Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Zâlim Yöneticilere Karşı Dikkatli Olunmalıdır

Zâlim Yöneticilere Karşı Dikkatli Olunmalıdır

Zâlim Yöneticilere
Karşı Dikkatli Olunmalıdır:


Bir kısım hadislerde, cemiyetteki fitnenin
ümerâ, yâni idâreciler zümresinden çıkacağına dikkat çekilerek böylesi âmirlere
yaklaşılmaması istenir. Bazı hadislerinde kendisinden sonra, hidâyetten
ayrılacak imamların çıkacağını haber veren Hz. Peygamber (s.a.s.), ümmeti için
en büyük endişeyi bunların verecekleri fesad ve hâsıl edecekleri helâk ve
tahribat sebebiyle duyduğunu da mükerreren ifâde eder.

Tirmizî'nin bir rivayeti şöyle: "Benden sonra
bir kısım (kötü) emîrler başınıza geçecek. Kim onlarla hemhâl olur, onların
yalanlarını tasdik eder ve zülumlerinde onlara yardımcı olursa o benden
değildir, ben de ondan değilim. Böyleleri cennette Havz-ı Kevser'in başında
benimle buluşamaz da. Her kim onlarla hemhâl olmaz, zulümlerinde onlara yardımcı
olmaz, yalanlarını da tasdik etmezse o bendendir, ben de ondanım. O, benimle
Havz-ı Kevser'in başında buluşacaktır." (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 2/276-302)

Sefîne (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
buyurdu ki: "Hilâfet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra
saltanat gelecektir." Said İbnu Cumhân dedi ki: "Sonra ilâve etti: "Hz. Ebû
Bekir (r.a.)'in hilâfetine Hz. Ömer'in hilâfetini, Hz.Osman'ın hilâfetine Hz.
Ali'nin hilâfetini (radıyallahu anhüm ecmain) ekle (parmaklarınla say) bak!"
dedi. Bunları (sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk." Sefîne'ye: "Emevîler,
hilâfetin kendilerinde (devam ettiğini) zannederler" denmişti, şu cevabı verdi:
"Benî'z-Zerkâ yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar." (Ebû
Dâvud, Sünnet 9, h. no: 4647, 4648; Tirmizî, Fiten 48, h. no: 2227)

Açıklama: 1- Sefîne, aslında bir lakaptır, gemi
demektir. Burada Sefîne (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)'ın bir âzatlısıdır. Ebû
Abdirrahman diye künyesi vardır. İsminin ne olduğu kesinlikle bilinmiyor, Mihrân
vs. diyen olmuştur. Lakabı kendisine Rasûlullah (s.a.s.) vermiştir. Sebebi, bir
yolculuk sırasında çok eşya taşımış olmasıdır. Şöyle anlatır: "Rasûlullah
(s.a.s.) ile birlikte yolculuk yapıyorduk. Yolculardan yorulanlar oldu. Bunlar
kılıçlarını, kalkanlarını üzerime koydular. Böylece çok sayıda kılıç ve kalkan
taşıdım. (Bunu gören) Rasûlullah (s.a.s.): "Sen sefînesin" diye iltifatta
bulundular."

2- Rivâyetin Ebû Dâvud'da gelen bir vechinde:
"Nübüvvet hilâfeti otuz yıldır" denmiştir. 3- Alkamî der ki: "Rasûlullah
(s.a.s.)'tan sonra gelen otuz yıl içinde Dört Halife ile Hz. Hasan (radıyallâhu
anhüm)'ın halifelikleri vardır. Şöyle ki:

Hz. Ebû Bekir'in hilafeti 2 yıl 3 ay 10 gündür.

Hz. Ömer'in hilafeti 10 yıl 6 ay 8 gündür.

Hz. Osman'ın hilafeti 11 yıl 11 ay 9 gündür.

Hz. Ali'nin hilafeti 4 yıl 9 ay 7 gündür.

Hz. Hasan'ın hilafeti 7 aydır.

Nevevî'nin verdiği rakamlarda ufak tefek fark
mevcuttur. Bizce mühim değil.

