Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Peygamberlere İman ve Önemi

Peygamberlere İman ve Önemi

Peygamberlere İman ve Önemi

Kur'an-ı Kerim'de zikredilen birçok ayetlere ve
Peygamberimiz (s.a.s)'in bazı sahih hadislerine göre Allah Teâlâ'nın razı olduğu
yegâne hak din olan İslâm'da iman esaslarından biri de, Allah (c.c.) tarafından
insanları irşad ederek onlara doğru yolu göstermek için gönderilen bütün
peygamberlere iman etmektir. Bu ortak esas, İslâmda iman esasları arasında yer
alan çok önemli bir rükündür. Çünkü "meleklere" iman edilmeden, "İlâhî
kitaplara" inanmak mümkün olmadığı gibi, bu kitabları insanlara tebliğ etmekle
görevli ve sorumlu olan "Peygamberlere" iman edilmeden de, mukaddes kitablara
iman etmek mümkün değildir.

Gerçek şudur ki; peygamberlik müessesesine
inanılmadan din, yani ilâhî emir ve yasaklar söz konusu olmaz. Çünkü
peygamberler, Allah Teâlâ'nın insanları irşad için gönderdiği birer ilâhî elçi
olarak kendilerine vahyolunan ilâhî hükümleri, emir ve yasakları yalnız tebliğ
etmekle kalmazlar; aynı zamanda bu hükümleri kendi nefislerinde aynen tatbik
eder ve günlük hayatımızda fert ve toplum olarak nasıl uygulayacağımızı
gösterirler. Peygamberler, herkes tarafından takip edilebilecek üstün vasıflı,
yüksek ahlâklı, kâmil ve örnek insanlardır. Onlar, her hususta çok güzel birer
örnek oldukları için, insanları kolayca etkiler, onlara Allah sevgisi ve O'na
imanı aşılar ve peşlerinden sürükleyerek hayatlarında esaslı değişiklikler
yaparlar. Çünkü nefsi ve aklı ile başbaşa olan insanların ıslahı ve doğru yola
yöneltilmeleri, ancak yine birer insan olan, günahlardan arınmış (masum)
peygamberlerin önderliğinde başarılabilir. Onun içindir ki, melekler insanlara
değil, yalnız peygamberlere elçi olarak gönderilmişlerdir:

"(Onlara)
de ki: Eğer yeryüzünde yaşayıp huzur içinde dolaşanlar melekler olsaydı,
muhakkak Biz, onlara gökten melek bir peygamber indirirdik" (İsrâ: 17/95).

Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre,
peygamberlik müessesesi ve ilâhî kitaplar Allah Teâlâ'nın insanlara lutfettiği
manevî bir hediye (mevhibe-i ilâhiyye)dir. Âlemleri yaratan Allah (c.c) insanlar
ve milletler arasında bir fark gözetmeden, onların her birine maddî sayısız
nimetler ve çeşitli rızıklar verdiği gibi, ruhî bir gıda, manevî bir nimet
olarak peygamberlik nimetini de aynı ilâhî esasa göre insanlık âlemine ihsan
etmiştir. Bu yönden peygamberlik, lutfu ve rahmeti sonsuz olan Rabbulâlemin'in
bütün dünya milletlerine dağıttığı ilâhî bir hediyedir. Madem ki insanlar
hidayet yolunu bulmak, hak ve adalet üzere kurulan ilâhî nizamı öğrenerek
hayatlarında uygulayabilmek için Allah (c.c) tarafından seçilerek gönderilen
masum (günahsız) peygamberlere ve onlara indirilen ilâhî vahye muhtaçtırlar; o
halde bütün insanların Rabbı, Hâlık ve Râzıkı olan Allah Teâlâ, elbette ki
kulları arasında ayırım yapmadan, her millete kendi içinden seçtiği peygamberler
gönderecektir. Nitekim bu husus Kur'an-ı Kerimde şu ayetlerle açık olarak beyan
edilmiştir: ?Hiç bir millet yoktur ki, kendi içinde (onları Allah
azabıyla) korkutan biri (bir peygamber) gelip geçmiş olmasın" (Fâtır:
35/24), ?Her milletin bir peygamberi vardır" (Yunus: 10/47).[1]

Bütün peygamberler bu yüce görevi eksiksiz
olarak yapabilecek ve kendilerine vahyolunan ilâhî hükümleri insanlara tebliğ
edebilecek kudret ve kabiliyette yaratılan mümtaz ve sadık kullar, Allah
tarafından seçilen ilâhî elçilerdir.

