Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kur'an'da Cehennem Tabloları

Kur

Kur'an'da Cehennem Tabloları

Yüce Rabbimiz,
Kur'an-ı Kerim'de cehennem ve cennet hayatını idraklerimize yaklaştırarak bütün
ayrıntılarıyla bildirmektedir. Bu açıklamalar o derece canlıdır ki, bazen de
ruhun etkileneceği şekilde tablolaştırılır ve seslendirilir. İslam nizamına
inanmayan ve bu Hak düzeni yaşamayanların atılacakları cehennemin azabını ve bu
azabın kalplere korku salan dehşetini ayetlerden izleyelim:
"Cehennem o
azgınların hepsinin buluşma yeridir. Onun yedi kapısı vardır. Her kapıdan
onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır." (Hıcr:
15/43-44)
Dünya hayatında
da o azgınlar hep aynı yerlerde buluşurlardı. Şeytanın süslü gösterdiği
batakhanelerde, eğlence yerlerinde. Orada da aynı yerde buluşurlar. O cehennemin
yedi kapısından her biri, başka bir koğuşa açılır. Her kapıya o azgınlardan bir
miktar, nasıl olduklarına ve ne yaptıklarına göre, bölünüp ayrılmışlardır.
Herkes konulduğu koğuşta cefa çeker.
"Zaten onlar
kıyamet saatini de yalanladılar. O saatin geleceğini yalanlayanlara çılgın
alevli bir ateş hazırlamışızdır. Bu ateş onlara uzak bir yerden gözükünce, onun
kaynamasını ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir
yerden atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler. 'Bir kere yok olmayı
değil; bir çok defa yok olmayı isteyin' denir. De ki 'Bu mu iyidir, yoksa ebedî
cennet mi daha iyidir?" (Furkan: 25/11-15)

Cehennemin
homurtusu ve uğultusu; kızdırılmış ve sinirlenmiş bir canavarın sağa sola
saldırmaya hazırlanışını andırıyor. Haydi yaklaşın bakalım! Böylesi bir
canavarın önüne atılan avın halini bir düşünelim! Aynı şekilde cehenneme
atılanların, cehennemin uğultusuna karışan, bitmek tükenmek bilmeyen feryatları...
Sonsuza dek...
"O
(cehennem) ne geri bırakır, ne de azaptan vazgeçer, insanın derisini kavurur."
(Müddessir: 74/28-29)
Adiy bin Hatem
(r.a.)'den Rasulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ateşten
korununuz!" Râvi: "Rasulullah sanki ateşe bakıyor gibi cehennemden çekindi"
dedi. Sonra böyle buyurdu. Sonra üç defa sakınıp yüzünü çevirdi. Hatta biz,
cehenneme bakıyor zannettik. Sonra: "Yarım hurma ile de olsa ateşten
korununuz: Onu da bulamayan güzel bir söz (söylemek)le (korunsun)" buyurdu.[1]

Bir defasında
Peygamberimiz, gülen bir topluluğa uğradı da: "Aranızda cennet ve cehennem
anılırken gülüyorsunuz ha?!" buyurdu. Artık bu kimselerden hiç biri
ölünceye kadar gülerken görülmedi.

"Ayetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında azabı
tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, hakimdir."
(Nisâ: 4/56)
"İşte
Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O'nu inkâr edenlere, ateşten
elbiseler kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de bununla
karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada,
uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defasında oraya geri
çevrilirler. 'Yakıcı azabı tadın' denir." (Hac:
22/19-22)
"Allah,
şüphesiz kâfirlere lânet etmiş ve onlara içinde sonsuz olarak temelli
kalacakları çılgın alevli cehennemi hazırlamıştır. Onlar bir dost ve yardımcı
bulamazlar. Yüzleri ateşte çevrildiği gün: 'Keşke Allah'a itaat etseydik, keşke
Peygamber'e itaat etseydik!' derler. 'Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve
büyüklerimize itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz!
Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lânete uğrat' derler."
(Ahzab, 64-68)
Çılgın alevli
bir ateş, "imdat" diyerek yardım isteyecekleri hiçbir dost ve yardımcı yok.
Böyle bir pozisyonda birileri ateşte evire çevire pişiriliyor. Tıpkı şişlere
takılmış etlerin ateşte çevrilerek pişirilmesi gibi. "Yüzleri ateşte
çevrildikleri gün..." Ve ardından faydası olmayan pişmanlık feryatları.
"Rabbimiz biz Sana ve Rasülüne itaat edeceğimize, yönetici ve büyüklerimize
itaat etmiştik, onları razı etmeye çalışmıştık..." Kendilerinin bu
duruma düşmesine sebep olan yönetici ve büyüklere öyle öfkelenmişler ki,
Rablerinden onlara iki kat azap talebinde bulunuyorlar, onlara lânet
edilmesinin, yüreklerine su serpeceğine inanıyorlar.

