Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İmamların ve Emirlerin Yardımcıları

İmamların ve Emirlerin Yardımcıları

İmamların ve Emirlerin Yardımcıları:

"Allah bir emîr için hayır diledi mi ona doğru
sözlü bir vezir nasib eder. Bu, ona unutunca hatırlatır, hatırladığı zaman da
yardım eder. Allah emîre hayır dilemezse, kötü bir vezir musallat eder. Bu
vezir, ona unuttuğunu hatırlatmaz, hatırlayınca da yardımcı olmaz."
(Ebû Dâvud, Harâc 4, h. no: 2932; Nesâî, Bey'at 33, h. no: 7 -159-)

Açıklama: 1- Vezir, sultanın (emîr, imam)
yardımcısı, müşaviri mânâsına gelir. Yük, ağırlık mânâsına gelen vizr'den
alınmış olabilir. Çünkü melikin yükünü çekmektedir. Melce ve sığınak mânâsına
vezir'den alınması da mümkündür, çünkü melik onun fikrine, re'yine müracaat
eder. Yardım ve muâvenet mânâsına gelen muâzere'den gelebileceği de
söylenmiştir.

2- Sadedinde olduğumuz rivâyet iyi vezirin doğru
sözlü olması gerektiğini ifade ederken, hadisin Nesâî'deki vechinde salih
vasfına yer verilmiştir. Esasen salihlik doğru sözlülüğü şart kılan bir haldir.
Âlimler, iyi vezirin öncelikle doğru sözlü olması, her hususta emîre doğru bilgi
vermesi, gerçek fikirlerini beyan etmesi gerektiğini belirtirler. Salihlik
hususunda da hem dünya işlerinde hem de âhiret işlerinde sâlih olması
gerektiğini, sadece dünya işlerindeki salihliğin yeterli olmayacağını, hem
fiilen, hem kavlen doğruluk ve sâlihliğin gereğini vurgularlar.

3- Unuttuğu takdirde hatırlatılması gereken şey,
ahkâm-ı şer'îyye ve dinî âdab olabileceği gibi, halkın maslahatını, adâleti
ilgilendiren hususlar da olabilir. Ahnef demiştir ki: "Sultan, yardımcılar ve
vezirler olmadan saltanatını devam ettiremez. Vezir ve yardımcılar sevgi ve
hayırhahlık olmadan faydalı olamazlar. Sevgi ve hayırhahlık (nasihat) da
dirâyetli rey ve dürüstlükle faydalı olabilir. Meliklere hassaten -bütün
insanlara ammeten- en ziyade zarar getiren şey sâlih vezir ve yardımcılardan
mahrumiyetleridir, vezir ve yardımcılarının mürüvvet ve hayaca fukara
oluşlarıdır." Yine Ahnef demiştir ki: "Bir vali için en büyük felâket, sözü
güzel, ameli fena vezir veya arkadaşa sahip olmasıdır." Yine demiştir ki:
"Valilerin süs ve zineti, onların vezirleridir. Kimin yakınları bozulursa, o
kimse; içtiği su boğazına takılan ve buna çare bulamayan kimse gibidir."

Beyhakî, Ali el-Cerrah'dan şunu nakleder: "Emevîler'in
çocuklarından: "Devletinizin yıkılış sebebi nedir?" diye sordum. Bana: "Dört
sebeple!" dediler ve açıkladılar:"

1- Vezirlerimiz izhâr etmemiz gereken şeyleri
bize söylemediler.

2- Vergi memurlarımız halka zulmetti, halk
vatanlarından göç etti; böylece hazinelerimiz boşaldı.

3- Askerlerin maişetleri kesildi, böylece bize
itaati terkettiler.

4- Adâletimizden ümidlerini kestiler ve
başkalarında emniyet ve huzur aradılar." (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme
ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/446-447)

"Allah bir peygamber gönderdiği veya onun yerine
bir halife getirdiği zaman mutlaka onun iki tane de yakını olmuştur: Biri
ma'rufu emretmiş ve ona teşvik etmiş, diğeri de şerri emretmiş ve şerre teşvik
etmiştir. Ma'sum (yani kötülükten korunmuş) olan, Allah'ın koruduğu kimsedir."
(Buharî, Ahkâm 42; Nesâî, Bey'at 32, h. no: 7 -158-)

Açıklama: 1- Hadiste "yakın" diye tercüme
ettiğimiz kelimenin aslı bitâne'dir. Peygamber veya halifenin (melik, emîr,
sultan, vali) yalnız kaldığı hususî anlarında bile yanına girebilen kimse
demektir. Bitâne, "vezir"den daha umumî bir tâbirdir.

2- Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında "kötü
telkinde bulunacak yakın" bazılarınca işkal vesilesi olmuştur. Bu aklen
mümkündür. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in onu dinlemesi mevzubahis değildir.
Nitekim hadisin sonunda "ma'sum, Allah'ın koruduğu kimsedir" cümlesine yer
verilmiştir. Rasûlullah (s.a.s.)'ın insanlara karşı korunduğunu: "Allah seni
insanlardan korur" (Maide 67) âyeti ifade etmektedir. Âyet mutlak olduğu için
sâdece hayatî korunmayı değil, şer telkinlere karşı korunmayı da içine alır.
Öyle ise Hz. Peygamber (s.a.s.)'in "yakınları" (bitane) melek ve şeytandır.
Rasûlullah (s.a.s.) bir hadislerinde buna temas eder ve şeytanının Müslüman
olduğunu belirtir "Allah bana şeytanıma karşı yardım etti ve şeytanım Müslüman
oldu."

3- Âlimler, halktan gizli istihbarat toplayacak
kimseleri, hâkimin güvenilir, emin, anlayış ve fetânet sâhibi akıllı
kimselerden seçmesini şart görürler. "Çünkü derler, me'mun hâkimin musibeti,
güvene layık olmayan kimseye güvenerek sözünü kabul etmesiyle başlar. Öyle ise
bu çeşit durumlarla titizlik göstermelidir."

4- Âlimler: "Hadiste, hüküm mevkiinde kimselerin
şerr telkinlere iltifat etmemesi, o hususta titizliği artırması gerektiği
ifade edilmektedir" demişlerdir. Zîra, bu telkinlerden sadece "Allah'ın
korudukları" korunabilmektedir.

5- Âlimler, hadiste geçen iki yakından maksadın
iki vezir, şeytan ve melek, nefs-i emmare ve nefs-i levvame olabileceğini
söylemişlerdir. Hepsine hamletmeyi caiz gören de olmuştur. Muhibbu't-Taberî: "Bitâne,
evliya ve asfiyadır" demiştir. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları, 6/448)

Kâ'b İbnu Ucre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) bana şunu söyledi: "Ey Kâ'b İbnu Ucre, seni, benden sonra gelecek
ümerâya/yöneticilere karşı Allah'a sığındırırım. Kim onların kapılarına gider ve
onları, yalanlarında tasdik eder, zulümlerinde onlara yardımcı olursa, o benden
değildir, ben de ondan değilim; âhirette havz-ı kevserin başında yanıma da
gelemez. Kim onların kapısına gitmez, yalanlarında onları tasdik etmez,
zulümlerinde yardımcı olmazsa o bendendir, ben de ondanım; o kimse, havzın
başında yanıma gelecektir. Ey Kâ'b İbnu Ucre! Namaz bürhandır. Oruç sağlam bir
kalkandır. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi. Ey Kâ'b
İbnu Ucre! Haramla biten bir ete mutlaka ateş gerekir." (Tirmizî, Salât 433,
h. no: 614; Nesâî, Bey'ât 35, 36, h. no: 7 -160-)

Açıklama: Rasûlullah (s.a.s.) Kâ'b İbnu Ucre'yi
muhatap ederek ümmet-i merhumeye yalancı, zâlim ve sefih ümerâya karşı nasıl
davranılacağını ders vermektedir: Onlara uğramamak, yalanlarına kapılmamak,
zulümlerine iştirak etmemek. Namaz, oruç, zekât gibi farzları edâ etmek,
bunların uhrevî mükâfaatını düşünerek sefih ümeranın dünyevî menfaatlarına
iltifat etmemek, istikametten ayrılmamak.

Süfyan-ı Sevrî (rahimehullah), "...O benden
değildir ben de ondan değilim" ibâresinin te'vil edilmesini istemez. "Zahiri
esas alınmalıdır, zecr hususunda bu daha beliğ" dermiş.
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları,
6/449-450.

"Emîr, halka karşı sûizanna düşerse halkı ifsad
eder." (Ebû Dâvud, Edeb 44, h. no:
4989)

Açıklama: Rasûlullah (s.a.s.) bu hadislerinde
ümerânın (idarecilerin) halka karşı siyasetlerinde uymaları gereken mühim bir
prensip vaz'ediyor. Suizanla hareket etmemek, onları müttehem, kuşkulu kimseler
yerine tutmamak, haklarında hüsn-i zannı, güveni esas almak. Aksi taktirde
halk, ahlâken bozulacaktır. en-Nihaye'de, "Yani emîr insanları bazı şeylerle
itham ederek, alenen suizanda bulunursa bu hal onları haklarında ittiham olunan
fenalıkları işlemeye sevkeder" der.

Bu meseleyi tasrih eden başka hadisler de
mevcuttur: "Yine Ebû Dâvud'da aynı yerde, Rasûlullah (s.a.s.)'ın şu tavsiyeleri
yer alır: "Eğer insanların kusurlarını araştırırsan onları ifsad edersin veya
ifsad olma noktasına getirirsin." , "Kim bir kusur görür ve onu örterse,
diri gömülmüş birisine hayat vermiş gibi olur." Yani onu kabirden çıkararak
ölümden kurtarmış gibi sevab alır.

Zeyd İbn Vehb anlatıyor: "İbnu Mes'ud'a birisi
gelerek: Şu falanca varya, sakalından şarap damlıyor" diye şikâyette bulunmuştu.
Abdullah İbnu Mes'ud: "Biz tecessüs etmekten yasaklandık. Ancak bize bir şey
zâhir olursa, ona gereğini yaparız" dedi. İslâm'ın tecessüsü yasaklama esprisini
anlamada bize yardımcı olacak bir rivâyeti yine Ebû Dâvud'dan kaydediyoruz:
"Ukbe İbnu Âmir (r.a.)'in kâtibi Duhayn anlatıyor: "Bizim şarap içen
komşularımız vardı. (İçmeyin diye) yasaklamada bulundum, dinlemediler. Durumu
Ukbe İbnu Âmir'e: "Şu komşularımız şarap içiyorlar, ben içmeyin dedi isem de
vazgeçmediler. (Müsaade ederseniz) onlar için polis çağıracağım" dedim. Bana:
"Bırak onları!" dedi (ve üzerlerine gitmedi). Bir müddet sonra tekrar Ukbe
(r.a.)'ye: "Komşularımız inatlaştılar, içkiden vazgeçmiyorlar, ben onlar için
polis çağıracağım" diye müracaatta bulundum. Bana bu sefer: "Ne münâsebet, bırak
onları. Zîra ben Rasûlullah (s.a.s.)'ı işittim, şöyle diyordu: "Kim bir
kusur görür ve onu örterse diri gömülmüş birisine hayat vermiş gibi olur."
(İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/450-451)