Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İstişârenin Önemi

İstişârenin Önemi

İstişârenin Önemi


Yaratılış itibariyle (fizikî ve ruhî açıdan)
birbirlerine bağımlı olan insanlar, cemiyet halinde yaşamak durumundadırlar. Hz.
Âdem (a.s.)'den itibaren her cemiyette mutlaka bir otorite (iktidar) ve o
otoriteye bağlı kitleler vardır. İnsanlığın ilerlemesini veya düşüşünü
belirleyen faktörlerin başında; siyasî iktidarların, kendilerine itaat eden
insanları yönlendirmeleri gelir. Bir misâl verelim: Tren; sürücüsünün istediği
yönde hareket eder. Raylar döşenmiştir. Yolcular ona tâbidir. Eğer başka bir
yöne gitmek istiyorlarsa ya treni, ya sürücüyü değiştirmek mecburiyetindedirler.
Bu misalden de anlaşılacağı üzere insan medeniyetinin yönünü, siyasî iktidar ve
kudret sahipleri belirler. Elbette bütün toplumlarda hem iktidar, hem muhalefet
cephesi vardır. Ancak iktidar sahipleri; bütün kaynakları kontrol ettikleri
için, insanların düşüncelerini ve davranışlarını bile şekillendirebilirler.
Sosyal mücadele içerisinde insanların birbirleriyle müşâveresi ve ortak
hareketleri daima gündemdedir. Dolayısıyla şûrâ veya müşâvere İslâmî birer
kavram değil, sosyal mücadelelerde daima mürâcaat edilen bir usûldür. Sadece
müslümanlar değil, kâfirler de birbirleriyle müşâvere etmek ihtiyacını
hissederler. Bazı çevreler "Efendim!.. Şûrâ gibi bir İslâmî kavramı
harcamayalım. Bizim şûrâ üyesi olacak ehliyetimiz yoktur" derken, meseleye vâkıf
olmadıklarını ortaya koymaktadırlar. Şimdi önce "şûrâ nedir?" sualine cevap
arayalım. Daha sonra Kur'ân-ı Kerîm'de kıssalar yoluyla verilen müşâvere
örneklerini gözden geçirelim.

Arap lisanında işaret masdarı "ilâ" ile
kullanıldığı zaman "el veya göz yahud da kaş ile imâ etmek" anlamına gelir. Aynı
kelime "alâ" ile kullanıldığında ise "emretmek ve re'y vermek" mânâsını ifade
eder. Bu anlamda müşâvere işaret almak demektir. Müşâvere, şivar, meşveret,
meşûrâ, meşvûra; aynı kökten türemiş kelimeler olup "danışıp işaret almak, rey
almak ve bir mesele hakkındaki görüşünü sormak" mânâsınadır. Toplanıp meşveret
eden cemaate şûrâ denilir (Geniş bilgi için bkz. Dr. Âbidin Sönmez, Şûrâ ve
Rasûlullah'ın Müşâveresi, İst. 1984, İnkılâb Yay., sh.17-19).

Meşûrâ kelimesi ise teknik istişâre mânâsınadır.
Gelişi güzel herhangi bir kimsenin fikrine mürâcaat etmeyip bizzat istişâreye
ehil olan kimseleri seçmek ve ihtisasa hürmet etmek önemlidir. Herhangi bir
problemle karşılaşan kimse; o problemini çözecek eğitim düzeyine sahip ve
tecrübeli şahıslara öncelik verir. Herhangi bir suç isnadıyla mahkemeye verilen
kimse, o sahada mâhir bir avukat bulmaya gayret sarfeder. Meselesini onunla
istişâre eder. İşte bu füle meşûrâ (teknik istişâre) denilir. Herhangi bir
hastalığa tutulan kimse için de aynı usûl geçerlidir. Mutlaka hastalığı
konusunda ihtisas yapmış bir doktoru tercih eder. Sosyal mücadelelerde de durum
farklı değildir. Allahû Teâla (c.c.) ihtisas sahibi kimselerden faydalanmanın
şeklini anlatmak üzere; Sebe Kraliçesi Belkıs'ın, çevresindeki ileri gelenlerle
(mele topluluğu) nasıl müşâvere ettiğini haber vermiştir. Şimdi Kur'ân-ı
Kerîm'den. bu olayı birlikte okuyalım: "(Süleyman, Hüdhüd kuşuna hitaben)
Dedi ki; `Bakalım doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun? Şu mektubu
götür, onu kendilerine bırak. Sonra onlardan ayrıl ve onların verecekleri cevabı
bekle. (Sebe Kraliçesi) Dedi ki; `Ey Mele (ileri gelenler topluluğu), bana çok
şerefli bir mektup bırakıldı. O muhakkak Süleyman'dandır ve şöyle (demekte)dir:
Rahman ve rahim olanın (Allah'ın) adıyle.. Bana karşı baş kaldırmayın.