Kur'an-ı Kerim, müslümanlara, yalnız İslâm
Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)'e değil, dünya milletlerine zaman zaman
gönderilen bütün peygamberlere de inanmayı emretmektedir. el-Bakara süresinde;
?Deyiniz ki biz Allah'a, bizlere indirilene; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,
Yakub'a ve oğullarına indirilenlere; Rableri tarafından Mûsa ve İsâ ya
verilenlere iman ettik. Onları biribirinden ayırmayız? (Bakara: 2/136)
buyrulmaktadır. Ayette geçen "nebiyyûn" kelimesi ile, daha önce gönderilen diğer
peygamberlerin kastedildiği anlaşılmaktadır.

İşte İslâm dini, bütün peygamberlere inanmayı,
"iman esasları"ndan ve İslamın temel prensiplerinden saymakla[2]
hiç bir dinin erişemediği derecede şumullü bir insanlık dini olmak vasfını
kazanmaktadır. Bütün dünya milletlerine hitap etmek suretiyle de, insanları
bütün beşeriyeti içerisine alan bir kardeşliğe, sulh ve sukûna, saadet ve
selâmete davet etmektedir. Bu bakımdan, her müslüman icmâlî olarak (kısaca);
başta Hz. Muhammed (s.a.s) olmak üzere, daha önce gönderilen bütün
peygamberlere; tafsili olarak da, Kur'an-ı Kerim'de isimleri zikredilen
peygamberlerin her birine ayrı ayrı iman etmeleri, ayrıca, Allah (c.c)
tarafından önceki milletlere gönderilen ve adları bildirilmeyen bütün
peygamberlere toplu olarak iman etmeleri gerekir.[3]

Kur'an-ı Kerim'de bildirildiğine göre, bütün
insanlık âlemine ve bütün milletlere hitab etmek üzere gönderilen peygamber,
yalnız Hz. Muhammed (s.a.s)'dir. Hz. Muhammed (s.a.s) ilk peygamber Hz. Adem'den
itibaren zaman zaman çeşitli milletlere gönderilen peygamberlerin en büyüğü ve
sonuncusudur. O, peygamberler zincirinin son altın halkasıdır, Hâtemül-Enbiyâ'dır.
O'ndan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir. Bu, İslâmın ve en son Mukaddes
Kitab Kur'an'ın bildirdiği bir gerçektir:

?Biz seni, ancak bütün insanlara müjdeci ve
korkutucu olarak gönderdik" (Sebe:
34/28)

"De ki: Ey insanlar! Ben göklerin ve yerin mülkü
olan Allah'ın, size, hepinize gönderdiği peygamberiyim"
(A'raf: 7/158).

Hz. Muhammed (s.a.s)'den başka hiç bir
peygamberin bütün dünya milletlerinin hepsine birden gönderildiğine dair ne
Kur'an'da, ne de başka bir kutsal kitabda açık bir ayet bulunmamaktadır.[4]

Peygamberlere iman Tevhid inancının
temellerinden biridir. Peygamber farsça bir kelime olup; sözlükte, "haberci"
demektir. Arapçadaki "Nebî" ve "Resul" kelimelerinin karşılığı olarak
kullanılır. Bir terim olarak peygamber; Allah Teâlâ'nın, kullarına isteklerini
bildirmek ve onlara hakkı, doğruyu ve yanlışı açıklamak üzere seçtiği ve
görevlendirdiği insanı ifade eder. Yeni bir kitap ve şeriat getirmiş olan
peygambere hem Nebî, hem de Resul denir. Yeni bir kitap getirmeyip kendinden
önceki peygamberin şeriatını devam ettiren, onunla amel eden peygambere de
sadece Nebî denir. Resulün çoğulu "rusûl"; Nebî'nin çoğulu ise "enbiyâ"dır. Ayet
ve hadislerde Resul karşılığında "mürsel" ve çoğulu "mürselûn" de kullanılır.