"Tâğîlere/azgınlara kötü bir gelecek vardır. Onlar için cehennemde bir döşek
vardır, orası ne kötü döşektir." (Sâd: 38/55-56)

"Kitapları
soldan verilenler; ne yazık o sol ashabına! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık
ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde
bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce dünyada nimet içinde bulunurlar iken, büyük
günah işlemekte direnir dururlardı." (Vâkıa:
56/41-45)
Hava kavurucu
sıcaktır. İnsanın derilerinin gözeneklerine işler ve vücutları kavurur.
Su ise, son derece sıcaktır, ne serinletir ne de susuzluğu
giderir. Orada bir gölge vardır. Kara dumandan bir gölge. Görünce çok
sevinirler. Serinlemek için oraya doğru koşarlar. Fakat yakıcı, yalayıcı
ve boğucu bir gölge olduğunu görünce müthiş bir hayal kırıklığı. Psikolojik
azap. Azap içinde azap. Şüphe yok ki bu, alay ve eğlence manasıyla gölgedir. Bir
gölge ki ne serinletir ve ne fayda verir. Şımarıklara bu sıkıntı ne acıdır.

"Onlar için
cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zalimleri böyle
cezalandırırız." (A'râf: 7/41)
Cehennem bir
yatakhane gibi hazırlanmış. Konuklarının altına ateşten bir döşek, üstlerine
ateşten bir yorgan ve başlarının altına ateşten bir yastık. Yatakhane, döşek,
yorgan denilince insanın aklına istirahat, uyumak ve tatlı rüyalar gibi güzel
şeyler gelir. Fakat böyle güzel şeyler düşman başına. Tabii yine aşağılayıcı
alay sahnesi.
"Yakıcı
ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan içirilirler. Beslemeyen, açlığı
gidermeyen kötü kokulu bir dikenden başka yiyecekleri yoktur."
(Ğâşiye: 88/4-7)
Cehennem
konuklarının altına minderleri, yatakları serilmişti. Tabii hava çok sıcak
olunca hemen içecek bir şeyler ikram edilir. Meşrubatlar gelir, fakat o da ne,
fokur fokur kaynıyor. Ardından konuklara yemek ikram edilir. Öyle bir yemek ki
insanın boğazında durunca ne ileri gider ne geri çıkar. İnsana boğulma anını
sürekli yaşatır. Dikenli olduğu için boğazı da parçalamış ve oraya takılmış
duruyor. Yiyenlerin açlığını da gidermiyor. Ne ağırlama!
"Sonra siz
ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu zakkum ağacından yiyeceksiniz, karınlarınızı
onunla dolduracaksınız." (Vâkıa: 56/51-53)

Peygamberimiz:
"Ey iman edenler, Allah'tan hakkıyla korkun ve ancak müslümanlar olarak can
verin." (Âl-i İmran: 3/102) ayetini okudu ve şöyle buyurdu:
"Zakkumdan
bir damla dünya yurduna damlatılsa, dünyadakilerin yiyeceklerini acıtırdı. Öyle
ise yiyeceği zakkum olan kimsenin hali nasıl olur?"[2]

"Cehennem
halkı, cennet halkına: 'Bize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan
gönderin' diye seslenir, onlar da; 'Doğrusu Allah dinlerini oyun ve eğlenceye
alan, dünya hayatına aldanan inkârcılara ikisini de haram etmiştir' derler. Bu
günle karşılaşacaklarını unuttukları, ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri
gibi biz de onları unutuyoruz." (A'râf: 7/50-51)

Öteki dünyada
unutulmamak için burada Allah'ı unutmamak ve sonu ateş olan işlerden kaçınmak
gerekiyor. Şu dünyanın yaz sıcaklarında güneş altında durmaktan kaçınan insanın,
cehennem sıcağına nasıl dayanacağının muhasebesini yapması gerekir.[3]