Allah'a teslimiyet göstererek bana gelin!
(Kraliçe) şöyle devam etti: `Ey Mele!.. bana bu meselede akıl (rey) veriniz.
Sizin şâhid olmadığınız hiçbir emirde (umumla ilgili meselelerde tek başıma)
karar vermem. (Onlar-mele topluğu- düşünüp, şöyle) Dediler: `Biz güç ve kuvvet
sahipleri, çetin savaş erbabıyız. Emir sana aittir. Bize ne emredeceksen emret!
(Kraliçe) Dedi ki: `Şüphesiz ki hükümdarlar bir memlekete girdiklerinde orasını
perişan ederler. Halkından şerefli olanları hor ve hakir kılarlar. Bunlar da
böyle yapacaklardır. Ben onlara bir hediye göndereyim de, (elçiler) ne ile
dönecekler bakayım. Bunun üzerine vaktâki (o gönderilen heyet) Süleyman'a geldi.
(Süleyman) Dedi ki: `Siz bana mal ile mi yardım ediyorsunuz? İşte Allah'ın bana
verdiği (ni'metler ki onlar) size verdiğinden daha çok hayırlıdır. Belki siz
hediyenizle böbürlenirsiniz. Dön onlara!.. Andolsun önüne geçemiyecekleri
ordularla gelir, onları hor ve hakir oldukları halde, oradan (memleketlerinden)
çıkarırım. (Sonra Süleyman) Dedi ki: `Ey Mele!.. (İleri gelenler topluluğu) onun
tahtını kendileri (Allah'a) teslimiyet göstererek gelmelerinden evvel, hanginiz
bana getirir? Cinnilerden bir ifrit: `Sen makamından kalkmadan ben onu (tahtını)
sana getiririm. Buna da muktedir ve eminim dedi. Nezdinde kitaptan bir ilim
bulunan (zât, Asaf b. Berhiya): `Onu sana gözün kendine dönmeden (gözünü yumup
açmadan) evvel getiririm. Vaktaki (Süleyman) tahtı yanında durur bir halde
gördü: `Bu, dedi, Rabbimizin fazl-u lûtfûndandır. Şükür mü edeceğim, yoksa
nankörlük mü edeceğim, beni imtihan ettiği içindir. Kim şükrederse kendi
faidesinedir. Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Rabbim (onun şükründen)
tamamen müstağnidir. (Hem o) Hakkı ile kerem sahibidir."
(27/Neml, 27-40)

