Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

MUSHAF.

MUSHAF

MUSHAF

İslâm'ın mukaddes kitabı Kur'ân-ı
Kerim'in isimlerinden biri iki kapak arasında toplanan sayfalardan oluşan kitap.
Theodor Nöldeke bu kelimenin Habeşçe'den alındığını söylüyorsa da[1]
aslında Arapçadır ve İslâm öncesi şairlerin şiirlerinde de aynı manada
kullanılmıştır.[2]
Kur'ân-ı Kerim'e, Hz. Peygamber hayatta iken vahyin nüzûlü devam ettiği ve iki
kapak arasında toplanmış tam bir kitap haline gelmediği için Mushaf adı
verilmemişti. Bu ad ona ancak, Hz. Ebu Bekir'in halifeliği sırasında Kur'ân-ı
Kerim bir kitap halinde toplandıktan sonra verilmiştir.[3]

Hz. Ebu Bekr'in emriyle Zeyd
ibn Sâbit (Ö1. 54/674) tarafından toplanıp tertip olunan bu mushaftan başka
Sahabeden Übeyy ibn Ka'b, Abdullah ibn Mes'ûd, Ali ibn Ebî Talib, Abdullah ibn
Abbâs ve Cafer-i Sâdık'ın da Kur'ân-ı Kerim'i ayrı mushaflarda topladıklarına
dair bazı rivayetler vardır. İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist'inde bu mushaflar hakkında
kısa bilgiler vermektedir.[4]

Bunlardan Übeyy ibn Ka'b'ın
mushafında fazladan "Sûratu'l-Hal' ve Sûratu'l-Hafd" adıyla iki sûre
bulunmaktadır ki bunlar aslında kunut dualarıdır. Herhalde Übeyy bu. duaları
teberrüken mushafının sonuna yazmış, daha sonra gelenler ise bunların sûre
olduklarını zannetmiş olmalıdır. Ayrıca Fîl ve Kureyş sûreleri bir, Duhâ ve
İnşirâh sûreleri de bir sûre olarak kaydedilmiştir ki böylece sûrelerin sayısı
yine 114 olarak kaydedilmiştir.
Abdullah ibn Mes'ûd'a izafe
edilen mushafta ise Fâtiha, Felak ve Nâs sûrelerinin eksik olduğu
söylenmektedir. Ali ibn Ebî Talib ile Abdullah ibn Abbâs ve Cafer-i Sâdık'ın
mushaflarında sûrelerin nüzûl sırasına göre tertib edilmiş olduğu
nakledilmektedir.
Ancak bu mushaflar ile Hz.
Osman zamanında teksir edilen ve "el-Mushafu'l-İmam"adı verilen mushaf
arasındaki farklar son derece az, önemsiz ve asıl metinle ilgili olmayan
farklardır. Bu mushaflar arasındaki farklar daha ziyade İmam Mushaf'ta olduğu
halde bunlarda bulunmayan sûreler olarak ortaya çıkmaktadır ki bu da İmam
Mushaf'ın teksiri ve muhtelif bölgelere gönderilmesinden sonra diğerlerinin
imhasının emredilmiş olmasının sebebini açıkça ortaya koymaktatır. Öte yandan Hz.
Ali'nin mushafında bulunduğu ileri sürülen ve "Velâyet sûresi", "Nûreyn Sûresi"
adları verilen iki sûrenin ise uydurma oldukları Kur'ân-ı Kerim'in üslûbuyla hiç
bağdaşmayan üslûblarından kolayca anlaşılmakta olup İmâmiyye mezhebi mensupları
ve meşhur Şîa âlimleri de zaten bunları kabul etmemektedirler.
Bu mushaflardan bütün Sahabenin
icmaı ile kabul edilen mushaf -ki el-Mushafu'l-İmam adı verildiğini belirtmiştik
- Hz. Ebu Bekr tarafından toplanmıştır.
Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin bir
"mushaf"ta toplanması düşüncesi ilk olarak Hz. Ömer tarafından -Yermûk ve Yemâme
savaşlarında çok sayıda Kur'ân hafızının şehid olması dolayısıyla Kur'ân-ı
Kerim'in kaybolacağı endişesiyle- ortaya atılmış, Hz. Ebu Bekr de buna kâni
olarak Kur'ân âyetlerinin tamamının bir mushafta toplanması işi ile Zeyd ibn
Sâbit'i görevlendirmişti. Zeyd, Hz. Peygamber'in vahy kâtibi ve Kur'ân hâfızı
olması yanında Hz. Peygamber'in son senesinde vukubulan arza-i ahîrada da hazır
bulunmuştu.
Bu görevlendirmeden sonra bütün
Sahabeye, yanlarında bulunan -gerek ezberlerinde olan gerekse herhangi bir yazı
malzemesinde yazılı haldeki âyetleri Zeyd ibn Sâbit'e getirmeleri duyuruldu ve
bunların Kur'ân âyetleri olduğuna bizzat Hz. Peygamber'den Kur'ân âyeti olarak
duyup ezberlediğine veya Hz. Peygamber'in huzurunda Kur'ân âyeti olarak
yazıldığına dair en az iki şahit getirmeleri şart koşuldu. Böylece bütün Kur'ân
âyetleri büyük bir titizlik ve itina ile bir araya toplanıp yazıldı. Yazıda
Kureyş lehçesi esas alındı.
İki kapak arasında toplanıp
yazılan bu mushaf Hz. Ebu Bekr'e teslim edildi.[5]
Vefatına kadar da onun yanında kaldı. Hz. Ebu Bekr'in ölümünden sonra bu mushaf
Hz. Ömer'e, ondan da kızı Hz. Hafsa'ya geçti.
Hz. Osman'ın halifeliği
zamanındaki Azerbaycan ve Ermenistan savaşlarına katılan Sahabe arasındaki
kırâat ihtilâfları üzerine, Huzeyfe ibn el-Yemân tarafından İmam Mushaf'ın
çoğaltılması fikri ortaya atılınca Halifenin emriyle Hz. Hafsa nezdinde muhafaza
edilmekte olan esas nüsha ondan alınarak yine Zeyd ibn Sâbit'in başkanlığında
Abdullah ibn ez-Zübeyr, Saîd ibn el-Âs ve Abdurrahman ibn el-Hâris ibn Hişâm'dan
müteşekkil bir heyet kuruldu ve bu heyet tarafından İmam Mushaf'tan altı adet
çoğaltıldıktan sonra esas nüsha tekrar Hz. Hafsa'ya iade edildi. Bir rivayete
göre bu nüsha Emevi hükümdarı Mervan b. el-Hakem zamanına kadar Hz. Hafsa'da
kaldı. Mervan bu nüshayı ondan aldırarak yaktırdı.[6]