4- Hadiste geçen: "Bundan sonra saltanat
(kraliyet=mülk) gelecektir" demek, "nübüvvet hilâfetinden sonra..." demektir.
Âlimler, bu hadise dayanarak Emevî ve daha sonraki devirlerde devlet başkanları
"halife" ünvanını almış olsalar da, bu halifeliğin Dört Halife döneminde olduğu
gibi nübüvvet hilâfeti olmadığını, sâdece bir isimden ibaret olduğunu
söylemişlerdir. Nübüvvet hilâfetine bihakkın lâyık olabilmek için amel yönüyle
sünnete uymak gerekir. Sefîne (r.a.)'nin, Hz. Muâviye için: "Meliklerin
birincisi" dediği rivâyet edilmiştir. Öyle ise nübüvvet hilâfetinden maksad
kâmil mânâda Rasûlullah (s.a.s.)'a halef olmaktır ki, âlimler bunu beş halife
ile sınırlarlar.

5- Benî'z-Zerkâ, Benî Mervân demektir. Zerkâ,
Emevîler'in geçmişteki annelerinden biridir. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/411-412.

"Bu din, hepsi Kureyş'ten gelecek olan on iki
halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır."

Rasûlullah (s.a.s.)'a soruldu: "Sonra ne
olacak?"

"Sonra herc (fitne ve kargaşa) gelecek!"
diye cevap verdi." (Buhârî, Ahkâm 51;
Müslim, İmâret 5-9, h. no: 1821; Tirmizî, Fiten 46, h. no: 2224). Bu üç kitap,
hadisin "Kureyş'ten" kelimesine kadar kısmını: "Ebû Dâvud da (Mehdi 1, h. no:
4279), 4280) tamamını tahric etmiştir.

Açıklama: On iki imamın geleceğinden haber veren
bu hadis farklı vecihlerde rivâyet edilmiştir. Herbiri bazı noksan ve ziyâdeler
ihtivâ etmektedir:

"Bu ?iş' ümmetim arasında on iki imam geçmedikçe
sona ermez."

"İnsanların işi, kendilerine on iki kişi
hükmettiği müddetçe yürümekte devam edecektir."

"Benden sonra on iki emîr gelecek... hepsi de
Kureyş'ten olacak."

"On iki imam üzerinizde halife oldukça din
ayakta kalacaktır."

"Hepsinin etrafında ümmetin toplanacağı on iki
halife üzerinizde oluncaya kadar bu din ayakta kalacaktır."
v.s.

"İki halifeye birden biat edildi mi, onlardan
ikincisini öldürün." (Müslim, İmâret
61, h. no: 1852)

"Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken,
bir başkası gelip, kuvvetinizi kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu
öldürün." (Müslim, İmâret 60, h. no:
1852)

Açıklama: 1- İslâm , vahdâniyet dinidir. Bu,
sadece Allah, Peygamber ve şeriatın birliğini ifade etmez. Devletin ve itaat
edilecek halifenin de bir olmasını gerektir. İslâm ümmeti tek bir cemaattir,
devletinin de bir olması gerekir. Bunu te'yîd eden hadisler çoktur. Meselâ bir
başka hadisde: "Kim bir imama biat ederek antlaşma musâfahasını yaparsa, gücü
yettiğince ona itaat etsin. Bir ikincisi çıkıp da evvelkisi ile nizâya
kalkışacak olursa onun boynunu vurun" buyurulmuştur. Keza bir başka hadis:
"Birinci biatınızda sâdık kalın, gereğini îfa edin... Birincilere olan borcunuzu
ödeyin. Kim olursa olsun ikinciyi öldürün" diye emreder.

2- İslâm âlimleri, bu mevzu üzerinde gelen
nassların sarahatini nazar-ı dikkate alarak, aynı asırda imamın birden fazla
olamayacağı husûsunda icma ederler. İslâm beldesinin dar veya geniş olması bu
hükme te'sir etmez. Cüveynî, el-İrşâd adlı eserinde, İslâm beldeleri bir imamın
hâkimiyet kuramayacağı kadar geniş olursa, iki ayrı imamın meşruiyeti husûsunda
içtihad yapılabileceğini söylemiş, sonraki âlimler onun bu görüşünü, ona nisbet
ederek tekrarlamışlardır.

3- Şâyet, aynı asırda, iki ayrı imama biat
edilecek olsa, bunların hangisi efdal olduğuna bakılmaksızın birincisi meşru
addedilecek, ikincisi âsî ve bâğî ilan edilip, iddiasından vazgeçinceye kadar
kendisiyle harb edilecektir. Âlimler: "Böyle bir durumda, savaşı kazandığı
taktirde ikinciye biat etmek gerekir" demişlerdir.

4- Ehl-i kıble addedilen sapık fırkalardan
sâdece Kerrâmiyye, Sahâbe'nin ve ümmetin icmâlarına muhalif olarak iki ve daha
fazla kimsenin imametinin caiz olabileceğini söylemiştir. İmamın bir olmasındaki
bu ısrar "fitneye düşüp, nizamın bozulması" korkusundan ileri gelmektedir.
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/415-416.

"Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden
mes'ulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden mes'ûldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve
sürüsünden mes'uldür. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden
mes'ûldür. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden mes'ûldür."
Râvî İbn Ömer der ki: "Bunları
Rasûlullah (s.a.s.)'tan işitmiştim. Zannediyorum ki şöyle de demişti: "Kişi
bâbasının malında çobandır, o da sürüsünden mes'ûldür." (Buhârî, Ahkâm 1,
Cum'a 11, İstikrâz 20, Itk 17, 19, Vesâya 9, Nikâh 81, 90; Müslim, İmâret 20, h.
no: 1829; Tirmizî, Cihâd 27, h. no: 1705; Ebû Dâvud, İmâret 1, h. no: 2928)

Açıklama: 1- Hadis, herkesin bir sorumluluk ve
selâhiyet dairesinin olduğunu göstermektedir. "Çoban" diyen tercüme ettiğimiz
kelime râi'dir. Lügat açısından güden demek ise de, hadiste "muhâfazası için
birşeyler tevdi edilmiş güvenilir muhâfız" mânâsına kullanılmıştır.

2- İmam'dan maksat devlet reisidir. Bazı
rivâyetlerde "emîr" denmiştir. Esasen bu bahiste emîr ve imam kelimeleri
müterâdif (eş mânâlı) olarak kullanılmıştır.

3- Dikkat edilirse imam, erkek, kadın, hizmetçi,
evlat gibi fonksiyonları farklı şahıslar, "çoban" vasfıyla tavsifte
birleşmektedirler. Şüphesiz bunların herbirinin sorumlu olduğu husûslar
farklıdır.

Hattâbî: "İmamın çobanlığı, hudûdu tatbik ve
hükümde adâlete riâyetkâr olmak sûretiyle şeriatı korumaktır; erkeğin ailesine
çobanlığı, işlerini idâre, haklarını yerine getirmek; kadının çobanlığı evin,
çocukların, hizmetçilerin işlerini tanzim etmek, her hususta kocasına hayırhah
olmaktır; hizmetçinin çobanlığı, eli altında bulunan şeyleri koruması, kendisine
terettüp eden hizmetleri yapmasıdır" der.

4- Tîbî demiştir ki: "Bu hadisten anlıyoruz ki,
çoban zâtı için tutulmaz, mâlikin, güdülmesini istediği şeylerin muhâfazası için
tutulur. Öyle ise, Şâri'in müsâde ettiği şeyler dışında tasarrufta
bulunmamalıdır. Hadis, bâbında böylesine tatlı, böylesine câmi, böylesine beliğ
bir başka örneği olmayacak mükemmellikte bir temsîldir. Zîra önce mücmel ve özlü
şekilde beyanda bulunup arkadan tafsîl etti. Mükerrer kereler harf-i tenbîhe
(uyarıcı unsura) yer vermektedir."

Bazı âlimler hadisin, baştaki: "Hepiniz
çobansınız, hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz" şeklindeki mutlak ifadesiyle hiç
kimsesi olmayan bekârı da çobanlar arasına dahil ettiğine dikkat çekmiştir.
"Zîra, derler, böyle birisi organları üzerine çobandır, fiil, söz ve itikad
nevinden her ne emredilmişse yapmaları her ne yasaklanmışsa terketmeleri
meselesinde, insanın organları, kuvveleri, hisleri kişinin sürüsü hükmündedir.
Öyle ise insanın bir nokta-i nazardan, güdülen olması, bir başka nokta-i
nazardan güden olmasına mâni değildir."

5- Bu hadisi tamamlayan bir başka rivâyet Ebû
Hüreyre'ye aittir: "Her çoban kıyamet günü hesaba çekilecektir: "Sürüsüne
Allah'ın emrini tatbik etti mi etmedi mi?"

Bu bâbta gelen başka hadisleri de nazar-ı
dikkate alan ulemâ şu kesin hükme ulaşmıştır: "Mükellef kimse, hükmü
altındakilere karşı vazifelerinde kusur işlemiş ise kıyamet günü muâheze
edilecektir." Burada İbnu Hacer'in hadisle ilgili olarak kaydettiği bir notu
iktibas etmek münâsip düşer: ?Bu hadiste, bâzı taassup sahiplerinin Emevîler
lehine uydurdukları yalan da reddedilmektedir. Şöyle ki: Ebû Ali el-Kerâbîsî'nin
"Kitabu'l-Kazâ"sında şunu okumuştum, "Bize Şâfiî'nin amcası, Muhammed İbnu
Ali'den bildirdiğine göre demiştir ki: "İbnu Şihâb, halife Velid İbnu Abdi'l-Melik'in
yanına girmişti. Velid ona şu hadisten sordu: "Allah bir kulunu hilâfet
çobanlığına getirirse, onun hasenâtını yazar, fakat seyyiâtını yazmaz." İbnu
Şihâbi'z-Zührî: "Bu düpedüz yalandır" dedi ve şu mealdeki âyeti okudu: "Ey Dâvud,
biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adâletle
hükmet. Hükmünde hevâ ve hevese (hissiyâta) tâbi olma ki bu, seni Allah yolundan
saptırır. Çünkü Allah yolundan sapanlar hesap gününü unuttukları için onlara pek
çetin bir azâb vardır" (Sâd 26). Velid, bu cevab üzerine: "İnsanlar bizi
dinimizden ayartıyorlar" dedi.? (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları, 6/420-422)

"Allah kime müslümanların işlerinden birşeyler
tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarına, isteklerine, darlıklarına perde olur
(giderirse), kıyâmet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarına perde
olur (giderir)." (Tirmizî, Ahkâm 6,
h. no: 1332, 1333; Ebû Dâvud, Harâc 13, h. no: 2948). Hadisin Tirmizî'de gelen
vechi daha sarih: "Herhangi bir imam kapısını bir ihtiyaç ve istek sahibine,
bir darda kalmışa örterse, kıyamet günü Allah da semâ kapılarını onun ihtiyaç,
istek ve darlığı karşısında kapatır." (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme
ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/422-423)

"Âdil olanlar, kıyâmet günü, Allah'ın yanında,
nurdan minberler üzerine Rahman'ın sağ cihetinde olmak üzere yerlerini alırlar.
-Allah'ın her iki eli de sağdır- Onlar hükümlerinde, aileleri ile velâyeti
altında bulunanlar hakkında hep adâleti gözetenlerdir."
(Müslim, İmâret 18, h. no: 1827; Nesâî, Âdâb 1, h. no: 8 -221-)

Açıklama: 1- İslam dini adâlete çok önem verir.
Mü'mine kendi aleyhinde bile olsa, annebâba gibi en yakınlarının aleyhinde bile
olsa doğruluktan, adâletten ayrılmamayı emreder (4/Nisâ, 135). Çünkü içtimâî
hayatın kıvamı, huzuru, terakkisi hep adâlete bağlıdır. Hatta er-Râhman
sûresinde semâvatın bile adâletle ifade edilen hassas ölçülerle kıyamda ve
nizamda olduğu belirtilmiştir.

2- Bu hadiste Rasûlullah (s.a.s.), dinin son
derece ehemmiyet verdiği adâleti uygulayanların mükâfatını haber vermektedir.
Allah'ın yanında nurdan, yüksek minberler... Ve bu, Rahman'ın sağında olacak...
Cenab-ı Hakk'a olan yakınlığın ikinci sefer te'kid edilmesi ve Allah'ın Rahman
sıfatıyla ifade edilmesi ayrı bir incelik ifade eder. Şöyle ki: Rahman, Cenab-ı
Hakk'ı rızık veren, ihtiyaçları gideren yönüyle bize tanıttığına göre, Rahmân'a
yakınlık, âdil olanların Allah'tan daha çok lütfa, ikrama mazhar olacaklarını
ifade eder.

3- Adâlete riâyet edenlere vaadedilen bu yüce
makam bazı âlimlerce ve mesela Kadı İyaz'a göre hakikat de olabilir, mecaz da.
Mecaz olma halinde cennetteki mertebenin yüceliğinden kinayedir. Fakat diğer
bazılarına ve mesela şârih Nevevî'ye göre burada hakikat vardır, mecaz değil,
"Onlar der, gerçekten nurdan minberler üzerinde olacaklardır, onların menzilleri
de yüksektir."

4- Allah'ın sağı tâbiri Cenab-ı Hakk'a keyfiyet,
şekil izafe etmeye sebep olmamalıdır. Allah hakkında "benzeri olmamak" prensibi
esastır. Kur'ân ve hadiste zaman zaman bu müteşâbih tâbirlere yer verilmiş
olması, Allah'a keyfiyet izâfesi için değil, bazı gaybî ve yüce hakikatleri
anlamamızda kolaylık içindir. Mamafih selef bu çeşit müteşâbih ifadelerle
karşılaştıkça hiçbir te'vil yapmadan "mahiyeti hakkında bir şey söylemeksizin
inanırız, ondan gerçek muradı Allah bilir" demişlerdir. Esasen hadiste Allah'a
yemin, yani sağ el izafe edildikten sonra "Onun her iki eli de sağdır" denmiş
olması, bu tâbirlerin beşerî örfde ifade ettiği uzuv mânâsında kullanılmadığına
bir tenbihtir.

Şunu da belirtelim ki, müteahhir ulemâ, bu
müteşabih ifadeleri, duyulan ihtiyaç üzerine te'vile ve bazı açıklamalara
kavuşturmuşlardır. Bilhassa kelamcılar bu hususta daha mukni, daha cesurdurlar.
Arapça'da yemîn kelimesi, uğur, bereket mânâlarına gelen yümn kelimesinden
alınmadır ve örfen, makbul olan hayırlı ve iyi işler hep sağa nisbet edilmiştir.
Bu durumdan hareket eden Kadı İyaz yemîn'den iyi hal ve yüksek mertebe
kastedilmiş olabileceğini söylemiştir. (Allahu a'lem bi'ssevab.) İbrahim Canan,
Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/423-424.

"Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban
yapmış, o da idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüş ise, Allah ona
cennetini kesinlikle haram eder."
(Buhârî, Ahkâm 8; Müslim, İman 227, h. no: 142, İmâret 21, h. no: 142)

Müslim'in Hasan Basrî'den kaydettiği diğer bir
rivâyet şöyledir: "Çobanların en kötüsü hutame denen merhametsiz deve
sürücüsüdür, sakın onlardan olma!"

Açıklama: Birinci rivâyette raiyyete hile
yapmak, ikinci rivâyette raiyyete merhametsiz davranmak kötülenmektedir.
Rasûlullah (s.a.s.) âmir durumda olanları hileden de merhametsizlikten de
menetmektedir.

Âlimler burada yasaklanan hile için şöyle
derler: "Bu, âmirin raiyyetin malını almak, kanını dökmek veya ırzını lekelemek
veya haklarını engellemek, dinî ve dünyevî meselelerden öğretmesi vacib olan
şeylerin öğretilmesini terketmek, aralarında hududun ikâmesini, müfsidlerin
cezalandırılmasını ihmal etmek, halka göstermesi gereken himâyeyi terketmek gibi
zulüm kelimesiyle ifade edilebilecek davranışlarıyla hasıl olur."

Müslim'de kaydedilen rivâyette tasrih edildiği
üzere Basra Valisi Ubeydillah'a, yüce sahabi Âiz İbnu Amr (r.a.)'ın nasihati
ağır gelmiş, enesine dokunmuş olacak ki, hiç de hoş olmayan bir tavır izhar
etmiş, istihfaf etmek istemiştir. Ancak, Âiz (r.a.) son derece olgun bir
davranışla Ashab'ta kepek olmayıp, hepsinin seçkin kimseler olduğunu, hafiflerin
Ashap'tan sonraki nesil içerisinden çıktığını ifade etmiştir. Ehl-i Sünnet
ve'l-Cemaat uleması, Ashab arasında hiçbir tefrike yer vermeksizin, hepsinin
güvenilir, sıdk ve diyanet sahibi mümtaz kimseler olduğunda ittifak ederler.
Hz. Âiz de bunu ifade etmiş olmaktadır. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/425-426.

"Bir işe me'mur tayin ettiğimiz kimse, bizden
bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hiyanettir
(gulûl), kıyamet günü onu getirecektir."
Bunun üzerine, Ensar'dan bir zat kalkarak: "Ey
Allah'ın Rasûlü! Vazifeyi benden geri al!" dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.):
"Sana ne oldu?" diye sordu: "Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim
ya!" deyince Hz. Peygamber (s.a.s.): "Ben onu şu anda tekrar ediyorum: Kimi
memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Ondan kendisine ne
verilirse alır, ne yasaklanırsa onu terkeder." (Müslim, İmâret 30, h. no:
1833

Açıklama: 1- Hz. Peygamber (s.a.s.) bu hadiste
devlet adına vergi toplayan memurun takip edeceği edebi açıklıyor: Memurluk
gereği kendisine her ne verilmişse onu getirip hazineye teslim etmelidir. Az
veya çok, hiçbir şeyi şu veya bu mülâhaza ile temellük edip, kendine
ayırmamalıdır.

2- Hiyânet diye çevirdiğimiz kelimenin aslı
gulül'dür. Gulül, esas itibariyle ganimet malından yapılan çalma için
kullanılır. Ancak, gerek mahiyet ve gerekse uhrevî mes'uliyetleri yönüyle
benzediği için Hz. Peygamber (s.a.s.) her iki davranışı da gulülle ifade
etmiştir.

3- Kıyâmet günü, kişinin çaldığı şeyi getirmesi,
onun mahşer yerinde hesap vermek üzere toplanan insanların içinde rezilrüsvây
edilmesi içindir. Bu ifade memurları dürüstlüğe teşvik etmeye, hiyanetten
caydırmaya, ne kadar değersiz olursa olsun devlet malına karşı saygıyı ikame
etmeye yöneliktir.

4- Münâvî, hitâbın Müslümanlara olduğunu, çünkü
beytü'lmale ait emvâlle ilgili bir hizmete kâfirin memur olarak tayin
edilmesinin şer'an yasak olduğunu belirtir.

5- Adamın vazifeden istifası, memurluğun hakkını
yerine getiremeyip, vebâle düşmekten korktuğu içindir. İbrahim Canan, Kütüb-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/426-427.

"Kıyâmet günü, insanların Allah'a en sevgili ve
mekân olarak en yakın olanı, âdil imamdır. Kıyamet günü, insanların Allah'a en
menfûru/çirkin olanı O'ndan mekân olarak en uzak olanı da zâlim sultandır."
(Tirmizî, Ahkâm 4, h. no: 1329)