Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Başkalarına İyiliği Emredip Kendisini Unutmak .

Başkalarına İyiliği Emredip Kendisini Unutmak

Başkalarına
İyiliği Emredip Kendisini Unutmak

Bu konudaki âyet ve sahih hadislerin lafızları,
ma'rûf ve münkeri tanıyıp bunların her birisinin gerektirdiği görevi yerine
getirmenin vücûbunu bilen bir kimsenin, bildiğinin ve emrettiğinin aksine
davranışından dolayı, bunları bilmeyen bir kimseye göre cezasının daha ağır
olacağını göstermektedir. Çünkü o bu şekilde Yüce Allah'ın yasaklarını
küçümsüyor, hükümlerini hafife alıyor gibidir. Ve böyle bir kimse kendi
bilgisiyle yararlanamayan kimsedir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
?Kıyamet gününde azabı insanlar arasında en çetin olacak kimse Yüce Allah'ın
kendisini bilgisiyle faydalandırmadığı ilim adamı olacaktır.? (İbn Mâce,
Sünen; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid I/185)

Kötülük yaparken iyiliği tavsiye etmek yasak
mıdır? Hayır. Burada yasaklanan, kötülük yaparken iyiliği emretmek değil;
iyilikle emrederken kötülük yapmaya devam etmektir. Yani, "siz iyiliği
emrediyorsunuz, güzel; o halde kötülüğü de terkedin, emrettiğiniz o iyiliği
kendiniz de yapın" denmektedir.

"Siz Kitab'ı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz)
halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı
kullanmıyor musunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız?"
(2/Bakara, 44) Ayette geçen birr (iyilik) den kasıt, itaat ve sâlih ameldir.
Âyette geçen "kendinizi unutur musunuz?" buyruğundan kasıt, "kendinizi
terkeder, o halde bırakır mısınız?" demektir. Unutmak, terketmek anlamına da
gelir ve burada kasıt budur. Allah'ın: "Onlar Allah'ı unuttular, Allah da
onları unuttu." (9/Tevbe, 68) âyetinde unutmak da hatırlamanın ve bellemenin
zıddı anlamındadır.

Seyyid Kutub, bu âyetin tefsirinde şunları
söyler: Kur'an'ın bu hükmü, başlangıçta her ne kadar İsrâiloğullarında görülen
hâdiseler üzerine nâzil olmuş idiyse de bütün insanlığa ve özellikle din
âlimlerine hitap edişi bakımından bu ebedî tebliğat yalnız bir nesle veya bir
kavme münhasır değildir. Din, sıcak bir ruh ve müdâfaa edilen bir itikad
olmaktan çıkarılıp, sanat ve ticaret haline getirilirse din adamları tehlikeli
bir âfet olur. Bu tip din adamları, inanmadıkları şeyleri dilleriyle söylerler.
Ve hayrı emrettikleri halde kendileri yapmazlar. İyiliğe çağırdıkları halde
kendileri iyilikten kaçarlar. İlâhî kelâmın aslını ya da anlamını değiştirip
tahrif ederler. Allah'ın kat'i hükümlerini birtakım menfaat ve arzulara göre
te'vil ederler. Yahudi hahamlarının yaptığı gibi, dıştan İlâhî hükümlere uyar
görünüp, diğer taraftan devlet adamlarını ve zenginleri memnun etmek için din
hakikatleriyle bağdaşmayan fetvâlar verirler.

