düzene dayalı müslüman bir topluluk
meydana getirmeyi düşünmeden önce bütün dikkat ve çalışmalar ilk iş olarak
ferterin vicdanını ne şekilde olursa olsun Allah'tan başkasına kulluktan
temizlemeye sevkedilmelidir. Ancak bundan sonra vicdanları Allah'a kul olarak
başkasına kul olmaktan kurtulmuş, arınmış fertlerden meydana gelen bir müslüman
cemaat teşekkül edebilir."

(Yoldaki İşaretler s: 85-86)

"Biz İslam'ı gerek ona inananlara, gerekse
inanmayanlara sunarken kendi içimizde tamamen aydınlığa kavuşması gereken bir
hakikat vardır... Ve bu hakikat bizzat İslam'ın tabiatından kaynaklanır. İslam
tarihinden doğar...

İslam'ın varlık ve hayat konusunda başlı başına
müstakil bir düşüncesi vardır. Bu düşüncenin kendine has seçkin özellikleri
bulunmaktadır. Sonuç olarak bu düşünceden hayat konusunda başlı başına kendisine
has özel temelleri, bağları bulunan ve belli özelliklere sahip nizamın dayanağı
durumunda olan bir metod ortaya çıkar.

Bu düşünce, temelden klasik ve modern
cahiliyetlerin bütün düşünce sistemlerine muhaliftir."

"Ve İslam'ın ilk vazifesi; bu ideolajiye, bu
düşünce sistemine uygun olan ve onu parti şeklide temsil eden bir insanlık
hayatı meydana getirmek, yeryüzünde Allah'ın seçtiği nizama uygun bir düzen
kurmak ve bu düzenin temsilcisi durumunda olan bir İslam ümmeti meydana
getirmektir."

"Şu halde İslam'ın vazifesi yeryüzünde hakim
olan cahiliyyet ideolejileri ile ve herhangi bir yerde hakim bulunan cahiliyyet
sistemleriyle anlaşmak değildir. Geldiği günden beri asla İslam böyle bir
görevle sorumlu tutulmamıştır. Bugün de ona böyle bir vazife yüklenemeyecegi
gibi gelecekte de ondan böyle birşey istenemez..."

"Gerçek odur ki; İslam cahiliyetle uyuşma
çareleri aramayı kabul etmez. Ne düşünce sistemi yönünden ne de bu düşünce
sisteminin doğduğu idare tarzları bakımından... Ya İslam, ya cahiliyyet."

"Demekki İslam'ın vazifesi; cahiliyyeti
insanlığı yönetme mevkiinden uzaklaştırıp bu kumanda mevkiini kendi özel
metoduna göre ele alması ve kendine ait izleri taşıyan asil özellikleriyle
yönetmesidir..."

"İslam, insanların düşünce ve sistemlerinde,
adet ve geleneklerinde, toplumsal hayatlarında ortaya çıkan arzularına boyun
eğmek için gelmemiştir. Bu arzular, ister İslam'ın geldiği çağlardaki arzular
olsun isterse bugün doğuda ve batıda toplumların içine daldığı hevesler olsun
farksızdır. İslam yalnız bütün bunları ortadan kaldırmak ve insan hayatını kendi
özel prensiplerine göre düzenlemek için gelmiştir..."

(Yoldaki İşaretler s: 145-148)

"Biz İslam'ı insanlara sunarken hile ve oyuna
başvuracak değiliz. Onların sapık düşüncelerine ve şehevi arzularına boyun
eğecek değiliz. Aksine onlarla açık, hem de son derece açık olacağız..."

(Yoldaki İşaretler s: 150)

"Bu dine sahip çıkanların şu gerceği iyi
bilmeleri gerekir. Bu din nasıl Allah'tan gelen bir din ise onun hareket metodu
da aynı şekilde Allah'tan gelmiştir, esas tabiatına uygundur. Ve şurası bir
gerçektir ki bu dinin hakikatini ameli metodundan ayırmak imkansızdır."

"İslam'ın bu şekildeki faaliyet metodunu
öğrenince Mekke'de takip ettiği metodun esas olduğunu daha iyi kavrarız. Mekke
devresi sadece ilk müslüman cemaatin oluşumuna has bir merhale ve ona uygun bir
metoddan ibaret değildir. Bu, her zaman ve her yerde takip edilmesi gereken
metoddur. Bu metodu takib etmeden bu din asla hakim olmaz."

