Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Ben Kavramı

Ben Kavramı

Ben
Kavramı:

?Ben? (ego), ruhun bir sıfatıdır.
Kendine has bir varlığı yoktur. Nasıl ki, sıfat ve isimlerin, vasıflandırdıkları
ve isimlendirdikleri varlık ve şahıslardan ayrı vücutları yoktur. Aynen bunun
gibi, ruhtan ayrı ben'in vücudu da yoktur. Yine, vicdanın (süperego) da ruhtan
ayrı bir vücudu yoktur. Ruhun sıfatı veya bazı özellikleri bu isimler altında
toplanmıştır.

Ben, insanın farklı yapılarını
birbirine bağlayıp tek bir mâhiyet içinde toplayan bir bağdır. Böyle olmasaydı;
insan kendinden bahsederken; hücre, doku ve organlarına sahibiyet duyamayacaktı.
Ancak, burada derin bir aldatmaca vardır. Bir şeye sahip olmak için, onu
yapmasını bilecek ilim, yapmayı tercih edecek irâde, yapımına lâzım olacak
maddeye de yine bu yönleriyle sahip olma ve bu maddeleri bir araya getirme güç
ve kudreti kendisinde bulunmalıdır. Söz gelimi, 50 yaşındaki bir insanın, 50
sene önce var olmayan ben'i, nasıl oluyor da, birçok ihtimaller içinde; kendi
ruhuna uygun (tabii ki, ruhun varlığı ve onun yaratılması için de aynı şeyler
geçerli) bir vücut, doku, organ, cinsiyet ve niceliğe sahip olduğunu
düşündüğümüz varlığı yapmaya karar vermiş, sınırsız ihtimaller içinde, şu andaki
en uygun bedeni seçmiş olsun, bunu yapmasını bilebilsin, yapısı için gerekli
maddeye sahip olsun ve yapma kudretinde olsun ve yapsın ki, kendisinin sahibi
olsun? Bunlar ?benim? desin!

Sahip olması için bunlar da yetmiyor.
Vücudunda, her cihaz tüm evrenle ilgilidir. Gözünün güneşle ve onun
ışınlarıyla, dolayısıyla ozon tabakasının yapısıyla, diğer cihazlarının da her
şeyle ilgisi vardır. Vücudunun kendi dışındaki en küçük bir olumsuzlukta dahi
varlığını devam ettiremeyeceğinden, çevreye de hâkim olması gerekiyor. Olabilir
mi? Varlık sahnesinde meselâ 50 sene önce hiç olmayan biri, bunlara nasıl sahip
olabilir? Demek ki, egonun bu sahipliği, bir çeşit ön kabuldür; gerçekle alâkası
yoktur. Bir çeşit sahip olmaya bir niyet ya da bir çeşit hayalî bir sahip
olmaktır. Ben'in bu hayalî sahipliği, başkasının ?verme? fiiline bağlı
olduğundan, bir çeşit hürriyettir. Hürriyet başkasına bağlı ve başkası
tarafından verilen bir sıfattır.

Ego, ruhun kendine bir vücut ve kıymet
verme sıfatıdır. Ego, bir ölçü âleti gibi kendi sınırlarını çizerek varlığının
farkında olur. Çünkü sınırları çizilemeyen bir şeyin özellikleri tam
anlaşılamaz. Ego, kendi dışındaki varlıkları anlayacak çok özel bir ölçü
âletidir. Yani ego, kendinde olmayanı farazî kendinde olma durumuyla ölçer.
Diğer ölçü âletleri, var olan bir maddeyi ölçmek için, ego ise kendinde olmayanı
ölçmek için vardır. Böylece gereksinimlerinin farkında olur. İhtiyaçlara gücünün
yetmediğini de, ölçtüğünün kendinde olmadığını anlarsa, bir teşekkür âletidir.
Bir şeyi ölçme özellikle var-yok şeklinde ise, egonun tercih fonksiyonu vardır.

