Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır

Düşmanlık ve Dostluk

Düşmanlık ve
Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır

Düşmanlık ve dostluk, ?Lâ ilâhe
illâllah?ın ayrılmaz bir özelliğidir. Dinin temeli ve özü olan bu kelime, aynı
zamanda dost ve düşmanlığı da belirler. Dostluğun temeli sevgi, düşmanlığın
temeli buğz ve kindir. Din de sevgi ve buğzdur; kabul ve reddir. Bundan dolayı,
kâfirlerle dostluk; Allah'ın dostluğunu kaybettiren, O'nunla ilişiğinin
kesilmesini gerektiren (3/Âl-i İmrân, 28) büyük bir suç olduğu gibi,
dalâlettir/doğru yoldan sapmaktır (60/Mümtehine, 1), zâlimlerden olmaktır (9/Tevbe,
23; 60/Mümtehine, 9) ve kâfirler safına geçmek, ?onlardan olmak?tır (5/Mâide,
51). Allah'a düşmanlık yapanları, Allah'ın düşmanlarını dost kabul etmek;
Allah'ın düşmanlığını kazanmak ve imanı küfre değişmektir. Kâfirleri düşman
kabul edip onlardan uzak durmak, İslâm akîdesinin bir parçasıdır. ?Tâğutu
reddetmek, onu inkâr etmek? olmadan Allah'a iman, yeterli değildir, eksiktir,
insanı kurtarmaz. ?Kim tâğutu reddedip Allah'a iman ederse, o kesinlikle
kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa sarılmıştır.? (2/Bakara, 256)
Tâğuta küfretmeyen, yani onu inkâr edip reddetmeyen kimse, asla mü'min olamaz.
Tâğut ise, Allah'tan başka, O'na alternatif olarak ortaya konan düşünce, hayat
görüşü, sistem, kişi veya şeytanlardır. Allah'ın dışında ve O'na rağmen uyulan,
kendisine tâbi olunan, arzulanan, ya da kendisinden çekinilip korkulan her
şeydir.
Kişi, tevhid kelimesini
gönülden benimseyip diliyle ikrar etmekle, câhiliyye ve şirk inançlarının tümünü
reddettiğini, şuurlu bir şekilde onlardan uzaklaştığını göstermektedir. Aynı
şekilde, tevhidi benimsediği için, artık câhiliyye insanından, her çeşit
müşrikten de sevgi, bağlılık, itaat ilişkilerini koparması, yani onlara dostluk
sayılabilecek davranışlardan kaçınma sözü vermiş olmaktadır. O, kendi safını ve
cephesini belirlemiş olmaktadır. Allah'ın ve O'nun sevdiklerinin tarafını
tuttuğu için; kâfirlerden yüz çevirmek ve onlarla ilişkiyi kesmek zorunluluğu
hissedecektir. ?Onun için sen zikrimize (Kur'an'a) iltifat etmeyip sırt
çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir.? (53/Necm,
29)
Allah'tan başka ilâh olmadığına
dair şehâdetin ve tanıklığın gerçekleşmesi için, kişi sevdiğini sadece Allah
için sevecek, buğzettiğine de Allah için buğzedecektir. Dost ve velî edindiği
kimseyi Allah rızâsı için dost edinecek, düşman kabul ettiklerini de, onlar
Allah'a karşı oldukları için düşman tanıyacaktır. Müslüman, Allah'ın
sevdiklerini sevecek, O'nun gazab ettiklerine, buğzettiklerine de buğzedecektir.
Nerede bulunursa bulunsun, her çeşit kâfire düşmanlık gösterecek, onun
velâyetini tanımayacaktır. Bu kâfir, en yakını/akrabası bile olsa, onu dost
kabul edip sevemeyecektir.
Rasûlullah (s.a.s.) buyurmuştur
ki: ?İman ipinin (kulpunun) en güçlüsü, Allah için dostluk ve Allah için
düşmanlıktır. Yine Allah için sevmek ve Allah için nefret duyup buğzetmektir.?
(Mişkâtu'l-Mesâbih, hadis no: 5014; Süyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, 1/69, Taberânî,
El-Kebîr). İbn Abbas şöyle der: ?Kim Allah için sever, Allah için buğzeder ve
Allah için dostluk ve velâyet yetkisini kullanır, Allah için düşmanlık beslerse,
o kimse bu yaptıkları sâyesinde gerçekten Allah'ın dostluğuna erişir (Allah'ın
dostluğunu, velîliğini kazanmış olur). Bir kimse de, bu nitelikleri taşımadığı
sürece, ne kadar çok namaz kılıp oruç tutsa da, imanın hazzına ve tadına
erişemez. Çünkü böyle insanlarla olan kardeşliğini (münâsebetini) sırf dünya
ilişkilerine bağlamıştır. Böyle bir hal ise kişiye asla hiçbir şey
kazandıramaz.? (Hilyetü'l-Evliyâ, 1/312)
Mü'min, bazı dünyevî ilişkiler
kurmak, alış-veriş yapmak mecbûriyetinde de olsa, yardımlarını da görse,
hâkimiyetleri altında da bulunsa, tüm kâfirleri sevilen dostlar edinmeyecektir.
Kâfirleri düşman kabul etmek, bazı görevleri yerine getirmeyi zorunlu kılar.
Onları düşman kabul eden kimse, kâfir ve münâfıkları taklit edemez, onlara
benzeyemez. Onlara benzeyen, onları yüceltmiş, onlardan olmuş olur (Tirmizî,
hadis no: 2696).
Her din ve ideolojinin dostluk
ve düşmanlık anlayışı kendine hastır: Komünizmin, enternasyonalizmin,
hümanizmin dost-düşman anlayışı kendi bâtıl dinleri, yani ideolojileriyle
ilgilidir. Kendi yoldaşları onlar için sınır tanımaz dost; kendi ulusu, farklı
ideolojiye mensupsa düşmandır. Nâzım Hikmet'in deyişiyle ?Vatanım rûy-ı zemîn,
milletim nev-i beşer? anlayışı. (Müslümanın vatanı, İslâm'ın hâkim olduğu yer,
yani dâru'l-İslâm; milleti, bütün Muhammed ümmeti, yani tüm müslümanlar olmalı.)
Batı dünyasının ve özellikle ABD'nin dostluğu düşmanlığı yok, çıkarları, ülke
menfaatleri vardır. Ama, bununla beraber, onları bizden ve hatta onlardan iyi
tanıyan Rabbimiz'in hükmü: ?Onların milletine/dinine uymadıkça yahûdiler de
hıristiyanlar da senden asla râzı olmayacaklardır.? (2/Bakara, 120). Batıyı
örnek almaya çalıştığı halde ne batılı olabilen ne doğulu kalabilen ülkelerdeki
dostluk-düşmanlık anlayışı da kaypak mı kaypaktır. Tarih kitaplarına bile bu
renksiz ve kimliksiz bakış yansır. ?Düşmanlar, ülkeyi işgal etti, düşmanlar
şunları yaptı...? Ama, düşmanların kim olduğu net değildir. Kurtarıcılar, ülkeyi
düşmanlardan kurtardılarsa, düşmanların işgal ettiğinde uygulayacakları kanun,
ahlâk, eğitim vb. icraat niye onlardan daha katı ve baskıcı şekilde uygulanır ve
İslâm birinci tehlike ve büyük düşman ilân edilir? Bu kimliksiz yaklaşım, hangi
ülkelerle dost, hangileriyle düşman olunduğu belli olmayacak zikzaklar çizen
tavırları getirir... Irkçı milliyetçilere göre dostluğun ölçüsünü kan
belirleyecektir. Düşman da başka ırklardır: ?Türk'e Türk'ten başka dost
yoktur!?, ?her şey Türk için, Türk'e göre, Türk tarafından!?, ?Tanrı Türkü
korusun!?
Mü'min için ölçü nettir: Allah
için sevgi, Allah için buğz; Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık. Dost,
gerçek Velî'ye, ölümsüz Dost'a bizi yaklaştıran; düşman da, bizi O'ndan
uzaklaştırandır. Allah'ı gerçek anlamda ?tek dost? kabul eden, hiç O'nun
düşmanlarını, O'na dost olamayanları sevebilir mi?! ?Ey iman edenler! Sizden
kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü'minlere
karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum
getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın
kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın
dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.? (5/Mâide, 54)
?Muhammed Allah'ın rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere
karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler...? (48/Fetih,
29)
Günümüz müslümanlarının önemli
bir kesimi, dostluk ve düşmanlıktaki ölçüyü unutup farklı görüşteki müslümanlara
düşman gibi davranıp onları itiyor; kendilerine şimdilik dokunmayan ılımlı kabul
ettikleri kâfirlere sempati besleyerek dost gibi yaklaşabiliyor. İctihadî
yorumlar ve göreceli doğrular, grup taassubundan dolayı mutlak doğru kabul
edilip farklı müslümanlara düşmanca tavırlar, şiddetli eleştiriler, hatta haksız
tekfirler ve onlarla dostluğa tenezzül etmemeye varan bağnazlıklar
sergilenebiliyor. Bütün müslümanlarla samimi olmayabiliriz; ama samimi
olduklarımız, mutlaka samimi müslümanlardan olmalı. Bütün kâfirlerle ilişkimizi
koparmayabiliriz, ama onlarla gönül dostu olmamız onlardan olmak, onların dinine
girmek kabul edilmeli. Dost, imandaştır, gönüldaştır, fikirdaştır çünkü.
?Kişi, dostunun dini üzeredir.? (Tirmizî, Zühd 45; Ahmed bin Hanbel,
16/178).
Ve dostluk, sevgi kuru bir
iddia değildir. Allah'a dost olmak, Allah'ı sevmek, davranışla
isbatlanmadıkça, kuru bir iddiadan, insanı kurtarmayan bir avuntudan ibarettir.
Allah'la ve müslümanlarla dost olduğumuzu, dillendirmekten öte davranışımızla
göstermeliyiz. ?Rasûlüm! De ki: ?Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki,
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.? (3/Âl-i İmrân, 31)
Düşmanlık da dostluk da; bedeli olan, ispatlanması gereken bir bağlılık ya da
red; ilişki veya bağları koparmaktır. ?Allah size imanı sevdirmiş ve onu
gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin
göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.? (49/Hucurât, 7) ?Hep
birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a, İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler
idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sâyesinde kardeş
olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O
kurtarmıştı.? (3/Âli- İmrân, 103)
Sevgi ve dostluğun gerekleri
vardır. Bunları şöyle sayabiliriz: Allah için yardım, ikram, saygı, gerek kalple
ve gerek dış görünüş ve tavırlarla kişinin sevdiğiyle beraber olması. Hayatın
zorluklarına ve kâfirlerin baskılarına karşı ona destek olup moral vermek, onu
küfre ve kâfirlere karşı güçlü ve hâkim kılmak, üzüntüsüne ve sevincine ortak
olmak. Allah'ı sevmek ve Allah'la dost olmak demek; Allah'ın dostlarını sevmek,
onlara yardımcı olmak, onların yanında yer almak, Allah'ın dinine yardım etmek
demektir.
?Kişi, dostunun dini
üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!? (Tirmizî, Zühd
hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178)
Kur'an, dostlukları ve dostları
ikiye ayırır: Allah'ın dostları ve şeytanın dostları. Her insan, bu iki sınıftan
birine mensuptur. Allah'ın velîsi/dostu, yani ?evliyâullah? ol(a)mayan, mutlaka
şeytanın velîsi/dostu, yani ?evliyâu'ş-şeytan? dır; üçüncü bir grup yoktur.
?Allah iman edenlerin velîsi (dostu ve yardımcısı)dır. Onları küfrün
karanlıklarından (kurtarıp iman) nûr(un)a çıkarır. Küfredenlerin dostları ise
tâğuttur. O da onları (insanî fıtratları olan İslâm'ın) nûrundan (ayırıp)
karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateş ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar orada
(bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar.? (2/Bakara, 257) ?İman
edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfir olanlar da tâğut yolunda savaşırlar. (Ey
mü'minler!) siz şeytanın evliyâsı (velîleri, dost ve yandaşları, ordusu olan
kâfirlerle) savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.? (4/Nisâ, 76)
?Eğer onlar Allah'a,
Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları (müşrik, kâfir,
hıristiyan, yahûdi ve münâfıkları) dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu
fâsıktır, yoldan çıkmışlardır.? (5/Mâide, 81) ?...İçinizden onları dost
tutanlar, onlardandır!? (5/Mâide, 51) Kâfirleri dost kabul etmek,
iman ile çelişmektedir. Hem iman, hem de onları dost edinme olayı, ikisi beraber
bir kalpte toplanamazlar. İman, onları dost edinmemeyi gerektirmektedir.
Düşmanlık ve dostluğun imanla ilgisi değerlendirilmediğinden, bugün
müslümanların çoğunluğu açısından dost-düşman karışmış, düşmanlarının oyununa
gelen müslüman yığınlar, bunca zararlarına rağmen hâlâ Allah'ın düşmanlarının ve
kendisinin düşman olması gerekenlerin yardımcısı, destekleyicisi, emrindeki
memuru, hizmetçisi, kulu-kölesi, askeri... olabilmektedir. ?Müslümanım!?
diyen nice insan, kâfirlerin koyduğu küfür kanunlarına, onların ortaya attığı
felsefî düşünce ve dünya görüşlerine, ideolojilerine sevgi besleyebilmekte,
onlara gönül rızâsıyla uyup teslim olabilmekteler. Hanımlarını, kâfirlerin
hanımlarına benzetebilmekte, onlar gibi giyinmelerini (soyunmalarını) ilericilik
ve çağdaşlık kabul edebilmekteler. Allah ve Rasûlü'yle savaş demek olan fâiz
(2/Bakara, 279) olmaksızın ticarî hayatı düşünememekteler...
Bazı kâfirlere, dost olmanın
ötesinde, hatta hayranlık duyanlar, destekleyip alkışlayanlar, onları velî kabul
ederek seçip işbaşına getiren, yetki verenler, onların izini takip eden, itaat
eden, onları örnek alanlara ne demeli!? Keler deliğine girseler bile onlara
imrenip taklit etmeye çalışan, onları model kabul edip modalarına uyanlara nasıl
bir sıfat bulmalı!?
?(İnançta ve amelde) Bizden
başkasına benzeyen Bizden değildir.? (Tirmizî, hadis no: 2696; Mişkâtu'l-Mesâbih,
hadis no: 5347) diyen Rasûl'ün onları reddettiğini, daha doğrusu onların bu
davranışlarıyla Rasûl'ün yolunu reddetmiş olduklarını görmek zorundayız. Bu
tesbit, câhil müslümanları dışlayıp tekfir etmek, onları kendi hallerine
terketmek için değil; muhâtaplarımızı tanımak, hastalığı teşhis edip tedavi için
bize çok şeyler düştüğünü, görevimizin ve sorumluluğumuzun çok büyük olduğunu
kabullenmek için olmalı. Bu değerlendirme, konum tesbiti açısından önemli;
çevremizde bize ve yakınlarımıza da sirâyet etme ihtimali olan bulaşıcı şirk
mikroplarının tanınması ve tedbir alınması için...
Gerçek mü'min, İslâm
şahsiyetini ve müslüman kimliğini yüce ve aziz tanımak, bütün kâfirleri ve
münâfıkları zelîl/aşağılık bilmek; bu sebeple onlara karşı onurlu ve zorlu olmak
mecbûriyetindedir. ?İzzet (yücelik, kuvvet ve hâkimiyet) yalnız Allah'ın,
O'nun Peygamberinin ve gerçek mü'minlerindir. Ne var ki, münâfıklar bu gerçeği
bilmez, anlayamazlar.? (63/Münâfıkûn, 8) Mü'min, İslâm şahsiyetinin
yüceliğine inanmak zorunda olduğu gibi, bütün kâfirlerin aşağılık olduklarına,
hayvanlardan daha sapık ve pislik olduklarına inanmakla da yükümlüdür. ?(Ey
Peygamber!) Sen onların çoğunluğunu (Hakkı) dinler, akıllarını kullanır mı
sanırsın? Onlar ancak hayvanlar gibidirler; hatta yolca daha da sapıktırlar.?
(25/Furkan, 44) ?Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir...? (9/Tevbe,
28)
?Allah'a ve âhiret gününe
iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da
olsa- Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte
onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları
desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî
kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır.
İşte onlar, hizbullahtır, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa
erecekler de sadece Allah'ın tarafında olanlardır.? (58/Mücâdele, 22) Bu
âyet-i kerime, Allah taraftarlarıyla şeytan yandaşları arasında tam ve kesin bir
ayrılığın olması gerektiğini ortaya koymuş oluyor. Mü'minin her türlü câzibeden
ve her çeşit tarafgirlikten sıyrılarak müslümanların safında yer alması, bir tek
kulpa sarılması ve bir tek ipe bağlanması gerekir. İslâm'ın olduğu yerde
ırkçılık, nesebcilik, akraba savunuculuğu, aile asabiyeti ve yakınlık dâvâsı
yok; vatan, cins, asabiyet ve kavmiyetçilik, bölgecilik vb. bir şey yok.
Allah'ın istediği şeylerin dışında hiçbir şeyi tabulaştırmak yok. Sadece ve
sadece akîde ve onun bayrağı altında durmak vardır.
Kâfirlerle dostluk kurmanın
tehlikesi bütün müslümanlaradır. Böyle bütün müslümanlara zarar getiren bir
olay, bir kimsenin sadece kendisinin kâfir olmasından da büyük bir tehlike
ortaya koyar. Birinin zararı, topyekün müslümanlara iken, diğerinin sadece
kendisinedir. Kâfirlere karşı olan dostluğun özellikleri şunlardır: Kâfirlerin
küfrüne rızâ göstermek, onları tekfir etmemek, onların bâtıl dünya görüşlerini
tasdik etmek, onları velî, yani dost ve yönetici olarak kabul etmek, onları
işbaşına geçirmek, onları sevmek, onlara uyup itaat etmek. İşte bütün bunlar,
kişinin kâfirleri dost kabul ettiğini, yetkisini onlara verdiğini
göstermektedir. Kişi, dostluk, sevgi ve rızâyı kâfirlere gösterirse, bu küfrü
gerektirir. Şayet sevgi ve rızâ, mü'minlere karşı ise, bu da imanın
gereğidir.
İman, kabul etmeye ve
sözleşmeye dayalı bir dostluk simgesidir. Bunun neticesi de Yaratıcı'ya teslim
olmaktır. Bu teslimiyet, ahd, mîsak ve velâ kavramlarıyla ifade edilir. İnsan,
dostunu ve düşmanını tanımak zorundadır. Hz. Âdem ve Havvâ'ya, yaratıldıkları
ilk zamanlarda Allah düşmanlarını tanıttı, onları uyardı. ?Muhakkak bu
(İblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra zahmet
çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen
burada susamazsın ve sıcaktan bunalmazsın.? (20/Tâhâ, 117-119) İnsanın ilk
yanlışı, düşmanını dost zannetmesiyle oldu; İnsanın cenneti kaybetmesinin
sebebi, düşmanına karşı tedbir almayışı, onun hile ve tuzaklarına kanmasıdır.
Bırakın insanı, hayvanlar bile düşmanlarını bilir; kendisini ve neslini
düşmanından korumaya çalışır. Bir tavuk, özellikle yavrusunu düşmanından
sakınmak için, nasıl fedâkârlık ve kahramanlık yapar, gözleyenler bilir.
