Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Fıkıh İlminde Batıl

Fıkıh İlminde Batıl


Fıkıh İlminde Batıl:



Fıkıh ilminde ?batıl', ya da
bunun masdarı olan ?butlan', rükün veya şartları tamamen veya biraz eksik olan
ibadetler ve hukuk işlemlerine denir.

Bilindiği gibi İslâm'a göre bir
ibadetin geçerli (sahih), yani kabul edilebilir olması için, o ibadete ait
rükünlerin ve şartların yerine getirilmesi gerekir. Yine bir hukuk işleminin,
örneğin bir alım-satımın, bir evlilik işleminin (nikâh akdinin) İslâm şeriatına
göre geçerli olması için bazı şartlara uymak gerekir. Bu şartlara uyulmadığı
zaman o ibadet veya işlem geçersiz, yani ?batıl' olur.

?Butlan', ibadetin veya hukukí
işlemin hükümsüz olması; ?batıl' ise; hükümsüz olan, geçersiz hale gelen işlemin
adıdır. Bunlar birbirinin yerine kullanıldığı gibi, bir işlemin geçersiz
olmasına ?fesat', geçersiz olan işleme veya ibadete de ?fasit' denilmektedir.
Müfsid de ibadeti geçersiz kılan sebeptir.

Abdest almak namazın
rükünlerinden biridir. Dolaysıyla abdestsiz kılanan bir namaz batıl; abdestsiz
namaz kılma durumu ise butlandır. Ortada mevcut olmayan bir malın satışı
batıl'dır, geçersizdir. Çünkü satışla ilgili şartlardan biri yerine gelmemiştir.
Zorla kıyılan bir nikâh geçersizdir, batıl'dır. Çünkü nikâhın şartlarından olan
?icab', yani evlenme teklifi şartı yerine getirilmiş olsa bile ?kabul', yani
evlenme teklifini kabul etme şartı gerçekleşmemiştir.


[1]
Batıl kavramı
bütün İslâmî ilimlere geçmiş bir kavramdır. Fakat özellikle bu kavram daha çok
fıkıh ve fıkıh usûlünde kullanılır. Rükün ve şartları tamamen veya kısmen eksik
olan ibadetler batıl kabul edilir. Ayrıca Kur'an'a göre, Allah'ın emirlerinin
uygulanmadığı gayr-i İslâmî düzen ve sistemler de batıl düzenlerdir.
İslâm hukuk
terminolojisinde ise, batıl ve bunun masdarı olan "butlân", sözlük anlamının
dışına çıkmamakla beraber, yepyeni teşrii-amelî bir muhtevaya bürünmüştür. Buna
göre batıl; aslındaki bir kusur (halel) nedeniyle kanun koyucu nazarında hukukî
varlık kazanamayan ve dolayısıyla hüküm ve sonuçlarını meydana getiremeyen
hukukî işlem ile, emre uygun şekilde yapılmayan ya da kaza borcunu düşürücü
vasıfta olmayan ibadeti ifade eder.
Hukuki işlem,
hüküm koyucu tarafından belirlenen hukuki muhtevasına ve yapısına aslî yönden
aykırı bir şekilde yapılırsa bâtıl olur. Burada "aslî yön", akdin "taraflar", "konu"
ve "sîğa"dan ibaret temel unsurları ile bu unsurlarla ilgili in'ikad şartlarını
ifade eder. Butlan daha ziyade alım-satım, kiralama gibi karşılıklı iki irade
beyanına dayanan hukuki muhteva taşıyan akitler için söz konusu olmakla birlikte;
ikrar ve dava gibi tek taraflı sözlü tasarruflar ile mebün teslimi, ihraz gibi
fiilî tasarruflarda da söz konusu olabilmektedir.
Hukuki işlemin,
kanun koyucu tarafından belirlenen hukuk sistemine aykırılığı usûlî açıdan izah
edilecek olursa; bunun temelinde, kanun koyucunun yasağının (nehy) yattığı
söylenebilir. Ancak, nehyin yorumu, diğer bir ifadeyle yasağın, hukuki işlemin
varlık ve muteberliğine etki derecesi, bu konudaki temel tartışma odaklarından
birini teşkil eder. Hanefî ekolü ile diğer İslâmî hukuk ekollerinin hükümsüzlük
anlayışları arasındaki görüş ayrılığı da büyük ölçüde nehyin yorumuna dayanır.
Hanefi
hukukçular, nehyin, hukuki işlemin aslî unsurlarına (asl) veya bunlar dışındaki
tamamlayıcı şartlarına (vasf) yönelik olması durumunu birbirinden ayırarak,
birinci durumda hukuki işlemin "batıl", ikinci durumda ise, "fâsid" olacağını
ileri sürmüşlerdir.[2]

