Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Tefsirlerden İktibaslar

Tefsirlerden İktibaslar

Tefsirlerden İktibaslar

Hamdi Yazır 6/En'âm, 141-142. âyetlerin
tefsirinde diyor ki: Halbuki Allah o yüce yaratıcıdır ki, ma'rûş ve gayrı ma'rûş
cennetler, yani yapılı yapısız, çardaklı çardaksız, köşklü köşksüz bağlar,
hurmalıklar, ekinler ki her birinin yemişleri farklı, birbirine benzeyen ve
benzemeyen zeytinler, narlar meydana getirdi. Yani bütün bunları yenilmesi ve
faydalanılması için yarattı. Bu âyetin bir benzeri yukarda geçmişti. Fakat
orada, Yüce yaratıcının varlığına, gücüne ve öldükten sonra dirilmeye delil
olması yönünde geldiği için, sonunda icad ve icad gayesine dikkat çekmek
amacıyla "Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın"
(6/En'âm, 99) buyrulmuştu. Burada ise, onu hatırlatmakla beraber, müşriklerin
rızk konusundaki baskı ve iftiralarına, yasaklayıp haram kılma iddialarına
karşılık, yüce Allah'ın, yaratmasındaki ihsan ve iyiliği ortaya koyma ve
ürünlerle hayvanlardan yararlanmada helal ve mubah oluşun asıl olduğunu
belirtmek üzere gelmiş bulunduğu için buyruluyor ki: her biri meyve verdiği
zaman meyvesinden yiyin, bunda serbestsiniz. Bununla beraber hasat günü hakkını
da verin, muhtaç olanlara da yedirin.

Gerek yerken ve gerek hakkını verirken israf da
etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. Öyleyse "Büsbütün eli açık da olma;
sonra kınanır, pişmanlık içinde kalırsın" (İsrâ, 17/29) hükmünce tutumlu olmak
ve müşriklerin düştüğü iktisadî sefaletten sakınmak gerekir. Görülüyor ki
burada, ürünlerin hasat günü, yani kesilip toplandıkları vakit, yerine
getirilmesi gerekli olan değişmez bir hak bulunduğuna işaret edilmekte ve bunun
verilmesi emredilmektedir. Ancak bu hakkın ölçüsü ve kimlere verilmesi gerektiği
açıklanmayıp mutlak ve kapalı bırakılmıştır. Bunun zekat, yani öşür ve yarım
öşür olduğu hakkında rivâyetler varsa da, zekat âyetleri Medine'de nazil olmuş
bulunduğuna göre, Mekke'de nazil olan bu âyetteki hakkın, ondan başka bir vacip
sadaka olduğu ve miktarının belirlenmesinde, mükellefin israftan kaçınması
kaydıyla kendi takdirine bırakılmış olduğu; bununla beraber, sadece
hayırseverlik gereği verilecek nafile bir sadaka değil, bunda bir yükümlülük de
bulunduğu açıklanıyor ki, yine Mekke döneminde nazil olan Zâriyât sûresindeki
"Onların mallarında dilenci ve yoksul için bir hak vardır" (51/Zâriyât, 19)
âyeti, aynı şekilde Meâric sûresindeki "Onların mallarında, isteyene ve
isteyemediği için mahrum kalmışa belli bir hisse vardır" (70/Meâric, 24-25)
âyeti, bunun daha genel bir açıklaması demektir ki, "sâil" (dilenci) ve
"mahrum"a (yoksula, dilenemediği için mahrum kalana) verilecek bir hak
olduğunu gösterir. Bununla beraber bu âyetteki hak, mutlak olduğu için, zekat
emrinin yerine getirilmesiyle, bu hakkın da yerine getirilmiş olacağı, yani bu
emrin, öşrü de kapsadığı açıktır. "Cennât" üzerine atfedilmiştir. Önceki
âyette ürünlerin, bundan sonra da hayvanların genel olarak helal olduğu
açıklanıyor.

Hamûle, yük götüren, ağırlık çeken yüklü
demektir ki, çektiği yüke "humûle" denilir. Bunu, dilimizde fethalı olarak
(hamule) şeklinde söyleyenler, yanlış söylerler. Ferş, döşek demektir ki, burada
kastedilen, döşek gibi yere döşenen, yatırılıp kesilen veya yünlerinden,
kıllarından döşekler, yaygılar, sergiler, pöstekiler yapılan veya yeryüzüne
serilip yayılan demektir. Yani en'âm denilen yumuşak (huylu) hayvanlardan da
hamule ve ferş; yükler taşıyan ve yatırılıp kesilen şeyler yarattı. Allah'ın
size helal kılıp rızık yaptığı şeylerden yiyin şeytanın izlerine uymayın. Uyup
da, Allah'ın helal olarak belirlediği rızıklarınızı, müşriklerin: "Şu
bahiredir (binilmez, sütü sağılmaz devedir), haramdır; şu sâibedir (puta adanmış
devedir, sağılmaz ve binilmez) haramdır" dedikleri gibi (Bkz. 5/Mâide, 103)
haram kılmağa, kendi kendine helal-haram hükümler koymağa veya başkasının
hakkına tecavüz etmeğe kalkışmayın. "Şeytan, sizin için apaçık bir
düşmandır." (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, En'âm, 141-142. âyetlerin
tefsiri)

Yine Elmalılı diyor ki: ?Ey Âdemoğulları! Her
mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin, için, fakat israf
etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez.? (7/A'râf, 31). Her mescid
yanında ziynetinizi tutunuz. Yani gerek tavaf ve gerek namaz halinde elbisenizi
üzerinize alınız, en güzel hâl ve durumda bulununuz, çirkin yerlerini açmak
insanın en büyük ayıbı ve rüsvaylığı olduğundan, esasen elbise, insanın bir
ziyneti, süsüdür. Bu da yukarda açıklandığı üzere en az avret yerlerini
örtmekten "rîş" (güzellik ve öğünme elbisesi) derecesine kadar farklıdır ve en
hayırlısı takva giysisidir. Bunun için setr-i avret (avret yerlerini örtmek)
insana her zaman farz olduğu gibi, özellikle namazda ve tavafta da farzdır. Ve
bir müslümanın namazda mümkün olan en güzel durum ve şekilde bulunması sünnettir
ki, cemaat ile namazda safların intizamı ve câmiye giriş çıkış ve oturuş duruşta
edep ve hayâ, vakar ve ağırbaşlılık da bu ziynet ve güzel sûret anlayışının
işaretin de dahil olur. Nitekim önceki âyetlerdeki yüzleri doğrultma anlayışında
da bu intizam işareti vardır. Aynı şekilde âyetin işaret ve eğiliminden şu da
anlaşılır ki, bir islâm şehrinin güzellik bakımından tanzim ve teşkilâtında câmi
ve câmi civarları en güzel yerleri ve ziynet merkezi noktaları edinilmelidir.
Bununla beraber bütün bunların içinde mescitlerin asıl süsü, ibadet ile
mamurluğu ve ibadetle ilgilenen kimselerin hâl ve tavırlarıdır. Fenalar, en
güzel yerleri kirletir ve çirkinleştirir. İyiler, en kötü yerleri bile temizler,
güzelleştirir. Bunun için asıl istenen insanların iyiliği ve güzelliği
olduğundan buyurulmuştur ki: "Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi
giyiniz." Ve yiyiniz, içiniz, bununla beraber israf da etmeyiniz. Haramı helâl
kılmak veya helâlı haram yapmak veya yemek ve içmekte, süs eşyasında hırs ve
ifrat etmek gibi bir şekilde orta hal sınırını geçmeyiniz. Çünkü O, yani Allah
israf edenleri sevmez, işlerine râzı olmaz, bu muhakkak. Bunun nüzul sebebinde
çıplak tavaf âdetinden başka bir de şu rivâyet ediliyor ki: Âmiroğulları, hacc
günlerinde yemek ve yağlı yemezler, ancak bayılıp düşmeyecek kadar kût miktarı
(ölmeyecek kadar yiyecek bir şey) yerlerdi ve bu şekilde haclarını ulularlardı..
Müslümanlar da böyle yapmak istemişler bu âyet nazil olmuştur. Demişler ki bu
âyette tıbbın yarısı özetlenmiştir. Biz bunu bir kaç bakımdan anlıyoruz:
Birincisi: Tıp gerçi başlıca hastalıkların ilim ile tedavi sanatında özetlenir.
Fakat her ikisinden gaye sıhhattır. Şu halde sıhhati koruma baştan sona tıbbın
en büyük şartını ve gayesini teşkil ettiğinden, tıbbın bir yarısı sıhhati
koruma, diğer bir yarısı da hastalıkları tedavi demektir. Bu âyet ise sıhhati
koruma (hıfzı's- sıhha)nın esasla ilgili şartlarını özetlemiştir.

?De ki: ?Allah'ın kulları için çıkardığı
ziynetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılmış?' De ki: ?Bunlar, bu dünya
hayatında inananlar içindir, kıyamet gününde de yalnız onlara mahsustur. İşte
böylece biz âyetleri bilen bir topluluğa uzun uzun açıklıyoruz.?
(7/A'râf, 32) ?De ki: ?Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti (mesela
pamuk, keten gibi bitkilerden, yün ve ipek gibi hayvanlardan, zırh vb. gibi
madenlerden çıkan ve insanları süsleyen giysiler gibi Allah ziynetlerini). Ve
rızık türünden temiz ve lezzetli şeyleri: (kısmet olup lezzet ve iştahla
faydalanılacak, hoş hoş, temiz temiz çeşitli yiyecek ve içecekleri) kim haram
kılmış?? Bu bir inkârî istifham (soru)dır. Yani Allah'ın çıkardığı bu ziynetleri
ve tertemiz şeyleri haram kılmak kimsenin haddi değildir. Şu halde bu âyet
yenecek ve giyilecek ve çeşitli süs eşyalarında aslolanın mubahlık olduğuna
delildir. İbnü Abbas ve birçok tefsir bilgini ziyneti, giyilecek şeyler ile
tefsir etmişlerdir. Fakat diğer bir görüşe göre israf olmamak üzere çeşitli
ziynetlerin hepsini içine almaktadır ki, zahiri de budur. Şu halde her yönden
bedeni temizleme, hayvanlar ve diğerlerinden üzerine binilen binitler ve ziynet
eşyalarının her çeşidi, ziynet deyimi altında dahildir. Çünkü hepsi ziynettir.
Eğer nebevî hadiste erkek için altın, gümüş ve ipeğin haram olması hakkında
özellikle nass (dînî delil) gelmemiş olsaydı bunlar da bu genele dahil olurdu.
De ki o ziynet ve temiz şeyler bu dünya hayatında iman edenler için kıyamet
gününde halis olarak vardır. Yani o ziynetler, o temiz şeyler, esas itibariyle,
müminler içindir. Çıkarılmasının hikmeti müminlerin faydalanmasıdır. Fakat bu,
dünya hayatında kâfirler de ona, tâbi olmak sûretiyle de olsa, iştirak ederler.
Fakat kıyamet gününde onlar yalnız bu dünyadaki müminlere mahsus olacak,
kâfirler asla ortak olamayacaklardır. İkinci olarak o ziynet ve temiz şeyler, bu
dünyada, her ne olursa olsun eksiklikten, tatsızlıktan, karışıklıktan, kederden
uzak kalmaz. Kıyamet gününde ise her türlü kederlerden uzak olarak vardır. O
zaman o özel ziynet, ancak bu dünya hayatında iman etmiş olanların olacak,
kâfirlere de sadece mahrumiyet ve acı kalacaktır. İşte bilecek olan bir topluma
âyetleri biz böyle açıklarız.