İyiliğe dâvet edip de iyilikten kaçınmak, sadece
dâvâ adamlarında değil, bizzat dâvânın kendisinde şek ve şüphe âfetlerinin
belirmesine sebep olur. Zaten umumî efkârı/kamuoyunu karıştıran ve kalpleri
şüpheye düşüren de budur. Zira halk bir kimseden güzel söz işitir de çirkin
fiiller müşâhede ederse, söz ile iş arasındaki bu ayrılıktan tereddüte kapılarak
itikadın ruhlarında alevlendirdiği meşaleler söner. İmanın kalplere serptiği
nurlar kaybolur. Din dâvetçilerine olan itimatlarını yitirdikten sonra artık
dine de bağlılıkları kalmaz.
Söz ne kadar
heyecanlı, ne kadar câzip ve edebî olursa olsun, inanan bir kalpten gelmedikçe
sönüklükten kurtulamaz; ölüdür, muhâtabına tesir edemez. Bir
insan ağzından çıkan sözün canlı bir nümunesi/örneği olmadıkça, söylediğinin
hakiki temsilcisi sayılamaz. Bu kimseye itimad eden de bulunmaz. Ancak bu
hallerden kurtulup, içi ile dışı bir olduğu takdirde, sözler parlak, kelimeler
câzip olmasa da, halkın imanı ve güveni temin edilebilir. Zira o zaman kelimeler
kuvvetini nağmelerden değil; bizzat hakikatlerden alır. Sözün güzelliği
parlaklığından değil; sadakatinden ötürüdür. Ancak bu takdirde söz, canlı bir
enerji kaynağı haline gelir. Artık o, bizzat gerçeğin ifadesidir. Söz ile
hareket, akide ile ahlâk arasındaki mutâbakatı (uyumu) sağlamak kolay değildir.
Bu, sadâkatle çalışmayı, O'ndan medet dilemeyi ve O'nun hidayet kaynağı olan
hakikatlerden yardım istemeyi gerektirir. Hayatın zaruretleri ve mecburiyetleri
çok kere fert ile itikadının arasını açar. Hayatın karışıklığı imanın dâvet
ettiği yolu zorlaştırır. Fâni olan fert ne kadar kuvvetli olursa olsun, ebedî
olan kuvvete bağlanmadıkça zayıftır. Zira şerrin, tuğyânın ve sapıklığın kuvveti
(Allah'ın yardımı için gerekli sebeplere yapışılmadıkça) insanı mağlup etmeye
kâfidir." (19)

EMR-İ Bİ'L-MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER ..
Emr-i Bi'l-Ma'rûf ve Nehy-i Ani'l-Münker; Anlam ve Mâhiyeti
Ma'rûf Nedir? .
Münker
Din, Münkerleri Hoş Görmez
Kur'ân-ı Kerim'de Emr-i Bi'l-Ma'ruf
Hadis-i Şeriflerde Emr-i Bi'l-Ma'rûf
Tebliğ .
Tebliğ Görevi ve Tebliğ Metodu
Sanat ve Tebliğ .
Dâvet; Hakka Çağrı
Dâvetin Alanı
Dâvetin Metodu
Dâî/Dâvetçi
Vaaz .
Nasihat
Olumsuz Anlamıyla Nasihat
Din Nasihattır
İrşâd .
Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib .
Muhtesib .
Sözü, İnsanları Allah'a Çağırmakla Güzelleştirebiliriz .
Dâvet ve Tebliğ Usûlü .
Sözlerin En Güzeli Olan Kitap'ta ?En Güzel Söz? Diye Tanımlanan ?Dâvet?in Usûlü
Rasûlullah ve Güzel Söz
Tebliğcinin Meslekleri a- Tebliğci, doktor olmalıdır.
b- İtfaiyeci olmalıdır.
c- Cankurtaran olmalıdır.
d- Asker ve polis olmalıdır.
e- Hoca, vâiz, müezzzin, hatip, öğretmen olmalıdır.
f- Psikolog ve pedagog olmalıdır.
g- Aşçı ve garson olmalıdır.
h- Tiyatrocu, aktör olmalıdır.
i- Terzi olmalı.
j- Şoför olmalıdır.
k- Çiftçi, ziraatçı olmalıdır.
Başkalarına İyiliği Emredip Kendisini Unutmak .
Başkasına İyilikle Emredip Kendisini Unutmak Akılla Bağdaşmaz .
Örnek Olmak; Hâl Diliyle Emr-i Bi'l-Ma'rûf
Peygamberlerin ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Özlerinin Sözlerine Uygunluğu .
İlim, Başkalarına Aktarmak İçin Değil; Öncelikle Yaşamak İçin  Öğrenilmelidir
Emr-i Bi'l-Ma'rûf, Muhatâpları Kurtarmasa Bile, Yerine Getirenleri Kurtarır
İyiliği Emretmek Konusunda Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar