Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri

Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri


Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri



İnsan, teklifsiz, başı boş ve kendi keyfine
bırakılmamıştır. Onun yapacağı işler ve yapmaması gerekenler, ilâhî hükümlerle
bildirilmiştir. Dünyada irâdesiyle Allah'a kulluk etmesi için ona her türlü
imkân sağlanmıştır. Allah'ın kendisine verdiği, maddî mânevî tüm imkânları O'nun
istediği gibi kullanan kimse, dünyada ebedî hayatı kazanmış olur. Aksini yapan
kişi de bu ebedî hayatın mutlu sonucunu elde edemez. Bunun içindir ki, her
insanın âhiret hayatı, dünyadaki ömrüne göre değil; dünya hayatında yaptığı
işlerine göre olacaktır.

Ebû Hureyre (r.a.)'den, Rasülüllah (s.a.s.)'ın
şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Yedi kimseyi Allah, kendi zıllinden
(gölgesinden) başka bir gölge olmayan Kıyâmet gününde kendi gölgesi altında
barındıracaktır. Bunlar; 1- İmâm-ı âdil (adâletli müslüman devlet başkanı,
idareci), 2- Rabbına itaat ve ibâdet eden genç, 3- Gönlü mescidlere bağlı olan
kimse, 4- Birbirlerini Allah için seven ve yine Allah için buğz eden iki
kimseden her biri, 5- Makam ve güzellik sahibi bir kadının isteğine rağmen "ben
Allah'tan korkarım" diyerek haram işlemeyen erkek, 6- (Gönül hoşnutluğu ile)
infak ettiğinden sol elinin haberdar olmayacağı kadar gizli olarak sadaka veren
kimse, 7- Tenhada (lisanen veya kalben) Allah'ı zikredip de gözü yaşla dolup
taşan kişi." (Buhârî, Bed'ul Ezân, 384, Tecrîd-i Sarih Ter. c. 2, s. 617)

Kıyâmet günü evlât ve malın fayda vermediği,
ancak doğruların doğruluğunun fayda verdiği bir gündür. Geleceğinde hiç şüphe
olmayan bu günde, insanlar kabirlerinden çıkarak Allah'ın huzurunda toplanacak
ve hiçbir kimse -Allah'ın izin verdikleri müstesnâ- bir diğerine fayda
veremeyecektir. İnsanların kendi organları yaptıklarına şâhitlik edecektir (41/Fussılet,
20-21). Kısacası bu günün, çok korkunç anları ve özellikleri vardır. Kıyâmet
gününde insanın kendi yaptıklarından başka her şeyden, kesin olarak ümidini
keseceği anlaşılıyor.

Kur'an âyetlerinde ve hadis-i şeriflerde,
Kıyâmet tasvir edilirken, yer ve gök nizamının bozulmasından ve bunların
mahvolup toz haline gelmesinden bahsedilmiştir. "O gün arz (yer) başka bir
arz olup değişecek; gökler de değişecek..." (14/İbrâhim, 48) Bu âyetten de
anlaşıldığına göre Kıyâmet, âlemin nizamının bozulmasının ve dünyadaki mevcut
hayatın mahvolmasının ismidir. Ondan sonra yeni bir hayat başlayacak, bu yeni
hayatın nizamı kurulacaktır. Kıyâmet inancı, dinin iman esaslarındandır.
İnsanların davranışlarına yön vermedeçok etkili olduğu içindir ki, İslâm, bu
inancı kendi mensuplarının gönüllerine tam ve kâmil bir şekilde yerleştirmek
istemiştir.

