Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kur'an ve Peygamber Nur ve Münîr (Aydınlatan) dir

Kur

Kur'an
ve Peygamber Nur ve Münîr (Aydınlatan) dir

Kur'an-ı Kerim ve onu tebliğ
eden peygamber; insanları şirkin,
putperestliğin, cahilî hayatın karanlığından kurtarıp hidayet aydınlığına
ulaştıran bir nurdur. (Bkz. 35/Fâtır, 25; 25/Furkan, 61; 33/Ahzâb, 46)

Nur, genel adlarından biri de "Kitab"
olan vahyin genel adlarından biridir. (bkz. 7/A'râf, 157; 64/Teğâbün, 8; 4/Nisâ,
17; 6/En'âm, 91) Kitapla nur arasında çok sağlam bir ilişki vardır ve bu iki
kavram, hidayet için temel değerlerdir. (bkz. 5/Mâide, 15; 6/En'âm, 91; 42/Şûrâ,
52) Vahiy ve özellikle Kur'an, hem nur, hem de münîr (nurlandıran, ışık saçan)
olarak nitelendirilmektedir. (3/Âl-i İmran, 184; 35/Fâtır, 25) Vahye karşı
çıkanların sahip olmadıkları en önemli değer, "kitab-ı münîr (nurlandıran,
aydınlık getiren kitap)dir.

Vahyin tebliğcisi olan Hz. Peygamber;
şâhid, müjdeci, uyarıcı, davetçi olmanın yanı sıra bir sirâc-ı münîr
(aydınlatan, ışık saçan kandil) olarak da anılır. (33/Ahzâb, 45-46) İlginçtir
ki, Kur'an bu sirâc (kandil) sıfatını bir de güneş için kullanır. (25/Furkan,
61; 71/Nuh, 16) Buna dayanarak diyebiliriz ki, madde dünyası için güneşin yeri
ne ise, ruh ve mânâ dünyası için Rasülüllah'ın yeri odur. Bu anlamda vahiy ve
rasül, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş ilahî
lütuflardır. (5/Mâide, 16; 14/İbrahim, 1; 33/Ahzâb, 43; 57/Hadîd, 3; 65/Talak,
1)

Nur kelimesi, fiil olarak Kur'an'da
hiç kullanılmaz. Nur, hissedilen ışık anlamında geçmekle birlikte, daha çok
manevî ışık için kullanılır. Vahiy (A'raf, 157), hidayet, tevfik ve lütuf
(24/Nur, 40; 39/Zümer, 22) anlamlarında zikredilir. İki ayette "nûrullah"
tabiri geçer ki "Allah'ın dini, hücceti veya Kur'an" diye tefsir olunur.
Mü'minlerin uhrevî nurları vardır (57/Hadîd, 12). Birkaç ayette nur ve hüdâ
kelimeleri birlikte kullanılır (6/En'âm, 91; 5/Mâide, 44, 46) ki, bu da,
nur'un hidayet'ten başka bir şey olduğunu gösterir; ama bunların çok yakın
kavramlar olduğuna da işaret eder.

Unutkanlığı ve gafletiyle kalbini,
aklını ve duyularını bir gece haline getiren insanda fecrin doğması için Allah,
nurunu, yani kitaplarını gönderir. Kitabın ayetleri bir nur hüzmeleri halinde
gelir ve insanın duyuları aracılığıyla kalbine yönelir.
Eğer insan inat etmez ve kalbini
aydınlatmak isterse duyularını açar ve kalbindeki karanlığı giderir. Eğer,
iç gözünü ve kulağını iyice mühürler, kalbine de kalkmaz bir ağırlık
yerleştirirse, nur huzmeleri böyle gözlerden ve kulaklardan giremez, kalbe
ulaşamaz. Bir taş haline gelir böyle insanların kalbi, hatta taşlardan daha
kesif; çünkü, taşlarda da belli oranda nur vardır. Böyle insanlarda ise, nurdan
eser yoktur. Onlar, yaktıkları ateşleri, sözgelimi, Kur'an'ın diliyle "savaş
ateşleri"ni gerçek nur sanırlar; cehennemi gerçek nur sanırlar; bu ateşlerin
ışığında gitmeye çalışırlar; aslında, karanlıkta yol almaktadırlar ve sonunda
cehennemin ateşine düşerler.

Duyularını ve kalbini Allah'ın nuruna
açan insanlarda ise kalp nurlanır; Ay'ın, Güneş'in, ağaçların, çiçeklerin,
taşın, toprağın, otların, göklerin ve yerin saçtığı nurlar, yeryüzünde ve
evrende cereyan eden tüm olayların yansıttığı nurlar, Kur'an'da kümelenen aynı
nurlarla birlikte kalbindeki geceyi gündüz yapar ve bu insanda iman meydana
gelir. Bu imanın ışığında gider artık o; demek ki, iman da bir nurdur;
Yani, nur nuru oluşturmakta, nur üstüne nur meydana

gelmektedir. Kuşkusuz, nurlanan,
imanın nurunda giden bir insanla, nuru örtmek demek olan küfürde yarışan insan
bir olmayacaktır. "Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar
arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan
hiç çıkmayan kimse gibi olur mu?" (6/En'am, 122)