Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kokmuş Cahiliyyet Dâvâsı

Kokmuş Cahiliyyet Dâvâsı

Kokmuş Cahiliyyet
Dâvâsı

Abdullah İbn Cabir (r.a.)
anlatıyor:
Bizler, bir gazvede idik.
Derken muhacirlerden birisi, Ensar'dan birinin kıçına vuruverdi. Bunun üzerine
vurulan Ensarî:
- Ey Ensar, yetişin! diye
bağırdı.
Muhacirler'den olan da:
- Ey Muhacirler yetişin! diye
bağırdı.
Rasulullah (s.a.s.), bu
bağrışmaları işitti de:
?Nedir bu cahiliyyet
dâvâsı?? diye sordu.
Orada bulunanlar:
- Ya Rasulallah, Muhacirler'den
bir kimse, Ensar'dan birinin kıçına ayağının ucuyla vuruverdi, dediler.
Rasulullah (s.a.s.) :
?Bırakın bu adeti! Çünkü o,
çirkin (kokmuş) bir şey­dir.? buyurdu.
Akabinde bunu, Abdullah İbn
Üveys işitti ve:
- Onlar, bunu yaptılar ha!
Dikkat edin! Vallahi, eğer Medine'ye dönersek, en şerefli ve kuvvetli olan, en
hakir olanı muhakkak oradan çıkaracaktır, dedi.
Bu söz, Rasulullah (s.a.s.)'e
ulaştı.
Ömer, ayağa kalktı da:
- Ya Rasulallah, beni bırak
(bana izin ver) de şu münafığın boynunu vurayım, dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
?Onu bırak! İnsanlar:
- Muhammed, sahabîlerini
öldürtüyor, diye konuşma­sınlar!? buyurdu.[1]
Bu hadisin şerhinde şunlar
beyan olunmuştur:
?Zikri geçen kavga, Beni
Mustalik gazâsında olmuştur. Kavga eden Muhacir Cehcah b. Kays, Ensarî de Sinan
b. Vebra'dır. Cehcah, Hz. Ömer'in maiyetinde olup, onun atını yedirmiş. Bu zâta,
İbnü Said el-Gıfarî de denilir.
Rasulullah (s.a.s.)'in bu
kavgaya, cahiliyyet dâvâsı demesi, ondan hoşlanmadığı içindir. Çünkü tarafların
kabilelerini yardıma çağırmaları, hakikaten cahiliyyet devrin­den kalma bir
adetti. Cahiliyyet devrinde Arablar, birbirle­rinden haklarını almak için akraba
ve kabilelerini yardıma çağırırlardı.
İslâmiyet, bu adeti ibtal
etmiş, dâvâların hallini şer'i hükümlere bağlamıştır. Bir insan, başkasının
hakkına tecavüz ederse, haklıyı, haksızı hakim ayırır.?[2]

Kokmuş cahiliyyet dâvâsı,
ırkçı-milliyetçilik dâvâsı­dır... Aralarında din kardeşliği ve iman bağı
oluşmuşken, birbiriyle kaynaşıp Tevhid birliğini meydana getirmişken, kavmiyet
dâvâsına kalkışmak kokmuş cahiliyyet dâvâsın­dan başka bir şey değildir...
Muvahhid mü'min olmuş her ferd,
cahiliyyete aid olan her dâvâyı ayaklarının altına almak ile vazifelidir... İşte
imanın kalbini ihate ettiği, bütün mü'min müslümanları kardeş olarak kabul eden,
ümmet bütünlüğünü benimseyen o muvahhid mü'minlerden birisi de, Abdullah b.
Ab­dullah İbn Übeyy (r.a.)'dır...
Baba, münafıkların başı, oğlu,
muttaki bir mü'min!.. Baba, Allah ve Rasulü (s.a.s.)'ın düşmanı, oğlu, Allah ve
Rasulü (s.a.s.)'in dostu...
Oğlun kalbi iman dolu, babanın
kalbi küfür, şirk ve nifakla dolmuş...
Aynı aileden, aynı soydan, aynı
ırktan, aynı renkten, aynı dil ve aynı vatandan... Birisi muttaki ve muvahhid
mü'min, diğeri korkunç bir münafık... Aralarında iman bağı olmayınca, kan bağı
herhangi bir dostluğun oluşmasını sağlamıyor...
Münafık baba Abdullah İbn Übeyy
b. Selül'ün, Rasulullah (s.a.s.) ve diğer mü'minler hakkında söylemiş olduğu
çirkin sözleri duyan muvahhid mü'min olan oğul Abdullah (r.a.), Rasulullah
(s.a.s.)'e müracaat eder...
Olayı, İbn İshak (r.a.)
anlatıyor:
Abdullah b. Abdullah b. Übeyy,
Rasulullah (s.a.s.)'e geldi ve şöyle dedi:
- Ya Rasulallah, bana şu haber
geldi ki sen, babam Ab­dullah b. Übeyy'i, ondan sana gelen bir şey hakkında
katletmeyi istiyormuşsun. Eğer bunu yapmak muhakkak gerekiyorsa, bana emret!
Ben, onun başını sana getireyim.
Vallahi, Hazrec şunu
bilmektedir ki, kendilerinde baba­sına benden daha iyi bir adam yoktur. Ben,
korkmuyorum ki, onu benden başka birisine emir edersin o da, onu öldü­rür. Ben
de, Abdullah b. Übeyy'in katilinin milletin içinde gezmesine fırsat vermeden onu
öldürürüm ve bir kâfir sebebiyle bir adamı katlederim, böylece de cehenneme
gire­rim.
Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
?Hayır, bilâkis ona
lütfederiz ve bizimle beraber kaldığı müddetçe, onunla iyi arkadaşlık ederiz.?[3]

İkrime, İbn Zeyd ve diğerleri
naklettiler.
Abdullah b. Übeyy b. Selül'ün
oğlu Abdullah (r.a.), Medine girişinde babasını beklemeye başladı. Babasının
karşısında durup şöyle dedi.:
- Dur! Allah'a yemin ederim ki,
Rasulullah (s.a.s.), izin vermedikçe Medine'ye giremezsin!
Rasulullah (s.a.s.) gelince,
O'ndan giriş izni istedi. Rasulullah, giriş izni verdi. O da, babasının
Medine'ye girmesine müsaade etti.[4]
Amr (b. Dinar) dan başkası
(rivayetinde) şöyle diyor:
Onun (Abdullah b. Übeyy'in)
oğlu Abdullah b. Abdul­lah, Ona:
- Vallahi, kendinin zelîl ve
Rasulullah (s.a.s.)'in aziz ol­duğunu ikrar etmeden (Medine'ye) dönemezsin!
dedi.
- O da, (bunu) yaptı.[5]

Kokmuş cahiliyyet dâvâsı olan
ırkçı-milliyetçiliği aya­ğının altına almış ve imanın kendisini yücelttiği bir
şahsiyet olan muvahhid mü'min kişinin tavrı, her zamanda ve her mekânda böyle
olmalıdır... Tevhide aykırı, ümmet birliğini bozucu olan her düşünce ve her
hareket cahiliyyet dâvâsının bir görüntüsüdür... Özellikle de ümmeti parçalayan
en kor­kunç şey ise, ırkçı-milliyetçiliktir!..
Bütün muvahhid mü'minler, bu
cahilî anlayışa ve ha­rekete karşı en sert tavırlarını sergilemişler ve bu sert
tavırlarına devam etmektedirler...
Uteyy İbn Damre demiştir ki:
Babamın yanında cahiliyyetteki
kavmiyet iddiasında bulunan bir adam gördüm. Babam ona kabalı (kinâye yollu)
değil de, açık olarak sövdü. Bunun üzerine arkadaş­ları, babama baktılar.
Babam dedi ki:
- Bu sözümden hoşlanmadınız.
Sonra:
- Ben bu hususta asla kimseden
korkmam, dedi.
Ben, Rasulullah (s.a.s.)'in
şöyle buyurduğunu işittim:
?Cahiliyyetin kavmiyet
iddiasını yapana açık sövünüz, ona kapalı sövmeyiniz (ona, kinâye yapmayınız).?[6]

Ubeyy b. Ka'b (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu:
?Bir kimsenin cahiliyyet
adeti üzere kavim ve kabile­sine intisab ederek böbürlendiğini, gururlandığını
görürseniz, ona:
- Babanın bilmem nesini
ısır, deyiniz ve bunu açık açık söyleyip, kinâye yoluna sapmayınız!?[7]

İnsanlar, şirkten ve küfürden
tamamen arınıp tevbe edip katıksız iman ederek bir muvahhid mü'min olunca,
Rabbimiz Allah onlardan cahiliyyetin bütün pisliklerini gidermiştir... Onlar,
böyle bir temizlik, hayır ve güzellik üzere iken, geriye döner de, kokmuş
cahiliyyet dâvâsı olan ırkçı-milliyetçiliği gündeme getirip ümmetin bölünmesine
vesile olurlarsa, korkunç bir suç işlemiş olurlar... Bu suçun cezası olarak,
dünyada zilleti, ahirette ise alevli cehennem ateşini hakkederler...
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
?Aziz ve Celîl olan Allah,
sizden cahiliyyet devrinin ka­balığını ve babalarla övünmeyi gidermiştir. Mü'min
olan, takva sahibidir. Kâfir olan ise, şakîdir.
Siz, Âdem'in çocuklarısınız,
Âdem de topraktan yaratıl­mıştır. Bir kısım erkekler, bir kavimle (kâfir olarak
ölenlerle) övünmeyi terk etsinler. Çünkü onlar, cehennem kö­müründen bir
kömürdürler, yahud onlar, Allah indinde, burnu ile pislik yuvarlayan pislik
böceğinden daha aşağı­dırlar.?[8]

Ebu Reyhane (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu:
?Kim kâfir olan dokuz
atasını, onlarla izzet ve şeref ka­zanmak düşüncesiyle sayarsa, cehennemde
onların onuncusu olur.?[9]
İzzet ve şeref, Allah'ın,
Rasulullah (s.a.s.)'in ve mü'minlerindir... Kâfir, müşrik, münafık, mürted ve
müstek-bir tağutların yanında izzet ve şeref aramaz... Bu­ralarda izzet
arayanlar bilsinler ki, izzet ve şerefi, olmayan bir yerde aramaktadırlar...
?Kim izzeti istiyorsa, artık
bütün izzet Allah'ındır.? (Fatır, 35/10)
?İzzet (güç, onur ve
üstünlük), Allah'ın, O'nun Rasulünün ve mü'minlerindir.? (Münafikun,
63/8)
Mü'min müslümanlar, ancak
katıksız imanları ve salih amelleriyle yücelir, değer kazanır... Rabbimiz Allah,
takvalı kuluna kıymet verir... Eğer kulda, kabul görmüş sağlam iman ve salih
amel yok ise, onun nesebinin temiz olması, kıymetli şahsiyetlerin oğlu veya
torunu olması kendisine faydası dokunmaz ve kurtulmasına yardımcı olmaz!..
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurur:
?Bir kimseyi ameli
yavaşlatırsa, nesebi hızlandırmaz.?[10]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu:
?Şüphesiz Allah, sizin
süretinize ve mallarınıza bakmaz. Lâkin kalblerinize ve amellerinize bakar!?[11]


[1]
Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.318, Hds.426 ve 428. Sahih-i Müslim,
Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.16, Hds.62-64. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri'l-Kur'ân,
B.63, Hds.3532. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, Sh.392.


[2]
Ahmed Davudoğlu, A.g.e., C.10, Sh.536.

[3]
İbn Hişam, A.g.e., C.3, Sh.402-403. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, C.4,
Sh.270. İbnü'l-Esir, el-Kâmil Fi't-Tarih-İslâm Tarihi, Çev. M. Beşir
Eryarsoy, İst.1985, c.2, Sh.180.


[4]
İbn Kesir, A.g.e., C.4, Sh.270.

[5]
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri'l-Kur'ân, B.63, Hds.3532.

[6]
İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.436, Hds.963.

[7]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.136. Münâvî, Feyzu'l-Kadir C.1, Sh.357.
Not: Hadis, sahih'dir.

[8]
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Edeb, B.120, Hds.5116. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Menakıb,
Hds.4212-4213. Kitabu Tefsiri'l-Kur'ân, B.49, Hds.3486. İmam Suyutî, A.g.e.,
C.3, Sh.129, Hds. 3026 (6368) Bezzar'dan. İmam Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı
Kerim Tefsiri, C.13, Sh.7421. Ahmed b. Hanbel (Müsned, C.2, Sh.361)'den.
et-Taberî, A.g.e., C.7, Sh.516. İbn Hişam, A.g.e. C.4, Sh.73.

[9]
İmam Suyutî, A.g.e., C.3, Sh.340-341, Hds.3601(8534). Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C.5, Sh.128'den. Münâvî, Feyzu'l-Kadir, C.6, Sh.89, Hds.8534. İbn
Kesir, A.g.e., C.5, Sh.1944.

[10]
Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zikr, B.11, Hds.38. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime,
B.17, Hds.225. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İlm, B.1, Hds.3643. Sünen-i
Dârimî, Mukaddime, B.32, Hds.351. Beyhakî, Kitabu'z-Zühd, Sh.67, Hds.54.
Zubeyr Ubn Harb, Kitabu'l-İlm, Çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, İst.1984, Sh.164,
Hds.26. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.1, Sh.152, Hds.6. Taberânî, Mu'ce-mu'l-Kebir'den.

[11]
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.10, Hds.34. Kul Sadi Yüksel,
İstanbul, İslam Milleti Olmak, Misyon Yayınları: 149-155.