"Allah'ın
Rasülü'ne muhalefet etmek için (cihaddan) geri kalanlar, (sefere çıkmayıp)
oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi
çirkin gördüler; 'bu sıcakta sefere çıkmayın' dediler. De ki: 'Cehennem ateşi
daha sıcaktır!' Keşke anlasalardı! Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak
az gülsünler, çok ağlasınlar!" (Tevbe: 9/81-82)

"Kitabı
solundan verilmiş olana gelince; o, 'keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de,
Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi!
Malım bana fayda sağlamadı. Saltanatım (gücüm ve belgelerim) da benden ayrılarak
yok olup gitti. (Böyle kimse hakkında, görevli cehennem bekçilerine şu
ilâhî buyrukla hitap edilir:) Onu yakalayın da (ellerini boynuna)
bağlayın; Sonra alevli ateşe atın onu! Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir
zincire sarın! Çünkü o, ulu Allah'a iman etmezdi. Yoksulu doyurmaya (kendi
yanaşmadığı gibi, başkalarını da) teşvik etmezdi. Bu sebeple, bugün burada onun
herhangi bir candan dostu yoktur. Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka
yiyeceği de yoktur." (Hakka: 69/25-37)
Amel
defterlerini sollarından alanlar okurla kitaplarını. Okudukça renkleri gider.
İçlerini bir haşyet ve pişmanlık ateşi kaplar. Bir taraftan kapkara bir geçmişi
okur, bir taraftan hatırlar yaptıklarını; sevap hanesinde bir şeyin olmadığını,
öbür tarafta ise isyan, fücur ve tuğyanla dolu amellerini görür. Mücrimler o
zaman bolluğun ve darlığın bir imtihan, gerçek hayatın ise ahiret hayatı
olduğunu anlarlar. Dünya hayatını gerektirdiği gibi kullanamadıklarını,
emanetlere ihanet ettiklerini hatırlarlar. Ama ne yazık ki, vakit çok geçmiştir.
Bu ceza gününde hatırlamanın ve pişmanlık duymanın bir faydası yoktur. Sadece;
dünya hayatında, amel yurdunda, fırsatların geçmesine yanmaktan başka bir şey
gelmez ellerinden.
"O gün,
gerçek hükümdarlık Rahman'ındır. İnkârcılar için yaman bir gündür o. O gün,
zalim kimse iki elini ısırarak; 'ne olurdu ben de Peygamberlerle beraber bir yol
tutsaydım' diyecektir. 'Vay başıma gelene! Keşke falancayı veli (dost ve lider)
edinmeseydim. Andolsun ki bana gelen Kur'an'dan o saptırdı beni. Şeytan insanı
yapayalnız ve yardımcısız bırakıyor. Nebî de: 'Ya Rabbim, kavmim, bu Kur'an'ı
mehcur/terkedilmiş bıraktılar (buna iltifat etmediler, inananları da buna
gelmekten alıkoydular) demiştir." (Furkan: 25/26-30)

Kendilerine
gelen Rasule ve Kur'an'a bîgâne kalanların karşılaştıkları pişmanlık,
kendilerini yiyip bitirir. Kur'an'ı terkeden, ona Rahman'ın tüm insanlığın hayat
nizamı ve düsturları, esenliğe götüren hidayet rehberi olarak değil; sıradan
yazılan bir kitapmış gibi bakanların, ona yabancı kalanların, onu bırakıp beşerî
ideoloji ve kanunlara sarılanların içerisine düştükleri pişmanlık ve hasret
böyle tasvir ediliyor. Sonlarının korkunçluğunu gören, hassasiyet ve
duyarlılıktan yoksun olarak yaşamış insanlar farkında olmadan iki ellerini
birden ısırırlar. Akılları başlarına gelmiş, dehşet etraflarını sarmıştır. Ama
bugün yapılacak bir şey yoktur artık.
"Onların,
ateşin başında durdurulmuş iken: 'Ahh ne olurdu keşke biz (dünyaya) geri
çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık, iman edenlerden
olsaydık' dediklerini bir görsen!" (En'âm: 6/27)

Ellerine
geçirmiş oldukları güçle, haksız yere mal toplayıp biriktiren, insanlara
zulmeden mütekebbirler, Karunların, tağutların ve onlara yardakçılık yapıp,
onları yaşatanların, tuğyanın bizatihi Allah'ın dinine karşı galebesi için
müslümanlara savaş açan pis sürüngenlerin acı sonu böyle ifade ediliyor.
Ellerine geçirdikleri saltanatın biteviye devam edeceğini zannediyorlardı. Bugün
ümitsizlik, hasret ve zillet içerisinde, yaptıkları zulmün, katliamın ve
haksızlığın, şerri ayakta tutmanın karşılığını göreceklerdir. Allah dâvâsının
erlerini mağlup etmek için zalimlerin yanında yer aldıklarına, onlara itaat
ettiklerine pişman olacaklardır. Kendilerini yüceltip, takdis ettikleri erkânın
da aynı akıbette, güçsüz, hakir, aşağılanmış halini görünce pişmanlıkları daha
da artacaktır. Mala ve mülke, saltanat ve dünyaya olan sevgisini ve zaafiyetini
aşamayıp kullara kul olanlar hasretler içerisine yanmaya mahkûm olacaklardır.[4]
"İtaat
edilenler (kendilerine) itaat edenlerden uzak durdular; azabı gördüler,
aralarındaki bağlar kesildi. İtaat edenler, şöyle dediler: 'Ah keşke bir daha
dünyaya dönmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların bizden uzak durdukları gibi biz
de onlardan uzak dursaydık.' Böylece Allah, onlara işledikleri bütün fiilleri
hasretler (pişmanlık ve üzüntüler kaynağı olarak) gösterecektir."
(Bakara: 2/166-167)
"Elleri
boyunlarına bağlı olarak dar bir yerden atıldıkları zaman orada yok olup gitmeyi
isterler." (Furkan: 25/13)
O gün yok olup
gitmek de aranıp ele geçmeyen bir arzudur. Bu tâkat götürmez sıkıntıdan
kurtulmanın biricik yolu yok olup gitmektir. Ama, işte onların isteklerine karşı
verilen cevap:
"Bir kere
değil, birçok kereler yok olmayı isteyin." (Furkan:
25/14)
"Yüzleri
ateşte (pişirilip) çevrildiği gün derler ki; 'eyvah bize keşke Allah'a ve
Rasülü'ne itaat etseydik" (Ahzâb: 33/66)
"Bir zaman
gelir ki, inkâr edenler, 'keşke müslüman olsaydık' diye arzu ederler."
(Ahzâb: 33/66)
"Ateşe
sürüldükleri zaman; 'keşke dünyaya bir daha döndürülsek de, Rabbimizin
ayetlerini inkâr etmeyip iman edenlerden olsak' dediklerini bir görsen. Hayır,
evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar.
Eğer geri dönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Çünkü
onlar şüphesiz yalancıdırlar." (En'âm: 6/27-28)

