Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
ESMÂU'L-HÜSNÂ VE ESMÂU'L-HÜSNÂ'DAN SELBİN NEFYEDİLMESİ
ESMÂU 
 
ESMÂU'L-HÜSNÂ 
VE 
 
ESMÂU'L-HÜSNÂ'DAN SELBİN NEFYEDİLMESİ 
 
Selbî sıfatlar,[1] 
yüce Allah'ın sıfatlarına dahil olmazlar. Ancak subûtu[2] 
içerenler bunun dışındadır. Mesela, Ahad, Ulûhiyyet'te ve Rubûbiyyet'te bir 
olmayı içermektedir. es-Selâm kemaline zıt olan tüm noksanlıklardan berî 
olmasını kapsamaktadır. Yüce Allah'ın Zatından subûtu içeren selb ile haber 
vermek aynı şekildedir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 
 
 
 
?O'nu ne bir uyuklama nede uyku tutar? 
(Bakara, 
 
2/255.) 
 
Bu, âyet hayatının ve Kayyûm olmanın kemalini içermektedir. Yine yüce Allah konu 
ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: 
 
?Bize hiçbir yorgunluk çökmedi? 
(Kâf, 
 
50/38.) 
 
Bu âyette kudretinin kemalini içermektedir. Yine yüce Allah bu konu ile ilgili 
olarak şöyle buyurmaktadır: 
 
 ?Ne 
yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabb'inden uzak (ve gizli) kalmaz? 
(Yûnus,10/61.) 
 
Bu da, ilminin kemalini içermektedir. Yine yüce Allah bu konuda şöyle 
buyurmaktadır: 
 
?Doğurmadı ve doğrulmadı? 
(İhlâs, 
 
112/3) 
 
Bu âyet, Samed olmasını ve zenginliğini içermektedir. Yine yüce Allah şöyle 
buyurmaktadır: 
 
?O'nun hiçbir dengi yoktur? 
(İhlâs, 
 
112/4) 
 
Bu da, kemâl olmada tek olduğunu ve hiçbir denginin, benzerinin olmadığını 
içermektedir. Yine yüce Allah konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: 
 
?Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her 
şeyden haberdar olandır? 
(Enâm, 
 
6/103.) 
 
Bu âyeti kerimede azametini ve her hangi birinin O'nu kuşatacak bir görüşle 
idrak etmesinden yüce olduğunu kapsamaktadır. Bu, yüce Allah'ın Zatını 
sıfatlandırdığı selbî haberlerin tamamı hakkında genel durumdur. 
 
Burada bazı maddelerin bilinmesi gerekir. 
 
1. 
Yüce Allah'ın Zatından haber verme konusu, yüce Allah'ın isimleri ve 
sıfatları konusuna girenlerden daha geniş değildir. Şey, Mevcut ve Zatıyla Kaim 
gibi. Bunlar, Esmâu'l-Hüsnâ'nın ve yüce sıfatların içerisine girmez. Çünkü 
bunlarla, sadece O'nun Zatından haber verilmektedir. 
 
2. 
Bir sıfat, hem kemâl manaya ve hem de noksan manaya geldiği zaman O'nun 
isimlendiği isimleri arasına mutlak olarak girmez. Bilakis onların kemâl 
olanlarıyla isimlenir. Bunlar da Mürîd, Sâni' ve Fâil gibidir. Bunlar ise 
isimlerinin arasına girmezler. Bundan dolayı isimlendirme esnasında mutlak Sâni' 
diye isimlendiren hata yapmıştır. O, dilediği her şeyi yapandır. Muhakkak ki 
irade ve fiil kemâl manaya da gelir noksan manaya da gelir. İşte bundan dolayı 
yüce Allah kendi Zatını, fiil ve haber olarak bunların en mükemmelleriyle 
isimlendirmiştir. 
 
3. 
Mukayyed bir fiilden mutlak isim türeterek yüce Allah'ın Zatından haber 
vermek gerekli değildir. Nitekim bazı son devir alimleri, Mudil (=saptıran), 
Fâtin (=imtihan eden) ve Mâkir (=tuzak kuran) gibi isimleri Esmâu'l-Hüsnâ'dan 
sayarak hata yapmışlardır. Yüce Allah, onların bu sözlerinden münezzehtir. Çünkü 
yüce Allah kendi Zatını bu isimlerden ancak özel ve muayyen olan fiillerle 
isimlendirmiştir. O fiillerin isimleriyle mutlak olarak isimlendirmek caiz 
değildir. Allah en iyi bilendir.[3] 
 
4. 
O'nun Esmâu'l-Hüsnâ'sı, özel isimleri ve sıfatlarıdır. Kulların 
sıfatlarının hilafına Esmâu'l-Hüsnâ ile vasıflanmak, o vasfın özel isim olmasına 
aykırı değildir. Çünkü kulların vasıfları müşterek olduğundan dolayı Yüce 
Allah'ın vasıflarının hilafına onlara özel isim olmaya aykırıdır. 
 
5. 
Yüce Allah'ın isimlerinden her bir isimde O'na delaletler vardır. Kimisi 
Zatına ve sıfatlarına delalet eder. Kimisi ikisinden birisinin içerdiklerine 
delalet eder. kimisi de O'ndan hiç ayrılmayan diğer sıfatlarına delalet eder. 
 
6. 
Yüce Allah'ın Esmâu'l-Hüsnâ'sı için iki itibar vardır. Biri Zatı yönünden 
itibar diğeri ise sıfatları yönünden itibardır. Birincisi eş anlamlıdır. 
İkincisi ise zıt anlamlıdır. 
 
7. 
 
İsimler ve sıfatlar konusunda yüce Allah'ın isimlenmesi, Tevkîfî'dir.[4] 
 
 Ve birde Tevkîfî olması gerekmeyen haberî isimlerle isimlenmesidir. Mesela, 
Kadîm, Şey, Mevcut ve Zatıyla Kaim olma gibi. Bu isimler, tevkîfî midir? yoksa 
işitildiği zaman reddedilmeyen isimlerin bazılarıyla O'nu isimlendirmek câiz 
midir?[5] 
meselesindeki ihtilaf, lafzidir. 
 
8. 
Yüce Allah bir isimle isimlendiği zaman o isimden, mastarın ve fiilin 
türemesi ve bununla yüce Allah'tan haber verilmesi caizdir. Örneğin, Semî, Basîr 
ve Kadîr isimlerinden türeyen Sem' (=işitmek), Basar (=görmek) ve Kudret (=güçlü 
olma) gibi. Şu âyetlerde olduğu gibi fiilleriyle O'ndan haber vermek caizdir: 
 
?Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü 
Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, 
bilendir? 
(Mücadele, 
 
58/1.) 
 
?Biz buna güç yetirmişizdir. Biz ne güzel güç yetirenleriz!? 
(Mürselât, 
 
77/23.) 
Bu ise eğer fiil muteaddî (=geçişli) olursa caizdir. Şayet lazimî (=geçişsiz) 
olursa bununla, O'ndan haber vermek caiz olmaz. Örneğin, Hayy gibi. Bilakis 
bunda isim ve masdarıyla isimlenir ancak fiil ile isimlenmez. Yani ?ha-yi-ye? 
denmez. 
 
9. 
 Yüce Allah'ın fiilleri isimlerinden ve sıfatlarından meydana gelir. 
Mahlukatın ise isimleri fiillerinden meydana gelir. Yüce Allah'ın bütün fiilleri 
kemalindendir. Mahlukatın kemali ise yapmış olduğu fiillerden meydana gelir. 
Mahlukatın isimleri ancak fiilleri sebebiyle kemale erdikten sonra türemiştir. 
Yüce Allah ise ezelden beri kemâl sıfatlarla vasıflanmıştır. Ve O'nun kemalinden 
dolayı fiilleri vuku bulmuştur. Çünkü O, zatıyla ve sıfatlarıyla kemâl 
derecesindedir. O'nun fiilleri kemalinden dolayı meydana gelmiştir. O tüm 
sıfatlarında kâmildir ve yapar. Mahlukat ise işlemiş olduğu fiillerin derecesine 
layık olan bir kemallik ile kâmil oldur. 
 