(Yoldaki İşaretler s:40-41)

3)
İtikadde ve düşüncede sağlamlık ve netliği, hedefin ve hedefe ulaştıracak yolun
belirgin olmasını gerekliliğini açıkladıktan sona mü'minler ile kafirlerin kesin
bir çizgi ile birbirlerinden ayrılma meselesini açıklamaya çalışalım,

Bu mesele üzerinde Seyyid Kutub Fi-zilalil
Kur'an'da bir kaç yerde önemli ve ısrarla durmuştur. Çünkü bu mesele İslam
davetçileri için yeni bir mesele olup zamanımızda İslam'i hareketin
ilerlemesinde büyük bir engel teşkil etmektedir.

"Küfrün, şerrin, suçluluğun açığa çıkarılması,
imanın, hayrın, kurtuluşun açıkça bilinmesi için zaruridir. Ve kafirlerin
yolunun aydınlatılması Allah'tan gelen nizamın ayetlerde belirtildiği
hedeflerden birisidir. Zira kafirlerin tutumu ile ilgili olarak mü'minlerin
kendi yollarında ve tutumlarında şüphe ve yanlışlık belirtilerinin sezilmesine
sebep olur. Zira mü'minlerin yolu ile kafirlerin yolu birbirine karşı duran iki
sayfa gibidir. Birbirinden tamamen ayrı iki kol... şüphesiz ki renklerin ve
çizgilerin iyice birbirinden ayrılması ve seçilmesi şarttır..."

"İşte bu gercekten hareket ederek diyoruz ki;
her İslami hareket ilk iş olarak mü'minlerin yolunu ve kafirlerin yolunu
ayırarak harekete başlamalıdır. Önce mü'minlerin yolu belirtilmeli, sonra da
kafirlerin yolu... Mü'minlerin seçkin vasıflarını belirten işaretler mü'minlerin
yoluna dikilmeli, kafirlerin seçkin vasıflarını belirten işaretler de onların
yoluna... Bu sadece teori dünyasında değil, pratik hayatta da
gerçekleştirilmelidir. Bunun için İslam davasına sahip çıkanların, İslam
hareketine yar olanların çevrelerinde bulunan inananlar arasından kimlerin
mü'minler safında olduğunu, kimlerin de kafirler safında yer aldığını bilmeleri
mutlaka gereklidir. Bu da ancak mü'minlerin yolunun, izinin ve metodunun
belirtilmesi ve bunun yanı sıra kafirlerin yolunun izinin ve metodunun
belirtilmesi ile mümkündür.

Bu belirginlik o kadar açık olmalıdır ki; iki
yol birbirine karışmamalı ki işaret birbirine benzememelidir. Mü'minlerle
kafirler arsındaki çizgiler ve şekiller birbiri içine girmemelidir..."

"İşte Arap yarımadasında bu yüce İslam dininin
müşriklerle yüz yüze geldiği anlarda bu ayrılık ve bu açıklık tam ve kesin
şekilde mevcuttu."

"İslam'ın şirkle, açık tanrıcılıkla,
imansızlıkla, Allahsızlıkla ve önemli ilahi bir temele dayanmasına rağmen
sonradan değişikliğe uğratılarak tabileri tarafından tahrifat yapılarak bozulan
dinlerle karşılaştığı sıralardı... Evet nerede ve nasıl olursa olsun... İslam bu
millet ve topluluklarla yüz yüze geldiği anlarda mü,'minlerin yolu da kafirlerin
yolu da, müşriklerin yolu da açıkca belirgindi. Hiçbir karışıklığa sebep olacak
noktaları mevcut değlidi."

(Fi-Zilalil Kur'an c: 7 s:238)