Peygamberlere inanmak, iman esaslarındandır.
Yüce Allah, insanlardan bazılarını, diğer insanlara müjdeleyici ve azabı haber
verici elçiler olarak göndermiştir. Bu elçiler insanların ihtiyaç duyacakları
her şeyi onlara açıklamışlardır. İlk peygamber, Hz. Âdem; son peygamber ise,
Muhammed (s.a.s)'dir. Bu ikisi arasında sayısını ancak Allah'ın bildiği kadar
peygamberler, gelip geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de yalnız yirmi beş peygamberin
adı zikredilir. Âdem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lût, İsmail, İshak,
Yakub, Yusuf, Eyyub, Şuayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, İlyas, El-Yesa',
Zül-Kifl, Yunus, Zekeriyya, Yahya, İsa ve Muhammed (hepsine selâm olsun). Bir de
Uzeyr, Lokman ve Zül-Karneyn'in isimleri geçer ki, bu üçünün peygamber mi yoksa
velî mi oldukları ihtilaflıdır.

Bazı hadislerde peygamberlerin sayıları
zikredilmişse de, bu konudaki hadisler âhâd yoluyla geldiğinden, kesin delil
sayılmamıştır. Çünkü peygamberleri bir sayı ile sınırlandırmak, bu sayının
dışında kalanları peygamber kabul etmemek sonucuna götürür ki, bunun için kesin
delil gerekir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

"Daha önce bazılarını sana anlattığımız,
bazılarını da anlatmadığımız peygamberler gönderdik. Allah Musa ile bizzat
konuştu." (en-Nisâ: 4/164).

Peygamberlerden beş tanesi getirdikleri tevhîd
dininin yerleşmesi için büyük sıkıntı ve cefalara katlanmaları, üstün irade ve
fazîletleri sebebiyle Ulûl-azm peygamber sayılmışlardır. Bunlar; Hz. Nuh, Hz.
İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'tir.[5]

Allahu Teâlâ her millete bir peygamber
göndermiştir.

"Andolsun ki biz, her millet için; Allah'a
kulluk edin, tağuttan kaçının diye bir elçi gönderdik"
(en-Nahl: 16/36).

Buna göre, hak ve batıl her ümmetin önüne, bir
elçi aracılığı ile serilmiş, Allah emir ve yasaklarını onlara duyurmuştur.
Ayetlerde şöyle buyurulur:

"İçinde azabı haber veren bir korkutucunun
geçmediği hiç bir ümmet yoktur" (el
Fatır: 35/24);

"Her ümmetin bir elçisi vardır"
(Yunus: 10/47).

Bu elçi bazan bir peygamber, bazan da
peygamberin o kavmi irşad için görevlendirip gönderdiği bir elçidir. Yasin
Suresinde İsa (a.s) tarafından, gönderilen elçiler, Hz. Muhammed'i dinledikten
sonra kavimlerine giderek İslâm dinini tebliğ eden cinler bunlar arasında
sayılabilir.

Peygamberlere imanın bütün peygamberleri
kapsaması gerekir. Bir tanesine bile inanmamak kişiyi dinin dışına çıkarır. Buna
göre, iman yönüyle hiç bir peygamberi diğerinden ayırdetmemek gerekir.[6]
Ancak peygamberler arasında resul veya nebî olma, daha faziletli bulunma gibi
sebeplerle farklılık olabilir. Her resul nebîdir, fakat her nebî resul değildir.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Muhammed'le İsmail aleyhisselâmın hem resul ve hem de nebî
oldukları belirtilir:

"Muhammed, adamlarınızdan hiç birinin babası
değildir. Fakat o, Allahın resulu ve nebilerin sonuncusudur."
(el-Ahzâb: 33/40);

"Kitapta İsmail'i de zikret. Çünkü o, sözünde
duran, resul ve nebî olan bir zat idi"
(Meryem: 19/54).

Peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed, sonra
ûlûl-azm diğer dört peygamber, daha sonra resuller ve nebiler gelir. Bu duruma
göre, Allah nezdinde bir peygamber, peygamber olmayan bütün insan, melek ve
cinlerden daha üstündür:

"Biz onlardan her birine âlemlerin üstünde
yüksek meziyetler verdik." (el-En'âm:
6/86).