Seyyid Kutub diyor ki: ?O ki, çardaklı ve
çardaksız bahçeleri, ürünleri değişik hurmaları ve ekinleri, yaprakları benzer
ve meyvaları benzemez zeytin ve nar ağaçlarını yarattı. Bu ağaçlar ürün
verdiklerinde meyvalarından yiyiniz ve hasat günü haklarını veriniz, fakat israf
etmeyiniz, çünkü Allah israf edenleri sevmez.?

?Kimi yük taşıyan ve kiminin yününden yaygı
yapılan hayvanları yaratan da O'dur. Allah'ın size verdiği rızıklardan yiyiniz
ve şeytanın izinden gitmeyiniz. Çünkü o sizin açık düşmanınızdır.?
(6/En'âm, 141-142)

Kuşkusuz bu bahçeleri ilk defa yaratan yüce
Allah, hayatı da ölüden çıkarmıştır. Bu bahçelerden bazısı insanların oturaklar
ve duvarlarla hazırladıkları, çardaklarla oluşturduklarıdır. Bazısı da çöllerde
kendi kendine -Allah'ın takdiri uyarınca- insan yardımı ve düzenlemesi söz
konusu olmaksızın yeşermektedir. Değişik renk, tat ve şekilleriyle ekinleri ve
hurmaları var eden Allah'dır. Birbirine benzeyen ve benzemeyen çeşitli türden,
zeytin ve nar yaratan O'dur. Bütün bu hayvanları yaratan, bazısını yerden yüksek
olan uzun ayakları nedeniyle ağırlık taşıyıcısı binek hayvanı kılan O'dur. Yere
yakın küçük boyluları da yününden ve kıllarından yaygı için yararlanılan türden
kılmıştır.

Yeryüzünde hayatı yaygınlaştıran, bu şekilde
türlere ayıran ve insanın yeryüzündeki hayatını gereklerine uygun kılan yüce
Allah'dır. O halde bunca kanıta ve gerçeğe karşın, insanlar nasıl olur da gidip
ekinler, hayvanlar ve mallar konusunda Allah'dan başkasının hükmüne
başvurabiliyorlar? Kur'an'ın ifade yöntemi, insanların hayatı üzerindeki
hakimiyet noktasında yüce Allah'ın birlenmesinin zorunluluğuna bir kanıt olması
için tek başına yüce Allah'ın insanlara bahşettiği rızık gerçeğini sık sık
gözler önüne sermektedir. Çünkü tek başına yaratan, yarattıklarının rızkını
veren ve onları koruyan kimse, tartışmasız olarak Rabblığın, hakimiyetin ve
otoritenin O'na ait olması gerekendir:

Burada âyetlerin akışı ekin, meyve verme,
hayvanlar ve bu vesileyle Allah'ın nimetlerinin oluşturduğu sahneler üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Daha önce ilâhlık sorunu tartışılırken, üzerinde yoğunlaştığı
bu etkenleri şimdi de hakimiyet sorununda kullanmaktadır. Böylece İslâm
inancında ilâhlık ve hakimiyet sorunlarının aslında aynı şey oldukları gerçeğine
işaret etmektedir.

Âyet, ekinler ve meyveleri söz konusu ederken,
şöyle demektedir: "Bu ağaçlar ürün verdiklerinde meyvalarından yiyiniz ve
hasat günü haklarını veriniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri
sevmez." Âyette yer alan hasat günü haklarını verme direktifi, bu âyetin
Medine'de nazil olduğuna ilişkin bazı rivâyetlere neden olmuştur. Ancak biz
surenin tanıtımında, "Bu âyet Mekke'de nazil olmuştur. Çünkü Mekke'de nazil olan
bölümünün akışı içinde bu âyet olmaksızın bütünlük sağlanamaz. Dolayısıyla bu
âyetin indirilişi Medine'ye ertelenecek olursa âyetin öncesi ile sonrası
arasında bir kopukluk meydana gelecektir. Bununla beraber, hasat günü hakkını
veririz direktifiyle zekâtın kastedilmiş olması kesin değildir. Çünkü âyete
ilişkin bazı rivâyetlerde burada amaçlananın sınırları belirsiz sadaka olduğu
ifade edilmektedir. Oysa belirlenmiş oranlarıyla birlikte zekât, hicretin ikinci
senesinde Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- uygulaması (sünneti)
ile belirlenmiştir" demiştik:

"Fakat israf etmeyiniz, çünkü Allah israf
edenleri sevmez" sözü sadaka vermeye
dönük olabileceği gibi, yemeye de dönük olabilir. Rivâyetlerde müslümanların
mallarını dağıtmada israf edercesine vardıkları anlatılır. Bu yüzden yüce Allah:
"İsraf etmeyiniz, çünkü Allah israf edenleri sevmez" buyurmuştur.

