Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kur'an Âyetleri Arasında Neshin Olmadığıyla İlgili Deliller

Kur



Kur'an
Âyetleri Arasında Neshin Olmadığıyla İlgili Deliller



Kur'an âyetleri arasında nesih yoktur
diyenlerin delilleri, şu maddelerle özetlenebilir:

1-
Nesh, Kur'ân-ı Kerim'de bilfiil vaki olmamıştır.

2-
Mensûh âyetlerden maksat, Tevrat ve İncil'deki, yani eski şeriatlerdeki
hükümlerdir.

3-
Neshi kabul edenler, mensûh âyetin önce, nâsihin ise sonradan nâzil olduğuna
dair çok defa kesin bir delile sahip değillerdir.

4-
Kur'ân-ı Kerim'de şu veya bu âyetin, şu veya bu âyeti nesh ettiğine dair bir
ifade yoktur. Şüphesiz ki Allah, kitabının hangi âyetinin geçerli, hangisinin
geçersiz olduğunu kullarının ictihadına bırakmamıştır. O'nun kitabının tümü,
?Âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da güzelce açıklanmıştır? (11/Hûd, 1).
O'nun kitabı, içinde hiçbir tenâkuz ve eğrilik (18/Kehf, 1), şüphe olmayan
(2/Bakara, 2) ve içine bâtılın karışmadığı (41/Fussılet, 42), eşsiz
(41/Fussılet, 41) bir kitaptır.

5-
Şu veya bu âyetin, şu veya bu âyet ile neshedildiğini açık ve kesin bir şekilde
ifade eden Hz. Peygamber'den rivâyet edilen sahih hiçbir hadis-i şerif yoktur.


6-
Nâsih ve mensuh âyetlerin sayıları hakkında bile ittifak hâsıl olmuş değildir.


7-
Neshi kabul edenler, bir taraftan neshin ancak emir veya nehiylere ait
hükümlerle sınırlı olduğunu iddia ederlerken; diğer taraftan ?ahbâr?a (haberler)
ait lafızların bile nesh olduğunu kabul etmektedirler. Meselâ ?Ademoğlunda
mal dolu iki vâdi de olsa...?

8-
Âhad rivâyetle Kur'ân-ı Kerim'im âyetleri isbat olunamadığı gibi, inkâr da
olunamaz. Bu sebepten, bazı âyetlerin vahiy olarak Peygamber'e indiği halde,
Kur'an'a yazılmadığı veya Kur'an'da olduğu halde hükmünün geçersiz olduğuna dair
rivâyet ve görüşler, Kur'an'ın korunmuşluğuna, eksiklik ve fazlalıktan uzak olma
inancına aykırıdır.

9-
Bu nesh anlayışı, Kur'an'ın ebediyete kadar hükmünün geçerli olma özelliği ile
çelişmektedir.

10-
Hz. Peygamber, kendisine nâzil olan Kur'ân-ı Kerim'i halka tebliğ etmiş,
kâtiplere yazdırmış, diğer bazı sahâbiler de kendileri için bu mukaddes metni
çoğaltmış, birçoğu da ezberlemiş bulunuyordu. Kurân-ı Kerim metinleri
namazlarda, hutbelerde ve diğer durumlarda Hz. Peygamber tarafından pek çok defa
tekrarlanmış olduğu gibi, esasen daha hayatta bulunduğu sıralarda bütün
sûrelerin hangi âyetlerden teşekkül ettiği de tesbit edilmiş bulunuyordu. Hz.
Peygamber'in vefatından sonra da Kur'an metinleri bir araya toplanmıştı. Hz.
Osman döneminde elimizdeki şekilde yazılıp çoğaltıldı, muhtelif bölgelere
gönderildi. Bu mushaflar, Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilen Kur'an'ın
aynısıdır. Bu konuda en küçük bir ihtilâf, tartışma sözkonusu değildir. İçinde
mensûh ve nâsih âyetlerin mevcut olduğunu isbat etmek için, ileri sürülen
delillerden çok daha kuvvetli deliller getirmek icap eder.