Dostluk-düşmanlık konusunda
hatırımızdan çıkarmamamız gereken özelliklerden biri de, ?gâvurun atına binen,
onun kılıcını kuşanır? atasözünün ve ?bugün yardım alan, yarın emir alır?
vecîzesinin gerekleridir. Hırsızı yakaladığımızı zannederken, hırsız tarafından
yakalanan konumuna düşmemeli, ava giderken kendimiz avlanmamak için tedbirler
almalıyız.

  VELÎ/ DOST..
Velî; Anlam ve Mâhiyeti
Allah'ın  Mevlâ ve Vâli Oluşu
Allah'ın Veli Oluşu. Allah'ın Sıfatı Olarak el-Velî
el- Mevlâ
el-Vâli
Allah Kimlerin Velîsidir?.
Allah Bazı Kimselere Dost Değildir
Dostun Nitelikleri Velâyette/Dostlukta Aranan Özellikler
Dost Olmak; Allah'a, Rasûlüne ve Mü'minlere. Allah ve Rasûlüne Dost Olmak
Müslümanların Birbirleriyle Dostlukları
Kur'ân-ı Kerim'de Velî ve Velâyet (Dost ve Dostluk) Kavramı
Peygamber ve Onun Yolunu İzleyenler Dışındakileri Dost Kabul Edenler, Âhirette Büyük Pişmanlık Duyacaklar
O Gün Dostlar, Düşman Kesilecek
Başta Yahûdiler Olmak Üzere Ehl-i Kitab'ın Çoğu, Kâfirlerle/İnkârcı Ateistlerle Dostluk Ederler
Tâğutları Velî/Dost Edinmek
Allah'ın Düşmanlarını ve Mü'minlerin Düşmanlarını Dost Edinmek
Zâlimlerle Dostluk
Onursuz Kâfirleri Dost Edinenler, İzzet ve Şerefi Onların Yanında mı Arıyor?.
Mü'minlerin Kâfirleri Velî/Dost Edinmesi
Düşmanlıkta Aşırı Gidilmemesi, Düşman Bir Toplumun Bir Gün Dost Olabileceği
Düşmanı Yakın Bir Dost Haline Getirmek İçin Güzel Tavır
Hadis-i Şeriflerde Velâyet/Dostluk.
Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
Velîliği Gerekli Olanlar
Velî Edinilmesi Yasak Olanlar
Velâyetin Siyasî Görüntüleri
Siyâsî Anlamda Velâyet-Kadın İlişkisi
Müslüman Olmayan Akrabalarla Dostluk ve İlişki
Evliyâullah / Allah'ın Velîleri Kimlerdir?.
Tasavvuf Etkisiyle Velî ve Evliyâ Kavramlarında Anlam Kayması
Tasavvuftaki Evliyâ Nasıl Bir Kişiliktir?.
Velî Kültü Velî kültünün kaynağı ve mâhiyeti
Velî Kavramıyla İlgili Bazı Tasavvufî Terimler Velî Kavramının Tasavvufî Yorumla Anlaşılmasına Yardımcı Olabilecek Bazı Tasavvufî Kavramlar
Abdal
Arâis-i Hak
Arbede
Ârif
Atılan ok geri dönmez
Azrâ
Bed duâ
Bekçi
Beşler
Bî-reng
Büdelâ
Cihad
Çaput
Çarpmak
Derviş
Destur
Dörtler
Efendi
Efrâd
Eren
Evliyâ
Evliyâiye
Evtâd
Fal
Fenâ fillâh
Fenâ fişşeyh
Feyz
Firâset
Gavs
Gayb erenler
Habîbiye
Hâce, hâcegân
Hâcib-i Hak
Hâtemu'l-Evliyâ
Hatm-i Hâce
Hayâl
Hayzu'r-ricâl
Hıfz
Himmet
Hulûl
Hulûliye
Hurriyye
İlhâm
İmâmân
İnhinâ
İnsân-ı Kâmil
İrfân
İhvân
İstiğâse
İstimdâd
Istişfâ'
İşrâf
Keşf
Kırklar
Kıtmîr
Kutb (kutub)
Meded
Mürid
Mürşid
Nâz
Nazar
Niyâz
Nübüvvet
Nücebâ
Nükabâ
Pîr