Kur'an'ın ve hadis-i şeriflerin belirttiği
Kıyâmet gününün çeşitli durumlarına, ne yazık ki insanların pek çoğu, gerektiği
şekilde samimi olarak inanmamaktadır. Dilleri ile ?Kıyâmet günü haktır? derken,
kalpleri o günden gâfil bulunanlar, dilleriyle inanmış, ancak davranışlarıyla o
günü yalanlamış olanlardır. Şu da unutulmamalıdır ki, Kıyâmeti davranışlarla
yalanlamak, yani sanki bu gün hiç gelmeyecekmiş gibi her türlü günah ve
kötülükler işlemek, dil ile yalanlamak gibidir. Kıyâmetin vuku bulacağı
şüphesizdir. Çünkü bunu Allah haber vermiştir. Kıyâmeti inkâr etmek küfürdür.
Kıyâmetin ne zaman meydana geleceğini Allah, kullarına bildirmemiştir. O er geç
vuku bulacaktır. Şu kadar ki, onun olacağı zamanı kimse tayin edemez. İnsana
düşen görev, böyle bir günün geleceğini bilmek, ona inanmak ve o gün için
hazırlanmaktır. Zaten bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, insan ölünce
kendi Kıyâmeti kopmuş demektir.

Âhirete iman etmek, öldükten sonra tekrar
dirilmeye inanmak, hesap ve cezâ meselelerini kabullenmek, İslâm dininin inanç
esaslarının bir bölümüdür. Allah'ın tek bir ilâh olduğunu kabul etmenin hemen
ardından bunlara inanmak gereklidir. İslâm'da ulûhiyet gerçeği ile âhiret
hayatının hakikatı birleştirilip tek temel üzerine oturtulmuş, böylece itikadî,
amelî, ve ahlâkî değerler birleştirilerek bir bütün haline
getirilmiştir.

İslâm tasavvurunda hayatın mânâsı, insan ömrünün
teşkil ettiği şu kısa zaman değildir. Hatta bu hayatın anlamını, ne bir kavmin
ve toplumun yüz yıllar süren ömrü, ne de bütün insanların süregelen hayatı ifade
edebilir. İslâm tasavvurundaki hayat, şu görünen dünya hayatını içine aldığı
gibi, Allah'tan başka kimsenin bilmediği âhiret hayatını da içine almaktadır.
Mekân itibarıyla da, üzerinde insanların yaşamakta olduğu şu yeryüzünü içine
aldığı gibi; âhiret yurdunu da ihtiva etmektedir. Yine âlemleri kucaklarcasına
şu görünen kâinata şâmil olduğu gibi, her türlü gerçeklerini Allah'tan başka
kimsenin bilmediği "gayb" âlemini de kapsamaktadır. O gayb âlemi, ölüm ânı ile
başlayıp âhiret hayatıyla son bulur. Mâhiyet itibarıyla hayat, dünya hayatındaki
şu bilinen yaşayışı kapsadığı gibi, ikinci hayat dediğimiz âhiret yaşayışını da
içine almaktadır.

İşte Kıyâmete ve âhiret gününe iman etmek,
böylesine zamanın sonsuz mesafesini, mekânın hudutsuz ufuklarını, hayat ve
âlemlerin bitmeyen derinliklerini ve yüceliklerini ifade etmektedir. Bu inanç,
kesinlikle kişinin dünya görüşünü değiştiren ve davranışlarını etkileyen bir
inançtır. Her asırda olduğu gibi günümüzde de en önemli hususlardan biri, âhiret
gününe iman etmek konusudur. Bunun içindir ki, Kur'an, tevhid inancıyla beraber
bu inanç üzerinde ısrarla durmuş, Hz. Peygamber de pek çok sözleriyle bu inancın
önemini belirtmiştir. Her konuda hakkı bildiren Allah, hak olan âhiret konusunda
da önemle duruyor. Eğer insan yaptıklarından sorumlu olmasaydı, o zaman iyilik
ve kötülüğün farkı ortadan kalkmış olur, insan yaşayışı tamamen maksatsız ve
gayesiz hale gelir, her iş neticesiz kalırdı. Oysa insan, maksatsız ve gâyesiz
olarak yaratılmamıştır. Her insan, kendi iradesiyle yaptıklarının karşılığını
görmeyecek olsaydı, o zaman iyilik ve kötülük aynı şey olur, günah ve sevâbın
anlamı kalmazdı.