Peygamberlere, sahip oldukları sıfatlarla
birlikte inanmak gerekir. Onlar da bizim gibi birer insan olmakla birlikte,
Allah tarafından seçilmiş kimseler oldukları için, diğer insanlardan ayrı bazı
vasıfları vardır. Bu sıfatları şöylece özetleyebiliriz:

1. Sıdk (Doğru olmak):
Peygamberler kesinlikle yalan söylemezler. Onlar
doğru ve dürüst kimselerdir.

2. Emânet (Güvenilir olmak):
Peygamber güvenilir kimselerdir. Asla emânete hıyanet etmezler.

3. Fetânet (Zeki olmak):
Bütün peygamberler insanların en akıllılarıdır.

4. İsmet (Günah işlememek):
Peygamberler, günah işlemezler. İnsanlık icabı olabilen bazı küçük hataları
"zelle (ayak kayması)" adını alır ve Allah tarafından uyarılarak düzeltilir.[7]

5. Tebliğ (Açıklamak):
Peygamberler Allah'tan almış oldukları emirleri ümmetlerine mutlaka
ulaştırmışlardır. Hiç bir şeyi gizlememiş ve hiç bir şey de ilâve etmemişlerdir.
Yukarıda sayılan sıfatlar da bunu gerektirir.[8]

Son peygamber Hz. Muhammed'tir. Kur'an-ı
Kerim'de; "Muhammed Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur"
(el-Ahzâb: 33/40) buyurulur. Bunun bir sonucu olarak Hz. Peygamber'i
diğerlerinden ayıran bazı özellikleri vardır:

1)
Önceki peygamberler yalnız bir şehre, bir kavme gönderilirken[9],
Hz. Muhammed gerek kendi devrinde yaşayan ve gerekse kıyamete kadar gelecek olan
bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir:

"Biz seni başka bir maksatla değil, âlemlere
rahmet olmak üzere gönderdik"
(el-Enbiyâ: 31/107)

"Biz seni bütün insanlara bir rahmet müjdecisi
ve azap habercisi olarak gönderdik"
(es-Sebe; 34/28)

"De ki, ey insanlar, ben sizin tamamınıza
gönderilmiş olan bir Allah elçisiyim"
(el-A'raf: 7/158)

2) Diğer peygamberlere verilen sahîfeler bugün
elde mevcut olmadığı gibi; Tevrat, İncil ve Zebur'un da orijinal nüshaları yok
olmuş, eldeki nüshalar ise tahrife uğramıştır. Halbuki Hz. Muhammed'e indirilen
Kur'an-ı Kerim hiç bir değişikliğe uğramadan orijinal nüshalarıyla ve bu
nüshalardan çoğaltılan şekilleriyle günümüze intikal etmiştir. Çünkü Kur'an
ilâhi koruma altındadır:

"Kur'an'ı biz indirdik biz, onu koruyacak olan
da biziz" (el-Hicr: 15/9)

3)
Hz. Muhammed son peygamber olunca, Kur'an da, toplumların kıyamete kadar ortaya
çıkacak ana problemlerine çözümler sunmak üzere en mükemmel şekilde gelmiştir.
Ayette; "Bugün size dininizi mükemmel hale getirdim" (el-Mâide: 5/3)
buyurulur.

Peygamberlik çalışılarak elde edilecek bir makam
değildir. Ancak Allah Teâlâ tarafından dilediği kimseye verilen bir rütbedir.
Ayette şöyle buyurulur:

"Onlara bir ayet geldiği zaman, Allah'ın
peygamberlerine verilenin aynısı bize de verilmedikçe iman etmeyiz, derler.
Allah peygamberlik görevini kime ve nereye vereceğini daha iyi bilir"
(el-En'âm, 6/124).

Buna göre, peygamberlik kesbî değil vehbîdir.
Ancak kadından, köleden ve yalancıdan peygamber çıkmamıştır. Bu sonuncular
şehid, sâlih ve velî (evliya) olabilirler. Bugün ahlâksız, hatta inkârcı olan
bir kimsenin yarın tevbe ederek, yapacağı güzel ameller sonucu takvâ sahibi,
salih bir insan, hatta Allah'ın çok sevdiği bir velî olması mümkündür. Ashâb-ı
Kiramdan bunun pek çok örnekleri vardır.

Cenab-ı Hak, peygamberlerini tabiat kanunlarını
yırtan birtakım mucizelerle desteklemiştir. Asânın ejderha olması, ölüyü
diriltmek, parmaklardan suyun fışkırması bunlar arasında sayılabilir.
Peygamberin ümmetinden bir ferdin elinde meydana gelen böyle olağan üstü bir
olaya da kerâmet denir.[10]

Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu gösteren
çeşitli mucizeler vardır. İlki Kur'an-ı Kerim'dir. Hz. Peygamber onunla, Arap
olan ve olmayan bütün ediblere -bir benzerini yapmalarını isteyerek- meydan
okumuştur. Ancak buna hiç bir edibin gücü yetmemiştir. Yüce Allah şöyle buyurur:

"Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'an
hususunda şüphe ediyorsanız, haydi siz de ona benzer bir süre getirin"
(el-Bakara: 2/23)

"Deki, şüphesiz bütün insanlarla cinler şu
Kur'an'ın bir benzerini meydana getirmek için bir araya toplanıp yardımlaşsalar
bile, yine onun benzerini yapamazlar"
(el-İsrâ,17/88).

Bunu deneyen bazı edibler olmuşsa da, sözleri
Kur'an'ın fesâhat ve belâğatı yanında sönük ve saçma kalmıştır. Yalancı
peygamberlik iddia eden Müseylime el-Kezzâb bunlardandır.

Kur'an geçmiş ve gelecek olaylara ait haber
verir. Âd, Semud, Lût, Nuh ve İbrahim peygamberlerle kavimlerine ait Kur'an'da
yer alan haberleri gerçekte okuma-yazma bilmeyen Hz. Muhammed'in bilmesi mümkün
değildir.[11]
Kur'an'ın geleceğe ait haber verdiği şeyler aynen meydana çıkmıştır.
Bizanslıları önce yendiği halde İranlıların sonra mağlup olacağını Kur'an-ı
Kerim bildirmiş ve zaman da onu tasdik etmiştir.[12]

Hz. Muhammed'in peygamberlikten önceki yüksek
ahlâkı ve yüce kişiliği de peygamberlik belirtilerindendir. Toplum ona, yalan
söylememesi ve güvenilir kişi olması nedeniyle "Muhammed el-Emîn" lakabını
vermiştir.[13]

Bilindiği gibi, peygamberlere inanmak imanın
esaslarından biridir. Peygamberlerin birini bile inkâr eden kişi dinden çıkar.
Yüce Allah, her topluma İslam'ı tebliğ için peygamberler göndermiştir ki,
Allah'ı bilsinler ve O'ndan başkasına kulluk etmesinler. Allah, kendilerine
peygamber göndermediği bir topluma azab etmez.

?Biz bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz.?
(İsrâ: 17/15)

Peygamberlere imanla alakalı olarak Kur'an-ı
Kerim'de birçok âyet vardır.

?Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve
peygamberlerden hiç birisi arasında (kendisine iman etme bakımından) fark
gözetmeyen kimselere gelince, işte onların mükâfatını Allah kıyamette
verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.?
(Nisâ: 4/152)

?O kimseler ki, Allah'ı ve peygamberlerini inkâr
ederek kâfir olurlar. Allah ile peygamberlerinin arasını açmak isterler. Ve
?peygamberlerden bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz!' derler.
Böylece iman ile küfür arasında bir yer tutmak isterler.?
(Nisâ: 4/150)[14]

Kendilerine peygamber gönderilen toplumların
çoğu, peygamberlerini yalanlamış ve onlara uymamışlardır. Bugün olduğu gibi,
geçmişte de peygamberlerine tâbi olan insanlar çok az olmuştur. Mesela Hz.
İsa'ya on iki kişilik ?havâriler? dediğimiz kimseler inanıp tâbi olmuştur. Diğer
insanlar, tâbi olmadığı gibi onu öldürmek istemişlerdir.

Bütün peygamberlerin getirdiği dinin adı
İslamiyet idi. Ne Hz. İsa'nın
dini hıristiyanlık; ne de Hz. Musa'nın dini yahudilikti. Hz. İsa'nın da Hz.
Musa'nın da, bütün peygamberlerin de dini ancak İslam idi ve bütün peygamberler
müslüman idiler. Bu gerçek, Kur'an'ın dilinden şöyle ifade edilir:

?İbrahim ne bir yahudi, ne de bir
hıristiyandı. Fakat Allah'ı bir tanıyan gerçek bir müslümandı. Ve müşriklerden
de değildi.?
(Âl-i İmrân: 3/67)

?Musa da kavmine şöyle dedi: Ey
kavmim, siz gerçekten Allah'a iman ettiyseniz O'nun birliğine teslim olmuş
müslümansınız. Artık Allah'a tevekkül edin.?
(Yunus: 10/84)

