Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

3- Seyyid Kutub'un Delilleri

3

3- Seyyid Kutub'un
Delilleri:

Barada onun kullanmış olduğu delillerin en
önemlilerine kısaca değinip konuyu uzatmamak için de onun kullanmış olduğu
delillerin tümünden söz etmeyeceğiz.

Seyyid Kutub, Tevbe Suresinde yer alan şu
mealdeki ayete çokça dikkat çekmiştir:

"Onlar hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu
Mesih'i Allah'ı bırakıp rabler edindiler. Halbuki onlar yalnızca bir tek ilaha
ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. O,
onların ortak koşmalarından yüce ve münezzehdir."
(Tevbe: 31)

Ve aynı şekilde Seyyid Kutub, Rasulullah
(s.a.s)'in hadislerine dayandığı gibi, bazı müfessirlerin konu ile ilgili
söylemiş oldukları sözleri de nakleder.

Seyyid Kutub der ki: "Ed-Durru'l Mensur'da şu
ifadeler yer alır: Tirmizi'nin sahih olduğunu belirterek rivayet ettiği, İbn'ul
Münzir'in, İbn Ebi Hatem'in, İbn Merdeveyh'in sünen'inde, Beyhaki'nin, Ahmed b.
Hanbel'in ve başkalarının şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

Adiyy b. Hatim (r.a) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.s)'in huzuruna Tevbe Suresinden:
"Onlar hahamlarını ve rahiplerin Allah'ı bırkıp rabler edindiler." ayetini
okurken vardım. Ben: "Onlar haham ve rahiplerine ibadet etmiyorlar" dedim. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.s) "Fakat onlar onlara herhangi bir şeyi helal
kıldıkları zaman helal, haram kıldıkları zaman da haram olarak kabul
ediyorlardı." buyurdu.

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 10 s: 202)

Buna göre Ruslullah (s.a.s) helal ve haram
konularında; yani teşri'de haham ve rahiplere tabi olmayı, onları Allah'ın
dışında rabler edinmeleri anlamında değerlendirmiştir.
"İbn Kesir'in (aynı hadisin bir başka rivayetinde) Adiy
b. Hatem'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben: Rasulullah (s.a.s)'e: "Onlar haham
ve rahiplerine ibadet etmediler" deyince şöyle buyurdu: "Hayır, ettiler. Çünkü
onlar kendilerine haramı helal, helalı da haram kıldılar. Onlar da haham ve
rahiplerine uydular. İşte onların haham ve rahiplerine ibadetleri budur."

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 10 s: 202-203)

"Suddi bu ayet hakkında şunları söyler: Onlar
şahısların öğütlerini isteyip kabul ettiler. Allah'ın Kitabını ise arkalarına
atıverdiler. Bu bakımdan Yüce Allah: "Onlar bir tek ilahtan başkasına ibadet
etmemekle emrolunmuşlardı." (Tevbe: 31) diye buyurmuştur.
Yani Onun haram kıldığı şey haramdı ve Onun helal kıldığı
şey helaldir. Onun koyduğu hükme uyulur, hüküm verdiği şey tatbik edilir."

"Alusi tefsirinde bu ayetle ilgili olarak
şunları söyler: Müfessirlerin çoğu şunu söylemiştir: Burada "Rab
edindiler" den kasıt; onların kainatın ilahları olduğuna inanıyorlar
demek değildir, aksine bundan kasıt onların emir ve nehiy konularında haham ve
rahiplere itaat etmeleridir."

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 10 s: 203)

İşte şimdiye kadar geçen bu ifadelerden
aşağıdaki meseleleri sonuç olarak çıkartmıştır:

a)
"İbadet; Kur'an nassı ve Rasulullah (s.a.s)'in yorumu gereğince, şer'i hükümlere
tabi olmak demektir. Çünkü yahudi ve hristiyanlar, haham ve rahiplerini onların
ilah olduklarına inanmak anlamında veyahut ibadet şekillerini onlara sunmak
suretiyle rabler edinmiş değillerdir. Bununla birlikte Yüce Allah bu ayette
onlar hakkında şirk hükmünü, daha sonraki ayette ise küfür hükmünü vermiş
bulunuyor.
Söz konusu bu ayetin meali şöyledir:

"Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve
Rasulu'nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din olarak kabul etmeyen
Kitap ehlinden kimselerle küçülmüş olarak elleriyle cizye verinceye kadar
savaşınız." (Tevbe: 29)

Bunun tek sebebi; hayatlarında tatbik edecekleri
hükümleri onlardan alıp, bu hükümlere uyarak itaat etmeleridir. İşte insanların
İslam'ın diğer itikad ve ibadet şekillerini din adamlarına sunmaksızın sadece
böyle helal ve haram konularında onlara itaat etmeleri onların Allah'a şirk
koştuklarını kabul etmek için yeterlidir. Buradaki şirk insanı mü'minlerin
arasından çıkartıp, kafirlerin arasına sokan bir şirktir."

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 10 s: 203)

b) "Kur'an-ı
Kerim'in nassı, şirk koşmak ve Allah'ın dışında rabler edinmek konusunda kendi
hahamlarından teşri hükümlerini alıp, bunlara itaat eden ve tabi olan yahidiler
ile itikaden hz. Mesih'in uluhiyetini söyleyip, kendisine ibadet şekillerini
takdim eden hristiyanlar arasında herhangi bir fark gözetmemektedir. Bu veya
diğerlerini yapanı Allah'a şirk koşan kişi olarak kabul etmek açısından
aralarında bir fark yoktur. Söz konusu bu şirk, insanı mü'min olmaktan çıkartıp
kafirler arasına sokar."

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 10 s:203-204)

c)
"Allah'a şirk koşmak, teşri (kanun koyma) hakkını Allah'tan alıp, onun kullarına
vermek ile gerçekleşir. Bununla birlikte uluhiyetine itikad etmek ve ona diğer
ibadet şekillerini sunmak durumu değiştirmez."

(Fi-Zilal'il Kur'an c: 10 s:204)

"Bununla ilgili önemli deliller arasında Yüce
Allah'ın:

"Kim, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse işte
onlar kafirlerin ta kendilerindir." (Maide:
44) anlamındaki buyruğu da yer alır.
Birçok kimse bu açık nassı basit bir takım tevillerle
askıya almıştır. Bunları kısaca toparlamak mümündür:

Onlar şöyle iddia ederler:

"Yüce Allah: "Kim Allah'ın indirdikleriyle
hükmetmezse, onlar kafirlerin ta kendileridir" buyurduğu gibi: "Kim
Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, onlar zalimlerin ta kendileridir." (Maide:
45) ile "Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar fasıkların ta
kendileridir." (Maide: 47) diye de buyurmuştur. O halde kafirler
Allah'ın hükmünü reddederek ve onun dışındaki hükümeri üzerinde ısrar ederek
hükmeden kimselerdir. Çünkü onlar İslam'ın dışında kalan şeyleri İslam'dan üstün
görmektedirler. İslam'ı inkar edip reddetmeyen bir kimse ise, durumuna göre ve
ayet'i kerimelerin zikrettikleri şekle uygun olarak ya zalim veya fasık olurlar.
"Kafirler, zalimler, fasıklar" niteliklerinin çeşitliliği boşuna değildir.
Duruma göre bu hüküm değişir."
Gerçekte ise böyle bir iddia çok basit ve yanlış bir
iddiadır. Özellikle de ayet'i kerimelerin akışına dikkat edecek olursak bunun
böyle olduğunu rahatlıkla anlarız.

