Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Rûh; Çok Bilinmeyenli Denklemden Bilebildiğimiz Bazı Özellikler

Rûh

Rûh; Çok
Bilinmeyenli Denklemden Bilebildiğimiz Bazı Özellikler


Nassların kesin olarak ortaya koyduğu
gibi ruh, cesedin ölümünden sonra yaşamaya devam etmekte, ceza ve mükâfat ile
muhatap olmaktadır. Allah Kur'an'da: ?Allah yolunda öldürülenlere ölüler
demeyin; bilakis onlar diridirler; fakat siz farkında değilsiniz.? (2/Bakara,
154) buyurmaktadır. Rasûlullah (s.a.s.): ?Allah'ın peygamberleri ölmezler.
Onlar bir dünyadan ötekine nakledilirler.? ve ?Kabir, ya Cennet
bahçelerinden bir bahçedir ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur?
buyurmaktadır. Bu ifadeler, insan olarak isimlendirilen varlığın, cesedin
ölümünden sonra da yaşamaya devam eden rûh olduğuna delâlet etmektedir. Yani
insan bu ceset ve kalıptan başka bir şeydir.

Kur'ân-ı Kerim'de: ?Rabbın, Âdemoğlunun
sülblerinden zürriyetlerini çıkarmış, onları kendi nefislerine şahit tutarak;
?Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' demiş, onlar da; ?Evet şâhidiz, Sen bizim
Rabbimizsin' diye cevap vermişlerdi. Bu, kıyâmet gününde, ?Bizim bundan
haberimiz yoktu' dememeniz içindir.? (7/A'râf, 172) meâlindeki âyetin
tefsirinde âlimler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşler hakkındaki
farklılıklar, Allah Teâlâ'nın, insanlara; bu soruyu sormasının ne zaman, insanın
yaratılışı ve gelişiminin hangi aşamasında ve ne şekilde olduğu gibi konular
çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Tirmizî'nin naklettiği bir hadiste Rasûlullah (s.a.s.)
şöyle buyurmaktadır: ?Allah Teâlâ, Âdem'i yarattığında onun sırtını
sıvazlamış ve kıyâmet gününe kadar Allah Teâlâ'nın onun zürriyetinden yaratacağı
her insan onun sırtından düşmüştür.? (İbn Kesir, Hadislerle K.K. Tefsiri,
7/3135). Başka bir hadiste de şöyle denilmektedir: ?Allah Teâlâ Âdem'in
sülbünden Nu'man yani Arafat'ta ahit almıştır. Onun sülbünden yarattığı her
zürriyeti çıkarmış, önünde yaymış, seçmiş, onlarla doğrudan konuşup; ?Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?' demişti. Onlar şöyle cevap vermişlerdi: ?Evet, biz buna
şâhidiz.? (7/A'râf, 172; İbn Kesir, Hadislerle K.K. Tefsiri, 7/3133).

Müfessirler bu konuda deliller
çerçevesinde değişik görüşler ileri sürmüşlerse de, insanların Âdem (a.s.)'in
yaratılışından sonra topluca yaratılmış oldukları, dolayısıyla ?Ben sizin
Rabbınız değil miyim?' sorusuyla, ruhların muhatap olduğu sonucu da
çıkarılabilir. Nitekim Ubey bin Kâ'b'dan gelen bir rivâyette o; ?Rabbin Âdemoğullarının
sülblerinden zürriyetlerini çıkardı? (7/A'râf, 172) âyeti hakkında şöyle
demiştir: ?Allah Teâlâ, kıyâmet gününe kadar ondan olacakların tamamını o gün
huzurunda toplamış, önce onları ruh haline getirmiş, sonra onlara şekil vermiş,
sonra da onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak ?Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?' diye sormuştu.? (İbn Kesir, 7/3136-3147). Bu
rivâyetten açıkça anlaşıldığı gibi, ruhların, anlayan, idrâk eden ve kelâma
muhatap olup cevap verebilen kişilik kazanmış yapıda yaratılmış oldukları kabul
edilmektedir. Ebû Hüreyre (r.a.) de bu konuda şöyle demiştir: ?İlim erbâbı,
ruhların bedenlerden önce olduğu ve Allah'ın onları konuşturup şahit kıldığı
hususunda ittifak etmişlerdir. (A.g.e. 7/3145).