?Hani havarilere (Hz. İsa'ya bağlı
olanlara): ?Bana ve peygamberlerime iman edin' diye ilham etmiştim de onlar,
?iman ettik, bizim hakiki müslümanlar olduğumuza şahid ol' demişlerdi.?
(Mâide: 5/112)

Görüldüğü gibi, Allah tarafından
gönderilen bütün dinlerin adı İslâm, peygamberlerinin ve onlara tâbi olanların
da adı müslüman idi. Fakat sonradan, bu saf ve temiz olan isim (İslâm), çeşitli
isimler adı altında değiştirilmiştir. İslâm, her asır ve her peygamberin
dinidir. Fakat çoğu peygamberin şeriatı ayrıdır. Buna göre din (İslâm) geniş,
şümullü bir kavram; şeriat ise, bu dinin içerisinde her bir peygamberin tâkip
ettiği yoldur.

Bu ümmet ile geçmiş ümmetlerin
şeriatları ayrı olabilir; fakat bizim ile onlar arasında müsavi (aynı) olan bir
kelime vardır ki o özdür, temeldir, hiç bir zaman ve hiç bir şarta göre
değişmez. Bu gerçeği Yüce Allah şöyle beyan ediyor:

?De ki, ey ehl-i kitap, hepiniz
bizimle sizin aranızda müsavi olan bir kelimeye gelin; şöyle diyerek: Allah'tan
başkasına kulluk etmeyelim; O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp
da kimimiz kimimizi rabler tanımayalım.?
(Âl-i İmrân: 3/64)

?Senden önce gönderdiğimiz her
peygambere: ?Benden başka ilah yoktur, Bana kulluk edin' diye vahyetmişizdir.?
(Enbiyâ: 21/25)

?Andolsun ki her ümmete; ?Allah'a
ibadet edin ve tâğutlardan kaçının' diye peygamberler gönderdik.?
(Nahl: 16/36)

İşte, Hz. Adem'den kıyamete kadar her
insanın ve her cinnin, hatta bütün kâinatın uyması gereken kural ve gerçek
budur. Mü'min bilir ve inanır ki, geçmişte ne kadar nebi ve rasül varsa, onlara
uyanlarla beraber müslüman idiler. Onlar Allah'tan başkasına kulluk
etmiyorlardı.

Tevhid dininin (İslam'ın) son
halkasını Hz. Muhammed (s.a.s.) teşkil etmektedir. Artık Rasülullah
gönderildiğinden itibaren, Rasülullah'sız bir din, Rasülullah'sız bir akide ve
inanç olamaz. Öyleyse, yeryüzünde Allah'a bağlanmak isteyenlerin ve müslüman
olarak kalmak isteyenlerin rehberi, kılavuzu Rasülullah'tan başkası olamaz. Zira
Rasül'e itaat Allah'a itaattır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:

?Kim Rasül'e itaat ederse, muhakkak ki
Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, bu seni üzmesin. Zira seni
onlara koruyucu ve gözetici olarak göndermedik (ancak tebliğci olarak
gönderdik).?
(Nisâ: 4/80)

Allah Teâlâ bu âyet-i kerimede
Rasülüne itaat edenin Allah'a itaat etmiş olduğunu, Rasül'e isyan edenin de
Allah'a isyan etmiş olduğunu haber veriyor. Bunun sebebi, Rasülullah (s.a.s.)'in
kendi hevâ ve hevesinden konuşmaması ve Allah'ın dinini tebliğ etmesidir.[15]
Rasülulah, hiç bir zaman Allah adına kendi kafasından bir şey konuşmaz;
kendisine vahyedileni bildirir. Onun için Allah ile Rasülü'nün hükümleri
arasında ayrılık, zıtlık, farklılık olamaz.

İslam akidesi açısından peygamberlik
kurumu gerçekten büyük değer taşır. Bu müessese, akidenin ikinci yarısıdır.
Peygambere iman, tevhid kelimesinin ikinci kısmıdır. Peygamberlik inancının
tezahürleri pratik hayatta mutlaka görülmelidir. Normalde her insan,
peygamberlere inandığını söyleyebilir. Fakat bu akide gerçeklere
dayandırılırsa görülür ki, mü'min olduklarını iddia eden pek çok insan bu
bağdan kopmuştur. Rasüllere
iman olsun, diğer iman esaslarına iman olsun, her zaman kulluk ve itaat
gerektirir. İtaat ve kullukla beslenmeyen bir iman, iman olarak kalamaz. Günün
birinde tamamen söner veya yön değiştirir. Bunun içindir ki, itaat imana
bağlı kılınmıştır. Böylece, Allah'a inanan kimse, Rasül'e bağlanmak zorundadır.
Rasül'e bağlanmayanlar, Allah'a da bağlanmamışlardır.