İnsanlar, bu dünya hayatında da az çok
yaptıklarının karşılığını görürler. Bununla beraber şunu da unutmamalıdır ki,
pek çok zâlim günahkârlar, kötülük yapan insanlar, bu dünyada rahat yaşarlar da,
birçok iyi insan musibetlere mâruz kalır. Çünkü bu dünya, yapılan işlerin asıl
karşılığının görüleceği yer değildir. İşte tüm işlerin karşılığının verileceği
ve rabbânî adâletin tecellî edeceği an din günüdür. (27)

Allah'ın kâinat için koyduğu bazı kanunlar
vardır. Adına Sünnetullah dediğimiz bu tabiat kanunlarından biri "cezâ=karşılık
kanunu"dur. Yapılan hiçbir hareket karşılıksız değildir. Ateş yakar, ekilen
tohum biter, olgunlaşan meyve yere düşer... Yani kâinatta neyi düşünsek, nereye
göz atsak, Allah'ın koymuş olduğu bu "karşılık kanunu"nu görürüz. Atasözlerinde
de "eden bulur", "eşen düşer", "her koyun kendi bacağından asılır", "ne ekersen
onu biçersin" gibi ifadeler, karşılık kanunu için örneklerdir.

Karşılık kanunu, en büyük adâlettir. Çünkü
insan, daha önceden bildiği esaslara uyup uymamanın neye mal olduğunu bilmekte,
seçimini hür irâdesiyle ona göre yapma imkânına sahip olmaktadır. Bu ilâhî
kanuna göre, herkes amellerinin karşılığını görecek, hiç kimse başkasının
günahını çekmeyecektir (6/En'âm, 164; 17/İsrâ, 15; 53/Necm, 38). Bununla
birlikte, ister hayır, ister şer olsun, yapılan en küçük iş karşılıksız
kalmayacaktır (99/Zilzâl, 7-8). Bu da insanın, bahane bulma duygusunu yok
edecek; "kendim ettim, kendim buldum" şeklinde bir neticeye varmasına yol
açacaktır. Kâinatta her şeyin bir karşılığı olduğu gibi, yapılan hiçbir kötülük,
kimsenin yanına kâr kalmayacaktır. Hal böyle iken, bütün karşılıkların
görülebilmesi için, dünya hayatı elbette kâfi değildir. O zaman şöyle bir
durumla karşı karşıya kalırız: Bir tarafta karşılık kanunu, diğer tarafta dünya
hayatının buna kâfi gelmeyişi. Burada, ?imtihan edilme? söz konusudur. Bu açıdan
bakıldığında "karşılık kanunu", âhirete inanmanın zarûretini de ortaya koyar.
Yani her şeyin bir karşılığı olacağına göre, dünya hayatının da bu karşılıklar
için kâfi gelmediğine göre, mutlaka bir karşılık zamanı olmalıdır. İşte
Fâtiha'da Allah bu "karşılık günü = din günü"nün tek sahibi olduğunu
belirtmektedir. Burada "din", yapılan bir işin, kendi cinsinden karşılığı
manasını ifade eder. Bu karşılık kanunu sebebiyle, dünyada da hesaba çeken
Allah'tır; âhirette de hesaba çeken Allah'tır. Allah, karşılıkları imhal eder,
ama ihmal etmez. (Karşılığını erteleyebilir, istediği vakitte verir; ama ihmal
etmez.) Allah'ın bu ?karşılık kanunu?, bütün ilmî disiplinlerce kabul
edilmektedir. Burada problem, işin ilâhî boyutunun gözardı edilmesidir. (28)


Dünya, âhiretin habercisi, âhiret dünyanın
izdüşümüdür. İnsan adlı bu ölümsüz yolcu, birinden diğerine intikal ederek
sürdürür sonsuz yolculuğunu. Çünkü ölüm, bir başka hayatın besmelesidir.
Nübüvvet, insanlığın geçmişinin; âhiret ise geleceğinin tarihidir. Kur'an da, bu
tarihin akacağı yatağın ilâhî projesi. İnsan, bu projeye bakarak tarihi
değiştiriyor ve tarihi tarihe bu projeyle taşıyor.

Âhiret olmasaydı, insan insan olamazdı. İnsana
irâde verildiği gün âhiret de verildi. Eğer seçiminin ödül ve cezâsını
görmeyecekse yaratıklar arasındaki bunca ayrıcalığın gerekçesi ne ola ki? İşte
bu nedenle âhiret, seçme hürriyetinin, irâde ve şuurun doğal
sonucudur. İnsanın seçiminin Allah tarafından kaale alındığının,
değerlendirildiğinin bir delilidir. İnsanı yaratan, onu yeryüzüne halife seçip
irâde veren ve kendi ruhundan ruh üfleyen Allah'ın, en güzel kıvamda yarattığı
kulunun istikbâliyle ilgilenmediğini düşünmek abes olacaktır. Boşuna mı
yaratıldı şu muazzam makine ve yaratılanların en muhteşemi olan insan? Boş yere,
abes bir iş olarak mı yaratıldı evren ve içindekiler? Cennet niçin yaratıldı?
Cehennem lüzumsuz mu?

Âhiret, Allah'ın "vaad" ve "vaîd"inin, yani
ödül ve cezâsının bir gereğidir. Suyu getirenle testiyi kıranı mahluk bile bir
tutmazken Hâlık'ın bir tutması O'nun mutlak adâletine nasıl sığar? Eğer "şunu
yaparsan ödüllendirilir, bunu yaparsan cezâlandırılırsın" deniliyorsa elbette
sonuçta "iyi" olanla "kötü" olanın ayrılıp, yapana ödülü, yapmayana cezâsı
verilecektir. Bu nedenle âhiret, adâlet-i ilâhînin kaçınılmaz sonucudur. Âhirete
inanmamak adâlete inanmamak, adâleti istememek demektir.


Âhirete iman, ölüm korkusunun insanda bir kâbusa
ve kronik bir illete dönüşmesini engeller. Ölümden sonra bir hayatın olduğuna
inanan, kendisini koyvermez. Onun için, ölüm bir bitiş değil; bir intikaldir.
Bu nedenle âhirete iman eden kâmil bir mü'min, hayatta bir kez ölür. Âhirete
inanmayan kâfirse her ölümü hatırlayışta ölür. Bu nedenle âhireti inkâr edenler,
mümkün olduğunca ölümü hatırlamak istemezler. Kendilerine ölümün
hatırlatılmasından rahatsız olurlar ve beklenenden daha fazla tepki gösterirler.
Bir de müslümanların ölümü güler yüzle karşıladıklarını, onunla sık sık
selâmlaştıklarını düşünelim. İslâm medeniyetinde mezarlar şehirlerin ortasına
yapılırdı. İslâm, insanların ölümü sık hatırlamaları için mezar ziyaretini
Nebi'nin diliyle özendirmişti. (29)

Kur'an, her sayfasında, insanı hem ruhun
tarihine, hem istikbâline (âhirete) götürerek insana önünü ve sonunu hatırlatır.
Bu nedenle mü'min, her ânında üç zamanı birden yaşayan insandır. Bu, ona
süreklilik ve sorumluluk duygusu verir. Kur'an'daki Kıyâmet, cennet, cehennem,
mahşer, mîzan ve sorgu sahneleri, mü'minde sorumluluk hissini ve fazileti
güçlendirmek için istikbâline açılan birer penceredir.

"Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibârettir."
(6/En'âm, 32; 29/Ankebût, 64;
47/Muhammed, 36; 57/Hadîd, 20). Oyuncaktan hoşlanan çocuklar mıyız, yoksa
rüştümüzü isbat eden adamlar mı? Dünya oyuncağına verdiğimiz değerde saklı bunun
cevabı. Oyuna dalıp çokça eğlenenler, çocuklar ve o seviyedeki çocuk
akıllılardır.

