Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

3. Akla Dayalı İhtilâflar

3

3. Akla Dayalı
İhtilâflar:


Kendisini İlâhî vahiyden müstağnî veya onun
üstünde gören her yaratılmış nesne, bu şey akıl dahi olsa, sapıklıktan
kurtulamaz. Dolayısıyla ?dinimiz akıl dinidir? dedikten sonra, aklını İlâhî
vahyin üstünde bir seçici, bir tanımlama mercii olarak gören, aklına gelen ve
aklî/mantıklı gözüken her görüşe iman eden akılcılar, akıllarına iman etmekle en
büyük akılsızlığı yapan kimselerdir. Çünkü dizginlerini İlâhî vahye teslim
etmeyen ve soyut gerçeklerden çok, somut realiteden etkilenen akıl, karşılaştığı
tüm meseleleri soyut olan İlâhî vahye göre değil; somut olan realiteye göre
değerlendirecek ve yaşanan realite bir câhiliyye ise, câhilî gerçekliğin samimi
bir savunucusu durumuna gelecektir. Akıl sapması diyebileceğimiz bu hastalığın
iki önemli virüsü, realistlik ve akılperestliktir.

Oysa beşerî aklı, İlâhî vahyin önüne geçirmek,
akıllılık, hatta akılcılık değil; akılperestliktir. Akılperestlik (akla tapmak,
aklı putlaştırmak) ise, gerçek düzlemde, en büyük akılsızlıktır. Çünkü İlâhî
vahyin denetiminde olmayan akıl, nefs ve hevânın denetiminde olup, ister istemez
nefsin bencilliğini, nefsin maslahatını gözeten bir uşak durumuna düşmüştür.
Meselâ, münâfıklar, böyle bir akıl sapması içinde bulunan kimselerdir.
Günümüzdeki bazı şaşkınlar gibi Allah'ın düşmanlarını dost kabul etmeleri de,
realiteden hareketle bazı aklî maslahatlar gereği yaptıkları bir tercihtir.
?Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi velî (dost ve müttefik)
edinmekte olanları görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Kendileri
de (hakkı) bildikleri halde, yalan üzere yemin etmektedirler.? (58/Mücâdele,
14 ve bkz. devamı, 15-19). Demokrasi ve hoşgörü adına kâfirlerle dost olan,
Allah'a kul olmak isteyen insanları böyle bir hoşgörüye ve uzlaşmaya dâvet eden,
kendilerine göre gayet akıllıca ve gerçekçi olan konuşmalarıyla kendilerini
doğru yolda zanneden böylesi kimselerle, hangi düzlemde konuşacak ve
ihtilâflarımızı hangi ölçülere göre çözümleyeceğiz ki! Bunlar aklı, bizler nakli
esas alıyoruz. Bunlar akla, biz nakle iman ediyoruz. Bunlar realiteye, statükoya
göre hakkı değiştirmeye çalışırlarken, biz hakka göre realiteyi değiştirmeye
çalışıyoruz. Peki, bunlarla nasıl anlaşacak, ihtilâfları hangi ölçüye göre
çözümleyeceğiz?

İhtilâflarla ilgili olarak bu açıklamalardan
sonra, bazı ihtilâfları çözümlemeye kalkışmanın, boş bir uğraşı olacağı açıklık
kazanmaktadır. ?Allah'ın onların hepsini dirilteceği gün, (onlar) sizlere
yemin ettikleri gibi O'na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin bir şey üzerine
olduklarını sanacaklardır. İyi bilin ki onlar, yalan söyleyenlerin ta
kendileridir.? (58/Mücâdele, 18). Her şeyi hakkıyla bilen Yüce Rabbimiz'in
huzurunda bile bir şey üzere olduklarına dair yeminlerini ve iddialarını
sürdürecek olan böylesi kimseler, biz yaratılmışlar karşısında doğruyu kabul
edip hakka teslim olurlar mı? Dolayısıyla Rahman ve Rahim olan Rabbimiz'in hükme
bağlayacağı böylesi ihtilâflar karşısında faydasız tartışmalara, zararlı
cedelleşmelere girmeden, bu ihtilâfları Allah'a bırakmamız gerekecektir. Çünkü
bu gibi ihtilâfların yegâne çözümü, gerçekleşmesi mümkün olmayan ütopik
çözümlerle uğraşmadan, tartışmalardan uzaklaşmak ve çözümü Allah'a bırakmaktır.
Nitekim karşılaştığımız tüm ihtilâfları çözümleyebilecek yegâne kaynak olan
Kur'ân-ı Kerim, böylesi ihtilâfların çözümü konusunda bizi bu yaklaşıma dâvet
etmektedir: ?De ki: ?Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşâhede
edilebileni (gizliyi de âşikârı da) bilen Allah'ım! İhtilâf ettikleri,
anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında Sen hüküm vereceksin.?
(39/Zümer, 46) (11)

Eğer yaratılıştaki fıtratımızı korusaydık ve
hiçbir olumsuz dış etki olmasaydı, gayr-ı meşrû ihtilâf, yani tefrika da
olmayacaktı. Bu dünyada yaşarken kazandığımız ve kaybettiğimiz şeyler ve şeytana
uymamız bizi doğamıza yabancılaştırdı. Dolayısıyla bu dünya için ihtilâf,
kaçınılmaz hale geldi. İnsanlar farklı biçimlerde bilgilendiler, farklı hobiler
ve fobiler kazandılar. Şeytan, saflığı bozan bir unsur olarak aramıza girdi.
Farklı zamanlarda, farklı mekânlarda ve farklı mizaçlarda ve kişiliklerde
insanlar olarak birtakım farklı kanaatlere sahip olduk. Bu dünya hayatı, bizim
için imtihan alanıdır. Allah, rahmetinin eseri olarak bu çelişkiler içinde bize
sırât-ı müstakîmi göstermek için kitap ve peygamber gönderdi. Böylece hak ile
bâtıl ayrıldı. Bizim gibi inananlar ile inanmayanlar arasında temel bir ihtilâf
ortaya çıktı. Buna iman ve küfür diyoruz. Bu hak-bâtıl çizgisinde bir ayrımdır.
Hizbullah ve hizbüşşeytan olmak anlamındadır. Bu temel bir ihtilâftır.

İhtilâf konusunda en önemli husus; hangi konuda
ihtilâf edildiğidir. Bu alan, ihtilâfın meşrû ve yasak olanını belirlemek
açısından temel bir ölçüdür. İhtilâf ettiğimiz şey nedir? Gerçek ve mutlak
hakikati iyi anlamak gerek. Bazı gerçekler vardır ki, insanlara göre, zamana ve
mekâna göre değişiklik gösterir. O, hayatın özünde var olan bir değişkenlikten
kaynaklanan konjonktürel bir konudur. İhtilâfların özünde büyük ölçüde, mutlak
hakikat ile değişken gerçeklik arasına bir çizgi çekememe konusu yatıyor.
Ayrıntıda ihtilâf etmek, gerçeği yakalamak açısından, kolaylık ve maslahat
yönünden büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla bu anlamda ihtilâf, kolaylık ve
rahmettir. İkinci hakikat ise, mutlak
hakikatte anlayış konusunda düştüğümüz ihtilâftır. Bu da beşer olmanın zaafından
kaynaklanan bir konudur. Bu konudaki ihtilâfın meşrûiyet sınırı olarak üç mesele
üzerinde durmak icap eder. İleri sürülen bir görüşün dayandığı temeller sağlam
ise, vahiy ve mütevâtir sünnet ile te'yid ediliyorsa, aklî ve ilmî delilleri
sağlam ise ve meşrû bir gerekçe ile ortaya konuluyorsa, bu görüşü doğru kabul
edebiliriz. Zaten ictihadlar da, ya da ictihadlar arasındaki farklılıklar da
buradan kaynaklanmaktadır. Yine bu da insanların anlayışlarını geliştirmeleri,
akledip fikretmeleri açısından, tekâmülleri açısından bir zarûrettir.

Burada, dikkat etmemiz gereken husus; Kur'an'ı
anlamaya çalışmamızdır. Yoksa, kendi zanlarımızı ve kanaatlerimizi te'vil yolu
ile Kur'an'a isbatlatmak değil. Yine kendi kanaatlerimizi
emretmekten/dayatmaktan kaçınmalıyız.
Bu gibi konularda gereksiz ve özellikle kırıcı tartışmaya girmeme konusunda
ihtiyatlı hareket etmemiz gerekir. Herkesin kendi fikri ile kişiliğini
oluşturması ve özgür irâdesi ile Allah'ın ipine sımsıkı sarılması sûretiyle
gerçek bir cemaat yapısı ortaya çıkabilir. Bu anlamda meşrû bir ihtilâf,
cemaatin oluşması açısından zarûrettir. Herkesi aklî anlamda tek bir fikre
getirmek, esasen mümkün değildir ve bu yönde vahdet adına girişilecek dayatmalar
vahdeti parçalar.