Şimdi, bu konuları biraz daha açalım;
Kur'an bünyesinde neshin varlığını savunanların delil olarak getirdikleri
âyetleri inceleyelim:

?Allah neyi indireceğini çok iyi
bildiği halde, Biz bir âyeti başka bir âyetin yerine değiştirdiğimiz (tebdîl
ettiğimiz) zaman, ?sen ancak bir iftirâcısın' derler. Hayır, onların çoğu
bilmezler.? (16/Nahl, 101)
Bu âyet hakkında ilk dikkate alınacak husus, âyetin Mekkî oluşudur. Emir ve
nehiy bildiren âyetler ise genellikle Medenîdir. Dolayısıyla bunların yer
değiştirmesi (neshi) sözkonusu olamaz. Nesh meselesini Kur'an'a dayandırmak
isteyenlerin bu âyeti delil getirmeleri bu yüzden geçerli değildir. Nitekim bu
âyetler, İslâm'dan önce gönderilen şeriatlerin neshinden ve İslâm'ın onların
yerine gelmesinden bahsetmektedir. Âyetin indiği sıralarda yahûdi ve
hıristiyanlar kendi dönemlerinin ve büyük oranda tahrif edilmiş bulunan
dinlerinin son bulmasını kabullenemedikleri için Hz. Peygamber'e karşı
çıkıyorlar ve çeşitli ithamlarda bulunuyorlardı. Yine bütün bunlarla ilgili
olarak, bu âyet, onların şeriatlerinin yerine artık Hz. Muhammed'in şeriatinin
geldiğini ve onun geçerli olduğunu bildirmiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir
husus da ?âyet? kelimesinin kullanılmasıdır. Âyet kelimesi, Kur'an'da
tekil sigayla kullanıldığında ?delâlet, hüccet, mûcize, işâret ve geçmiş
risâletler? anlamı kastedilir. Bu âyette de bu kelime, geçmiş risâletler
anlamında kullanılmıştır. Nitekim İbn Abbas'ın talebesi müfessir Mücâhid,
buradaki âyetin ?şeriat? anlamında olduğunu söyler. Buradan da âyetteki
değiştirmenin/neshin önceki risâletlere işaret ettiğini rahatlıkla
anlayabiliriz. Dolayısıyla bu âyet, Kur'an'daki âyetlerin birbirini iptal etmesi
anlamında neshe delil olamaz. Kur'an'da neshin varlığını kabul edenler, burada
geçen ?âyet? kelimesini Kur'an âyeti mânâsında anlayarak hataya
düşmüşlerdir. Halbuki, Kur'an dilinde âyet, sadece Kur'an'ın belirli parçaları
değil; varlık ve oluştaki herşey anlamındadır. Allah'ın varlığının ve
söylediklerinin ispatı olan her şey için ?âyet? lafzı kullanılır. Kur'an'a göre
Allah'ın yarattığı her şeyde, bitkilerde, insanda, eski kavimlerin başlarına
gelenlerde, gece ile gündüzde ?âyet?ler vardır. ?Ayet? kelimesinin çoğulu olan
?âyât?, Kur'an'da, mûcize, belge, delil, işaret, Kur'an âyetleri mânâlarında
kullanıldığı halde; bu kelimenin tekili olan âyet kelimesi, Kur'an'ın hiçbir
yerinde Kur'an âyeti mânâsında kullanılmamıştır. Âyetteki nesh/değiştirme ve
daha iyisini getirmenin, kâinattaki sürekli oluşun Kur'an diliyle bir ifadesi
olduğu anlaşılır. Nesh, sürekli yaratış ve oluşun, tekâmül seyri boyunca her an
bir öncekinden daha iyiyi ortaya koymasını da ifade eder.

Bu âyet-i kerîmeye dikkat edersek,
Peygamberimiz'in burada hasımları tarafından iftirâcı olarak itham olunduğunu
görürüz ve hasımlarının onu bu tarzda itham etmelerinin sebebi, Kur'an'dan şu
veya bu âyetin nesholunmuş olması değildi. Söylediği sözün ilâhî vahy olduğunu
bildirmesi idi. Hasımların buna karşı iddiâlarını da biliyoruz. Bunlar aynı
sûrenin 103. âyetinden anlaşıldığına göre şu sözleri söylüyorlardı:
?Muhammed'e bütün bunları öğreten bir beşerdir.? (16/Nahl, 103) Hz.
Peygamber, Kur'ân-ı Kerim'i bildiriyor ve bunun Allah tarafından vahyolunduğunu
söylüyordu. Hasımları ise bunu kabul etmiyor, bunun uydurma bir şey olduğunu,
Peygamber'in ancak bir başkasından öğrendiği şeyleri tekrarladığını iddiâ
ediyorlardı. Buna mukabil, Hz. Peygamber de bunun bir uydurma olmadığını,
bilâkis Allah tarafından daha önce gönderilen kitapların yerini tutacak yeni bir
kitap olduğunu anlatıyordu.

Konuyla ilgili delil olarak gündeme
gelen diğer âyet de Bakara sûresinde, içinde ?nesh? kelimesi geçen âyettir:
?Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak
(ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki,
Allah her şeye kadirdir.? (2/Bakara, 106) Burada ?nesh?, ?daha iyisini veya
benzerini getirme? şartına bağlanıyor. Daha iyisi veya benzeri getirilince zâten
o âyetin iptali demek olmaz; aksine sağlamlaştırılması sözkonusu olur.
Dolayısıyla buradaki nesh, bizim anladığımız şekilde -ıstılahî mânâdaki, klasik
anlayıştaki- nesh değildir. O halde burada neyin neshi anlatılıyor? Âyeti, siyak
ve sibakıyla ele alır, nüzul ortamını da göz önünde bulundurursak, buradaki
neshin de daha önceki âyette (16/Nahl, 101) olduğu gibi, geçmiş risâletlerin
iptali anlamında olduğunu kolaylıkla anlarız. Şöyle ki, âyet, yine yahûdilerin
durumlarının anlatıldığı bir ortamda geçiyor.

Kendi şeriatlerinin geçerliliğinin
kaldırılmasına, Peygamber'in kendi soylarından gelmemesini bir türlü
hazmedemeyen yahûdiler, çeşitli şekilde itham ve itirazlarda bulunuyorlardı.
?Allah yaptığını bozar mı? İndirdiğini iptal eder mi? Öğretilerinin unutulması
mümkün mü?? şeklinde karşı çıkıyorlardı. Kıblenin değiştirilmesi olayını da
dillerine dolamışlar, ?Muhammed ashâbına bir şey emrediyor, ertesi gün ondan
vazgeçiyor? diyorlardı. Rabbimiz bu âyetle onların şeriatlerinin son bulduğunu,
onun yerine gönderdiği Hz. Muhammed (s.a.s.)'in şeriatine uymaları gerektiğini
emir buyurmuştur. İslâm'dan önceki şeriatin sembolü olan Kudüs'ün kıbleliğinin
neshedilmesi, değiştirilmesi de bunun bir işaretidir.

Bakara sûresinin, Hicretin ilk
yıllarında Medine'de nâzil olduğu bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla âyet,
müşriklerin iddialarına cevap olarak inmiş olmamalıdır. Kurân âyetlerini anlamak
için, âyetin nüzûl ortamını, hem de içinde bulunduğu âyet grubuyla irtibatını
iyi tahlil etmek gerekir. Bakara sûresinde insanlar; mü'min, kâfir ve münâfık
olarak, Allah ile, İslâm ile irtibatlarının kuvvet ve zaafına göre
sınıflandırıldıktan ve dünyada varoluş amaçları bildirildikten sonra, tarihin
ikinci perdesinin aktörleri olan İsrâiloğulları sözkonusu edilir ve onların din
karşısında sergiledikleri tutumlar, yalpalamalar derinlemesine tahlillerle ele
alınır. Bakara sûresi, 40-141 âyetleri benî İsrâilin yahûdileşme sürecini
anlatır. İşte, nesh âyeti de, bu âyetler grubu arasında yer alır. O yüzden,
âyetin bağlamı, nüzul ortamı bu gerçeklerden koparılırsa, yanlışlığa yol
açabilir.

Kıblenin Kudüs'ten Kâbe'ye
değiştirilmesiyle birlikte, özellikle yahûdiler açısından gündemin ilk sırasına
oturan bir sorun ortaya çıktı: Yeni bir şeriatin gelmesi ve Tevrat'ın bazı
hükümlerini geçersiz kılması. Yahûdiler, Allah'ın irâdesinin tek olduğunu,
indirmiş olduğu hükümlerde bir değişiklik olmaması gerektiğini söylerler.
Gerekçe olarak da, böyle bir değişmenin, İlâhî irâdede bir değişmeyi
doğuracağını; değişmenin, yaratılmışların bir niteliği olduğu ve ulûhiyetin
şânına halel getirdiğini ileri sürüyorlardı. Onlara göre bunun diğer bir anlamı
da, ilm-i İlâhînin kemâlini inkâr etmek, Allah'a -hâşâ- câhillik atfetmektir.
Madem Allah, hükümlerin değiştirileceğini biliyor; o halde neden önceki hükmü
vaz'etmiştir? Veya, önceki hüküm doğruysa neden ikinci hükmü indirmiştir? Bu
gibi sorularla Hz. Peygamber'i sıkıştırarak, geçmiş şeriat(ler)in bâki olduğunu,
neshin vukuunun mümkün ve câiz olmadığını isbâta çalışmışlar ve neticede Hz.
Muhammed (s.a.s.)'in onlara göre çelişkilerini ızharla, O'nun peygamberliğini
inkâr etmeye ve ettirmeye gerekçe göstermişlerdir. İşte, ?Eğer Biz bir âyeti
nesheder veya...? âyeti, bunlara cevap teşkil etmektedir.