İmam Mushaf'tan çoğaltılan
nüshalar o zamanın önde gelen merkezlerinden Mekke, Basra, Kufe ve Dımaşk
(Şam)'a gönderildi. Bir nüshası da Medine'de bırakıldı. Bir rivayete göre de iki
nüshası Yemen ve Bahreyn'e gönderildi. Bütün Sahabenin icmâı ile kabul edilen bu
mushaflar dışında kalan bütün mushafların, cüzlerin ve Kur'ân âyetlerinin yazılı
bulunduğu sayfaların imhası -bir rivayete göre de yakılması- emredildi. Bu altı
mushaftan sadece Şam, Basra ve Medine nüshaları hakkında tarih kitaplarında
bilgi bulunmakta, diğerleri hakkında bilgi verilmemektedir.
Bütün müslümanlarca manâsı
yanında lafzı da mukaddes kabul edilen Kur'ân-ı Kerim'in yazıldığı kitab olan
Mushaf her asır ve beldede büyük bir hürmetle karşılanmış ve abdestsiz olarak
dokunulmasına bile müsaade edilmemiştir. Buna da "O'na ancak çok çok
temizlenmiş olanlar dokunabilir" (el-Vâkıa, 56/79) âyeti delil
getirilmiştir. Buna göre cünüb olanlarla hayız ve nifas halinde olan kadınlar
Mushaf'a dokunamazlar, Mushafı yüzünden okuyamazlar. Ancak bu konuda mezhebler
arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hanefi, Şafiî ve Hanbelî fıkıhçıları
yukarıdaki âyet-i kerimeyi delil kabul ederek bu durumdaki kadınların Mushafa
dokunmalarını haram sayarken, Malikîler tam tersine kadının hayız ve nifas
halinde Mushaftan uzak kalmamasını daha uygun görerek ona dokunabileceğini,
okuyabileceğini kabul etmişlerdir.
Bu meyanda başlangıçta savaşa
giden müslüman askerler tarafından yanlarına alınan Mushafların, kâfirlerin
eline geçer de hakarete uğrar endişesiyle alınmasına ve yanlarında
bulundurulmasına müsaade edilmemiştir.
Mushafların bir mal gibi alınıp
satılması, yazılması, öğretilmesi ve okutulması karşılığında ücret alınması gibi
meseleler fıkıh âlimleri arasında tartışmalı konulardandır. Selef âlimleri
Sahabeye uyarak Mushafın satılması, yazılması, okutulması ve öğretilmesi
karşılığında ücret alınmasını doğru görmemişlerdir. Daha sonraları ise
zaruretten dolayı bunlara cevaz verilmiştir. Bazı selef âlimleri de Mushafın
satılmasını kâğıdının ve yazılmasında çekilen emeğin karşılığı olduğu
gerekçesiyle caiz görmüşlerdir ki, doğrusu da budur.[7]

Mushaflar, Mushafların imlâsı,
bazı âyetlerdeki imlâ farkları gibi meselelerle ilgili olarak kaleme alınan
eserlere genelde Kitâbu'l-Mesâhif adı verilmiş olup bunların en meşhuru olan Ebu
Bekr Abdullah ibn Ebî Davud es-Sicistânî (Öl. 316/928)'nin Arthur Jeffery
tarafından Mısır'da 1355/1936'da neşredilmiştir.[8]



[1]
Mushaf maddesi İ.A.

[2]
Arthur Jeffery, The Foreign Vocobulary of the Kur'ân, Baroda 1938, s.
193-194.

[3]
Suyûtî, el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire 1978, I, 69.

[4]
İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, Lübnan (t.y.), s. 39-42.

[5]
Abdullah ibn Ebî Davud es-Sicistanî, Kitâbu'l-Mesâhif, Mısır 1936, s. 5-10;
Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 3.

[6]
İbn Ebî Davud, K. el-Mesâhif, s. 10.


[7]
Geniş bilgi için bk. Suyûtî, el-İtkân, II, 220.

[8]
Bedreddin Çetiner, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/290-292.