Kıyâmet ve hesap günü şuûru, bize ölümü sık sık
düşündürür ve bizi oraya hazırlar. Bu bilinçle ölüm râbıtası, bir adım daha
ileri giderek şehâdet rabıtası yapmalıyız. Bu bilinç ve râbıtalar, bize sadece
âhiret azığı değil; dünyada kaybettiğimiz izzeti, insanlık onurumuzu da
kazandıracak ve ölüm korkusunu yenen, ölümle sevdalanan bir seviyeye
çıkaracaktır. Ancak bu sayede haklarımızı söke söke almak için dileniş değil
direniş gerektiğini öğrenir ve canlı şehid olarak şerefli bir hayat süreriz.
Bugün Yahudi, teknik imkâna sahip milyarı aşan kimlik müslümanlarından değil;
intifâda coşkusunu sürdüren çocuk yaştaki genç yiğitlerden korkmaktadır. Ölümden
korkan gayr-ı müslim, en çok ölümden korkmayanlardan korkar. Müslümanın
müslümanca yaşayamadığı her ortamda müslümanca ölme imkânı her an vardır.


Her asırda olduğu gibi, günümüzde de birkısım
insanın, Kıyâmet gününe iman etmeyişlerinin sebebi, öldükten sonra dirilmeyi
uzak bir ihtimal görmeleridir. İnanmayanların görüşüne göre hayat, sebepsiz,
hedefsiz ve gayesiz bir hareketten ibârettir. Oysa her şeyde bir sır, o sırrın
gerisinde bir hedef ve hedefin gerisinde de bir hikmet vardır. İnsan bir ölçü
dâhilinde bu dünyaya getirilir, yine aynı şekilde takdir edilmiş olan âkıbete,
cezâ ve hesap gününe döndürülmüş olur. Dünya hayatı da, her insan için bir
imtihandır. İnsanların bütün bu gerçekleri bilip, bunların gerisinde kudret ve
hikmet sahibi yüce Yaratıcı'yı düşünmesi gerekir. İşte bu bilgi ve düşünce
insanı âhiret inancına götürür.

İnsanların çokça hatırlaması gereken ölüm, her
canlının kendisine erişeceği bir hâdisedir. Ölüm, kendi yolunda sapmadan ve
durmaksızın ilerler. Ne geride bıraktıklarına, ne de ıstırap çekenlerin
feryadına bakar. Korkanların korkusu, sevenlerin de sevgisi bunu önleyemez.
Hayatı sadece dünya hayatından ibâret görmek, çok ilkel bir düşüncedir. Kur'an,
düşüncesi gelişmemiş bu tür kişilerin sözlerini ve durumlarını şöyle dile
getirir: "Onlar derler ki: 'Bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yok! Tekrar
dirilecek değiliz." (6/En'âm, 29)

İslâm'da dünya, âhiretin tarlasıdır. Dünya
hayatını ıslah etmek, ondan her tür kötülüğü ve bozgunculuğu kaldırmak, bütün
insanlar için iyilik ve adâleti gerçekleştirmek gibi işlerde sarf edilen emek ve
uğraşıların hepsi, âhiret sermâyesidir. Böyle bir inançla çalışan ve Allah'ın
rızâsını dileyerek gönülden bu güne inananların yeryüzünü ihmal etmeleri,
azgınlıklara ve bozgunculuklara göz yumarak dünyayı terk etmeleri mümkün
olabilir mi?

Bazı insanlar, -âhirete iman ettiklerini iddia
etmekle beraber- kendilerini, câhilliğin ve azgınlığın akıntısına
kaptırmışlarsa; bu, Allah'a ve âhiret gününe inandıkları için değil; âhirete
imanlarının zayıf oluşundandır. Her asırda, âhireti inkâr edenler veya bu güne,
inanılması gerektiği şekilde inanmamış olanlar, devamlı günah işlemeyi arzu edip
buna karşı bir engelin çıkmasından korkanlar ve her şeye kadir Yaratıcının
huzurunda hesap vermek istemeyenlerdir. İşte bunun için de öldükten sonra
dirilmeyi ve âhireti hayal zannederler.

