Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kabir Hayatı

Kabir Hayatı



Kabir Hayatı:



Dünya hayatından sonra, ahiret hayatından da
önce fakat ahiret hayatı için de ele alınması gereken bir başka hayat daha
vardır ki o da kabir hayatı veya "Âlem-i Berzah" denilen hayattır. Berzah, asıl
manasında iki şey arasında bulunan engel, ayırıcı sınır demektir. Bu kelime
Kur'an'ın "el-Mü'minûn: 23/100; er-Rahmân: 55/20; el-Furkan: 25/53" ayetlerinde
"iki şey arasındaki engel" manasında kullanılmıştır.

Râgıp, el-Müfredât adlı eserinde şöyle der:
"Berzah; ahirette insan ile yüksek menzillere ulaşması arasındaki engeldir. Bu
kelime, el-Beled: 90/11 ayetindeki "el-Akabe" kelimesine işarettir. Ayetin meâli
şöyledir: "Fakat o, (hedefe varmak, yapılan iyiliklere teşekkür etmek için)
sarp yokuşu geçemedi." Ayette bildirilen engeli ise ancak sâlihler aşabilir.
Berzah'ın ölüm ile kıyâmet arasındaki engel olduğu da söylenir.

İnsan için üç hayat vardır:

1) Dünya hayatı:
Ruhun cesetle birlikte yaşadığı içinde bulunduğumuz hayat.

2) Berzah hayatı:
Ruh, dünyada iken içinde bulunduğu cesetten ayrılmış, azab yahut ta nimet içinde
müstakil hale gelmiştir.

3) Ahiret hayatı:
Ruhların dünyada iken içinde oldukları cesetlere dönmeleri ile meydana gelen son
hayat. Görüldüğü gibi Berzah hayatı, birinci hayat ile ikinci hayat arasındadır.
Dünya hayatı çalışma, Ahiret hayatı ise çalışmanın karşılığını görme hayatıdır.
Bu ikisi arasındaki hayat da, beklemekten ibaret olan Berzah hayatıdır.[1]

Ölüm anında, ruhlar cesetten ayrılırken rahmet veya azab
melekleri vasıtasıyla onlara, hallerine uygun durumlar gösterilir:
"Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura
vura: "Tadın Cehennem azabını. " diyerek canlarını alırken bir görmeliydin..."
(el-Enfâl: 8/50, el-En'âm: 6/93-94).
Ayetlerde bildirilen azab, ölüm anında kâfir ve
günahkârlara yapılan azabtır.

Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inde[2]
yer alan rivayetlere göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Mümin kul, dünyadan ayrılmak üzere ve ahirete
yöneldiği anda ona semadan beyaz yüzlü melekler iner. Yüzleri sanki güneş
gibidir. Yanlarında Cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. Onun
görebileceği yere otururlar. Ölüm meleği gelir, baş tarafına oturur ve şöyle
der: "Ey güzel ruh, çık ve Rabbi'nin rızasına ve mağfiretine gel." O da, ağızdan
damlayan bir damla gibi çıkar. Kâfir kul dünyadan ayrılmak ve ahirete yönelmek
üzere olunca, yanında kaba bir elbise olan siyah yüzlü bir melek gelir, onun
görebileceği bir yerde oturur, şöyle der: "Ey çirkin ruh, haydi çık, Rabb'inin
öfkesine ve gazabına gel. Ruh cesedden korkarak ve güçlükle ayrılır."

Ölümden sonra berzah âleminin ikinci makamı olan
kabir hayatı başlar. Kabirde ilk zamanlarda ruh cesetle birlikte bulunurlar,
beraber azab ve mükâfat görürler. Daha sonra ruh cesetten ayrılır ve müstakil
olur. Peygamberimiz (s.a.s.)'in ifadesine göre; "Kabir ya Cennet
bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur."[3]


Ruhun cesetle birlikte kabirde azap ve mükâfat
görmesinin bir benzeri, hepimizin zaman zaman gördüğümüz acı veya tatlı
rüyalardır ki kişi kendisini sonsuz nimetler veya azap içinde görür de bunlar
ancak uyanmakla sona erer.
Kabir hayatı hakkında Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle
buyuruyor:
"Ölüm meleği Mümin kulun ruhunu aldığı zaman melekler
onu, göz açıp kapayacak kadar ölüm meleğinin elinde bırakmazlar. Onu alır, bu
kefene koyarlar. Ondan, yeryüzünde bulunan mis kokusu gibi bir koku çıkar. Onu
melekler arasından geçirirken:
"Bu güzel ruh nedir?" derler. Dünyada iken söylenen en
güzel ismini söyleyerek:
"Falan oğlu falandır" derler. Dünya semasına
ulaşıncaya kadar çıkarırlar. Nihâyet Cenâb-ı Allah:
"Kulumu 'İlliyyine' yazınız. " buyurur. Bu, Cennet'in
en yüksek derecesidir.
"Ben onu yeryüzündeki cesedine iade edeceğim." İki
melek yanına gelir ve:
"Rabbin kimdir?" derler. Ruh:

"Rabbim Allah'tır.
" der. Onlar:

"Dinin nedir?" derler. Mümin ruh:

"Dinim İslâm 'dır. " der. Onlar:

"Bunları sana bildiren nedir?" derler.
O da:

"Allah'ın kitabını okudum, ona inandım
ve tasdik ettim" der.

Bunun üzerine semadan bir ses gelir:

"Kulum doğru söyledi. Cennet'te
makamını hazırlayınız. Onun için Cennet'ten bir kapı açınız. der."


Kâfir kulun ruhunun berzah hayatı hakkında
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

"Ölüm meleği kâfir kulun ruhunu aldığı zaman,
melekler bu ruhu onun elinde göz açıp kapayıncaya kadar bırakmazlar. Onu hemen
kalın bir elbiseye koyarlar. Ondan yer yüzünde bulunan leş kokusu gibi bir koku
çıkar. Onu semaya yükseltirler. Meleklerin yanından geçerken:

"Bu kötü ruh kimindir?" derler. Melekler, en
kötü ismini söyleyerek:

"Falan oğlu falandır." derler. Onun için semanın
kapısını açmasını isterler, fakat açmazlar."


Bu esnada Peygamberimiz (s.a.s.) şu ayeti okudu:

"Onlara gök kapıları açılmaz (ruhları göğe
yükselmez) ve deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar (hiçbir zaman) Cennet'e
giremezler." (el-A'raf: 7/40).


Allah:

"Onun kitabını en aşağı makama yazınız" der.
Sonra onun ruhu uzaklaştırılır.


Peygamberimiz (s.a.s.) sonra şu ayeti okudu:


"...Kim Allah'a ortak koşarsa o, sanki gökten
düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor
gibidir." (el-Hacc: 22/31).


Ruhu cesede iade olunur da iki melek (Münker ve
Nekir) gelir, yanına oturur ve:

"Rabbin kimdir?" derler. O da:

"Şey şey, bilmiyorum,"der. Onlar:

"Dinin nedir?" derler, o da:

"Şey şey, bilmiyorum,"der. Onlar:

"Size kim peygamber olarak
gönderildi? Peygamberiniz kimdir?" derler:

"Şey şey, bilmiyorum,"der. Bunun
üzerine semadan bir ses:

"Yalan söyledi, Cehennem'deki
yerini hazırlayınız." der. Onun için Cehennem'e bir kapı açarlar. Cehennem'in
harareti ve kokusu gelir, kabri daralır ve onu sıkıştırır. Çirkin yüzlü ve kötü
elbiseli bir adam gelir ve ona şöyle der:

"Sana yazıklar olsun, va'd
olunduğun gün işte bu gündür. " Kâfir ruh ona:

"Sen kimsin? Çirkin yüz kötülük
getirdi," der. O da:

"Ben senin çirkin amelinim" der. Bunun
üzerine:
"Rabbim, kıyameti koparma." der. Sonra kör, sağır,
dilsiz ve elinde balyoz olan birisi gelir. Elindeki bu balyozu bir dağa vursa
toprak olur, ona bir vurur, toprak oluverir. Sonra onu Allah eski haline
getirir, tekrar bir daha vurur. Öyle bir çığlık atar ki insanlar ve cinlerden
başka her şey duyar."[4]

Ruh, kabirde sorulan suallere verdiği cevaplara
göre ya İlliyyîne ya da Siccîn'e gönderilir. Burada, yeniden diriltilecekleri
güne kadar emaneten dururlar. Yeniden dirilme gününde ise Allah'ın emri ile
tekrar cesetlere girerler. İyi, kötü, bütün ruhların kendi kabirleriyle
alâkaları vardır. Bu alâka ile ziyaretçilerini tanırlar. Nimetlerin
lezzetlerini, yahut ta cehennem'in acısını yanlarında hissederler. Şehidlerin
ruhları ise yeşil kuşlar gibi Cennet'lerde otlar ve Arş'ın altında asılı bulunan
kandillere sığınırlar. Ayette[5]
Allah yolunda öldürülen şehidlerin, gerçekte, ölü olmadıkları, Allah katında
Cennet nimetleriyle rızıklandırıldıkları bildirilmektedir. Ayrıca şehid
ruhlarının, Cennet'te kendilerine yapılan ikramlar nedeniyle, bir daha Allah
yolunda öldürülebilmek için ruhlarının cesetlerine iade edilmesini istedikleri
bildirilmektedir.[6]


İnsan hayatı üç bölüme ayrılır:

Birincisi dünya hayatıdır, ölümle son
bulur. İkincisi ölümden yeniden dirilişe kadar devam edecek olan kabir
hayatıdır. Üçüncüsü ise, ebedî olan ahiret hayatıdır.

İnsanlar öldükten sonra kabir âleminde
bir müddet bulunacaklardır. İnsana kabir âleminde münker ve nekir isimli
melekler tarafından, ?Rabbin kim?, Peygamberin kim? ve Dinin ne?? soruları
sorulacaktır. İnsan bu soruların cevabını, dünyada kimi rab ve peygamber
edinmiş, hangi dini kabul etmişse ona göre verecektir.

Kabirde azab ve nimet vardır. Bu,
kişinin işlediği amellere göredir. Allah (c.c.) kabir âleminde de müslümanları
mükâfatlandıracak ve kâfirleri cezalandıracaktır. Bazı hareketler insanların
kabir azabı çekmelerine sebep olur.

Peygamberimiz ashabı ile birlikte iken
iki kabre rastladı ve ashabına şöyle dedi:

?Bu ikisi azab görüyor. Onlar size
göre büyük bir günahdan dolayı azab görüyor değiller; biri insanlar arasında laf
taşıyarak fitne çıkarıyor, diğeri ise idrarından temizlenme lüzumunu
duymuyordu.?[7]










[1] Âli
İmrân: 3/185.





[2]
4/288,
397.





[3]
Tirmîzî, Kıyâme:
26.





[4]
et-Terğîb ve't-Terhîb: 3/369.





[5]
en-Nisâ: 4/169.





[6]
Sahih-i
Müslim, 6/38;
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dili Kur'an Dili:
2/1229;
Cengiz Yağcı, Şamil İslam
Ansiklopedisi: 1/62-63.





[7]
Buhari. Cenaiz: 82; Müslim, İman: 34; Ebu Davud, Taharet: 26; Ahmet Kalkan
İslam Akaidi: 142-143.