Kur'an-ı Kerim, peygamberler ve itaat
konusunu şöyle açıklıyor:

?Ey iman edenler, Allah'a itaat edin,
Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ülü'l-emre (emir sahiplerine) de. Eğer bir
hususta çekişirseniz, onu Allah'a ve Rasülüne götürünüz. Eğer Allah'a ve ahiret
gününe inanmışsanız; bu hem hayırlı ve hem de netice itibariyle en güzeldir.?
(Nisâ: 4/59)

?Hayır, Rabbine and olsun ki,
aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra haklarında
verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan (onu) tam manasıyla
kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.?
(Nisâ: 4/65)

?Biz peygamberleri ancak itaat
olunsunlar diye gönderdik.?
(Nisâ: 4/64)

?Allah'a ve O'nun rasülüne itaat
edin ve onların emirlerine ve yasaklarına aykırı hareket etmekten sakının.
Eğer itaat etmekten yüz çevirirseniz, bilin ki, Peygamberimiz'e düşen sadece
açık bir tebliğdir.?
(Mâide: 5/92)[16]

Bu âyetlerde mü'minlerin, Allah ile
beraber Rasülü'ne de itaat etmeleri şart koşuluyor. Rasül'e itaat etmeden İslâm
yaşanamaz. Zira, ?Rasüller sadece kendilerine itaat edilsin diye izn-i ilahi
ile gönderilmişlerdir.? (4/Nisâ, 64) İtaat, imanın ve İslam'ın şartı ve
hudududur. İman edip de Allah'a ve Rasül'e itaat etmemek boş bir iddiadan
başka bir şey değildir. Bu yalan, tâğutla hükmetmek isteyen her yalancının
iddiasıdır. Çünkü, münafıkların alameti, devamlı surette itaatten kaçınmaktır.
Zira Yüce Allah münâfıklar hakkında şöyle buyurur:?Onlara Allah'ın
indirdiğine ve Peygamber'e gelin denildiği zaman, senden büsbütün kaçtıklarını
görürsün.? (4/Nisâ, 61)

İtaat, bir akide meselesidir. Mü'min,
akidesini sağlam temeller üzerine oturtmalıdır. İslam'ın ve imanın hududunu çok
iyi bilmelidir.[17]


[1]
Ayrıca bkz. Nahl: 16/36; Rum: 30/47; Zuhruf: 43/6; Ra'd: 13/8; İbrahim:14/4;
İsrâ:17/15).


[2] Bkz.
Bakara: 2/177, 285, Nisâ: 4/ 136.


[3] Saît
Ramazan el-Butî-Kübrâ el-Yakîniyyât el-Kevniyye: 186-191; Ali Arslan Aydın,
en-Nübüvve Fi'l-Kur'an ve İnde Felasifetil-İslâm, Kahire 1958, s. 5-9;
İslâmda İman ve Esasları 6. Baskı, İstanbul 1990, s. 184-187.


[4] Ali
Arslan Aydın, Şamil İslam Ansklopedisi: 5/.196-197.


[5]
bk. el-Ahzâb: 33/7.


[6]
el-Bakara: 2/285.


[7] bk.
Abese: 80/1-2.


[8]
el-Mâide: 5/67.


[9]
es-Sâffât: 37/147.


[10]
Kerâmet örnekleri için bk. Âl-i İmran: 3/37; el-Kehf: 18/9-10; en-Neml:
27/38-40.


[11] bk.
en-Nahl: 16/103; el-Ankebût: 29/48.


[12]
er-Rûm: 30/ 1-5.



[13] Hamdi
Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/201-202.


[14]
Peygamberlere imanla ilgili diğer âyetler için, bkz. Bakara: 2/4-5; Nisâ:
4/14-15, 59, 80; A'râf: 7/35.

Peygamberlere itaat etmeyenlere azab ile
ilgili bkz. En'âm: 6/11; Ra'd: 13/32; Mâide: 5/33; Âl-i İmrân: 3/32.


[15] Bkz.
Necm: 53/3-4.


[16] Ve
yine bkz. Âl-i İmrân:
3/132; Muhammed: 47/33.


[17]
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 131-133.