Buna göre,
hukuki işlemin aslına yönelik olan nehiy, Hanefilere göre, kişiyi imtihan
amacıyla yasaklanan şeyi yapma ya da yapmama seçeneği arasında muhayyer bırakan
bir yasaklama değil; "nefy"den mecaz olur. Nefy ise, söz konusu yasakla korunmak
istenen unsur olmaksızın hukuki işlemin hiç bir sûrette meydana gelemiyeceğini
bildirme demektir. Burada Hanefi hukukçuların Cumhur hukukçulardan ayrıldığı
temel özellik, Hanefilerin, kanun koyucunun yasağını butlan sebebi olarak kabul
etmeyişleridir. Öyle görünüyor ki, Hanefi hukukçular öncelikle, akdin varlık-in
?ikad; "sıhhat" ve "nefaz" şartlarını belirlemişler ve nehyi bu şartlara göre
değerlendirmişlerdir. Diğer bir ifadeyle; farklı derecelerdeki bu şartlara
yönelik olan nehye şartın önem derecesine göre farklı sonuçlar yüklemişlerdir.
Bu anlayıştan hareketle Hanefiler hukukî işlemleri "sahîh", "fâsid" ve "batıl"
olmak üzere üçlü bir ayırıma tabi tutmuşlar; bazıları da bu ayırıma "mevkûf"
akdi dördüncü bir kısım olarak eklemişlerdir. Bu görüşleriyle Hanefi hukukçular,
İslâm hukuk tarihinde dereceli hükümsüzlük sisteminin kurucuları olmuşlardır.
Cumhur
hukukçular ise, nehyin, akdin aslına yönelik olması ile vasfına yönelik olması
arasında bir fark gözetmemiş; her iki durumda da akdin batıl olacağını ifade
etmişlerdir. Bu itibarla Cumhur, batıl ve fasîd terimlerini birbirinin müradifi
olarak kullanır. Hanefiler de aynı şekilde ibadet konularında ve -hakim görüşe
göre- nikâh akdi konusunda batıl-fasîd ayırımı yapmamışlardır.
Batıl akit, dış
görünümü itibariyle mevcut olsa bile, hukuken yok hükmündedir ve sahih olması
durumunda meydana getireceği hüküm ve sonuçları meydana getiremez. Meselâ,
temyiz gücünden yoksun çocuğun yaptığı alım-satım; vakıf gibi kamuya ait mallar
ile domuz ve şarap gibi kullanılması ve ticareti yasaklanmış haram malların
satılması durumunda, söz konusu işlemler akit görünümünde olsalar bile kurucu
unsurlarındaki kusur ve eksiklik sebebiyle hukuk nazarında yok sayılırlar.
Batıl akit,
mülkiyeti nakil fonksiyonunu üstlenemediği için tarafların mal varlıklarında bir
değişiklik olmaz: yani, mebî satıcının, semen de müşterinin mülkiyetinde kalmaya
devam eder. Bu itibarla batıl akit icra edilmiş bile olsa, taraflar verdiklerini
isteme ve alma hakkına sahiptirler.
Batıl akit hiç
bir hüküm ifade etmez. Hukuk nazarında yok hükmünde sayıldığı için, sonradan
verilen "icazet" ile ya da butlan sebebinin sonradan giderilmesiyle sahih hale
gelmez. Taraflar, bu akdin sonuç doğurmasını istiyorlarsa onu şartlarına uygun
olarak yeniden yapmak (tecdîd) durumundadırlar. Batıl akit zaman aşımına da tabi
değildir. Batıl akitler kendiliğinden hükümsüz olduklarından ayrıca iptal davası
açmaya gerek yoktur. Ancak, bazı durumlarda bir tesbit davası açılabilir. Butlan,
bir anlamda, genel yararı koruma amacı güttüğünden, gerektiğinde maslahatı olan
herkes butlanı ileri sürebilir.
Batıl akit hiç
bir hukuki sonuç doğurmamakla birlikte, bazı istisnai durumlarda, hukuki varlık
kazanmış bir işlem olarak değil de, maddî bir vakıa olarak sonuç doğurabilir.
Meselâ, batıl bir evlenme akdine miras, cinsî ilişkinin helâlliği gibi aslî
hükümlerin hiçbirisi terettüp etmez. Ancak, batıl bir evlenme akdinde cinsî
birleşme (duhul) vukua gelmişse, bu fiilî durumun bir sonucu olarak, kadın
mehire hak kazanır ve iddet beklemesi gerekir. Çocuğun nesebi sabit olur.
Batıl akde
istinaden ve satıcının izniyle kabzedilen mebün, müşterinin elinde helâk olması
durumunda ortaya çıkan tazmin problemi de bu çerçevede ele alınabilir. Bu konuda
Hanefi doktrinde iki görüş vardır. Bir görüşe göre, mebi' bu durumda müşterinin
elinde "emanet" hükmünde olup, müşterinin kusur ve aşırılığı olmaksızın helâk
olmuşsa tazmin gerekmez. Mecelle de bu görüşü almıştır.[3]
Diğer görüşe göre ise, müşteri her halukârda mebii tazmin etmek durumundadır.[4]

İslâm
hukukçuları, bölünme imkânı bulunan batıl akdin, sahih kısmını korumak amacıyla,
bölünebileceğini genelde kural olarak kabul etmişlerdir. Bunun gibi, başka bir
akdin unsurlarını kendinde bulunduran batıl akdin, bazı özel şartlarla o akde
dönüşebileceğinin de bazı örnekleri vardır.
Batıl akde bazı
istisnaî ve ârızî sonuçların yüklenmesi, hukukî işlemlerdeki istikrarı sağlama
yanında, karşı tarafın veya üçüncü şahısların hukukunu koruma amacına da
yöneliktir.[5]








[1]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 70.





[2]
Ubeydullah b. Mes'ud el-Mahbübi (ö. 747/1346), et-Tavzih (Telvih haşiyesi
ile), Kahire 1957, I, 215-222; Mustafa Ahmed ez-Zerka, el-Fıkhu'l-İslâmî fi
Sevbihi'l-Cedîd, Dımaşk 1967-68, II, 641-671.





[3]
Mecelle, md. 370.





[4] el-Kâsâni
Alâuddin Ebu Bekr b. Mes'ûd (b. 587/1191), Bedâiu's-Sanayi', Kahire 1910, V,
305.





[5] H.
Yunus Apaydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/207-208.