Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Sünnetin Tahrif Çabaları

Sünnetin Tahrif Çabaları

Sünnetin Tahrif Çabaları

Sünnet, Kur'an'ın hayata
dönüşmüş şeklidir. Sünnetin kavramsal alanı, kitabî ve teorik olanla değil;
hayatî ve pratik olanla ilgilidir. Zaten ?sünnet? sözlükte alışılmış yol, takip
edilen örnek, taklit edilen davranış şekli gibi anlamlara gelmektedir. Onun
içindir ki Kur'an, kendisini değil; Rasûlullah'ı örnek gösterir.[1]

İsrâiloğullarının kendi
Kitapları üzerinde yaptıkları tahrifatın aynısını bu ümmet de hadiste yapmıştır.
Önceki ümmetlerin vahyin aydınlık yolundan nasıl saptığını çok iyi bilen
Rasûlullah, onların kötü sünnetlerini takip etmemesi için bu ümmeti tekrar
tekrar uyarmıştır. Özellikle müslüman İsrâiloğullarının nasıl yahûdileştiklerini
bu ümmete ibretâmiz bir örnek olarak gösteren Allah Rasûlü, bu ümmetin de
?onların yolunu karış karış, adım adım izleyeceğini?[2]
bir mûcize olarak daha o günden beyan etmiştir. Rasûlullah'ın, bu ümmetin
yahûdileşmesi konusunda gösterdiği hassâsiyet, Kur'an'dan kaynaklanmaktadır.
Kur'an'ın bu konudaki en büyük uyarısı ?Kitabın arkaya atılması? konusundadır.
Çünkü müslüman İsrâiloğullarını yahûdileştiren en büyük sebep, Kitaplarını
arkaya atarak onun hükümlerini terketmeleridir:
?Kitap verilenlerden bir
grup, Allah'ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi arkalarına attılar.?
(Bakara: 2/101)
?Allah, kendilerine kitap
verilenlerden ?onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz' diye
söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü arkalarına attılar ve ona karşılık bir
miktar ücret aldılar.? (Âl-i İmrân: 3/187)
Vahyin arkaya atılıp ?metrûk?
bir tarihî hâtıra haline getirilmesi yalnız Allah'a karşı değil; Peygamber'e
karşı da bir hakarettir. Ümmetinin bu yâhudileşme alâmetini Rasûlullah'ın
kıyâmette Allah Teâlâ'ya nasıl şikâyet edeceği Kur'an'da şöyle ifade edilir:
?Peygamber der ki: ?Ya
Rabbi, halkım, bu Kur'an'ı terkedilmiş bir halde bıraktılar!? (Furkan:
25/30)
Rasûlullah'ın kesin emirle
?Benden bir şey yazmayın.
Benden Kur'an dışında bir şey yazan hemen onu imha etsin!?[3]
buyurması, sahâbenin kendi sözlerini yazmak için izin istediklerinde bu
isteği defaatle reddedip buna izin vermemesi[4]
hep bu ümmetin Kitab'ı tahrif ederek yahûdileşeceği korkusu yüzündendir.
Sünnetin temiz ırmağını
bulandırmak için, onun bir bölümünü oluşturan hadisleri tahrif etmek, en uygun
yoldu. İsrâiloğulları, tahrife daha çok ekonomik çıkarlar yüzünden
girişmişlerdi. Müslümanlar ise tahrif işine siyasal çıkarlar yüzünden
bulaştılar. İlk uydurulan rivâyetler, hizip savaşlarında kullanılmak için
uyduruldu. Örneğin ?Kaderiyye, bu ümmetin mecûsileridir? sözü bunlardan
biriydi. Rasûlullah'ın vefatından onlarca yıl sonra ortaya çıkan bir mezhep
hakkında, Onun ağzından yalan uydurmaktan çekinmemişlerdi Kaderiyye'nin
muhâlifleri. Tabii Kaderiyye de karşı taraf için uyduruyordu. Mürcie hakkında
uydurulan şu mevzû hadis onlardan biri: ?Nebi buyurdu ki: ?Mürcie'ye yetmiş
peygamberin dili lânet okusun!?[5]

Uydurmacılık, sadece kelâmî
mezhepler arasında kalmıyor, fıkhî mezhepleri de kapsıyordu. Müfrit bir Hanefî
mezhebi müntesibinin uydurduğu şu söz bunlardan biri: ?Allah Rasûlü buyurdu:
?Ümmetimden bir adam çıkar; Ona Muhammed bin İdris (İmam Şâfii) denir. O adam,
ümmetime İblisten daha zararlıdır. Yine ümmetimden bir adam çıkar; ona Ebû
Hanife (İmam Âzam) denilir. O ümmetimin kandilidir.?[6]

Uydurmacılığın en tehlikeli
yanlarından biri, Allah'ın koyduğu haram ve helâl sınırlarını değiştirmekti.
İsrâiloğullarına mubah olan birçok şeyi hahamların haram kıldığını Kur'an'dan
öğreniyoruz:
?Tevrat indirilmeden önce,
İsrâil (Yakup Peygamber)'in kendisine haram kıldığı şeyler dışında
İsrâiloğullarına bütün yiyecekler helâldi. De ki: Getirip okuyun Tevrat'ı, eğer
doğruysanız!? (Âl-i İmrân: 3/93)[7]
Allah'ın koymadığı yasakları
koymak, sünnetullaha aykırı olduğu gibi, fıtrata da aykırıydı. Çünkü, eğer vahiy
bir konuda yasak koymamışsa elbette bunun bir hikmeti vardı. Bu hikmet dün
çıkmamışsa bugün, bugün değilse yarın kendini gösterebilirdi. Çünkü din
evrenseldi ve getirdiği kurallar da bütün insanlığın ihtiyacını karşılayacak
çapta olmalıydı.
Arap ırkına has hayat tarzını,
giyim stilini, damak zevkini, estetik anlayışını din pâyesi altında tüm dünyaya
dayatmaya kalkmak, öncelikle dinin ?değişken? ve ?sâbitelerini? birbirine
karıştırmak demekti. Bu, dinde lâubâlileşme sonucunu doğururdu. Çünkü insanlar,
hayatî sorunlarını çözmede hiç gereği yokken yerli-yersiz din ile karşı karşıya
getirildiğinde, din, kalabalıkların dini olmaktan çıkıp bir seçkinler sınıfının
dini olmaya başlıyor; kalabalıklar ise artık dinin değişmez değerlerine karşı
lâubâlileşiyordu. Bu, tam İsrâiloğullarının Hz. Mûsâ'dan sonra dinlerine karşı
lâubâli oluş serüveninin aynısıydı.
Dün, tiyatro konusunda konulan
sınırı belirlenmemiş yasakların ardından, bugün ?İslâmî tiyatronun farziyyeti?
derecesine, dün ?erkek çocuklarını dahi okula göndermeme? ifrâtının ardından
bugün delikanlı kızların okuması hatırına ?başlarını açıversinler canım?
tefritine, dün vesikalık resmin dahi zarûrete binâen ancak tecvîzinden, bugün
Altın Portakala aday ?hidâyet filmleri?ne, dün telli çalgıların haramlığından
bugün telli çalgıların, yanında dut yemiş bülbüle döndüğü orglar ve orkestralar
eşliğinde verilen ?İslâmî konser?lere, dün dinlenmesi ?haram? olan radyodan
bugün kurulması ?farz? olan televizyon istasyonuna kadar bir yığın örnek,
yukarıda vardığımız yargıyı sadece doğrulamakla kalmıyor, içine düşülen çıkmazı
da bir kara mizah halinde gözlerimizin önüne seriyor.[8]



[1]
Ahzâb: 33/21.

[2]
Buhâri, İ'tisam, 14; Müslim, İlim 6.

[3]
Müslim, Zühd 72; hadis no: 3004; Dârimî, Mukaddime 42; Ahmed bin Hanbel,
3/12, 21, 39.

[4]
Dârimî, Mukaddime 42, Tirmizî, İlim 11.

[5]
Bağdâdî, el-Fark, s. 190.

[6]
Zehebî, el-Mîzan: 3/129; Cezerî, Câmiu'l Usûl 1/137.

[7]
Gerçekten de İsrâiloğullarının kendilerine yasak kıldıkları inek etinin
Tevrat'ta helâl kılındığını görüyoruz: Levliler, 22/20-30.

[8]
Mustafa İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s. 206 vd. Ahmet Kalkan, Kur'an
Kavram Tefsiri.