Âyetteki ?nunsihâ? kelimesi
hakkında iki anlam zikredilir: 1- Unutturursak, 2- Erteler, bırakırsak. Rivâyete
göre, İbn Abbas, ?hükmünü bırakır, değiştirmez ve kaldırmazsak? şeklinde anlam
vermiş (Sâbûnî, Kur'an İlimleri, s. 82) ve neshedilmeyen hükümleri ifade
ettiğini söylemiştir. ?Unutturulma? anlamını verenler ise, eseri kalmayan
sayfalardaki hükümlerin veya sürgün ve hicretler yüzünden yurtsuz kalan
İsrâiloğullarının ellerinde kaybolan, yazılı kültürün olmadığı uzun bir dönemden
sonra unutulan Tevrat sayfalarının kastedildiğini söylemişlerdir. Çoğunluk, ?hem
hükmen, hem de metin olarak kaldırılan, dolayısıyla Allah tarafından unutturulan
âyetlerden bahsederler. Ama bunun âyetin bağlamı ve olayın bize göre imkânı
yönüyle doğru olmadığı kanaatini taşıyoruz. Bu âyette geçen ?insâ
(unutturulma)? kelimesi, Kur'an için düşünülmez. Bilâkis Kur'an'ın saklanmış ve
korunmuş olduğu (15/Hıcr, 9) bildirilmekten başka, Hz. Peygamber'e ?Biz sana
Kur'an'ı okutacağız ve sen asla unutmayacaksın.? (87/A'lâ, 6) deniliyor.
Esasen Kur'ân-ı Kerim'in âyetleri vahyoldukça hemen yazıldığı ve çok sayıda
insan tarafından ezberlendiği için, onun unutulmasına imkân yoktur. Buna
mukabil, İslâm'dan önceki dinlerden ve şeriatlerden mühim kısımların unutulmuş
olduğu tarihî bir gerçektir. Onun için Kur'an, bu âyetle, daha önce gönderilen
şeriatlerin unutulmuş ve neshedilmiş, fakat ondan daha hayırlısının İslâm dini
ile gönderilmiş olduğunu bildirmektedir.

?Biz, bir âyeti nesh eder veya onu
unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.?
Klasik anlamda neshi kabul
edenler, nâsih ile mensûh âyetler arasında benzerlik değil; tenâkuz, telif
edilemeyen bir çelişki olması gerektiğini belirtirler. Halbuki, neshedilen
âyetle yeni âyet (nâsih) arasında bir aykırılık sözkonusu değildir. Öyle
olsaydı, ikincisi birincisinin ?benzeri? olmazdı. Âyette belirtildiği gibi
benzeri olduğuna, olması gerektiğine göre, önceki ile sonraki arasında anlam
karşıtlığı yoktur. Yani âyetin bu cümle parçası da klasik nesh anlayışına
müsaade etmez.



Ayrıca, bir önceki âyette; ?Kitap
ehlinden kâfirler ve müşrikler, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini
istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük
fazl/lütuf sahibidir.? (2/Bakara, 105) buyuruluyor. Fahreddin Râzi, bu
âyetteki ?rahmet? kelimesinin ?vahy? demek olduğunu söylüyor ve ?Rabbinin
rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?? (43/Zuhruf, 32) âyetini de buna delil
getiriyor (F. Râzi, T. Kebir, 3/295). Yani yahûdiler kendi soylarından olmayan
birine ?rahmet?in indirilmesini kıskanıyorlar. Allah ise rahmetini dilediğine
tahsis edeceğini haber veriyor. Zaten âyetin siyak ve sibakı da bunları
tamamlayıcı bir seyir çiziyor. Kısacası bu âyette de Kur'an bünyesindeki nesh
değil; geçmiş şeriatlerin neshi ve unutturulması anlatılmaktadır. Nitekim
6/En'âm sûresinin 146. âyetinde yahûdilere tırnaklı her hayvanın, sığır ve
davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hâriç, iç yağlarının haram kılınmasından
bahsedilir. Bu hükümler Hz. Muhammed (s.a.s.)'in risâletiyle neshedilmiştir ve
bu yiyecekler müslümanlara helâl kılınmıştır. Âyetin Medine dönemi başlarında,
yani neshe konu olacak âyetlerin henüz inmediği bir ortamda inzâl edilmesi de bu
görüşü kesinleştirmektedir.

Kur'an'da klasik anlamda neshin
olduğunu ileri sürenlerin delilerinden biri de; ?Allah istediğini silip iptal
eder, dilediğini de sâbit bırakır, ana kitap (bütün kitapların aslı) O'nun
yanındadır.? (13/Ra'd, 39) âyetidir. Bu âyete geçmeden, bir önceki âyeti de
okumamız yerinde olur: ?Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve
onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için
mûcize (âyet) getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap (hüküm,
son) vardır.? (13/Ra'd, 38) Burada yine Allah Teâlâ, tespit edilmiş bir
sürenin sonundan haber veriyor. Yani yine Kur'an'ın vahyedilmesine itiraz eden
ehl-i kitaba dönemlerinin son bulduğu ve Allah'ın dilediğini silip dilediğini
bırakacağı haber veriliyor. Âyetin Mekkî oluşu da üzerinde durduğumuz neshe
delil olamayacağı konusunu belirlemektedir.

Şurası açıktır ki, âlimlerin âyet
üzerinde tartışıp ihtilâf etmeleri, hükmü kalkmış veya kalkmamış şeklinde görüş
bildirmeleri, Kur'ân-ı Kerim âyetleri üzerinde herhangi bir değiştirme ve tesir
gücüne sahip değildir. Tüm İslâm âlimleri, bir âyete mensûh deseler, onu
Kur'an'dan çıkarma yetkisine sahip olamazlar. Ancak, ?bu âyetin hükmü
kaldırılmış, fakat gözlere şifâ olması için Kur'an'da vardır? demenin de hiçbir
anlamı yoktur. Kaldı ki Kur'an'da herhangi bir âyetin hükmünü kaldırma yetkisi
Hz. Peygamber'e bile verilmemiştir. Rasûlullah'tan bize ulaşan haberlerin
hiçbirinde, ?şu âyet, şunu neshetmiştir? şeklinde tek bir hadis-i şerif
nakledilmemiştir. Bunun aksine; Rasûlullah (s.a.s.), bir âyet hakkında tartışan
bir cemaatin yanına gelmiş ve ?size ne oluyor? Sizden evvelki milletler böyle
davranmakla ve peygamberlerine muhâlefet etmekle ve kitabın bir kısmını bir
kısmıyla çarpıştırmakla helâk oldu. Muhakkak ki Kur'an, bir kısmı bir kısmını
yalanlar olarak inmedi. Aksine birbirini doğrular olarak indi. Ondan
anladığınızla amel edin ve bilmediğinizi bilene havâle edin.? (Ahmed bin
Hanbel, Müsned II/181) buyurmuştur. Bu konuda Hz. Peygamber, ashâbının bir âyet
hakkında ortaya çıkan anlaşmazlığı, diğer bir âyet-i kerîme ile gidermiş
olduğunu kasdetmiştir. (1)

Kur'an âyetlerinde neshin vuku bulduğu
anlayışı, müslümanların ve İslâm'ın önüne iki temel açmaz çıkarmaktadır:
Birincisi, İslâm'ın evrensel karakterine gölge düşürmekte, onun her zaman ve
zeminde müslümanların sorunlarına çare olma özelliğine zaafiyet, hatta zâiliyet
düşürmektedir. ?İşte bu Kur'an, en doğruya hidâyet eder.? (17/İsrâ,
79) ?O ancak âlemlere bir öğüt/hatırlatmadır.? (81/Tekvîr, 27).
İkincisi, Kur'ân-ı Kerim'i bir çelişkiler ve anlamsızlıklar hazinesi durumuna
düşürmektedir. ?Hâlâ Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası
tarafından olsaydı, onda birçok ihtilâf (tutarsızlık, çelişki) bulacaklardı.?
(4/Nisâ, 82). Mevcut haliyle, içinde bulunduğumuz döneme çözümsüzlükten başka
bir şey önermeyen ?nesh? konusu, Kur'an'ın şâmil ve hâdî vasıflarıyla ortaya
konacak şekilde, yine Kur'an'ın mantukuna göre açıklanıp yorumlanması mutlak bir
zorunluluktur.