Hayvanlar söz konusu edilirken şu ifadeye
başvurulmaktadır: "Allah'ın size verdiği rızıklardan yiyiniz ve şeytanın
izinden gitmeyiniz. Çünkü o sizin açık düşmanınızdır." Amaç, bu rızıkları
verenin ve onları yaratanın yüce Allah olduğunu belirtmektedir. Oysa şeytanlar
hiçbir şey yaratamazlar. O halde onlara ne oluyor ki Allah'ın verdiği rızıklar
konusunda şeytanlara uyuyorlar? Bir de şeytanın onlara açıktan açığa düşman
olduğu vurgulanmaktadır. Açıktan açığa düşman olduğu halde, nasıl olur da onun
adımlarını takip edebilirler? (Fî Zılâli'l-Kur'an, 6/Mâide, 141-142. âyetlerin
tefsiri)

Yine Seyyid Kutub diyor ki:

İsraf ve Allah'ın Nimetleri:
Sonra surenin akışı,
belirlenen yolda süren uzun yolculuğu sunmadan önce bu duraklamada da "Ademoğulları"na
yönelik çağrı yinelenmektedir:

"Ey insanoğulları, her
mescide girişinizde güzel elbiseler giyiniz. Yiyiniz, içiniz, fakat israf
etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. "

"De ki; "Allah'ın
kullarının yararına sunduğu güzellikleri ve temiz yiyecekleri kim haram etti? De
ki; Bunlar, dünya hayatında müminler içindir kıyamet günü ise sadece onlarındır,
biz âyetlerimizi bilenlere böyle ayrıntılı biçimde açıklıyoruz. "

"De ki; Allah sadece
açık-gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir
delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında
bilmediklerinizi söylemeyi haram kıldı."
(7/A'râf, 31-33)

Bu câhiliye döneminde
Arap müşriklerinin inançlarına karşılık olarak sunulan inancın temel
gerçeklerini iyice yerleştirmek için yapılan vurgudan sonrâ yer alan bir başka
vurgudur. Bu da büyük insanlık hikayesiyle yüzyüze gelinirken, tüm
Ademoğulları'na yönelik çağrının akışı içinde yer almaktadır.

Bu gerçeklerden en
belirgini, yüce Allah'ın kulları için varettiği iyi şeyleri O'nun izni ve hükmü
sözkonusu olmaksızın yasaklamaları ile bu yasaklamayı gerçekleştiren ve Allah
hakkında bilmeden konuşan, bu konuda birtakım şeyleri ileri süren kimsenin
doğrudan doğruya sıfatı konumundaki şirk arasındaki ilgidir.

Yüce Allah, kullarına
kendilerine gönderdiği giysilerden oluşan süslerini, dış elbiselerini her
ibadette giymeleri çağrısında bulunuyor. Bu ibadetler arasında çıplak olarak
yerine getirdikleri ve bu esnada yüce Allah'ın yasaklamadığı tersine, kullarına
bir nimet olarak bahşettiği giysiyi yasakladıkları tavaf da yer alıyordu. Oysa
O'nun indirdiğine uymak (elbiseyi giymek) suretiyle ibadet etmeleri daha iyiydi.
Elbiseleri çıkarmak ve yaptıkları aşırılıklarla değil:

"Ey insanoğulları, her
mescide girişinizde güzel elbiselerinizi giyiniz."
Aynı şekilde yüce Allah,
israfa kaçmaksızın yiyeceklerin iyisinden yararlanmaları çağrısında
bulunmaktadır: "Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf
edenleri sevmez." Gelen rivâyetlerde Arap müşriklerinin tıpkı giysi
konusundaki yasaklamaları gibi yiyeceklerde de birtakım yasaklamalar
getirdikleri anlatılmaktadır. Bu da aynı şekilde Kureyş'in uydurduğu bir şeydi
kuşkusuz.

Müslim'in sahih'inde,
Hişam'a Urve'den, o da babasından şöyle rivâyet etmektedir: "Hums (Kureyş)
olanların dışındaki Araplar Kâbe'yi çıplak tavaf ederlerdi. Hums ise, Kureyş ve
Kureyşliler arasında doğanlara denirdi. Kendilerine `Hums' adını veren
Kureyşliler müzdelifeden çıkmazlardı İnsanlar Arafat'a ulaştıklarında onlar
şöyle derlerdi: "Biz Harem ehliyiz. Birinin bizim elbiselerimizi giymeden
Kâbe'yi tavaf etmesi ve bizim bölgemize girdikten sonra bizim yiyeceklerimizden
başkasını yemesi olacak iş değildir. "Mekke'de ödünç elbise alacağı bir arkadaşı
bulunmayan ya da elbise kiralayacak kadar parası bulunmayan biri şu ikisinden
birini yapmak durumunda kalırdı: Ya Kâbe'yi çıplak tavaf ederdi, ya da kendi
elbisesiyle. Tavaf bittikten sonra da elbisesini çıkarıp atardı, kimse de
dokunmazdı. Bu elbiseye `atık' derlerdi."

Kurtubi'nin "Ahkâm-ul
Kur'an adlı tefsirinde şu açıklama yer almaktadır: Câhiliyye döneminde
Araplar'ın hac zamanında etli yemekler yemedikleri, hafif yiyeceklerle
yetindikleri ve Kâbe'yi çıplak tavaf ettikleri söylenmiştir. Bunun için onlara
"Her mescide girişinizde güzel elbiseleri giyiniz. Yiyiniz, içiniz, fakat israf
etmeyiniz" denmiştir. Yani size yasaklanmamış bir şeyi yasaklamak açısından
aşırılığa düşmeyiniz. İsraf, helâl olanı haram kılmakla olabileceği gibi, sınırı
aşmakla da olur. Bu bir açıdan o da bir açıdan sınırı aşmaktır çünkü.

Âyetlerin akışı, her
mescide girişte güzel elbiseleri giymeye ve güzel yiyecek ve içeceklerden
yararlanmaya ilişkin çağrıyla yetinmiyor, bunun yanında, yüce Allah'ın kulları
için varettiği güzellikleri ve temiz rızıkları haram kılmayı da kınıyor.
Gerçekten bir insanın -kendi görüşüne dayanarak yüce Allah'ın insanlar için
varettiği güzellikleri ve temiz şeyleri haram kılması ayıplanacak bir şeydir.
Çünkü Allah'ın hükmü olmaksızın herhangi bir şeyin haram ya da helâl kılması
sözkonusu olamaz.

?De ki; Allah'ın
kullarının yararına sunduğu güzellikleri ve temiz yiyecekleri kim haram etti??
Bu
ayıplamanın ardından şu güzel elbiseler ve şu temiz rızıklar kendileri için
bunları vareden Rabblerine inanmalarından dolayı mümin olanların hakkı olduğu
belirtiliyor. Her ne kadar bu dünyada başkaları da bunlara ortak oluyorsa da
bunlar kıyamet günü sırf kendilerine özgü olacaktır. Kâfir olanların onlara
ortak olması sözkonusu olmayacaktır.

"De ki; Bunlar dünya
hayatında müminler içindir kıyamet günü ise sadece onlarındır."
Durum bu değildir ki,
onlara haram olsun, yüce Allah'ın ahirette onlara ayırdığı bir şeyin haram
olması mümkün değildir. "Biz âyetlerimizi bilenlere böylece ayrıntılı biçimde
açıklıyoruz."

Bu dinin gerçeğini
bilenler, bu açıklamadan yararlanan kimselerdir. Yüce Allah'ın gerçekten haram
kıldığına gelince; bu giysilerden dengeli bir şekilde süslenme, savurganlık ve
kibirlenmeye kaçmaksızın yiyecek ve içeceğin iyisinden yararlanmak değildir.
Yüce Allah'ın gerçekten haram kıldığı onların yaptıklarıdır. "De ki; "Allah
sadece açık-gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında
hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında
bilmediklerinizi söylemenizi haram kıldı."

Allah'ın haram kıldığı
budur. İnsanların görebildiği ya da göremediği kötülükler ve Allah'ın
belirlediği sınırları aşan davranışlar. Günahlar... -genel anlamda Allah'ın
emirlerine yapılan her isyan günah olarak nitelendirilmektedir Haksız saldırı...
Allah'ın belirlediği şekliyle hak ve adalete uymayan her davranış demektir bu...
Allah'ın kendilerine hiçbir güç ve yetki vermediği şeyleri ve kimseleri
ilâhlığın özelliklerinde Allah'a ortak koşma... Câhiliyye toplumunda olup
bitenler bu açıklamanın kapsamına girmekteydi ve bu, her câhiliyye toplumunda
yaşanan bir olgudur. İnsanlar için kanunlar koymak suretiyle Allah'a ortak
koşma, kimilerine ilâhlığın özelliklerini verme... Allah hakkında bilmedikleri
şeyleri söyleme... Tıpkı müşriklerinin helâl kılma ve haram kılmada söyleyip bir
bilgiye ve kanıta dayanmaksızın Allah'a mal ettikleri sözler gibi...

İlk defa bu âyetlerle
muhatap olan ve aşağıdaki kınamayla karşı karşıya kalan müşriklerin durumuna
ilişkin olarak gelen rivâyetler oldukça ilginçtir. "De ki, Allah'ın kullarının
yararına sunduğu güzellikleri kim haram etti? Kelbi şöyle rivâyet etmektedir:
"Müslümanlar elbise giyerek Kâbe'yi tavaf edince, müşrikler onları kınadılar...
Âyet bunun üzerine nazil oldu."

Câhiliyye,
taraftarlarına neler yapıyor, görün. Fıtratları yozlaşmış ve Kur'ana Kerim'in
Adem ve Havva'ya ilişkin olarak "... Ağacın meyvesinden tadar-tatmaz ayıp
yerleri meydana çıktı. Bunun üzerine cennet yaprakları ile örtünmeye koyuldular"
şeklinde sözünü ettiği sağlam fıtrattan uzaklaşmış, sapmış birtakım insanlar
Allah'ın evini çıplak tavaf ediyorlar. Bu, yetmiyormuş gibi, müslümanları
giyinik olarak, yüce Allah'ın insanları onurlandırmak ve örtmek, fıtrî
sağlamlığı ve güzelliği içinde fıtratlarının temel özelliklerini geliştirmek ve
onları hayvansal çıplaklıktan, hem bedensel, hem de ruhsal çıplaklıktan
kurtarmak için insanlara lütfettiği güzellikler içinde Kâbe'yi tavaf ederken
görünce... Allah'ın yarattığı fıtrat uyarınca Allah"ın lütfettiği güzel giysiler
içinde Allah'ın evini tavaf ederken görünce onları "kınıyorlar."

Câhiliyye, insanları bu
hale getirir, işte... Fıtratlarını, zevklerini, düşüncelerini, değer ve
ölçülerini işte böyle yozlaştırır, altüst eder... Acaba çağdaş câhiliyye, bu
konuda insanlara Arap câhiliyyesinde eski Yunan câhiliyyesinde Roma
câhiliyyesinde, eski İran câhiliyyesinde ve her zaman ve her yerdeki
câhiliyyelerde yaptıklarından farklı bir şey mi yapmaktadır?

Çağdaş câhiliyye,
insanların elbiselerini çıkarmaktan, onları Allah korkusu ve utanma duygusundan
uzaklaştırmaktan başka bir şey mi yapıyor? Bu çıplaklığı ilericilik, çağdaşlık
ve yenilik olarak kitlelere kabul ettirmiyor mu? Örtünen özgür ve iffetli
müslüman kadınları "gericiler", "gelenekçiler" ve "köylüler" diye ayıplamıyor
mu?

Yozlaşma aynı
yozlaşmadır. İnsanların sağlam fıtrattan uzaklaşıp çarpık bir karaktere sahip
olmaları yinelenmiştir. Ölçülerdeki başkalaşım aynı başkalaşımdır. Bütün
bunlardan sonra aynı büyüklenme duygusudur egemen olan. "Böyle bir direktif
mi almışlar? Tersine onlar azgın bir millettir." (Zariyat, 53)

Şu çıplaklık, şu
yozlaşma, şu hayvanlaşma ve şu büyüklenme ile şirk ve Allah`ın dışında insanlar
için yasalar koyan sahte tanrılar arasındaki ilgi açısından câhiliyye toplumları
arasında ne gibi bir fark vardır? Şâyet Arap müşrikleri, kâhinlerin, tapınak
bekçilerinin ve kabile önderlerinin buyruklarına göre hareket eden benzerleri
diğer eski câhiliyye toplumları gibi şu çıplaklık konusunda yarım adadaki
egemenliklerini garantiye almak için onların bilgisizliklerini istismar eden,
akıllarını hiçe sayan yeryüzünün sahte tanrılarının buyruklarına göre hareket
etmişlerse günümüz müşrik erkek ve kadınları da bu konuda yeryüzü tanrılarının
buyruklarına göre hareket ediyor, bunlara uymazlık edemiyor. Kadınıyla,
erkeğiyle çağdaş câhiliyye mensuplarının kendilerini kurtaramadıkları bu
çılgınlığın gerisinde moda evleri ve stilistleri,. güzellik uzmanları ve
güzellik salonları denen sahte tanrılar yer almaktadır. Bu tanrılar emirler
yağdırırlar, ardından yeryüzünün her tarafındaki züppeler ve çıplak hayvanlar
onur kırıcı bir itaatle bu buyrukları hemen uygularlar. Bu seneki yeni moda
herhangi bir kadının boyuna posuna uysa da uymasa da, güzellik için öngörülen
şatafatlar kendisine uygun olsa da olmasa da bu zavallı kadın ister istemez
hepsini uygulayacaktır. Bu sahte tanrıların emirlerine itaat edecektir. Yoksa
çevresindeki diğer hayvancıklar tarafından ayıplanır.

Moda evlerinin, güzellik
salonlarının, çıplaklık ve teşhir kamplarının, bu kızgın hamleyi yönlendiren
bilimlerin, fotoğrafların, roman ve hikâyelerin, dergi ve gazetelerin gerisinde
kimler vardır? Bir kısmı, ahlâksızlık için tercih edilecek ve elden ele
dolaştırılacak duruma gelmiş dergi ve hikâyelerin bu duruma gelmesinde kimlerin
parmağı vardır? Evet bütün bunların gerisinde yer alanlar kimlerdir?

Bütün dünyada, tüm bu
iletişim araçlarının gerisinde yer alanlar yahudidir... Yahudiler, ruhsal
hezimete uğramış bu hayvanların üzerinde tanrılık yetkilerini ve özelliklerini
ellerinde tutuyorlar. Her yerde başlattıkları bu akımlar aracılığıyla
hedeflerine ulaşıyorlar. Bu salgınlar aracılığıyla bütün dünyayı oyuncak haline
getirmek, bunun ardından psikolojik ve ahlâki çözülmeyi yaygınlaştırmak, insan
fıtratını yozlaştırıp moda ve güzellik uzmanlarının ellerinde oyuncak haline
getirmek onların hedefleri arasında yer almaktadır. Sonra kumaş, süs ve güzellik
araçlarının ayrıca bu pazara dayanan ve ondan beslenen birçok sanayi ürünlerinin
tüketimindeki savurganlıkla ekonomik hedeflerine ulaşmayı amaçlamaktadırlar.

Kuşkusuz elbise ve
kıyafet sorunu, Allah'ın şeriatından ve O'nun hayat sisteminden kopuk olarak ele
alınacak bir sorun değildir. Surenin akışı içinde bu sorunla iman ve şirk sorunu
arasındaki bu ilginin kurulması bu yüzdendir.

Bu sorunun inanç sistemi
ve şeriatla çeşitli yönlerden ilgisi vardır. Her şeyden önce bu sorun,Rabblık
sorunuyla ilgilidir. Bu konularda insanlar için hükümler koyan, hem ahlâk, hem
ekonomi hem de hayatın birçok yönünde derin etkisi bulunan mercinin
belirlenmesiyle ilgilidir.

Câhiliyye, düşünceleri,
zevkleri, değerleri ve ahlâkları yozlaştırır. Böylece hayvanlara özgü
çıplaklığı, açık-saçıklığı ilericilik, gelişmişlik olarak nitelendirir, bunun
yanında insana özgü örtünmeyi de gelişmemişlik, gericilik olarak nitelendirir.
İnsan fıtratının ve insanî özelliklerin bundan daha fazla yozlaşması, tersyüz
olması düşünülemez.