Dikkat edilirse Sebe Kraliçesi'nin çevresinde
bir müşâvere heyeti (mele topluluğu) vardır. Güneşe secde eden bu topluluk,
siyasî ve sosyal problemlerini "şûrâ yoluyla" çözme gayretindedirler. Âyette
geçen "mele", toplumun seçkin ve mümtaz kesimini ifade içindir. Hz. Süleyman
(as)'ın çevresinde de bir "müşâvere heyeti" vardır. Dolayısıyla herhangi bir
toplumu ilgilendiren meselelerin müşâvere yoluyla çözülmesi faydalı bir usûldür.
İman veya küfürle bir ilgisi yoktur. Nitekim Fir'avn'un; Hz. Musa (sa)'ya karşı
mücadele verirken, çevresindekilerle sık sık müşâvere ettiği sabittir.
Fir'avn'un çevresindeki ileri gelenler (mele topluluğu), Hz. Musa (as)'m
öldürülmesini, değişik sosyal sebeplerle kabul etmezler. Fir'avn onları ikna
etmek için şunları söyler: "Fir'avn: ?Bırakın beni (izin verin), dedi, Mûsâ'yı
öldüreyim. (Varsın o) Rabbine yalvarsın. Çünkü ben onun, dininizi
değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesad çıkaracağından korkuyorum." (40/Mü'min,
26)

Câhiliyye döneminde mekke müşrikleri,
karşılaştıkları bütün problemleri, müşâvere yoluyla çözüyorlardı. Dar'un
Nedve'de şûrâ meclisini yöneten şahıs Yezid b. Zema b. Esved idi. Kureyş'in
yönetiminde ona verilen görev, şûrâyı faal hale getirmektir. Nitekim Allame
Zemahşerî, "İş husûsunda onlarla müşâvere et"(Âl-i İmrân sûresi:l59) meâlindeki
âyeti tefsir ederken, bu hususa geniş yer vermiştir. Kelime-i şehadet getirerek
"tevhid mücadelesine" katılan Kureyş'lilerin, daha önceden müşâvere usûlünü
bildikleri üzerinde özellikle durmuştur. (Geniş bilgi için bkz. Dr. Âbidin
Sönmez, a.g.e., sh. 26)

Şurası muhakkaktır ki; gerek aileyi, gerek
toplumu ilgilendiren konularda müşâvere etmek nassla sabittir. İslâm dini,
müşâverenin alanını tayin ve tesbit etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de: "Anneler
çocuklarını tam iki yıl emzirirler. (Bu) emmeyi tam yaptırmak isteyenler
içindir. O (annelerin) ma'ruf şekilde yiyeceği ve giyeceği (nafakası), çocuk
kendisinden olan babaya aittir. Kimse güç yetiremeyeceği bir şeyle mükellef
tutulamaz. Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun babası, o çocuğu sebebiyle
zarara sokulmasın. Mirasçıya düşen de bunun gibisidir. Eğer (anne ve baba)
aralarında anlaşarak ve müşâvere ederek, çocuğu memeden kesmeyi arzu ederlerse,
ikisine de günah yoktur." (2/Bakara, 233) hükmü beyan buyurulmuştur.
Müfessirler bu âyetin, talak âyetinden sonra gelmesini dikkate alarak, meseleyi
izah etmişlerdir. Boşanan erkek ve kadının; çocuklarıyla ilgili hususlarda
müşâvere etmeleri ve birbirlerini zarara sokmamaları esastır. Fahrüddin-i Râzi,
bu âyetin tefsirinde; "Bu en doğru olan görüştür. Buna göre, bu sınırlama (tam
ikiyıl) dan maksat, karı-koca emzirme müddetinde anlaşmazlığa düştüklerinde,
onların bu anlaşmazlıklarını sona erdirmektir (...) Buna göre şâyet baba, iki
yıl dolmadan çocuğunu sütten kesmeyi ister, annesi de razı olmazsa, babanın
isteğine itibar edilmez. Aksi durumda da böyledir. Ancak müşâvere eder ve
anlaşırlârsa, mesele yoktur" demiştir. Dikkat edilirse; aile içerisindeki bir
meselede, tarafların müşâvere etmeleri teşvik edilmiştir.

Bilindiği gibi; Kur'ân-ı Kerîm'deki sûrelerden
birisinin ismi, Şûrâ sûresi'dir. Mü'minler arasındaki velâyetin tabiî sonucu
olarak müşâvere daima gündemde kalmıştır. Hatta işlerini müşâvere yoluyla
çözmek, mü'minlerın vasfı olarak zikredilmiştir. Nitekim bir âyet-i kerimede:
"Size verilen şey, hep bu dünya hayatının geçici birer faidesidir. Allah'ın
katında olan ise daha hayırlıdr, daha süreklidir. (Bunlar) iman edip de, ancak
Allah'a güvenip dayanmakta, büyük günahlardan ve fâhiş kötülüklerden kaçınmakta,
öfkelendikleri zaman derhal (kusurları) örtmekte olanlara, Rabblerinin (tevhide
ve ibadete dair) dâvetine icabet edenlere, namazlarını dosdoğru kılanlara; ki
bunların işleri aralarında müşâvere iledir, kendilerini rızıklandırdığımız
şeylerden (İslâm için) harcamakta bulunanlara, kendilerine tegallüp ve zulüm
vâki olduğu zaman, hep birlikte mazlûma yardım edenlere mahsustur."
(42/Şûrâ, 36-39) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirlerin cumhuru, bu âyet-i
kerimenin Mekke'de inzal buyurulduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla İslâmî bir
devletin; henüz gündemde olmadığı bir zaman, ki bunların işleri aralarında
müşâvere iledir denilerek, mü'minler övülmüştür. Alemlere rahmet olarak
gönderilen Peygamber Efendimiz (sav): "Biliniz ki Allah ve Rasûlü müşâvereden
muhakkak mustağnîdirler. Fakat Allahû Teâla (cc) müşâvereyi benim ümmetime bir
rahmet kıldı.Mü'minlerden her kim istişâre ederse doğrudan mahrum olmaz. Her kim
müşâvereyi terkederse hatadan kurtulamaz." (Şihâdübdin Ebû's-Senâ Mahmud b.
Abdullah el Alûsi, Rûhu'l-Meâni fi Tefsiri'l-Kur'ân, Kahire 1301, c. I, sh. 706)
buyurmuştur.

Şurası unutulmamalıdır ki; mü'minler birbirinin
velileridir ve meselerini istişâre ederler. Gerek devlet, gerek cemaat planında;
mü'minlerin işlerini üzerine alan kimse (emîr), kaba ve katı yürekli olmamak
durumundadır. Ayrıca müşâvere usûlüne riâyet etmek mecburiyetindedir. Nitekim
Kur'ân-ı Kerîm'de Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben "(O vakit) Sen Allah'tan bir
esirgeme sayesindedir ki, onlara mülâyemetle (yumuşak, merhametli) davrandın.
Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılıp gitmişlerdi bile!..
Artık onları bağışla (Allah'dan da) günahlarının affolmasını iste. İş husûsunda
onlarla istişâre et!.. Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a dayanıp güven.
Çünkü Allah kendine güvenip, dayananları sever." (3/Âl-i İmrân, 159) hükmü
beyan buyurulmuştur.

Dikkat edilirse; Resûl-i Ekrem (s.a.s.)'e iş
husûsunda onlarla istişâre etmesi emir sigasıyla bildirilmiştir. Tefsir-i
Taberi'de: "Buradaki istişâreden maksadı Resûl-i Ekrem (sav)'in sahabesinin
reyine kıymet verdiğinin anlaşılması ve İslâmî mücadelede onlardan yardım
istediğinin bilinmesidir" hükmü yer almaktadır. İbn-i Murdeveyh'in Hz. Ali
(rha)'dan rivâyet ettiğine göre; Peygamberimize (sav) bu âyette geçen azm'in
mânâsı sorulmuş, bunun üzerine şu şekilde izah etmiştir: Azm'den maksad; rey
sahipleriyle istişâre etmek ve onların görüşlerine uymaktır." (İbn Kesir,
Tefsirû'l-Kur'ân'il-Azim, Beyrut 1969, I/420). Dolayısıyla "Müşâvere heyetinin
vardığı sonuç, mü'minlerin emirini bağlayıcıdır" diyen fûkaha, bu hadise
dayanmıştır. İmam-ı Kurtubî; istişâre husûsundaki nassları izah ettikten sonra;
"istişâreyi terkederek zorbalığa meyleden imamın azledilmesi gerektiğini" beyan
etmektedir. Müftâbih (tercih edilen ve kendisiyle fetvâ verilen) kavil budur
(Imam Kurtubî, el-Camü li Ahkâmi'I-Kur'ân, Kahire 1967, IV/249 vd).

