Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

A- İslam'ı Açıklamak

A

A- İslam'ı
Açıklamak:

Yani İslam'ı insanlara açık ve gerçek bir
şekilde eksiksiz olarak anlatmak.

Bunun yanında müslüman davetçinin davranış ve
yaşayış tarzının da İslama uygun olması; diğer bir deyişle kendi yaşayış
tarzıyla da İslam'ı tebliğ etmesi gerekir.

Dava adamı, insanları sapıklıktan kurtarmak için
bütün gücünü harcadığı zaman Allah'a karşı özür sahibi olur. İmanı ve hakkı
kabul etmeyen sapıkların ise kıyamet gününde Allah'u Teala'ya karşı ileri
sürecekleri bir özürleri olmaz.

Tıpkı Allah'u Teala'nın şu ayeti kerimede
buyurduğu gibi:

"Helak olan açıkca delili gördükten sonra helak
olsun, yaşayan da açıkca delili gördükten sonra yaşasın"
(Enfal: 42)

Bu meseleyi iyice açıklamak için şu noktalar
üzerinde durmamız gerekir:

1)
İslam'ı insanlara sunarken Allah'ın istediği gibi, akide, ibadet ve hayat nizamı
olarak sunmak, insan hayatında yapacağı değişiklikleri açıklamak gerekir. Yani
onlar; İslam'ın hayatları kökten değiştireceğini, büyük mesuliyetler
yükleyeceğini, sahip oldukları tüm dünya görüşlerini bir tarafa atıp onlar yeni
bir dünya görüşü ve hayat anlayışı kazandıracağını iyice anlatmak gerekir.

"İslam insanların düşünce sistemlerinde, adet ve
geleniklerinde, sosyal hayatlarında ortaya çokan arzularına boyun eğmek için
gelmemiştir. Bu arzular ister İslam'ın geldiği çağlardaki arzular olsun, isterse
bugün doğuda ve batıda beşeriyetin içine daldığı hevesler olsun hiç farketmez.
İslam, bütün bunları ortadan kadırıp insan hayatını kendi özel prensiplerine
göre düzenlemek ve yeniden kurmak için gelmiştir. Evet İslam düşüncesine dayalı
ve ona sımsıkı bağlı bir hayat meydana getirmek için... İnsanlığın içinde
bulunduğu cahiliyyet hayatının bir takım cüz'i şekilleriyle İslam hayatı bazı
noktalarda birbirine benzerlikler tamamen tesadüfün eseridir. Ağaçın köküne
gelince; o tamamen ayrıdır. Çünkü bu ağaçı yetiştiren Allah'ın hikmetidir. O
ağacı ise insanların arzuları filizlendirmiştir.

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Güzel bir ülke Rabbinin izniyle mahsulünü
verir. Kötü olan bir ülke ancak kavruk bir mahsul çıkarır."
(A'raf: 58)
(Yoldaki İşaretler s: 148)

2)
İslam'ı insanların sevdiği veya hoşumuza giden, kendi icad ettiğimiz isimlerle
değil Allah'ın verdiği isimle takdim etmeliyiz. Ve takdim ederken de başka
hedeflerin, başka bayrakların beraberinde değil tek olarak takdim etmeliyiz.

"Bu mübarek nizamın o yüce seviyeye erişerek
gerçekleşmesi için davaya öylece başlamak ve sarılmaktan başka çıkar yol yoktur.
Yalnız başına bu sancağın; Lailahe İllallah sancağının yükseltilmesinden ve
beraberinde hiçbir sancağın çekilmemesinden başka çıkar yol yoktur... Davayı
böylesine sarp, böylesine sert, böylesine zor, pratikte de böylesine muvaffak
kılan yolu seçmekten başka çare yoktur...

Şayet bu dava, ilk adım atılırken bir
milliyetçilik davası, bir sosyal dava, bir ahlak davası olarak başlamış
olsaydı, ya da onun yükselttiği "Lailahe illallah" ilkesinin yanında başka
ilkeler de yükselmiş olsaydı hiç şüphesiz o zaman bu sadece Allah'a mahsus olan
bir dava olmazdı..."

(Yoldaki İşaretler s:30)

3)
İslam'ı, ayrıntılarına girmeden temel kaideleriyle tebliğ etmeliyiz. Çünkü
İslam'ın temellerine tam ve kesin olarak iman eden bir kimse en ince
ayrıntılarına kadar iman etmiş demektir. Fakat islam'ın temel kaidelerine iman
etmeyen bir insana, islam'ın temelini teşkil etmeyen bazı meselelerin
doğruluğunu ispat ederek bir yere varamayız.

"Kur,an'ın akide davasını tek başına ele alması
ve akide esasları üzerine kurulmuş olan nizamın ayrıntılı kısımlarını, sosyal
muameleleri düzenleyen hükümlereni genişce anlatmaması, bu din yoluna kendisini
adamış olan dava adamlarının dikkat ve ibretle düşünmeleri gereken bir
gerçektir..."

"Lailahe illallah akidesi istikrar kazanıp kökü
en derin noktalara kadar ulaştığı zaman, bu davanın temsil ettiği nizamlar da
istikrar kazanır ve akidenin yerleştiği nefislerin razı olacağı tek nizam olarak
ortaya çıkar. O zaman bu nefisler, ayrıntıları anlatılmamış, konulan hükümler
belirtilmemiş olsa bile ilk önce bu nizama teslim olurlar. İşte bu teslimiyet
öncelikle imanın gereğidir. İşte böyle teslimiyet örneği ile insanlar İslam
nizamına sarılmıştır. İslam'ın koyduğu hükümleri gönül hoşluğu ile kabul etmiş,
razı olmuş, emri ilk duyduklarında bir tek kelimeye bile itiraz etmemiş,
anlatıldığı vakit uygulamasında hiçbir zorluk çıkarmamışlardır. İşte böylece
İslam içkiyi yasaklamış, faizi kaldırmış, kumarı iptal etmiş bütün cahilliyet
adetlerini kökten yok etmiştir veya Rasulullah'ın dininden bir kaç kelimeyle
ortadan kalkmıştır. Halbuki yeryüzünün hükümlerine bağlı hükümetler bütün
bunlardan yalnız birkaç tanesini yerine getirebilmek için kanunlarla, sistem ve
prensiplerle, askerleri ve kuvveteri ile propaganda ve reklam vasıtaları ile
harekete geçmiş olmalarına rağmen, yasaklanmış olan şeylerin sadece dış
görünüşte ortaya çıkmasını engellemekten başka birşey yapamamışlardır. Gerçekte
ise toplumlar tamamen yasaklanan ve kötülenen şeylerin dalgaları arasında
boğulup gitmektedir..."

(Yoldaki İşaretler s: 131-132)

4)
Dava adamı İslam'ı tebliğ ederken insanların karşısında zavallı ve aciz bir
kimse gibi davranmamalı, bilakis onlara yükseklerden, aynı zamanda şefkat ve
merhametle bakmalıdır.

İnsanlara yüksekten bakması onlara İslami
hakikatleri korkmadan ve utanmadan tebliğ edebilmesini sağlar. Şefkat ve
merhametle baktığı için onların hidayetini ister. Karşısındaki kişiye İslam'ı
ilk anlatışında reddedilse bile onu hemen terketmez, onun hidayeti için çalışır
ve onlardan gelen eziyetlere sabreder.

"İslam gerçeğini bu şekilde kavradığımız zaman,
tabii olarak bu idrak bize, insanlarla muhatap olurken ve onlara İslam'ı
sunarken bir güven ve güç, bunu yanı sıra da bir şefkat ve acıma duygusu
verecektir. Kendisinin sahip olduğu şeylerin bizzat hak, insanların üzerinde
bulundukları yolun ise batıl olduğunu yakinen kabul eden insanın güveni...
İnsanlığın nasıl mesut olacağını bildiği halde beşeriyetin göz göre göre
bedbahtlıklara ve kötü yollara daldığını gören insanın şefkati... Asıl hidayetin
nerede olduğunu bilen, buna rağmen insanların sapıklığa düştüğünü gören insanın
açıması..."

Biz İslam'ı insanlara sunarken hile ve oyuna
başvuracak değiliz. Onların sapık düşüncelerine ve şehevi arzularına boyun
eğecek de değiliz. Aksine onlara açık, hem de son derece açık olacağız:

Sizin içinde bulunduğunuz cahiliyyet hayatı bir
pisliktir. Allah-u Teala ise sizi temizlemek istiyor. Sizin sahib olduğunuz
prensibler kötüdür. Allah ise sizi güzelleştirmek istiyor. Sizin yaşadığınız bu
hayat aşağılık bir hayattır. Allah ise sizi üstün bir hayata ulaştırmak istiyor.
Sizin içinde bulunduğunuz şu durum zilletin, çaresizliğin ve mutsuzluğun
ifadesidir... Halbuki Allah sizin yükünüzü hafifletmek, size acımak ve mutlu
kılmak istiyor."

(Yoldaki İşaretler s: 150)

"İşte İslam'ı insanlara takdim ederken böyle
hitap etmeliyiz. Çünkü İslam insanlara ilk olarak bu şekil ve gerçek ile hitap
etmişti. Gerek Arap yarımadasında, gerek İran'da gerekse Bizans'da, nerede
olursa olsun; muhatap olduğu insanların hepsine bu şekilde seslenmişti...

Onlara çok yükseklerden bakmıştı... Çünkü
davasının gerçek olduğunu biliyordu. Onlara sevgi ve şefkat diliyle seslenmiş ve
bu hakikatın kendi fıtratlarında bulunduğunu belirtmişti. İlk hamlede asla
kapalılığa yer vermeden kesin şekilde ayrılmıştır onlardan. Tereddüde düşmeden
kendi durumunu açıklamıştı. Çünkü bu onun metoduydu."

(Yoldaki İşaretler s: 151)

Kendini üstün görmek; pek çok kimsenen
zannettiği gibi aşağı görerek insanlardan tamamen uzak kalmak anlamına gelmez.
Bu şekilde zanna kapılanlar, bu ifadelerden cahiliyet içinde olanların düşünce
ve uygulamalarına alaycı bir şekilde bakmak gerektiğini anladılar, ondan sonda
da hayal kanatlarını takıp uçtular. Kendilerinin yücelikleri ve
üstünlüklerinden, kendilerini beğenme noktasına ulaştılar. Bu yüceliklerinden
dolayı Allah'a hamdettiler, diğer taraftan da bu cahilleri kurtarmak için en
ufak bir çaba bile harcamadılar. İnsanlara içinde bulundukları sıkıntı ve kötü
durumlarını anlatmak için en ufak bir çaba göstermediler.

"İslam'ı açıklamak" meselesini bu şekilde
anlattıktan sonra bununla ilgili iki önemli mesele üzerinde durmamız gerekir:

1)
Dava adamının şahsi davranışları.

2)
Dava adamıyla içinde yaşadığı cahili toplum arasındaki zihni ayrılık ve
arlarındaki ilişkinin sınırları.

Birinci meseleyle ilgili olarak Seyyid Kutub
şöyle diyor:
Şahsi yaşantı, aynı anda ikili bir tablo verir: Bir
taraftan davetçinin kendisine davet ettiği davasında samimi olduğunun delilidir.
Çünkü herşeyden önce davet ettiği şeye kendi bağlıdır. Diğer taraftan dinin
insanını nefsinde ne derece yüksek bir noktaya varabileceğini delilidir. Ayrıca
bu durumun gerçeğe uygun olduğunun ve insan hayatını ne derce yüksek fedeflere
ulaştıracağının da ayrı bir delili olcaktır.

"Hem müslüman İslam anlayışının kendisine
verdiği düşünce ile bilir ki o şahsen bu dine şahidlik etme vazifesini yerine
getirmekle mükelleftir. Bunu yapmadığı müddetçe vicdan huzuruna kavuşamaz. Zihni
rahat etmez. Allah'ın kendisine bir lütuf eseri olarak ihsan ettiği İslam
nimetinin borcunu ödemiş saymaz. Ve bunun için bu vazife yapamama şuuru ile
dünya ve ahiretteki ilahi azaptan kurtulma çaraleri arar. Ya bu, ya o... Ya
doğrudan doğruya ve tam olarak şehadet vazifesini ifa edecek; canı, başı, malı,
mülkü ile bu yoldaki mükellefiyetlere katlanacak, ya da katlanılması mümkün
olmayan azaba düşecek.

"Böylece sizi insanalara örnek olmanız için tam
ortada bulunan (vasat) bir ümmet kıldı. Rasul de sizin üzerinize şahiddir."
(Bakara:143)

"Allah tarafından kendisine bildirilen bir
gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır."
(Bakara: 140)

Müslüman bu şehadet vazifesin önce kendi
nefsinde tatbik eder...Şahsen pratik hayatında en küçük faaliyet şeklinde de
olsa o şehadet vazifesini yerine getirir. Hayatını akidesine bağlı olan düşünce
sistemine göre düzenler. Müslüman küçük veya büyük her haraketi ile bu dine
şehadet vazifesini yerine getirir. Evet sadece dille şehadet değil, hatta
gönülle de şehadetten ibaret değil... Fiilen şehadet... İmanı tasdik eden ayan
beyan olan ve pratik hayatta eseri görünen, insanların dünyasında göze ilişen
pratik bir şehadet..."

(İslam Düşüncesi s: 184-185)

İkinci meseleye yani; insanlardan uzak kalmanın
ve onlarla ilişkide bulunmanın sınırlarına gelince; bunun sınırlarını davetçinin
gelişmesi ve onun eğitimi ile davetin zorunlulukları ve başkalarını kurtarma
çabaları belirler. Buna göre, belli ölçüde bir uzaklaşma ile birlikte
başkalarını kurtarmak ve onlara tebliğde bulunmak için belirli bir ilişkide
bulunmak da kaçınılmazdır.

Seyyid Kutub şöyle diyor:

"Önce kendi durumumuzu ispat etmek sonra da
cahiliyyet hayatını üstünda kalmayı başarmak zorundayız. Cahiliyyet hayatını
bizim sahip olduğumuz İslam hayatını yüce ufuklarından izleyerek değerlendirmek
zorundayız...

Bunu yaparken de bazı adımlarımızı cahiyyetle
birlikte atmak zorunda değiliz. Bu arada hemen onlardan alakamızı kesip bir
inzivaya çekilmek zorunda da değiliz. Asla... Biz sadece onların içerisine
karışarak onlardan yarı bir hayat sürdürmek, onlarla alışveriş yaparak onlardan
üstün hareket etmek ve sevgiyle gerçekleri açıktan açığa haykırmak, tevazu ile
imani üstünlüğü sağlamak ve göstermek zorundayız."

(Yoldaki İşaretler s: 158)

İSLAMIN HAREKET METODU.. Önsöz.
Seyyid Kutub'un Kısaca Hayatı
1) İslam'a Yönelişten Önceki Aşama.
2) İslam'a Genel Olarak Yöneliş Aşaması
3) Sınırları Belli İslam'i Yöneliş Aşaması
Giriş.
İslami Hareket Metodu.
İslami Hakim Kilmak İçin Allah'in Bildirdiği Metodla Hareket Etmek Mutlaka Gereklidir
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Özellikleri
Birincisi İslami Hareket Metodu Pratik Bir Metoddur.
İkincisi İslami Hareket Ciddi Ve Pratiktir.
Üçüncüsü İslami Hareket Metodu Yapıcı Ve Hareketlidir.
Dördüncüsü İslami Hareket Metodu Merhalelidir.
Beşincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu, Davayı Dava Adamından Daha Üstün Tutar.
Altıncısı Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Yeryüzünde Belli Bir Hedefi Vardır
Yedincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kolaylaştırılmış Bir Metoddur.
Sekizincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kadere Ve Tevekküle Inanan Bir Hareket Metodudur.
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Bölümleri
1- İslami Cemaatin Doğuşunun Gerekliliği
2- Doğuşun  Kaçınılmazlığı
3- Yeni Doğan Cemaatin Özellikleri
4) Sağlam Bir Karakter Ve Güzel Bir Ahlaka Sahip Olmak
5) Teşkilatın Sağlam Yapılı Olması
6) Teşkilatın Başında Liderin İlim Ve Basiret Sahibi Güvenilir Bir Müslüman Olması.
7) Bu Cemaatin Fertlerini Sadece Allah Rasulünün Ve Müslüman Liderin Velayetinde Olmaları, Cahili Toplum Ve Bu Toplumun Liderleriyle Herhangi Bir Dostluk Ve Ilişki Içine Girmemeleri...
4- Yol Azığı
5- Yıkma Ve İnşa Etme İçin Gerekli Aletler
A- İslam'ı Açıklamak
B- Hareket
6- Birinci Adım İslami Akideye Davet.
Akide Üzerinde Bu Kadar uzun Süre Durulmasının Ve Bu Süre İçinde Başka Meselelerin ele Alınmasının Sebebleri
7- Bu Yolda İlerlerken Karşılaşılacak Şeyler
a) Sebat
b) Allah'a Ve Rasulüne Itaat Etmek. Zikir Ve Dua Vasıtısıyla Allah'a Yaklaşmak.
c) Münakaşa ve İhtilaftan Uzak Kalmak.
d) Sabretmek
e) Maddi Hazırlık.
f) Sağlam Bir Temel Oluşturmadan, Davayı Geniş Bir Şekilde Yaymaktan Sakınmak Gerekir.
g) Davanın Menfaati Daima Dava Adamının Menfaatinden Önce Gelir.
Müslümanlar'i Tekfir Meselesi
1- Seyyid Kutub Kimleri Tekfir Ediyor?.
2- Seyyid Kutub'un Tekfir Ettiği Ve Lailahe Illallah'a Gereği Gibi Şehadet Etmeyen Kimselerin Özellikleri Nelerdir? 
3- Seyyid Kutub'un Delilleri
Cahil Taplum Ve Dar'ul Harb.