"Muhakkak Tevrat'ı biz indirdik. Onda bir
hidayet ve bir nur vardır. Teslim olmuş rasuller onunla yahudilere hüküm
verirlerdi. Kendilerini Rabblerine vermiş zahidler ve alimler de Allah'ın
kitabını korumakla görevlendirildiklerinden (onunla hüküm verirlerdi ve) onu
gözetleyip kollarlardı.
İnsanlardan korkmayın benden korkun ve benim
ayetetlerimi az bir pahaya satmayın. Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse
işte onlar kafirlerin ta kendileridir. Biz onda (Tevrat'ta) onlara, cana can,
göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısası
yazdık (farz kıldık). Kim bunu bağışlarsa o kendisi için keffaret olur ve kim
Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
onların ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı
gönderdik ve ona içinde bir hidayet ve bir nur bulunan korunanlar içinde yol
gösterici ve öğüt omak üzere İncil'i verdik. İncil sahipleri Allah'ın onda
indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların ta kendileridir. Sana da
kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve onları kollayıp koruyucu olarak bu
kitabı hak ile indirdik. Artık onların aralarında Allah'ın indirdikleri ile
hükmet... (Maide: 44-48)

İşte, ayetlerin bu akışı, aşağıdaki hususların
açık delili olmaktadır:

a)
"Kafirler ile "Zalimler" şeklindeki sıfatlar, Allah'ın Tevrat'ta indirdikleriyle
hükmetmeyenlerin hakkında iki hükmün ne olduğunu açıklamak üzere varid
olmuşlardır. Bu da tek bir mesele ile ilgilidir ve bu mesele Allah'ın ahkamını
uygulamama meselesidir.

b) "Fasıklar"
lafzı ise, Allah'ın İncil'de indirdiği hükümler ile hükmetmeyenlerin hükmünü
açıklamak üzere inmiştir.

c) Bu
bakımdan üç lafız da eş anlamlıdır. Çünkü, her üçü de Allah'ın indirdiklerini
uygulamayanların hükmünü açıklamaktadırlar.

Her bir sözün özel bir duruma uygun düştüğü
iddiası ise; kesinlikle delilili olmayan bir iddiadır. Çünkü (ilgili eserlerdeki
anlamıyla) fasıklık ve zulüm, daha sonra fakihler tarfından ortaya konulmuş iki
ıstılahtır. Daha sonra anlamları belirlenmiş bu iki ıstılahın esas alınarak
Kur'an-ı Kerim'in anlamlarının ona göre yorumlanması asla caiz olmaz.

Bir takım ıstılahlar ortaya koymanın hiçbir
zararı yoktur. Hatta bazan ilmi hassasiyet için zorunluluk bile olabilir.

Fakat, mesela bir ıstılah ortaya atıp, dana
sonra bizim ıstılahımıza çağımızda benzeyen her bir kelimeye bu ıstılahın
anlamını vermek için Kur'an-ı Kerim'i anlam kastedilmiştir diyecek olursak,
oldukça büyük bir hata işlemiş oluruz.

Gerçek şu ki, çeşitli durumlara göre verilecek
hüküm arasında farklılık gözetmek, yalnızca bir durumda söz konusu olabilir ki,
o durum da böyle bir iddiayı ileri süren kimsenin sözüne delil olabilcek naslar
dayanmasıdır O zaman bu nasslar, bu siyak ile (ifadelerin akışı) birlikte ayrı
bir delil olurlar.

Küfür fısk ve zulüm lafızlarının yenı anlamda
varid olduklarına dair deliller arasında açağıda sunacağımız nasslar da yer
almaktadır.

1)
"Ey iman edenler! Yahudileri ve hristiyanları veliler edinmeyiniz. Onlar
birbirlerinin velisidir. Sizden kim onları veli edinirse muhakkak o,
onlardandır. Hiç şüphesiz Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez."
(Maide: 51)
2) "İmanlarından ve
Rasulün hak olduğuna şahitlik edip apaçık deliller kendilerine geldikten sonra
küfre sapan bir topluluğa Allah nasıl hidayet verir? Allah zalimler topluluğuna
hidayet vermez." (Ali-İmran: 86)

3)
"İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar
var ya işte esenlik onlarındır ve onlar hidayet bulmuş olanların ta kindileridr."
(En'am: 82)

Zulmün ise anlamı şirktir. Nitekim Buhari, İbn
Mes'ud (r.a)'dan şu rivayeti yapar: Sahabeler bu ayet nazil olduğunda dediler
ki:

Kendi nefsine zulmetmeyen kim var ki? Rasulullah
(s.a.s) şöyle buyurdu:
"Hayır, durum sizin dediğiniz gibi değildir. Sizler
Allah'ın salih kulunun: "Muhakkak şirk çok büyük bir zulümdür." dediğini
işitmediniz mi? Buradaki zulüm şirkten ibarettir."

(Ahmed, İbn-i Ebi Hatem)
4- "De ki, ey kitap
ehli! Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene iman etmemizden ve
çoğunuzun fasık olmasından dolayı mı bizden hoşlanmıyorsunuz?"
(Maide: 59)
5) "Eğer onlar
Allah'a, Rasulüne ve Rasule indirilene iman ediyor olsalardı onları veliler
edinmezlerdi. Fakat onların pek çoğu fasıklardır."
(Maide: 81)

6)
"Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin"
demiştik de İblis müstesna hepsi secde etmişlerdi. O cinlerden olup, Rabbinin
emrinden çıkmış (fasık olmuş)du." (Kehf:
50)

7)
"Böylece Rabbinin fasıklar hakkındaki: "Muhakkak
onlar iman etmezler" sözü hak oldu."
(Yunus: 33)

8)
Mesruk (r.a)der ki: Ben İbn. Mes'ud'dan, suht; hüküm verirken rüşvet almak
mıdır? diye sordum, bana şöyle dedi: Hayır. Kim Allah'ın indirdikleriyle
hükmetmezse onlar kafirlerin, zalimlerin ve fasıkların ta kendileridir. Fakat
buradaki suht, herhangi bir kimsenin bir haksızlık için senden yardım istemek
üzere sana hediye sunmasıdır. Sen böyle birşeyi kabul etme.

Burada, Allah'ın indirmedikleriyle hükmedenler
ile Allah'ın hükmünden başkasına razı olıanlar hakkında bir şüphe söz konusu
olabilir ki, bu da bilgisizliktir. Çoğu kimse şöyle der: "Sizin bu
söyledikleriniz doğrudur. Fakat, insanlar Allah'ın hükmüne başvurmak gerektiğini
ve onun dışında kalan bir dine razı olmanın küfür olduğunu bilmiyorlar."

Seyyid Kutub, bu noktayı da açıklamıştır:

"Bir defa daha şunu görüyoruz ki hükümranlık
konusunda Alah ile çekişmeye giren yani dinin temeli olan ve herkesin bilmesi
gereken bir hüküm konusunda Allah ile çekişmeye giren kimse Allah'ın dininden
çıkar. Çünkü böyle bir çekişme onu yalnızca Allah'a ibadet etmek çerçevesinden
dışarıya çıkartır. Böyle bir çekişmeye giren kimseleri kesinlekle Allah'ın
dininden çıkartır şirk, işte budur. Bu çekişmeyi yapan kimsenin iddiasını kabul
eden, ona itaat eden ve Allah'ın hükümranlığını ve özelliklerini gaspetmesine
karşı kalplerinde herhangi bir red bulunmayarak itaat eden kimseler, onlar da
berikiler de Allah'ın ölçüsünde birbirlerine eşittirler, kafirdirler.

"Hz. Yusuf (a.s) Yüce Allah'ın yalnız başına
ibadete layık olduğunu, ibadetin yalnızca O'na tahsis edilmesi gerektiğini
belirterek hükümranlığın da yalnızca Allah'a ait olduğunu açıklıyor ve dosdoğru
dinin ancak bu olduğunu ifade ediyor:

"İşte dosdoğru din budur."
Bu, dosdoğru dinin neden ibaret olduğunu ortaya koyan bir ifadedir. Yani
ibadetin yalnızca Allah'a mahsus olduğunu gerçekleştirmek için hükümranlık
hakkının da yalnızca Allah'a mahsus olduğunu gerçekleştiren bu dinin dışında
dosdoğru bir dinin varlığı sözkonusu değildir.

"Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
Onların çoğunluğunun bunu bilmeyişleri, onları Allah'ın dosdoğru dini üzerinde
bırakmaz. Hiçbir şey bilmeyen bir kimse bilmediği bir şeye itikad edemediği
gibi, onu gerçekleştiremezde. Buna göre bu dinin hakikatini bilmeyen insanlar
var olacak olursa, ne aklen ne de pratik bakımından onların bu din üzerinde
olduklarını ileri sürmek ve böyle nitelemek artık mümkün olamaz. Onların bu
bilgisizlikleri, kendilerini İslam sıfatına sahip kılmak için kabul edilebilir
bir özür sayılmaz. Çünkü, bilgisizlik ilke olarak böyle bir sıfatı kazanmaya
engeldir. Birşey hakkında iman etmek o şeyi bilmenin bir sonucudur. Bilginin de
gerçeğin de mantığı budur. Bu, tartışmaya mahal bırakmayan açık birşeydir."
(Fi-Zilal-il Kur'an c: 7 s: 228-229)

Seyid Kutub, bu hükmünü apaçık bir mantık
silsilesi üzerine kurmaktadır. Şöyle ki:

a)
İslam'daki ibadet ıstılahı hiç bir zaman yalnızca ibadet şekillerini Allah'a
sunmakla sınırlı olmayıp, aksine hayatın her durumunu ilgilendiren ahlak ve
kanunları kapsar. Buna göre ibadetin gerçekleşmesi ancak ibadet şekillerini
Allah'a sunmakla ve tüm hayatı ilgilendiren ahlak ve kanunları sadece Allah'tan
almaya bağlıdır.

b)
Yüce Allah'ın uluhiyyet sıfatının tam anlamı ile gerçekleşmesi. O'nun aynı
şekilde hükümran olması ile mümkündür. Çünkü hükümranlığın yalnızca Allah'ın
hakkı olduğunu kabul etmek, yalnız başına onun uluhiyetini kabul etmenin bir
parçasıdır ve bu saf tevhidin bir gereğidir.

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 8 s: 32)

Hiçbir müslümanın bu iki noktayı kabul etmemesi
mümkün değildir.

Bu iki noktayı bilmemek, dinde herkesin bilmesi
zorunlu olan meselelerin bilinmemesi demektir ve böyle bir bilgisizlik hiçbir
zaman özür olmaz. Çünkü dinde zaruri olarak bilinmesi gereken meselelerin
bilinmemesi asla özür kabul edilmez. Bu iki noktada bilmeyerek hataya düşen bir
kimse bilerek hataya düşen bir kimsenin durumundadır. Hem, usulde ve hem de
İslam akidesinde sabit ve kabul edilen bir husustur bu.

Bu tür insanların kafir olduğunu açıklamak, hem
İslam'daki ibadet ve hükümranlık anlamlarına itikad etmenin bir parçası hem de
Allah'tan gelen hareket metodunda pratik bir zorunluluk olduğundan Seyyid Kutub,
bu konuya açıklık getirmenin gereği konusunda ısrarla durmuştur.

1-
"Böylece bir hakikati açığa çıkarmak, küfür düzenlerini ve onları
destekleyenlerin üzerlerindeki perdeyi kaldırır. Böyle bir durum ise Allah'tan
gelen hareketin hareket noktası için zorunlu bir husustur. Çünkü kafirlerin
izlediği yolların açıklığa kavuşturulması Kur'an'ın benimsediği hedefler
arasındadır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Böylelikle, ayetleri uzun uzun açıklıyoruz. Ta ki
kafirlerin izledikleri yollar da açıkca ortaya çıksın." (En'am: 55)

Çalışmaya doğru büyük itici güç, yalnızca
kişinin kendisinin hak üzere olduğunu bilmesi ile gerçekleşmez. Fakat, bununla
birlikte kendisine düşman olanların batıl ve küfür üzere olduklarını da bilmesi
gerekir."

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 7 s: 236-240)

2-
Böyle bir gerçeği açıkca ortaya koymak belki de Allah'ın dininden çıktıkları
hade kendilerinin hidayet üzere olduklarını sananların, Allah'ın dini ile
aralarında meydana gelen büyük uçurumu görmelerine, gaflette bulunan birçok
kimsenin de doğru yolu bulmasına sebep olacaktır.

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 10 s: 215-216)

İslam düşmanları bu iki noktaya dikkat etmiş ve
bu bakımdan her zaman için Allah'ın dine muhalif olan şart ve durumlara İslam'i
etiket ve kılıklar giydirmeyi ihmal etmemişlerdir. Hatta onlar İslam hilafetini
yıkan hareketi yeni İslam'i devrim olarak isimlendirdiler.

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 10 s: 214/216)

Seyyid Kutub'un dikkatli olduğunu vurgulayan
hususlar arasında akide ile ilgili olarak yazılmış olan eserlerin bu meseleden
özellikle bahsetmiş olması gerçeği de vardır. Mesela Dr. Said Ramazan
el-Buti'nin söyledikleri bu konunun delilleri arasındadır.: "...Buna göre,
hükümranlık yalnızca Alah'ındır. Dünya ve ahiretleri ile ilgili, çeşitli durum
ve halleriyle ilgili, kulları için teşride bulunan O'dur. Tüm problemlerin
çözümünde, hayatlarının düzenlenmesinde biricik merci, başvuru kaynağı O'dur.
Bunu inkar eden kimse Allah'a ve Rasulü'ne küfretmiş ve kafir olmuş olur.
İsterse diliyle Allah'a ve Rasulü'ne iman ettiğini ileri sürsün, namaz kılsın,
hacca gitsin, oruç tutsun. Bu konuda akli ve Allah'ın kitabı ile Rasulü'nün
sünnetinden nakli pekçok deliller vardır ve bu konu üzerinde bütün müslümanların
icmaı vardır."

Bu bakımdan Seyyid Kutub şöyle der:

"Yeryüzünde, bu dine davet edenin birinci
görevi, cahili yapılar üzerindeki aldatıcı etiketleri ve bu dinin bütün
yeryüzendeki köklerini kazımak isteyen düzenleri koruyan etiketlerini
indirmektir. Her İslam'i hareketin başlangıç noktası, cahilyyenin büründüğü
sahte kılığını kaldırıp şirk ve küfrünü açıkca ortaya koymak olduğu gibi ona
tabi olanların da durumlarını şirk ve küfürlerini açıkca belirtmesi olmalıdır.

Yine, Seyyid Kutub şöyle der:

"İslami hareketlerin karşı karşıya kaldığı en
büyük zorluk, bir taraftan la ilahe illallah ve İslam'ın anlamlarının, diğer
taraftan da şirkin ve cahiliyenin anlamlarını kuşatan bulanıklık, kapalılık,
örtülülük ve karmaşadır.

"Bu hareketlerin karşı karşıya kaldığı en büyük
zorluk, salih müslümanlar ile müşrik mücrimlerin yolunun netlik kazanmaması,
işaret ve ünvanların birbirine karışması, isim ve niteliklerin içiçe girmesi ve
yol ayırımının net olarak belli olmamasından doğan şaşkınlıktır.

"İşte Allah'tan gelen hareketin düşmanları bu
gediği çok iyi bildiklerinden bütün güçleriyle bu gediği alabildiğine
genişletmek, bulandırmak, karıştırmak, karışıklığı daha bir artırmak için
çalışırlar. Ta ki ayırıca hak sözü açıklamak kişinin elinden ayağından
yakalanmasına neden olsun; yani müslümanları küfür ile itham etmek ithamı ile
yakalanmasına neden olsun ve İslam ile küfür hususunda hüküm vermek konusunda,
Allah'ın buyruklarına ve Rasulü'nün sözlerine değil de, insanların örflerine ve
ıstılahlarına başvursun."

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 7 s: 239)

İSLAMIN HAREKET METODU.. Önsöz.
Seyyid Kutub'un Kısaca Hayatı
1) İslam'a Yönelişten Önceki Aşama.
2) İslam'a Genel Olarak Yöneliş Aşaması
3) Sınırları Belli İslam'i Yöneliş Aşaması
Giriş.
İslami Hareket Metodu.
İslami Hakim Kilmak İçin Allah'in Bildirdiği Metodla Hareket Etmek Mutlaka Gereklidir
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Özellikleri
Birincisi İslami Hareket Metodu Pratik Bir Metoddur.
İkincisi İslami Hareket Ciddi Ve Pratiktir.
Üçüncüsü İslami Hareket Metodu Yapıcı Ve Hareketlidir.
Dördüncüsü İslami Hareket Metodu Merhalelidir.
Beşincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu, Davayı Dava Adamından Daha Üstün Tutar.
Altıncısı Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Yeryüzünde Belli Bir Hedefi Vardır
Yedincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kolaylaştırılmış Bir Metoddur.
Sekizincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kadere Ve Tevekküle Inanan Bir Hareket Metodudur.
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Bölümleri
1- İslami Cemaatin Doğuşunun Gerekliliği
2- Doğuşun  Kaçınılmazlığı
3- Yeni Doğan Cemaatin Özellikleri
4) Sağlam Bir Karakter Ve Güzel Bir Ahlaka Sahip Olmak
5) Teşkilatın Sağlam Yapılı Olması
6) Teşkilatın Başında Liderin İlim Ve Basiret Sahibi Güvenilir Bir Müslüman Olması.
7) Bu Cemaatin Fertlerini Sadece Allah Rasulünün Ve Müslüman Liderin Velayetinde Olmaları, Cahili Toplum Ve Bu Toplumun Liderleriyle Herhangi Bir Dostluk Ve Ilişki Içine Girmemeleri...
4- Yol Azığı
5- Yıkma Ve İnşa Etme İçin Gerekli Aletler
A- İslam'ı Açıklamak
B- Hareket
6- Birinci Adım İslami Akideye Davet.
Akide Üzerinde Bu Kadar uzun Süre Durulmasının Ve Bu Süre İçinde Başka Meselelerin ele Alınmasının Sebebleri
7- Bu Yolda İlerlerken Karşılaşılacak Şeyler
a) Sebat
b) Allah'a Ve Rasulüne Itaat Etmek. Zikir Ve Dua Vasıtısıyla Allah'a Yaklaşmak.
c) Münakaşa ve İhtilaftan Uzak Kalmak.
d) Sabretmek
e) Maddi Hazırlık.
f) Sağlam Bir Temel Oluşturmadan, Davayı Geniş Bir Şekilde Yaymaktan Sakınmak Gerekir.
g) Davanın Menfaati Daima Dava Adamının Menfaatinden Önce Gelir.
Müslümanlar'i Tekfir Meselesi
1- Seyyid Kutub Kimleri Tekfir Ediyor?.
2- Seyyid Kutub'un Tekfir Ettiği Ve Lailahe Illallah'a Gereği Gibi Şehadet Etmeyen Kimselerin Özellikleri Nelerdir? 
3- Seyyid Kutub'un Delilleri
Cahil Taplum Ve Dar'ul Harb.