Rasûlullah'tan nakledilen ?Ruhlar
toplu cemaatlerdir. Onlardan birbiriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar da
ayrılırlar.? (Buhârî, Enbiyâ, 1; Müslim, Birr 159) hadis-i şerifi de
ruhların bedenlerden önce yaratılmış olduğuna işarettir. Ruhların bedenlerden
önce toplu olarak bir defada yaratıldıkları ve sonra da cesetlere
dağıtıldıkları, Allah Teâlâ'nın ?Ben sizin Rabbınız değil miyim?? (7/A'râf,
172) sorusuna muhâtap oldukları ve sonra da ana rahminde yaratılmasıyla
cesetlere nefhedildikleri âlimlerce ifade edilmektedir.

Ruhun anne karnındaki cenine
nefhedilmesi (üfürülmesi), insanın rahimde oluşumu ve gelişimi hadis-i şerifte
şu şekilde ifade edilmiştir: ?Şüphesiz sizden birinizin oluşumu, annesinin
karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir müddette bir parça et
haline gelir. Sonra, Allah ona bir melek gönderir. Meleğe; ?amelini, ecelini,
rızkını, şakî ve saîd olacağını' yazması şeklinde dört kelime emrolunur. Sonra
da ona ruh üfürülür.? (Buhârî, Enbiyâ 1) Abdullah bin Mes'ud (r.a.)'dan
rivâyet edilen bu hadis, Müslim tarafından ruhun üfürülmesi, dört emirden önce
zikredilerek rivâyet edilmektedir (Müslim, Kader 1).

Ruhun ölümlülüğü ve ölümsüzlüğü
üzerinde de tartışmalar yapılmıştır. Ruh, ölümden sonra nerede kalmaktadır? Her
insanın ömrü, Allah tarafından takdir edilmiş olup bir artma ve bir eksilmeye
tâbi tutulmaz. Allah'ın takdir etmiş olduğu zaman dolunca, ya bir sebep
çerçevesinde veya sebepsiz olarak insan ölür. Yani, ölüm meleği Azrâil
tarafından ruh kabzolunur, bedenden geri alınır. Ölümden sonra ruhun kıyâmet
gününe kadar geçici olarak kalacağı âleme ?Berzah âlemi? denir. Berzah âlemi,
dünya ile âhiret arasında bir geçiş yeridir ve bu iki âlemden de farklı olup,
mâhiyetini ancak Allah Teâlâ bilmektedir. Ancak, Berzah âleminde ceza ve
mükâfatın ruhlar üzerinde etkili olacağını hadis-i şerif bildirmektedir:
?Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir
çukurdur.? (Tirmizî, Kıyâmet 26).

Âlimlerin çoğunluğuna göre (ki doğru
olan görüş budur), ruhlar beka (süreklilik) için yaratılmışlardır. Ezelî değillerdir;
ancak, ebedîdirler; ölen, insanın cesedidir. Ruhun bedenden ayrıldıktan sonra,
kıyâmete gününde tekrar bedenine dönünceye kadar, Allah'ın nimet veya azabına
muhâtap olacağı bir gerçektir. Şehitlerle ilgili âyet (2/Bakara, 184) buna
delâlet etmektedir. Yine Allah Teâlâ; ?Her nefis ölümü tadacaktır.? (3/Âl-i
İmran, 185) buyurmaktadır. Nefsin ölümü tatması, bedenin ölümü esnasında ölüm
acısını hissetmesi, bedenden ayrılırken acı duymasıdır. Tatmak için diri ve
duyarlı olmak gerekmektedir. Nefsin ölümü, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bedenden
ayrılan ruh, içinde kazandığı şekli bedensiz olarak sürdürür.

Ölüm, mutlak yokluk değil; bir halden
diğer bir hale geçmektir. Şehitlerin Allah indinde diri ve rızıklandırılmakta
olmaları, kendilerinee verilen nimetten ötürü sevinmeleri de bunu gösterir. Şehitler
diri olduklarına göre peygamberler de diri olmalıdırlar. Nitekim Peygamber (s.a.s.),
Mirac gecesinde, Mescid-i Aksâ'da ve göklerde peygamberlerin ruhlarıyla
karşılaşmış, onlarla görüşmüştür. Öte taraftan Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisine
salât u selâm veren herkese selâmını iâde edeceğini haber vererek, bedeninin
ölümüyle, ruhunun ölmediğini ve verilen selâm ve salâtların kendisine ulaşacağını
bildirmektedir.

Sûra üflendiği zaman, henüz dünyada
bulunan bütün canlılar derhal ölürler. Fakat, daha önce ölümü tatmış ve
bedeninden ayrılmış olan ruhlar ise Sûr'un dehşetinden düşüp bayılırlar.
Ruhların içinde Hz. Mûsâ'dan sonra ilk ayılacak olan Hz. Peygamberimiz olacaktır
(Buhârî, Tefsir 9; Müslim, Fedâil 10, 161, 162)

Ruh, muhtemelen, bedene girmeden önce
belirli bir şekle sahip değildir ve o durumu hakkında insanoğlunun hiçbir
bilgisi yoktur. Anne karnında oluşan insan bedenine üflendikten sonra bir kişiliğe
sahip olur. Ancak, ruh bedenle birlikte gelişir, olgunlaşır ve bir kişilik
kazanır. Zaman, bedeni yıpratır; fakat ruh, zamanın yıpratıcılığından etkilenmez.
Kişinin iyi işleri, ibâdetleri ruhu güzelleştirir, kuvvetlendirir ve
olgunlaştırır. Kötü ameller ise ruhu çirkinleştirir. İbn Kayyım el-Cevziyye
şöyle demektedir: Yüce Allah, bedeni ruha kalıp olarak düzenlemiştir. Beden,
ruhun kalıbıdır. Ruh bedeninden bir şekil alır ve onunla diğerlerinden ayrılır.
Ruhun taşıdığı özellikler ve kabiliyetler bedene tesir eder. Bundan dolayı beden,
ruhun iyilik veya kötülüğünden etkilenir. Dünyada bedenle ruh kadar birbirine
sıkı sıkıya bağlı olan ve birbirini etkileyen başka iki şey yoktur. Bundan
dolayı ruh, bedenden ayrılınca, iyi bedende olan ruha: ?Ey mutmain nefis, çık!?
denilir. Kötü bedende olan ruha
da: ?Ey habis nefis, çık!? denilir. Yüce Allah; ?Allah, öldükleri sırada
nefisleri (ruhları) alır, ölmeyenleri de uykularında (bedenlerinden alıp
kendinden geçirir); sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de
belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir.? (39/Zümer, 42) âyetiyle
nefislerin alındığını, sonra bazılarının bırakıldığını bildirmiştir. Tutulup
bırakılmak, bir ferdiyeti gerektirir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de ?Ölenin gözü,
alınan ruhun ardından bakakalır? demiş; meleğin kabzolunan ruhun elinden
tuttuğunu, bu sırada yeryüzünde benzeri hiç görülmemiş bir koku meydana
getirdiğini haber vermiştir. Eğer ruh, bir ârazdan ibaret olsaydı, kokusu
olmazdı. Çünkü ârazın kokusu olmaz, elinden de tutulmaz. Kendisinden koku
gelmesi, elinden tutulması, onun insan şeklini koruduğunu gösterir.[1]

Hadislere göre kabzolunan ruhlar
göklere çıkarılmakta, orada melekler iyi ruhları selâmlamakta, nihayet Rabbin
huzuruna sokulmaktadırlar: ?Mü'minin ruhu çıktığı vakit, onu iki melek
karşılar, yukarıya çıkarırlar. Semâ ehli: ?Güzel bir ruh yer tarafından geldi.
Allah sana ve yaşattığın cesede salât eylesin' derler. Peşinden onu Rabbine
götürürler. Sonra ?bunu hududun sonuna kadar götürün' buyurur. Kâfirin ruhu
çıktığı vakit, semâ ehli; Pis bir ruh yer tarafından geldi' derler ve ?bunu
hududun sonuna kadar götürün' denilir. (Müslim, Cennet 17)

İyi amelle beslenmiş ruh, dünyadaki
şeklinden daha mükemmel, daha parlak, daha nurlu olmakta, ibâdeti vücuduna ruh
olarak yansımaktadır. Günahlarla bulanmış ruh ise dünyadaki şekline benzemekle
beraber çirkin bir hal almaktadır. Yine hadislerden öğrendiğimize göre iyi
ruhlar, yeşil kuşlar haline girip Cennetin ağaçlarına konmaktadır. Bu, ruhların
başka şekillere de girebileceğini gösterir. Fakat her durumda ruhlar,
birbirinden ayırdedilir. Ve kendi kişiliklerini muhâfaza ederler.

İbn Kayyim el-Cevziyye ise, ruhların
bedenlerden daha net olarak birbirinden ayırdedilebileceğini söylemektedir.
Bedenlerin birbirine benzemesi, ruhların benzemesinden fazladır. Ruhun,
kendisini diğer ruhlardan ayırdedecek özellikleri ve sıfatları, bedenin
ayırdedici özellik ve sıfatlarından daha çoktur. Mü'min ve kâfirin bedenleri
birbirine benzer ama, ruhları asla benzemez. Düşünce ve davranışları çok
farklıdır. Bu iki ruh, bedenlerinden çıkınca, ayrılmaları gayet açık biçimde
ortaya çıkar. (Bkz. İbn Kayyim, Kitabu'r-Ruh).

Akaid kitapları genellikle ruhun,
kabirde cesedine döneceğini bildirir. Bu inanç şu hadise isnat etmektedir:
?Gerçekten ölü, kabrine konulduğu vakit, kendisini getirenlerin oradan
ayrılırken ayakkabılarının seslerini pekâlâ işitir.? (Müslim, Cennet 17)

Bu konuda âlimlerin görüşleri üçe
ayrılır:

a)
Ruh, kabirde cesede girecektir.

b)
Cesetten ayrılan ruh, kabirde değil; ancak kıyâmette bedene girecektir.

c)
Cesetten ayrılan ruh, artık hiçbir zaman cesede girmeyecektir.

İbn Kayyim el-Cevziyye, ruhların
kabirlerde cesetlerine döneceğini bildiren bazı hadislere dayanarak, öldükten
sonra ruhun kabirde cesede döneceğini, fakat bu dönüşün, dünyadaki bedene hayat
vermesi şeklinde olmayacağını söylemektedir. Ona göre ruhun, bedenle beş türlü
ilişkisi vardır. Kabirde ruhun cesetle irtibatı, uykuda bedenle irtibatına
benzer. Kabirde ruhun bedene dönmesi, bedenle bizim fark edemeyeceğimiz biçimde
irtibat kurmasıdır.[2]

?Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ?Ruh,
Rabbimin emrindendir (işlerindendir). Size, ancak az bir bilgi verilmiştir.?
(17/İsrâ, 85) Bu âyet-i kerîmede Yüce Allah, rûhun Rabbımızın
emrinden/işlerinden bir şey olduğunu ve insan olarak bizim bilgimizin Allah'ın
bilgisi ile karşılaştırıldığında çok az olduğunu, bize sınırlı bilgi yeteneği ve
bilgi verildiğini ifade ediyor. Âyetteki ifadeye dikkat edilince görüleceği
gibi, ruh konusunda veya genel alanlarda insanların hiç bilgisi olmadığını ve
bize hiç bilgi verilmediği söylenmiyor. Felsefede her şeye şüphe ile
yaklaşmanın, insanın hiçbir şey bilmediğinin, eşyanın hakikatini algılamaktan
uzak olduğumuzun ve daha ileri giderek her şeyin birer hayal ve yanılsamalardan
ibaret olduğunun ileri sürüldüğü görüşün yanlış olduğunu görüyoruz. Aynı
zamanda, materyalizm ve hümanizm gibi maddî eşyayı veya insanı putlaştıran
anlayışların yanlışlığını da değerlendirebiliyoruz. İnsan olarak yeteneğimiz,
kapasitemiz ve bilgimizin çok sınırlı ve az olduğu, Allah'ın sonsuz ilmi ile
karşılaştırıldığında okyanusta bir damla gibi olduğunu da anlıyoruz. Bu
yeteneğin sınırlı oluşu ve bilgiden az şeye sahip olunması, sadece ruh konusuna
ait değil; bütün mâlumatımız için geçerlidir. Dolayısıyla bu âyetten mesaj
çıkararak anlıyoruz ki, ilimde ilerlemenin sonu yoktur ve insan için az olan
ilmi artırma gayreti olmalı, fakat, ne seviyeye çıkarsa çıksın beşer olarak
bilgimizin bilmediğimize oranla ve hele de Allah'ın ilmi ile mukayese
edildiğinde çok çok az olduğunu anlayıp ilimle övünüp gururlanmamamız gerekir.

Âyette ?ruh?la ilgili temel özellik
olarak ifade edilen, ?Rabbın emri? konusunu irdelememiz gerekir. Kur'an'ın en
sağlam ve birinci tefsiri yine Kur'an'la olacağından, bu âyette geçen ?Rabbın
emri? ifadesini Kur'an bütünlüğünden öğrenelim: ?Onun (Allah'ın) emri, bir
şeyin olmasını murad edince, ona sadece ?ol!' demektir, o hemen oluverir.?
(36/Yâsin, 82) ?Bizim emrimiz de ancak, göz açıp kapama gibidir (âni bir
irâdeyle, kolaylıkla hemen oluverir).? (54/Kamer, 50) Ruhun Allah'ın
emrinden olması, Allah'ın ?ol!? emriyle hemen ortaya çıkan başka hiçbir şeye
ihtiyaç duyulmadan yaratılan ilâhî sanat eseri olmasıdır.



[1]
İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu'r-Ruh: 46-47.


[2]
Şâmil İslâm Ansiklopedisi:
5/ 272.