Bütün bunlardan sonra
bazı câhiliyye mensubu kişiler kalkıp bize şunu söylüyorlar: Dinle kıyafetin ne
ilgisi var? Kadın giyimiyle dinin ne alâkası var? Güzellik, dini neden
ilgilendirsin?.. İşte bu, her zaman ve her yerdeki câhiliyye toplumlarında
insanların yaşadığı bir yozlaşma, bir tersyüz olma durumudur. Ayrıntılı bir
sorun olarak belirmesine karşın Allah'ın ölçüsünde ve islâmın değerlendirmesinde
bu denli önemsediği için öncelikle tevhid ve şirk sorunuyla ilişkisi bulunduğu
için, ikinci olarak insan fıtratının, ahlâki yapısının, toplumun ve hayat
düzeninin sağlam ya da bozuk oluşuyla ilişkili olduğu için... Surenin akışı bu
sorunun üzerine, güçlü, etkin ve vurgulu bir değerlendirme yapıyor. Büyük inanç
sistemine ilişkin konuları ele alırken başvurduğu yöntemle soruna değiniyor.
İnsanoğluna, yeryüzünde hayatlarının sınırlı ve belirlenmiş olduğuna, süre
dolduğu zaman bir saat geriye ya da ileriye alınmasına imkân bulunmadığına
ilişkin bir uyarıda bulunmak suretiyle sorun üzerine etkin bir değerlendirme
yapıyor. (Fî Zılâli'l Kur'an, 7/A'râf, 31-33. âyetlerin tefsiri)

Akrabalık Bağları:
Anne-babanın haklarını
ortaya koyan surenin akışı, şimdi de bütün akrabaya yöneliyor. Bunlara bir de
yoksulları ve yolda kalmışları ilave ediyor. Böylece yakınlık bağlarını
genişletiyor. En geniş anlamı ile insani bağların hepsini kuşatıyor:

?Akrabalarına, yoksula
ve yarı yolda kalan yolcuya hakkını ver. Fakat savurganca davranma.?

?Çünkü savurganlar;
harcamalarında ölçü gözetmeyenler, şeytanın kardeşleridir ve şeytan da Rabbine
karşı son derece nankördür.?

?Eğer Rabbinden umduğu
bir bağışın beklentisi içinde o hak sahiplerinin haklarını verememenin ezikliği
ile yüzlerine bakamıyorsun, bari onlara tatlı söz söyle.?
(17/İsrâ, 26-28)

Kur'an'ı Kerim'in
akrabanın, yoksulların, yolda kalmışların, imkânları olanlar üzerinde bir hakkı
olduğunu ve insanın boynuna borç bir yardım türü olarak kabul ettiğini
anlıyoruz. Bu bir insanın başka birine lütfen yaptığı bir yardım değildir. Bu,
Allah'ın farz kıldığı, belirlediği kulluk ve tevhid ilkesiyle birlikte ele
aldığı bir haktır. Mükellefin vermekle kendi görevini yaparak kendisini
kurtardığı, o sadece Allah'ın kendisine farz kıldığı bir görevi yerine
getirmesine rağmen kendisi ile yardımı alan arasında bir sevgi ortamı oluşturan
bir haktır.

Kur'an saçıp savurmayı
yasaklıyor. Saçıp savurma (İbn Mes'ud ve İbn Abbas'ın da açıkladığı gibi) "doğru
olmayan yerlere harcamada bulunmaktır." Mücahid der ki: Bir insan malının
hepsini Allah yolunda harcasa, "saçıp savurmuş" olmaz. Bir avuç dahi doğru
olmayan yerlere harcasa "saçıp savurmuş"lardan olur.

Demek ki,
saçıp-savurmanın az veya çok harcama ile ilgisi yoktur. Harcamanın yapıldığı
yerle ilgisi vardır. İşte bu nedenle saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşi
olmuşlardır. Zira onlar boş yerlere harcama yaparken, kötü şeylere de harcama
yaparken günahta harcama yaparlar. İşte onlar şeytanın dostları ve
arkadaşlarıdırlar: "Şeytan Rabbine karşı çok nankördür." Nimetin hakkını vermez.
Saçıp-savuran kardeşleri de nimetin hakkını ödemezler. Nimetin hakkı, haddi
aşmadan ve saçıp savurmadan onu Allah'a itaat etmek amacıyla hakların korunması
uğrunda harcamaktır.

Eğer bir insan
akrabanın, yoksulların ve yolda kalmışların hakkını ödeyecek bir imkân bulamıyor
ve onlarla yüzyüze gelmekten utanıyorsa, Allah'a yönelsin, hem kendisine hem de
onlara rızık göndermesini O'ndan dilemelidir. Kendilerini rahata, bolluğa
çıkarmasını dilemelidir. Onlara yumuşak söz söylemelidir. Onların gelişi ile
canını sıkmamalıdır. Onları kendi hallerine bırakıp susmamalı ve onların
gelişiyle sıkıldığı imajını vermemelidir. Hoş ve tatlı bir söz bunun yerine
geçer, umut verici ve güzel olur.

Orta Yol: ?Elini
sıkıp boynuna bağlama (cimri olma) onu büsbütün de açma; sonra kınanmış ve eli
boş kalırsın.? (17/İsrâ, 29). Denge, İslâm yolunun en büyük ilkelerinden
biridir. Aşırı gitmek de, ihmal etmek gibi dengeyi bozar. Burada ifade ki,
tasvir metoduna göre şekillenmiştir. Buna göre cimrilik elleri boynuna bağlı bir
insan olarak tasvir ediliyor. Savurganlık ise, hiçbir şey tutmayan sonuna kadar
açılmış bir el olarak gösteriliyor. Cimriliğin sonu da savurganlığın sonu da bir
oturuş şeklinde veriliyor. "Kınanmış ve yorgun düşmüş" bir insanın oturuşu.
Âyette geçen "Hasir" kelimesi sözlükte "yürüyemez hale düşmüş, zayıflığından ve
acizliğinden durup dinlenen hayvan" demektir. Cimrinin hali de böyle. Cimriliği,
onu öyle bir yorgun düşürür ki, takattan düşürür, durup dinlenmek zorunda
bırakır. Savurganın durumu da farklı değildir. Onun bu savurganlığı kendisini
yorgun düşmüş hayvanın durumu gibi bir duruma getirir. Her iki halde de
kınanmış,pişman olmuştur. Cimrilikte de, savurganlıkta da... Demek ki, işlerin
en hayırlısı orta olanıdır.

Bu orta yol önerilip
emredildikten sonra rızık verenin Allah olduğu, rızkı genişletip bollaştıranın O
olduğu gibi, daraltıp kısanın da O olduğu belirtiliyor. Harcamada orta yolu
emredenin de rızkı verenin de kendisi olduğu açıklanıyor. ?Rabbin dilediğine
geniş rızık verir ve dilediğinin rızkını kısıtlar. Hiç şüphesiz O, kullarını iyi
görür, onların durumundan yakından haberdardır.? (17/İsrâ, 30). Dilediği
kimsenin rızkını görerek ve bilerek artırır. Yine görerek ve bilerek dilediği
kimsenin rızkını da kısar. Orta yolu ve itidali emreder. Cimriliği ve
savurganlığı yasaklar. Bütün durumlarda en sağlıklı şeyin ne olduğunu gören ve
bilen O'dur. Zaten o her durumda en doğru yola iletmesi için Kur'an'ı
indirmiştir.

İSRÂF.
İsrâf; Anlam ve Mâhiyeti
Kur'an'da İsrafın Mânâları
Müsrif; İsrafçı, Savurgan.
Cimrilik; İsrâfın Zıddı Olan Aşırılık.
İktisad; Harcamada Orta Yol
İnsan İktisadın Dışında Kalabilir mi?.
Menfaat
Cömertlik; Allah'ın Verdiğini Allah Yolunda Sarfetmek.
Sehâvet
Cûd
Îsâr
Saçıp Savuranlar Şeytanın Kardeşleridir
Kur'ân-ı Kerim'de isrâf Kavramı
Hadis-i Şeriflerde İsrâf Kavramı
Reklâm; İsrâfı Emreden Şeytânî İllüzyon.
Hile Ve Aldatma Çeşitleri
Kapitalizm; Tüketimi ve İsrâfı Dayatan Rejim..
Mal; Dünya Varlığı
a) Mütekavvim mal
b) Gayri mütekavvim mal
c) Menkul mal
d) Gayri menkul mal
e) Mislî mal
f) Kıyemî mal
g) Tüketime elverişli (istihlâkî) mal
h) Kullanmaya elverişli (isti'mâlî) mal
Mal-Mülk Allah'ındır
Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
Rızık Genişliği İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu.
İnfak; İsrafın Alternatifi
İnfakın Fayda ve Hikmetleri
İnfak, Zekât ve Her Türlü Cömertlik, Malın Mülkün Gerçek Sahibini Hatırlatır ve Kişinin Emanet Bilincini Güçlendirir
İnfak, Zekât ve Her Türlü Cömertlik, Ferdi/Kişiyi Maddeperestlikten Korur; Kalpteki Dünya Sevgisine Karşı Bir İlâç Olur
İnfak ve Cömertlik İhtiras Zincirini Kırar, İnsanı Hırstan Korur, Nefsin Maraz ve İletini Tedâvi Eder
Zekât, İnfak ve Cömertlik Kişiyi Cimrilikten Korur, Cömertleştirir
Cömertlik; İsrâf ve Lüks Gibi Şeytanî Eğilimleri Azaltır
Cömertlik Kalbin Katılaşmasını Önler; Kalbe Sevinç, Mutluluk ve Huzur Verir
Cömertlik Halka Şefkat ve Merhameti Arttırır, Dost Kazanmaya Sebep Olur
Cömertlik, İnsanı Bir Şeye Muhtaç Olup Onsuz Olamama Tiryakiliğinden Kurtarır; Allah'tan başkasına İhtiyaç Duymama Faziletine Yükseltir
Allah İçin Cömertlik, Malı Ebedîleştirir
Zekât, İnfak Gibi Cömertlikler Malı Çoğaltır, Bereketini Arttırır
Mal Yığma.
Yeme-İçmede İsraf Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları
Yiyeceklerin Temiz ve Helâlinden Yararlanmak
Tefsirlerden İktibaslar
Fakirlik Kaygısı ve İğrenç Fiiller
Tüketim Çılgınlığı ve İnsanımız.
Çerçeveyi Belirlemek
Efsânelerin Yanlışlarını Ortaya Koymak
Tüketim Çılgınlığı Konusunda Birbirimizi Eğitmek
Değişime Kendinizden Başlayın
Dünyaya, İsrafla Harcamak İçin Değil; Âhirete Azık Postalamaya Geldik!
İsrâf Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar