Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Farklı Metotlar

Farklı Metotlar

Farklı Metotlar:


Metot farklılığı mümkün. İnsanların bilgi
düzeyleri, kültürleri, meslekleri farklı, yetenekleri farklı. Dolayısıyla farklı
metotlar kullanıyor olabilirler. Bir ölçüde kategorik olmak iyi olabilir. Tabii,
temel metoda ters düşmemeli; Yani, İslâmî metodun dışında gayrı meşrû bir
metot kullanamayız. O genel metot içinde kalmak kaydıyla, kendimize yeni
metotlar geliştirebiliriz. Ne var ki, farklı metot sahipleri, sonuçta
İslâm'ın metodu içinde birbirlerinin varlığını ve meşrûiyetini kabul etmeleri,
aynı bütünün birer parçası olduklarının şuurunda olmaları gerekir. Kanaat
farklılıkları sebebiyle, gruplar birbirlerinin metotlarına sıcak
bakmayabilirler. Ama bir ihtilâf zannî ise, yani ictihadî ise, yine de
birbirlerine karşı hoşgörülü bakmak zorundadırlar.

Maalesef yaşadığımız coğrafyada müslümanlar
kendi aralarında bir şûrâ teşkil edemedikleri için, birtakım fırka ve hizipler
kendi zannî hükümlerini müslümanlar için tek kurtuluş reçetesi olarak takdim
etmek sûretiyle vahdet adına ihtilâfı körüklemektedirler. Müslümanlar
Allah'a, Rasûlüne ve Kitaba imandan başka, neredeyse örgütlerine, liderlerine ve
metotlarına iman etmekte; dinleri ile örgüt, lider ve yöntemlerini sentez
yapmaktadırlar.

Haram ve helâlle sınırlı metot içinde, birçok
metot farklılıkları mümkündür; hatta lüzumludur. Her sahada hareket edecek
farklı gruplar gereklidir. Bilgi, beceri ve fıtratla ilgili bir konudur bu.
Ancak hiç kimse kendini tek çözüm yolu olarak gösteremez. Bu, farklı bir
sentezciliktir. Herkesin doğru yaptıklarının yanı sıra, pek çok yanlışları da
olabilir ve olmaktadır. Mâsûmiyet kavramını hiç kimse kendinde taşıyamaz. O
halde herkesin hataları olabilir. Bu yanlışlar, o kişi için ayıp değildir. Ayıp
olan hatada ısrardır. Yoksa, yanlışın farkına varıp dönülürse, o ayrı bir
fazilettir. Bunlara ilâveten, vahiy kesilmiştir. Öyleyse hepimiz kendi düşünce
ve irâdelerimizle inandığımız şeyleri doğru olarak kabul ediyoruz demektir. Bu
doğru kabul ettiklerimizin eksik ya da yanlış olma ihtimalini göz önünde
bulundurmalıyız.

Müslümanlar dinleri üzerinde tartışmaya
girmeyecekleri gibi, ihtilâf ettikleri konularda da birbirlerini mâzur görmek,
ittifak ettikleri konularda örgüt, lider ve yöntemleri ne kadar farklı olurlarsa
olsunlar birlikte hareket etmek durumundadırlar. Müslümanlar, makro planda,
Allah'a, Rasûlüne ve Kitaba iman edenler tek bir cemaattirler.
İyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar; yaratılmışlığın hukukunu korurlar,
nerede bir iyilik görürlerse ona destek verirler. Nereden bir kötülük görürlerse
görsünler, kimden geliyor olursa olsun, kime yönelik bulunursa bulunsun, kötüye
ve kötülüğe karşı çıkarlar, zulme tavır alırlar. En genel anlamdaki İslâmî
vahdetin temeli de budur. Bizim örgüt, lider ve yöntemlerimiz hakikatin ta
kendisi, kaynağı ve ölçüsü değil; hakikati anlamak ve hayata geçirmekte bir
yöntem konusudur.

Müslümanları, kendi aralarında bölen, onları
birbirlerine yabancılaştıran, kendi örgüt, lider ve yönteminin üstünlüğü
tartışmasına götüren ve kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir eden yapılanma,
İslâm'ın ruhuna yabancı bir yapılanmadır. Cehennemin yollarının iyi niyet
taşları ile döşeli olduğunu unutmamalıyız. Vahdet adına kimi zaman vahdeti yok
eden bir tavrın içine girdiğimizi hesaba katmak zorundayız. Arzu ve
mizaçlarımızın farklı oluşu, ya da zekâ farklılıkları, farklı mesleklerden
oluşumuz tefrikanın sebebi olamaz. Cemaat, farklı eğilimleri içinde
barındıran bir topluluktur. Din, biat ve toplumsal sözleşme ile bu
topluluğun üyeleri birbirine bağlıdır. Adâlet sahibi biri, onların bu ahitlerine
uyup uymadıklarını gözetler ve dinî hükümlerin, biat ve zimmet sözleşmesinin
hükümlerini tatbik eder ve toplumun maslahatını gözetir. Bir bakıma bir orkestra
şefi gibidir, topluma nezâret eder.

İhtilâfın en önemli sebeplerinden biri, yanlış
emirlik telâkkisi, yanlış bir ?bağlanma? anlayışıdır.
Emirlerimize, örgütlerimize, yöntemlerimize biat ediyoruz. Yani dinimizle bazı
şeyleri, hatta nefsimizi sentez ediyoruz. Oysa, kim dinine bir şey ekler, ya da
ondan bir şey çıkarırsa, eklediği ve çıkarttığı ile başbaşa kalır ve din ortadan
çekilir gider. Vahdet, bir ahlâk konusu olduğu kadar, bir entelektüel seviye
meselesidir de. Ancak, İslâm'ı bilen, yaşayan ve mes'ûliyetinin idrâkindeki
ahlâklı insanların toplum üzerindeki velâyetleri ile vahdet
gerçekleştirilebilir. Vahdet, tek bir emir-komuta zinciri altındaki insanlar
topluluğu değildir. Bu, biraz da militarist bir tavırdır. İslâm toplumu, sıkı
bir hiyerarşi ve örgütlenmenin ürünü değildir. Tek tip standart insan isteği,
robotlaşmış, sadece evet deyip kafa sallayanlar oluşturan bir gayrı fıtrî
ideoloji değildir İslâm. Özgür irâdeleri ile Allah'ın ipine sımsıkı sarılan ve
kendi aralarındaki işleri müşâvere ile halleden, âlimlerin yol göstericiliği,
emir sahiplerinin nezâretleri ile İslâmî sorumluluklarının idrâkinde, tabiî uyum
ve Allah'a doğru, O'nun rızâsı istikametinde sürekli bir tekâmül prensibine
bağlı insanlar, bu toplumun müslüman kanadını oluştururlar.

İslâm'ın, vahdet, cemaat ve ümmet bilinci
açısından temel hususlardan biri olan lider anlayışı, maalesef günümüzde tam
tersi bir konuma düşürülmüştür. Liderlik anlayışı, ihtilâfların kaynağını, hatta
tefrikanın temelini oluşturan ve ahlâkî problemleri de içeren bir yanlışlar
yumağıdır günümüzde. Sormak gerekir;
bizim müslüman grupçuklarının liderlerinden hangisi, emirlik iddiasından
vazgeçebilir, ya da yapacağı işler konusunda, kendisi gibi düşünmeyen müslüman
kardeşini çağırıp onun görüşünü alabilir ve tasarrufunda bulunduğu para ve
mülkün tasarruf ve denetimini bir jüriye devredebilir? Bunların kabulü zor;
çünkü din ve dâvâya bakışla nefis veya grup/cemaat çıkarları birbiriyle
karışmış, araçlar amaçlaşmış, metotlar Yüceltilmiş, gaye için her yol,
dolayısıyla gayrı meşrû yöntemler bile savunulur olmuştur.
Kaldı ki,
cemaatlerin ellerinde bulundurdukları araçları ille devretmeleri de gerekmiyor.
Yeter ki, içte hizmetlerin îfâsı ve yeni hizmetlerin üretilmesi, dış tehlikelere
karşı birlikte hareket etmeleri, müslümanların imkânlarını İslâm'ın ve
müslümanların maslahatı yönünde kullanmaları açısından danışmalarda bulunmaları
bile büyük bir başarı olacaktır. Her biri, kendini müslüman cemaatin esası,
kalbi, otorite merkezi olarak görmek yerine; İslâm'ın ve müslümanların hâdimi
olarak görmek durumunda, hatta bu yolda sahip olduğu mallarını, canlarını,
sevdiklerini fedâ etmek konumundadırlar. En azından ittifak ettikleri konularda
birlikte hareket etmek, ihtilâf ettikleri noktalarda birbirlerini mâzur görmek
zorundadırlar!