Ego; kâinatın her tarafında kendini
gösteren kanunları, eşya ve evrenin anlamını açan bir anahtardır. Ancak, egonun
kendi anlam ve özellikleri de çok gizli olan birer tılsımlardır. O, egonun
gerçek anlamının bilinmesiyle, o garip muammâ, o enteresan tılsım açılır ve
evrenin tılsımını ve evrenin niçin var edildiğini kavratan hikmetli Yaratıcı,
insana emanet olarak, Rab'lığının sıfatlarını ve işlerinin anlamlarını
gösterecek, ayrıca diğer insanlarla ilişkilerinin devamı için tanıttıracak,
işaret ve örnekleri içine alan bir benlik vermiştir. Böylece benlik,
karşılaştırmalarla ölçen bir ölçü âleti gibi, ölçeği, anlayacağı ve varlığının
amacı olan; kendini yoktan var edenin yaratıcılığını ve O'nun işlerini bilir.
Egonun yapısı; sınırsız bir ilmi, varlığı, sınırsız bir kuvvet ve irâdeyi
anlamaya uygundur. ?Ben? dünyayı yutsa doymaz bir sahiplik duygusuna sahiptir.
Varlığı sonradandır. Öyleyse kendi dışında biri tarafından yaratılmıştır.
Yaratanın yarattığı eşyada bir maksadı vardır. O yüzden, egonun sıfatı olan
ruhun yaratılmaktan amacı, Cenâb-ı Hakk'ın hakkıyla bilinmesidir.

Mükemmel bir sanat eseri olan insana
yaratıcının, egoyu vermesinin anlamı şu olmalıdır: Tüm tercihlerini eksiksiz ve
sınırsız hikmete uygun yapan yaratıcı, bu yaratma sıfat, ilim, irâde ve
kudretini ve işlerini bilecek bir cihaz olarak, insanın ruhuna benlik diye bir
sıfat verdi. Zira sanatkârlık sıfatının en önemli gereği, sanatın sergilenip
gösterilmesidir. Yaratıcının tüm bu sınırsız ilim, irâde ve kudretini
göstereceği ve bunu tartıp anlayabilecek bir varlık yaratması, yaratma sıfatının
gereğidir. İnsan ve kâinat çok ince ve her basit noktada sınırsız bir faydaya
cevap verecek şekilde yaratıldığına göre, bunların yaratılmasındaki maksat,
Yaratıcının kendisini onlara bildirmektir.

Bu sınırsızlığın anlaşılmasının gereği
de, ona en azından hayalî bir sınırlama getirmektir. Çünkü, sınırsız ilim, irâde
ve kudreti, ego anlayamaz. İşte bu hayalî sınırlamayı yapıp kendisini yaratanın
ilim, irâde ve kudretini anlayan egodur. Yoksa insan bir robottan farksız
olacaktı. ?Ben? diyemeyecekti. Ben dese de sahiplik hissetmeyecekti. Öncelikle
de, kendilik sınırları olmadan ilim yapamayacaktı. Müşâhede edeceği,
inceleyeceği objeleri kendi varlık sınırlarından ayıramayacaktı. Kendine bir
sınır çizemediğinden, diğer insanlara da bir sınır çizemeyecek, toplumsal iş
bölümü, paylaşma ve sınır tanıma diye bir şey olmayacak, dolayısıyla sosyal
hayat olmayacaktı. Egonun varlığı, kendinden değildir; çünkü bu bir sıfattır;
insan ve kâinatın varlığı kendinden olmadığı gibi.

Öyleyse, kendinin sahip olduğunu
sandığı ilim, vücut, irâde ve yapma fiili de gerçekte kendine ait değildir. Bu,
geçici bir kabul sıfatıdır. Ego, aslında hiçbir şeye gerçek anlamıyla sahip
değildir. Ben dediği vücudundan başlayalım. Acaba, ben dediği vücudunun hangi
hücre zarını, çekirdeğini vb. o düşünüp karar verip yapmıştır? Her maddî
varlığın yapıtaşı olan atomu, o mu kurmuştur? O zaman insan neye sahiptir? Demek
ki ben'in de iddiası hayalîdir, ancak çok yararlı bir hayal, çok faydalı bir
tasavvurdur.

Gerçeği değerlendirme yetisinin en
kapsamlı tanımı da budur. Yani, ben sahibim derken de sahip olamadığımızı
bilmek, sınırlarımızı doğru çizmek. Eğer böyle anlamazsak, hayalde düşündüğümüze
sahip olduğumuzu zannedersek (hiç sahip olsak verir miydik kendimizi basit
toprağa), ilimde olanla kudrette olanı karıştırırsak benlik sınırlarımız
kaybolmuş demektir. Bu da, tam olarak ruhun dengesinin bozulup hastalanması
demektir. Biz, insan olarak hepimiz sahip olmadığımız halde, sahip olduğumuza
inanan mecnunlarız. Tüm varlıklara kendimize göre hatlar çiziyor, bizim olmayanı
esas sahibinin râzı olmayacağı şekilde değerlendiriyor, kullanıyoruz.