"Ne var ki günümüzdeki gerçek İslam
hereketlerinin yüz yüze geldiği hususlar ve karşılaştığı büyük zorluklar
bunlardan hiçbirisi değildir. Gerçek İslam hareketinin bu günkü problemi
müslüman bir sülaleden gelen ve bir zamanlar bu yerlerde yaşayanlar Allah'ın
dinine uyarak, O'nun şeriatının hükmüne boyun eğiyorlardı... Sonra bir de
bakıyorsunuz ki aynı yerlerde aynı milletler İslam'ı kovuyorlar. Ve onun yerine
cahili sistemlerin adlarını ilan ediyorlar. İslam'ın itikadi ve pratik
hükümlerine tamamen karşı çıkıyorlar, onları kötülüyorlar... Bunun yanı sıra da
itikad olarak İslam dinine bağlı olduklarını sanıyorlar. şüphesiz İslam;
Kelime-i şehadet getirmekten, Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığının
haykırmaktan ibarettir. Allah'tan başka ibadete layık ilah bulunmadığını
haykırmanın manası ise; tek başına Allah'ın bu kainatın yaratanı, yerde ve
göklerde yegane düzenleyici ve kanun koyucu olduğunu kabullenmek demektir.
Hayatın bütün meselelerine, her türlü kulluk ve ibadet şekillerine hakim olan
sadece O'dur. Kulların hayatlarına hükümler veren ve insanların da hayati
meselerinde hüküme boyun eğdikleri yegane zat Allah'u Zülcelal'dir... İşte kim
olursa olsun; bu mana ve anlam ile Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığını
haykırmazsa o gerçek manada şehadet getirmiş ve İslam'a girmiş sayılmaz... Adı
ne olursa olsun... Soyu ve lakabı ne olursa olsun... Ve hangi bölgede olursa
olsun; Allah'tan başka ibadete ([1])
layık ilah olmadığını belirten kelimesi şehadet kelimesi ve yukarıdaki manası
eğer o beldede yaşama ortamı bulamıyorsa orası Allah'ın dinini benimsemiş ve
İslam'a girmiş bir bölge, bir muhit sayılmaz..."

"Bugün yeryüzünde bir takım milletler var.
Adları müslüman adı ve sülaleleri müslüman sülaleler yaşadıkları beldeler bir
zamanlar İslam diyarı olan beldeler... Ne var ki, ne o milletler bugün Allah'tan
başka ibadete layık ilahın bulunmadığını ifade eden kelime-i şehadet'i bu manada
kabul ediyorlar, ne de o beldeler Allah'ın dinine girmeyi bu anlayış çerçevesi
dahilinde kabulleniyorlar... İşte günümüzdeki gercek İslam hareketinin karşı
karşıya bulunduğu en büyük güçlük buradan gelmektedir. Bu belde ve bu
milletlerle karşılaşırken zorlanmaktadır."

"Bugünkü İslam hareketinin karşılaştığı
güçlüklerin en büyüğü; "Lailahe illallah" ve İslam'ın çevresiyle, şirk ve
cahilyyet mefhumlarının etrafını saran kapalılık, giriftlik, düğümlülük ve
bulanıklıktır. Bu günkü İslamı hareketinin karşılaştığı en büyük güçlük; salih
müslümanlarla, kafir müşriklerin yolunun net olarak belirtilmemesidir.
İşaretlerin ve başlıkların karışması, isimlerin ve sıfatların birbirine
girmesidir. Yolların ayrılış noktası işte aydınlanmamış olan bu karanlık
çöllerde bulunmaktadır."

"İslam hareketinin düşmanları bu meseleyi
bildiklerinden dolayı bütün güçlerini bu noktada toplamakta, meselenin biraz
daha birbirine karışmasını, karmaşık bir örgü halini almasını ve kargaşanın
gelişmesini arzulamaktadırlar. Ancak bu şekilde kesin sözü açıkça söyleyerek
insanlar arasında müslüman-kafir ayrımını kesin olarak yapmak baştan ve ayaktan
uzak düşüren bir töhmet haline gelebilir. Evet « müslümanları »
tekfir etme töhmeti. Durum böyle olunca da İslam ve küfür meselesinde, hüküm
verme konusunda ana merci olarak Allah'ın ve Ralulullah' ın emirleri değil,
insanların örfü, adetleri, heva ve heveslerini kabul edilmiş olur.

İşte en büyük zorluk... Bu nokta her çağda gelen
Allah Davası yolcularının ilk etapta aşması gereken belli engellerden
birisidir."

Dava önce Müslümanların yolu ile mücrimlerin
yolunun ayrılmasıyla başlamalıdır. Dava adamları hakka davet konusunda açık ve
kesin olmalıdırlar. Müsamaha ve yardakçılığa yönelmemelidirler.

Kendi davalarını açıklarken bir korku ve
endişeye sürüklenmemeli, kınayanların kınaması, bağıranların bağırıp çağırması
onları davasından alıkoymamalıdır:

"Bakınız! İşte bunlar müslümanları kafir kabul
ediyorlar. Dinsiz kabul ediyorlar" diye çığlık atmalarına aldırmamalıdırlar.
Evet Allah davasına sahip çıkanlar bu engeli
aşmalıdırlar. Kendi amellerinde bu ayrılık kesin şekilde yapılmalıdır. Ancak bu
şeklide bütün enerjlerini Allah yolunda harcayabilirler. Bu hususta hiçbir
müslümanın içinde şüphe olmamalıdır. Endişe bulunmamalıdır. Gizli ve kapalı bir
nokta kalmamalıdır. Çünkü hak yolunun yolcuları ancak kendilerinin kesin
müslüman olduklarını, yollarına dikilenlerin ve Allah'ın yolundan insanları
alıkoyanların kafir olduklarını iyice kabullendikleri takdirde bütün kuvvetleri
ile birlikte harekete geçebilirler... Mesele bu şekildedir. Allah yolunun
yolcuları kendi davalarının bir küfür ve iman davası olduğunu bildikleri zaman
yoldaki meşakkatlere tahammül edebilirler. Kendileri ile mensup oldukları
milletler arasında yolların ayrıldığını, kendilerini bir başka millete mensup
oldukları kavimlerin bir başka milletten olduğunu kabullendikleri taktirde...
Kendilerinin mensup olduğu dini ayrı, kavimlerinin mensup olduğu dinin ayrı
olduğunu kavradıkları taktirde yoldaki eziyetlere katlanabilirler.

"Suçluların (kafirlerin) yolu belli olsun diye
böylece ayetleri uzun uzun açıklarız."
(En'am: 55)

(Fi-Zilalil Kur'an c: 7 s:236-240)

İSLAMIN HAREKET METODU.. Önsöz.
Seyyid Kutub'un Kısaca Hayatı
1) İslam'a Yönelişten Önceki Aşama.
2) İslam'a Genel Olarak Yöneliş Aşaması
3) Sınırları Belli İslam'i Yöneliş Aşaması
Giriş.
İslami Hareket Metodu.
İslami Hakim Kilmak İçin Allah'in Bildirdiği Metodla Hareket Etmek Mutlaka Gereklidir
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Özellikleri
Birincisi İslami Hareket Metodu Pratik Bir Metoddur.
İkincisi İslami Hareket Ciddi Ve Pratiktir.
Üçüncüsü İslami Hareket Metodu Yapıcı Ve Hareketlidir.
Dördüncüsü İslami Hareket Metodu Merhalelidir.
Beşincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu, Davayı Dava Adamından Daha Üstün Tutar.
Altıncısı Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Yeryüzünde Belli Bir Hedefi Vardır
Yedincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kolaylaştırılmış Bir Metoddur.
Sekizincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kadere Ve Tevekküle Inanan Bir Hareket Metodudur.
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Bölümleri
1- İslami Cemaatin Doğuşunun Gerekliliği
2- Doğuşun  Kaçınılmazlığı
3- Yeni Doğan Cemaatin Özellikleri
4) Sağlam Bir Karakter Ve Güzel Bir Ahlaka Sahip Olmak
5) Teşkilatın Sağlam Yapılı Olması
6) Teşkilatın Başında Liderin İlim Ve Basiret Sahibi Güvenilir Bir Müslüman Olması.
7) Bu Cemaatin Fertlerini Sadece Allah Rasulünün Ve Müslüman Liderin Velayetinde Olmaları, Cahili Toplum Ve Bu Toplumun Liderleriyle Herhangi Bir Dostluk Ve Ilişki Içine Girmemeleri...
4- Yol Azığı
5- Yıkma Ve İnşa Etme İçin Gerekli Aletler
A- İslam'ı Açıklamak
B- Hareket
6- Birinci Adım İslami Akideye Davet.
Akide Üzerinde Bu Kadar uzun Süre Durulmasının Ve Bu Süre İçinde Başka Meselelerin ele Alınmasının Sebebleri
7- Bu Yolda İlerlerken Karşılaşılacak Şeyler
a) Sebat
b) Allah'a Ve Rasulüne Itaat Etmek. Zikir Ve Dua Vasıtısıyla Allah'a Yaklaşmak.
c) Münakaşa ve İhtilaftan Uzak Kalmak.
d) Sabretmek
e) Maddi Hazırlık.
f) Sağlam Bir Temel Oluşturmadan, Davayı Geniş Bir Şekilde Yaymaktan Sakınmak Gerekir.
g) Davanın Menfaati Daima Dava Adamının Menfaatinden Önce Gelir.
Müslümanlar'i Tekfir Meselesi
1- Seyyid Kutub Kimleri Tekfir Ediyor?.
2- Seyyid Kutub'un Tekfir Ettiği Ve Lailahe Illallah'a Gereği Gibi Şehadet Etmeyen Kimselerin Özellikleri Nelerdir? 
3- Seyyid Kutub'un Delilleri
Cahil Taplum Ve Dar'ul Harb.