Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

l) Dua, Ruhun Gıdası ve İlâcıdır

l

l) Dua, Ruhun Gıdası ve İlâcıdır

Dua; keyfiyetine, şiddetine ve
güçlü söylenişine bağlı olarak ruh ve cismimizi etkiler. Dua eden çehrelerde
önceleri var olan vurdumduymazlık, eksiklik, kıskançlık ve kötülük duyguları;
yerlerini iyiliğe, başkalarına yardım etmeye, hayırlarını istemeye terk eder.
Dua ortamında insan, kendini olduğu gibi görür. Hırsını, hatalarını, yanlış
düşüncelerini, kibir ve gururunu belirleyerek ahlâkî görevlerini yerine
getirmeye hazır bir duruma ulaşır.
Gerek ihtiyaçlar ve hatalar
sebebiyle Allah'a başvurmak, gerekse nimetleri sebebiyle O'nu hatırlamak ve
anmak kişide psikolojik bakımdan bir rahatlık, huzur ve mutluluk doğurduğu gibi,
ahlâkî arınmaya ve yücelmeye de yol açmakta, gelişim safhalarındaki takılma ve
sapmaların önlenmesinde ve şahsiyetin tamamlanmasında yapıcı bir fonksiyon icra
etmektedir. Duanın en güzel faydalarından biri de Allah inancının kalplerde
kökleşmesini sağlamasıdır.
Dua bir yükseliştir. Her dua
ruhtan bir filizin yeşermesi, boy sürmesidir. Dua, fâni maddeden mana
sonsuzluğuna doğru bir sıçrayıştır. Dua, hesaplaşma ile birlikte ruhun nur
denizlerinde yıkanmasıdır; temizlenmesi ve güçlenmesidir. Dua, bir yeniden
doğuştur. Dua, sessiz inilti, gürültüsüz feryattır. Dua, en manalı sessizliktir.[1]
İnsanın ilâh edindiği varlıkta
aradığı vasıflardan biri de, onunla bir münâcaat gerçekleştirebilmektir.
İnsanın, en mahrem bir şekilde kendisini açacağı varlık, Allah'tır. Hiç kimseye
söyleyemediğini O'na söyler. Ancak gaye, sadece "açılmak"tan ibaret tek taraflı
bir konuşma sürdürmek değil; karşıdakinden cevaplar, mutmainlikler, feyizler de
alabilmektir. Böylece sıbğa (fıtrat, boya)sının özlemini gideren, ebedîlik
karışık bir sohbete, fâni dünyada nâil olmaktır. Allah, O'dur ki, insanın
diliyle yaptığı duaları işitir. Diliyle yapmasa bile, haliyle ifade ettiğini
bilir. Hatta kalbinin en derin köşelerinde yatan arzularına da muttalî olur ve
bütün bunların gereğini yerine getirebilir.
Allah, kulunun dua etmesini
ister; bunu yapmazsa kendisine değer vermeyeceğini bildirir.[2]
Kendisini unutmuş, yabancı ellere düşmüş olanların hidâyete ermeleri için,
"yalvarsınlar diye" musibetler gönderir.[3]
"Beni çağırın, Bana dua ederek benden isteyin, duanıza icabet edeyim."
der (Mü'min: 40/60). "İçten yalvararak, gizli gizli Rabbinize niyaz edin, O
duada aşırı gidenleri sevmez." (A'râf: 7/55). Hikmeti gerektirirse, kulunun
faydasına göre istenileni verir.[4]
Kur'an, makbul kulların dua
etmeleri üzerine Allah'ın, onların dileklerini gerçekleştirmiş olmasının
örnekleriyle doludur. Hz. İbrahim'in Mekke hakkındaki duası[5];
yaşı geçkin olduğu halde ona oğul vermesi[6];
Hz. Zekeriya'nın böyle bir dileğini yerine getirmesi[7];
Hz. Mûsâ'nın Firavun aleyhindeki duası[8];
Hz. Eyyub'un duası[9];
Hz. Muhammed'in (s.a.s.) ve mü'minlerin duaları[10]
vb. Allah'ın çaresiz kalana icabet ettiğini insanlar, hatta müşrikler bildikleri
için, mecbur kalınca O'na yalvarırlar.
Kur'an, insanlardaki bu
özelliği, çarpıcı tablolarla sergilemektedir. Dehşetlerin kendisini kuşattığı
anda kalbine ve aklına bulaşmış olan pisliklerden insan sıyrılır ve Allah'ın
kendisi üzerine yarattığı fıtratı, asâletiyle ortaya çıkar. Öyle anlarda insan;
sığınağının, koruyucusunun yalnız Allah olduğunu, muhâkemesiz olarak şimşek
hızıyla çakan bir sezgiyle farkeder, âdeta bir refleksle O'na yalvarır. Etkisine
mâruz kaldığı şokun âni tesiriyle bir bellek kaybına uğramışçasına, koştuğu
bütün ortakları unutmuştur. Fakat unutkan ve nankör insan, felâketi atlatınca
"daha önce sızlanan, yakaran kendisi değilmiş gibi"[11]
döner, bu kere de Allah'ı unutur.
Sıkıntıların parlattığı fıtrat,
hevâ ve hevesin zulüm ve taşkınlıklarıyla yeniden kirlenir. Ancak, Allah'a
verdikleri ahde sâdık kalan mü'minler değişmezler. Kur'an'ın birçok âyeti,
anlattığımız özellikleri tasvir eder.[12]
"Bir fırtına çıkıp onları
her taraftan dalgaların sardığı, çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise,
Allah'ın dinine sarılarak, 'Bizi bu tehlikeden kurtarırsan, and olsun ki,
şükredenlerden oluruz.' diye gönülden O'na yalvarırlar. Allah onları kurtarınca
hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Dünya hayatı
boyunca yaptığınız taşkınlık, sadece kendi aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz
Bizedir. Yaptıklarınızı size gösteririz." (10/Yûnus, 22-23) Bâtıl ve uydurma
tanrılar, tapanların kendilerinden beklediği en önemli özelliklerden olan
icâbetten (duâyı kabul ederek, dileği yerine getirmekten) de mahrumdurlar.
"Kendisine kıyâmet gününe kadar icâbet etmeyecek, Allah'tan başka şeylere
yalvarandan daha sapık kim olabilir? Çünkü yalvardıkları şeyler,
yalvarışlarından habersizdirler." (46/Ahkaf, 5)[13]



[1]
Hasan Eker, Dua Bilinci, Denge Y. s.
13-15.



[2] Furkan:
25/77.


[3] A'râf:
7/64.


[4]
Bakara: 2/216; En'âm: 6/41; İsrâ: 17/11.


[5]
İbrâhim: 14/35-41.


[6] Saffât:
37/100-101.


[7]
Meryem: 19/2-6.


[8] Yûnus:
10/88.


[9] Sâd:
38/41.


[10] İsrâ:
17/80; Enfâl: 8/8, 9.


[11]
Yûnus: 10/12.


[12] En'âm:
6/40-41, 63, 64; Yûnus: 10/12, 21, 22, 23; İsrâ: 17/67; Ankebût: 29/65;
Lokman: 31/32.


[13] S.
Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyet, s. 319-320; Ahmet Kalkan, Kur'an Kavramları.