Âhiret gününe, Kıyâmete inanmak ve bu inancın
gereğini yapmak, kötülüğe koşan her nefis için bir gem, günahı seven her insan
için de bir engeldir. Bütün insanlığa hitap eden Kur'an, bu günün olmasını
imkânsız görenlere en kesin ve doğru cevabı verir: "İnsan, kendini bir
nutfeden nasıl yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi."
(36/Yâsin, 77). İnsanın yaratılışındaki hayret verici durumlar, organlarının
yapısındaki çeşitli özellikler, onun tekrar diriltilmesinden çok daha önemli ve
dikkat çekicidir. Allah'ın sanat ve kudretindeki bu incelikleri, mükemmellikleri
bilip görenler, öldükten sonra dirilmeyi artık nasıl inkâr edebilirler? Ne yazık
ki ünsiyet etmediği her şeyi inkâr, insanoğlunun tabiatındadır. Eğer o yılanı
yüzüstü ve hem de sür'atle yürür görmese, ayaklardan başka şey üzerinde yürümeyi
kabul etmezdi. Hatta insan, dünyayı görmeden, dünyadaki acayip haller ona
anlatılsa, onları bile çoktan inkâra kalkardı. Şu halde, din gününü yakînen
tasdik etmemek, bu kavramı anlamaktaki noksanlıktan ileri gelmektedir.
Görünmediğinden dolayı, din gününe inanmayanlar, ilim adına cehâlet
gösterenlerdir. "Âhiret yurdu, sakınan muttakîler için daha hayırlıdır,
düşünmüyor musunuz?" (6/En'âm, 32) (30)

Dünya, ne seçim ne de geçim dünyasıdır müslüman
için; dünya kulluk/ibâdet dünyasıdır, imtihan dünyasıdır. Sınav esnâsında oyuna
dalan, gülüp eğlenen kimsenin imtihanda başarı şansı ne kadar olabilir?
Gençler, üniversite imtihanına verdikleri önemi, esas sınava, büyük imtihana
verseler, din günü bilinci nasıl hayata yansırmış, görürdük. Orta yaşlılar,
yakın gelecekleri için hazırlayıp biriktirdiklerini, esas istikbâl için yatırıma
dönüştürseler, örnek müslümanların sayısı nasıl artardı! "Ey iman edenler!
Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun.
Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." (59/Haşr, 18)

Mücâdelenin, cihadın, şehâdetin olmadığı yerde
Kıyâmet ve âhiret günü bilinci yeterince yok demektir. Ana vatanımız, baba
diyarımız cennet olduğuna göre, biz memleketimizde gerekli ihtiyacımızı
karşılamak için bu diyarda gurbete çıkmış durumdayız. Orada lâzım olan azığı
unutup, buradaki görevimizi ihmal etmek ve buralarda oyuncaklarla oyalanmak ne
kadar mantıklılıktır?

Ne mutlu, Kıyâmet, âhiret, din günü bilincine
sahip, ölüme ve ölüm ötesi hesaba hazır olan ve ölümden korkmayan, ölümle
dostluk kurabilen canlı şehidlere!



Ahmet Özalp, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s.
366-367

Ahmet Özgen, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s.
367-368

Yusuf Şevki Yavuz, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.
25, s. 522-525

Kur'an'ın Temel Kavramları, s. 304-306

Fedâkâr Kırmızı, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c.
5, s. 450-451

Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 207

Cengiz Yağcı, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1,
s. 202-204

Durak Pusmaz, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1,
s. 204-205

Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2,
s. 361-362

Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2,
s. 363-364

Muhiddin Bağçeci, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c.
4, s. 45-46

Muhiddin Bağçeci, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c.
5, s. 410-412

Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan
Y., s. 599-602

Abdullah Büyük, Müslümana Mesajlar, s. 337 vd.


Zübeyir Yetik, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. C.
2, s. 377-378

Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2,
s. 395-397

Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan
Y. s. 420-423

Muhiddin Bağçeci, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c.
4, s. 219-220

Mehmet Bulut, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1,
s. 420-421

Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1,
s. 351

Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 393

Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s.
136-139

Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s.
390-392

Ahmed Kalkan, Haksöz, Sayı 118, Ocak 2001

Ahmed Kalkan, Vuslat, Sayı 25, Temmuz 2003

Hüseyin Özhazar, Âhiret Bilinci; Hasan Eker,
Âhiret Bilinci

Y. Çiçek, F. Yıldız, Din Günü İbâdet, s. 61

A. Özbek, Kur'an'da Tevhid Eğitimi, 26


M. İslâmoğlu, İman Risalesi, 285

Y. Çiçek, F. Yıldız, a.g.e. s. 65