"O gün kişi,
ellerinin (yapıp) öne sürdüğü işlere bakar ve kâfir: 'Keşke ben toprak
olsaydım' der." (Nebe': 78/40).
"Cehennem,
(kendisine atılacaklara) uzak bir yerden gözükünce, onlar, onun kaynamasını ve
uğultusunu işitirler." (Furkan: 25/16)
İşitirler de
tam bir nedâmet ve hüsran içerisinde şöyle vahlanırlar:
"... Keşke
ölüm kati olaydı (da bir daha dirilmeyeydim) Malım bana fayda vermedi, gücüm de
kalmadı."
Allah da ilgili
meleklere şöyle buyurur:
"Onu tutun,
bağlayın. Sonra da cehenneme yaslayın." (Hakka: 69/27-31)
İnkârcı ve
isyancı kullar cehenneme atıldığında; azap onları kuşatacak:
"... Azap,
onları tepelerinden ve ayakları altından saracak."
(Ankebut: 29/55)
"İşte siz,
ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu bu zakkum ağacından yiyeceksiniz,
karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Onun üzerine (erimiş maden tortusu gibi)
kaynar su içeceksiniz. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi
içeceksiniz." (Vâkıa: 56/51-56)
"Bu içki, ne
fena bir içki ve bu ateş de ne kötü konaklama yeridir."
(Kehf: 18/29)
Tabiidir ki,
azap görenler, bu korkunç acıdan kurtulmak, ızdırabı ölümden daha ağır olan
cehennemden çıkmak isterler; ama nafile:
"Oradan her
çıkmak istedikçe, yine o ateş içine döndürülürler ve onlara: 'tadın bakalım
yalanlayıp durduğunuz o ateşin azabını' denilir."
(Secde: 32/20)
Çaresizlik
içinde bunalırlar da ilgili meleklere iltica ederler:
"Ateşte
olanlar, cehennem bekçilerine: 'Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün
azabımızı hafifletsin' derler. Cehennem bekçileri de şöyle söyler: 'Size
peygamberleriniz belgelerle gelmemiş miydi?' 'Evet, gelmişti.' 'O halde kendiniz
yalvarın. Ancak inkârcıların yalvarışı boşunadır."
(Mü'min: 40/49-50)
Cehennem
azabını çekenler, hiçbir dostun ve hiçbir yardımcının olmadığını anlarlar da
Allah'a yönelirler ve şöyle yalvarırlar:
"Rabbimiz!
Bizi, azgınlığımız yenmişti; sapık bir toplum olmuştuk. Rabbimiz! Bizi buradan
çıkar. Eğer (Seni inkâra ve Senin düzenine isyana) dönersek, artık şüphesiz biz
zulmetmiş oluruz.' (Allah da) buyurur ki: Alçaldıkça alçalın, sinin orada! Bana
karşı konuşup mazeret beyan etmeyin. Zira kullarımdan bir zümre: 'Rabbimiz! Biz
iman ettik; öyle ise bizi affet; bize acı! Sen merhametlilerin en iyisisin,
demişlerdi. İşte siz onları alaya aldınız; sonunda onlar (ile alay etmeniz) size
beni hatırlatmayı unutturdu, siz onlara gülüyordunuz."
(Mü'minun: 23/106-110)
"İnkâr
edenlere cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da
onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz, küfürde ileri giden her nankörü
böyle cezalandırırız. Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın
yerine salih amel yapalım, diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin
düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı (peygamber) de gelmişti.
Artık tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı olmaz."
(Fâtır: 35/36-37)
"O
(cehennem), insanlık için sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler
için, gerçekten pek büyük bir uyarıcıdır. Her nefis, kazandığına
(yaptığına) karşılık bir rehindir; ancak (hesap dtefteri/karnesi) sağ yanından
verilenler başka; Onlar, cennetler içindedir. Günahkârlara), 'Sizi şu
Sakar'a/yakıcı ateşe sokan nedir?' diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle
cevap verirler: 'Biz namazımızı kılmıyorduk, yoksulu doyurmuyorduk, (bâtıla)
dalanlarla birlikte dalıyorduk. Din/ceza gününü de yalan sayıyorduk. Nihayet (bu
haldeyken) bize ölüm gelip çattı. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda
vermez. Böyle iken bunlara ne oluyor ki, âdetâ arslandan ürküp kaçan yaban
eşekleri gibi (hâlâ) öğütten yüz çeviriyorlar? Güya onlardan her biri, kendisine
(önünde) açılmış sayfalar (ilahî vahiy) verilmesini istiyor. Elbette olacak şey
değil! Aslında onlar, ahiretten korkmuyorlar. Ama bu, gerçekten bir ikazdır!
Dileyen onu (düşünür) öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt
almazlar. Kendisinden sakınılması gereken O'dur; kendisine bağışlamak yaraşan
da." (Müddessir: 74/35-56)
"Kim Allah'a
ve Rasülü'ne karşı gelirse, bilsin ki ona (kendisi gibilerle birlikte) içinde
ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır." (Cin:
72/23)
"Kitabı sol
tarafından verilene gelince; o, 'keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de,
hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi!
Malım bana hiç fayda sağlamadı. Saltanatım (gücüm ve belgelerim) da benden
(koptu,) yok olup gitti. (Böyle kimse hakkında görevli cehennem bekçilerine şu
ilahî buyrukla hitap edilir:) Onu yakalayın; (ellerini boynuna) bağlayın; sonra
alevli ateşe atın onu! Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire sarın!
Çünkü o, ulu Allah'a iman etmezdi. Yoksulu doyurmaya (kendi yanaşmadığı gibi,
başkalarını da) teşvik etmezdi. Bu sebeple, bugün burada onun herhangi bir
candan dostu yoktur. Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka yiyeceği de
yoktur." (Hakka: 69/25-37)[5]




[1]
Buhâri, Müslim.


[2]
Tirmizi, Nesai, İbn Mâce.


[3] Ahiret
Bilinci, H. Eker, s. 67 ve devamı.


[4]
Ahiret Bilinci, H. Özhazar,
121 ve devamı.


[5]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.