Mü'minler herhangi bir mesele ile
karşılaştıkları zaman; önce o mesele ile ilgili kat'i nass bulunup bulunmadığını
araştırmak mecburiyetindedirler. Eğer kat'i nass mevcut ise, işittik ve itaat
ettik demeleri farzdır. Eğer kat'i nass mevcut değil ise, ilim ve takva sahibi
kardeşleriyle müşâvere etmeleri gerekir. Zira Hz. Said b. Müseyyeb (ra)'dan
rivâyet edildiğine göre; Hz. Ali (ra)'nın "Kat'i nass bulunnıayan meselelerde
nasıl hareket edeceklerine" dair suali üzerine Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Mü'minlerden ilim ve takva sahibi olanları toplayıp istişâre ediniz. Bir
kişinin reyine göre hükmetmeyiniz." (İbn-i Abdi'I-Berr, Câmiû'I-Beyani'l-İlm,
Kahire 1349, II/59; Ayrıca el-Alûsî, a.g.e., VII/530; Sîret Ansiklopedisi, İst.
1988, İnkılâb Yay., I/384) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla hakkında kat'i
nass bulunmayan meselelerde; ilim, ihtisas ve takva sahibi mü'minlerle mütavere
etmek ve şûrâ yoluyla meseleleri çözmek bir vecibedir. (5)

ŞÛRÂ (İSTİŞÂRE/DANIŞMA)
Şûrâ/İstişâre; Anlam ve Mâhiyeti
İstişârenin Fazileti
Kur'ân-ı Kerim'de Şûrâ/İstişâre.
Rasûlullah'ın Sünnetinde İstişâre ve Konuyla İlgili Hadis-i Şerifler İstişârenin Önemi ve İstişâre Emri
Konuyla İlgili Hadis-i Şerifler
Telâkki
Teşvik
Hz. Peygamber İstişâreye Muhtaç mı?.
En Büyük Dâhî De İstişâreye Muhtaçtır
Ashâb ve İstişâre
Hz. Peygamber'in Müşâvirleri
Münâfık ve Müşriklerle İstişâre
İstişare Konuları
İstişare Dışı Konular
İstişârenin Mekanizması
1- Müşâvirin Durumu
a. Liyâkat
b. Mûtemed Olmak
Dürüstlük Başta Gelir
c. Müslüman ve Dindar Olmak
d. İlgili Olmak
2. İstişârenin Şekli
a. Doğrudan Re'ye Mürâcaat
b. Liyâkatlinin Müdâhalesi
c. Yersiz Teklif
d. Saygısız Müdâhale
3- Kararın Alınması
a- Ekseriyetin Re'yi
b- Görüşlerden birinin tercih edilip seçilmesi
c- Kararı Tehir Etmek
d- İcbârî Karar
4- Şahsî Kanaatında Direnmemek
5- Müşâvirleri Gücendirmemek
6- Tatbikat  Sırasında Azim
Batı Demokrasisi Demokrasinin Tenkidi
Teknokrasi
Demokrasinin Sonu Anarşidir
İslâm'da Kanun Koyma Mekanizması
Hürriyet Telakkisi
Peygamberler de Hür Değildir
Hürriyet Alanı
Sınırlamanın Gâyesi
İslâm'da Kadınlarla İstişâre.
1- Kur'an'a Göre
2- Sünnete Göre
Sünnette Nazarî Beyan
Sünnette Fiilî Örnekler
Bu  Meselede Temel Prensip
Haklı Cihet
İstişârenin Önemi
İstihâre; İstişâreden So a Yapılması Gereken Duâ.
İstihârenin Yozlaştırılıp Rüya Falına Dönüştürülmesi
Tefsirlerden İktibaslar
İstişâre Etmek
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar