Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

RUH-RUH ÇAĞIRMA-RUH GÖÇÜ (TENASÜH-REENKARNASYON) Ruhun Mahiyetinin Tarihçesi

RUH

RUH-RUH ÇAĞIRMA-RUH GÖÇÜ (TENASÜH-REENKARNASYON)

Ruhun Mahiyetinin
Tarihçesi:

Rûh kavramının, insanın yaşam ve var
oluşuyla ilişkilendirilmiş bir şekilde tarih boyunca üzerinde durulmuş, mahiyeti
hakkında çeşitli açıklamalar getirilmiş ve tezler ileri sürülmüştür. Ancak,
rûhun madde dışı bir yapıya sahip olması onun tanımlanmasını imkânsız kılmakta
ve ileri sürülen görüşleri askıda bırakmaktadır.

Bazılarına göre rûhlar latif
cisimlerdirler ve vücuttaki damarlar vasıtasıyla bedende dolaşan ve ona
hayatiyet kazandıran havaî varlıklardırlar. Pnevma denilen ve maddî olarak
düşünülen rûh, birçok felsefi ekole göre bedeni sadece ayakta tutan hayat
kuvvetinden ibaret sayılmayıp, bizzat nefsin kendisidir.[1]
Bununla birlikte çok eskilerden beri, maddî özelliklerden tamamen somutlanmış
bir rûh kavramının varlığı değişik topluluk ve kültürlerce kabul görmüştür.
İnsanlık tarihi boyunca, cismanî cesetten farklı, onun içine yerleşmiş maddesiz
ve ölümsüz bir varlığın bulunduğuna inanılmıştır.

İnsanlık tarihinin belki de ilk
dönemlerine kadar uzanan ve insanları üzerinde düşündürmeye sevkeden ruh
kavramının doğuşunu ilk insanın Allah'dan vahiy alan bir peygamber olmasıyla
izah etmek mümkündür. Ruh, insanların vahiy çizgisinden sapmalar gösterip,
putperest yönelişlere meyletmeleriyle birlikte, değişik anlamları içeren ve
tapınma, korku, ümit gibi hisleri harekete geçiren bir doğa üstü varlık haline
geldi. İlkel puta tapıcılık dinlerinde, cansız, donuk cisimlerden yapılan şekil
verilmiş putlar veya kutsal sayılan diğer cansız varlıklar, hareketsiz oldukları
ve yerlerinden kımıldamaya güç yettiremeyecekleri bilindiği halde onlara
tapınılır ve onlardan isteklerde bulunulurdu. Bu, çağdaş putperest toplumlarda
devam eden bir davranış şekli olarak varlığını sürdürmektedir. İnsanların böyle
bir yola sapmalarının sebebi, tapındıkları bu cisimlerde ruhî bir kuvvetin ve
yaptırım gücünün var olduğuna inanılmasıdır.

Rûh konusunda tarih boyunca temelde
iki akım sürekli karşıt doktrinler geliştirerek düşüncelerini ispatlamaya
çalışmışlardır. Bunlardan biri, maddî âlemin dışındâ maddesiz, manevî bir âlemin
ve bu âleme mensup varlıkların mevcudiyetini kabul edenlerin oluşturduğu grup;
diğeri de madde dışında başka bir varlığı tanımayan eski tabirle Maddiyyün
denilen Materyalistlerin oluşturduğu ekol. Ancak ruhun varlığını kabul eden din
ve düşünceler, onun tanımlanması ve mahiyeti hakkında birbirinden oldukça farklı
anlayışlara sahip olmuşlardır.

Eski Mısırlılarda ve Çinlilerde ikili
bir rûh inancı hâkimdi. Mısırlılar, ölümden sonra rûh (soluk)'un birinin cesedin
yanında kaldığına, tinsel (ruhî) olan diğerinin de ölüler diyarına gittiğine
inanmaktaydılar. Çinliler ise insanın ölümüyle birlikte kaybolan bir rûh
yanında, ölümden sonra da yaşayan ve kendisine tapınılması gereken üstün bir
rûhun (Hun) varlığına inanmaktaydılar. Hintliler ise öldürdükleri düşman
savaşçılarının sağ ellerini keserlerdi. Böylece inançlarına göre ölüm sonrası
yaşamlarında silah kullanmaları engellenmiş olurdu.

Yunan felsefesinde rûh kavramının
içerdiği anlam, dönemlere ve felsefe akımlarına göre değişiklikler göstermiştir.
Epikuroscular ruhun beden gibi atomlardan meydana geldiğini ileri sürerlerken,
Platoncular ise, rûhu ilahlarla soy birliğine sahip, madde ve cisimden soyut bir
tözsel ilke olarak kabul ediyorlardı. Batı felsefesinde rûh üzerindeki
tartışmalar ortaçağ ve sonrasında devam etmiştir.

Hristiyanlıktaki ruh anlayışı, antik
batının putperest etkisiyle vahiy gerçeğinden farklı bir platforma oturtulmuştur.
Meselâ, Allah bir rûh olarak telakki edilir ve Ruhul-Kudüs (Cebrail), teslis
inancının bir unsuru olarak Allah'a şirk koşulur. Öte taraftan, İnsanlara ait
rûhlar konusunda da birtakım gerçek dışı ve mesnetsiz iddialar ortaya
atılmıştır. Meselâ, İncil'de "Rûh, rüzgar gibi, istediği yere eser. Rab ile
birleşen onunla bir ruh olur"[2]
denilmektedir.

[3]

Ruh, Kur'ân-ı Kerim'de tanımlanmamış
ve hakkında hemen hiç bir bilgi verilmemiş, ancak varlığından çok kısa söz
edilmiş metafizik bir var­lıktır.

İnsanlar ruhun ne olduğunu daima merak
etmişlerdir. Onun için ta­rih boyunca ruh hakkında çok şeyler söylenmiştir.
Çünkü insanoğlu beş duyu­sundan herhangi biriyle algılayamadığı bir şeyin var
olduğuna iliş­kin bir haber aldığında (gerçek olduğuna inanmasa bile) o şeyi
me­rak eder. Kaldı ki ruh gerçektir. Çünkü her şeyden önce ruh sözcüğü Kur'ân-ı
Kerim'de 21 kez geçmektedir.

[4]

Bunlardan bazıları, örneğin Bakara
Sûresi'nin 87'inci Âyet-i Kerimesi'nde olduğu gibi ruh, belli bir kalıp içinde,
"Ruh'ul-Kudüs" ola­rak geçmektedir.
Bu, Hz. Cebrâil (as)'in başka bir
adıdır.

Ayrıca ruh, Hz. İsa (as)'nın,
babasız yaratılmasında, (açıklaması bi­lim­sel olarak yapılamayan) ilâhî bir
sistemle Hz. Meryem (as)'e
verilen, madde ötesi bir akım anlamına gelmektedir. Nisa Sûresi'nin 171'inci
Âyet-i Kerimesi'nde olduğu gibi.

Konumuz olan soyut anlamdaki "Ruh"
ise, yalnızca İsrâ Sûresi'nin 85'inci Âyet-i Kerimesi'nde söz konusu edilmiştir.
Âyet, mealen şöyle­dir:

"Ve
sana ruhu sorarlar. De ki: ?Ruh, Rabb'imin sistemlerindendir." Size ancak pek az
bilgi verilmiştir."

İşte Kur'ân-ı Kerim'de ruhla ilgili
olarak ancak bu sözleri bulabili­yo­ruz. Bu açıklama ise son derece kısa ve
özdür. Aynı zamanda ruhun iç yüzünü anlayamayacağımıza da bir çeşit işaret
edilmiştir. "De ki: Ruh Rabb'imin emrindendir." (Yani, O'nun ilâhî
sistemlerinden biridir.) me­alindeki söz­ler, âdetâ bir uyarı anlamını taşımakta
ve sanki "Siz onu anlayamaz­sınız." demekte­dir. Nitekim âyetin, "Size ancak
pek az bilgi verilmiştir." diye son bulması bunu doğrular gibidir.

Kur'ân-ı Kerim'de "Nefis" sözcüğü de
ruh anlamında kullanıl­mış­tır.

[5]

Yalnız ruha ilişkin değil, madde ötesi
gerçeklerin tümü hakkında da in­sanın bilgisi pek sınırlıdır. (çünkü vahyin
dışında) insanın bilgi edinme imkanları duyularına dayanmaktadır. Duyuları ise
madde öte­sini keşfet­mek için asla yeterli değildir. Vahiy, metafizik
gerçekleri in­sanın akıl, zekâ ve duygularının tatmin olabileceği düzeylere
indirgeye­rek açıklamış­tır.

Ruhun madde olup olmadığını, bölünüp
bölünemeyeceğini tartışan­lar olmuş, hatta bütün canlıların bir tek ruha bağlı
olduklarını, (Yani ruh için çokluğun söz konusu olmadığını) ileri sürenler de
bulunmuş­tur. Ancak bu şahıslar, her şeye rağmen ruhu, insanın aklına
yaklaştı­ramamış, onu, anla­şı­labilir bir açıklık ve berraklıkla ortaya koymayı
ba­şaramamış­lardır. Çünkü bu mümkün değildir.

Dolayısıyla ruhun bazı çağdaş
filozof­lar tarafından "Evrensel Şuur", "Kozmik Bilinç", "Halogramik Mikrodalga
beden", "Biyolojik Enerji" ya da "Perispri"

[6]
gibi bilimsel terminoloji ile tanım­lanması, anlatım üslûbu açısından konuya
daha çok cazibe kazandırmak için olsa gerektir. Özellikle bu te­rimlerden
"Evrensel Şuur" ve "Kozmik Bilinç", Vahdet-i Vücûd gibi batıl bir felsefeyi
çağrış­tırmaktadır. Öte yandan psikanalitik araştırmalarla ve hipnotik
deneylerle elde edilen birtakım ilginç sonuçlar, bazı yazar­ları bu tür
bilgiçlik gösteri­lerine itmiş olabilir! Onun için bu kabil yak­laşımlar, ruh
gibi tamamen madde ötesi bir varlığın maddi açıklama­lara konu edinilmiş olması
ba­kımından tatmin edici değildir. Bu ilgiyle "psikoloji" terimine ruhbilim
anlamını yüklemekten çok, ona ka­rak­terbilim ya da kişilikbilim demek belki
daha yerinde olur.

Reenkarnasyon, yani ruhun başka bir
bedene geçerek dünyadaki var­lı­ğını kesintisiz olarak sürdürmesi inancına
gelince bu, eski Hint dinle­rinde vardı. Yeni dilde "Ruh göçü" diye ifade edilen
bu inanış, İslam Literatüründe "Tenhasüh" olarak geçer.[7]
İslam bu inanışa ka­palıdır. Bu kanaat, insanın ölümle birlikte yok olup
gitmekten duy­duğu korku ve te­dirginliği ortadan kaldırma hayalinden, ya da
başka bir deyimle insanın sonsuza dek yaşama özleminden kaynaklanmaktadır.
Reenkarnasyona akılcı bir yaklaşım kazandırabilmek için iyi kimselere ait
ruhların yüce şah­siyetlere, kötü kimselere ait ruhların ise hayvan­lara intikal
edeceği şeklinde tamamlayıcı bir yakıştırmaya yer verilmiş­tir.

Esasen başta vahiy olmak üzere,
varlığın evrensel akışı da insanın son­suza dek yaşama özlemini karşılamak
bakımından İslam'daki ahi­ret haya­tını bir gerçek olarak ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla insan, re­enkar­nasyon gibi batıl bir inanışa iltifat etmeden, aynı
zamanda eşya ve olayla­rın görü­nüşteki aldatıcı karışıklığına bakmadan bu
kozmik cüm­büşün temelinde bulunan ve ince düşünülecek olursa sezinlenebilecek
olan güçlü disiplin ve şaşmaz hesaba tutunursa bu çarpıcı hakikatı kav­ramakta
gecikmez ve bu sa­yede ikna da olur.

Ruh çağırma konusuna gelince, bu
gizemli varlığın kesinlik derece­sin­deki anlaşılmazlığına bakılacak olursa
olayın spekülatif amaçlara yö­nelik olduğu açıktır.[8]




[1] Paul
Janet-Gabriel Seaille s, Metalib ve Mezahib, çev. M. Hamdi Yazır, İstanbul
1978, 145; ayrıca bk. Ali et-Tehanevî, Keş-Şafu İstilahatı'l-funun, İstanbul
1984, I, 541.


[2]
bk. P. Janet-G. Seailles,
a.g.e., 148.


[3] Ömer
Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/271-272.



[4]
Bakara: 2/87, 2/253, Nisa: 4/171, Maide: 5/110, Nahl: 16/2, 16/102, İsra:
17/85-85, Şuara: 26/193, Mü'min: 40/15, Mücadele: 58/22, Mearic: 70/4, Nebe:
78/38, Kadr: 97/4, Şura: 42/52, Meryem: 19/17, Enbiya: 21/91, Tahrim: 66/12,
Secde: 32/9, Hicr: 15/29, Sad: 38/73.


[5] Tevbe:
9/55, 9/85


[6]
"Périsprit: Gışâ'un mâyi'un [Yukâl'u inneh'u yasıl'u beyn'el-Cism'i
ve'r-Rûn'i.]" Dr. Cabbur Abdunnur-Dr.
Süheyl İdris, el-Menhel (Fr-Ar. Sözlük) S.759 Dâr'ül-Âdâb Beyrut-1983

"Perespri: Sıvı bir perdedir.
[Bedenle ruh arasında olduğu söylenir.]" Terc. Ferit Aydın.



[7]
Bk. Muhammed Ali et-Tehânevi, Keşşaf'u Istılâhât'il-Fünûn : 2/1380 Kahraman
Yayınları İstanbul-1984



[8]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 319-321.