10. 
Esmâu'l-Hüsnâ'yı saymak ve onları bilmek bütün malumu bilmek için 
asıldır. Çünkü yüce Allah'ın dışındaki bütün malumlar (=bilinenler) ya O'nun 
yaratmasıdır veya emridir yada O'nun yarattığını bilmektir veyahut ta O'nun 
şeriatını bilmektir. Yaratmak ve emretmek, yüce Allah'ın Esmâu'l-Hüsnâ'sından 
kaynaklanmaktadır. Yaratma ve emretme, Esmâu'l-Hüsnâ ile irtibatlıdır. Gereken 
irtibat, O'nun gerekli kılması sebebiyledir. Emretmenin tamamı, 
Esmâu'l-Hüsnâ'dan kaynaklanır. Bunların hepsi güzeldir ve kulların 
maslahatlarından dışarı çıkmaz. Onlar için şefkat ve merhamettir. Onlara 
emretmesi ve yasaklamasıyla kemale erdirerek onlara ihsanda bulunmasıdır. Çünkü 
O'nun bütün emirleri maslahat, hikmet, rahmet, lütuf ve ihsandır. Çünkü emrin 
çıkış kaynağı, yüce Allah'ın Esmâu'l-Hüsnâ'sıdır. Ve O'nun bütün fiilleri 
adalet, hikmet, maslahat ve rahmetten dışarı çıkmaz. Çünkü onların çıkış 
kaynakları da Esmâu'l-Hüsnâ'sıdır. O'nun yaratmasında asla bir uygunsuzluk ve 
abeslik yoktur. O mahlukatını batıl olarak, başı boş salıverilmiş yada abes 
olarak yaratmamıştır. Nitekim yüce Allah'ın dışındaki her şey O'nun yaratması 
iledir. Yüce Allah'ın dışındaki her şeyin varlığı O'nun varlığına tabidir. 
Mahluk olan meful yaratıcısına tabi olmuştur. Aynı şekilde Esmâu'l-Hüsnâ'yı 
bilmek, yüce Allah dışındaki her şeyi bilmek için asıldır. Yüce Allah'ın 
isimlerini bilmek ve saymak, diğer ilimler içinde asıldır. Bir mahluk için 
gerektiği şekilde kim Esmâu'l-Hüsnâ'yı sayarsa ilimlerin tamamını saymış olur. 
Çünkü Esmâu'l-Hüsnâ'yı saymak bütün ilimleri saymak için asıldır. Muhakkak ki 
malumatın tamamı Esmâu'l-Hüsnâ'nın gerekli kıldıklarıdır. Ve onlarla 
irtibatlıdırlar. Yüce Allah'ın ilminden ve hikmetinden kaynaklanan yaratma ve 
buyruk hakkında iyice düşünmek gerekir. İşte bundan dolayı kişi onlarda bir 
düzensizlik ve uygunsuzluk bulamaz. Çünkü meydana gelen düzensizlik ya kulun 
emrettiği şeyde yada yaptığı şeyde olur. Buda ya yaptığı iş hakkındaki 
cehaletinden dolayı yada hikmetsizliğinden dolayı kaynaklanır. Yüce Allah'a 
gelince O Alîm ve Hâkim'dir. O'nun fiiline ve buyruğuna düzensizlik, uygunsuzluk 
ve çelişkiye tabi olmaz. 
 
11. 
Yüce Allah'ın isimlerinin tamamı en güzelleridir. Onların arasında asla 
bunların dışında bir isim yoktur. Fiile itibar ederek yüce Allah'ı 
isimlendirmenin O'nun isimlerinden olduğu konusu daha önce geçti. Örneğin, 
Hâlık, Razzâk, Muhyî ve Mumît gibi. Bu, O'nun bütün fiillerinin sırf hayır 
olduğuna delalet etmektedir. Kesinlikle onlarda hiçbir şerr yoktur. Eğer O, 
şerri yapsaydı O'nun için o şerden bir isim türerdi. O zaman O'nun bütün 
isimleri güzel olmazdı. Yani Esmâu'l-Hüsnâ olmazdı. Bu da, batıldır. Şer, O'na 
ulaşamaz.[6] 
Sıfatlarının arasına girmeyeceği, Zatına tabi olmayacağı ve fiillerine dahil 
olmayacağı gibi şer, O'na ulaşamaz. Fiil ve vasıf olarak O'na izafe edilemez. 
Ancak O'nun mef'ullerine dahil olur. Fiil ile mef'ul ayrı ayrı şeylerdir. Şer, 
yüce Allah'ın yapmış olduğu fiil ile değil, O'ndan ayrı olan mef'ulü ile 
beraberdir. Bunun üzerinde iyice düşünmek gerekir. Çünkü bu mesele kelamcılardan 
çoğuna gizli kalmıştır. Ve bu meselede ayaklar kaymış, fikirler sapmıştır., 
Allah'ın izni ile hak ehli ihtilaf ettiği zaman yüce Allah onlara hidayet etti. 
Allah, dilediği kimseyi sıratı müstakîme ulaştırır. 
 
12. 
Bu madde onları sayan kimsenin cennete gireceği, yüce Allah'ın isimlerini 
saymanın mertebelerini açıklama hususundadır. Bu saadet, kurtuluş ve felah 
vesilesidir. 
 
Birinci mertebe, 
onların lafızlarını ve adetlerini saymaktır. 
 
İkinci mertebe, 
manalarını ve medlullerini anlamaktır. 
 
Üçüncü mertebe, 
yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi onlarla dua etmektir: 
 
?En güzel isimler (=Esmâu'l-Hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle 
dua edin? 
(A'râf, 
 
7/180.) 
Bu ,da iki mertebedir. 
 
a. 
Senâ (=övgü) duası ve ibadettir. 
 
b. 
Talep duası ve istemektir. O'na ancak Esmâu'l-Hüsnâ'sı ve yüce sıfatları 
ile senâ edilir. Aynı şekilde ancak onlarla istenir. Ve; ?Ey Mevcud!, Ey Şey! Ey 
Zat beni bağışla ve bana merhamet et? denmez. Bilakis her talepte o talebin 
gereği olan isim ile istenir. Böylece dua ederek isteyen kimse o isim ile Yüce 
Allah'a tevessül etmiş olur. Peygamberlerin dualarını iyice düşünen kimse 
özellikle dualarının sonu ile başını bu şekle uygun olarak bulur. Peygamberlerin 
dualarındaki bu ibareler 
 
?Allah'ın isimleri ile ahlaklanır?[7] 
diyen kimsenin söz ünden daha evladır. Çünkü bu isabetli bir ibare değildir. 
Bu, gücü belli bir miktar üzere olan bir ilâha benzeterek felsefecilerin 
uydurduğu bir sözdür. Daha güzel ifade ise Ebu Hâkim b. Berrecan'ın[8] 
şu ifadesidir; ?Kulluk?, Ondan daha güzel ibare ise Kur'ân'a uygun olan 
ifadedir. O da kulluğu ve istemeyi kapsayan duadır.[9] 
Bunlar dört kısımdır. Birincisi: inkar olarak en şiddetlisi olan felsefecilerin 
ifadesidir. O da Yüce Allah'ı yarattığı mahlukata benzetmektir. Bundan daha 
hafif olanı ?ahlaklanmak? ifadesidir. Bu ikisinden daha güzel olanı da ?kulluk? 
ifadesidir. Ama bunların hepsinden daha güzel olanı ise Kur'ân'ın lafzı ile 
duadır. 
 
13. 
Düşünürler; Hayy (=diri), Semî (=işiten), Basîr (=gören), Alim (=bilen), 
Kadîr (=güç kuvvet sahibi), Mâlik (=mülk sahibi) gibi yüce Allah'ın isimlendiği 
isimlerle kulların sıfatlandığı isimler hakkında ihtilafa düştüler. 
 
Kelamcılardan bir taife; bunlar kulda hakiki manada, yüce Allah'ta ise mecazi 
manadadır dediler. Bu, cehmiye mezhebinin aşırı gidenlerinin sözüdür. Bu 
sözlerin en çirkini ve fesat olarak da en şiddetlisidir. 
 
İkincisi, 
birinci görüşün zıttıdır. Yüce Allah'ta hakiki manada kulda ise mecazi manadadır 
dediler. Bu, Ebu Abbâs en-Nâşî'nin sözüdür. 
 
Üçüncüsü, 
her ikisinde de hakiki manada olduğudur. Bu ehli sünnetin görüşüdür. Doğru olan 
da budur. O ikisindeki hakikatler hakkındaki ihtilaf, bu isimleri her ikisinde 
de hakiki olmaktan çıkarmaz. Yüce Allah, celaline yakışır bir şekilde bu 
isimlerle isimlenmiş kulda yaratılışına yakışır bir şekilde aynı isimlerle 
vasıflanmıştır. Fâil (=yapan), Âmil (=bir işle amel eden), Müktesib (=çalışıp 
kazanan), Kâsib (=gayret eden), Sânî (=fâil, yapan), Muhdis (=sonradan îcâd 
eden), Câil (=yapan, kılan), Muessir (=etkileyen, tesir eden), Munşî (=inşa 
eden, yaratan), Mûcid (=îcâd eden), Hâlık (=yaratan, yapan), Bârî (=yaratan) 
Musavvir (=şekil veren), Kâdir (=güç yetiren) ve Murîd (=irâde eden, dileyen) 
lafızlarına gelince bu lafızlar üç kısımdır. 
 
Birinci kısım: 
Bârî (=yaratan), Bedî ve Mubdî (=numunesiz yoktan yaratan) gibi sadece yüce 
Allah'ın isimlendiği isimlerdir. 
 
İkici kısım: 
Müktesib (=çalışıp kazanan), Kâsib (=gayret eden) gibi sadece kulun isimlendiği 
isimlerdir. 
 
Üçüncü kısım: 
Sânî (=işleyen, yapan), Fâil (=yapan), Âmil (=bir iş ile amel eden), Munşî 
(=inşa eden, yaratan), Kâdir (=güç yetiren) Murîd (=irâde eden, dileyen) yüce 
Allah'ın da kulun da isimlendiği isimlerdir. 
 
Hâlık (=yaratan, yapan) ve Musavvir (=şekil veren)'e gelince eğer kayıtsız ve 
mutlak olarak kullanılırlarsa onlarla ancak yüce Allah isimlenir. Nitekim yüce 
Allah şöyle buyurmuştur: 
 
?O, Hâlık (=yaratan), Bâriu (=var eden), Musavvir (=varlığa getirdiklerine biçim 
veren) Allah'tır? 
(Haşr, 
 
59/24) 
Şayet mukayyed olarak kullanılırlarsa bu ikisi ile kul isimlenir. Nitekim bir 
şeye güç yetiren kimse için 
 
?onu yaptı denir?[10] 
 
Şair şöyle demiştir: ?Sen ölçtüğün şeyi yarıyorsun. Kavmin bazısı ölçüyor 
sonrada yarmıyor?[11] 
 
Yani senin gücün var yapıyorsun bu kabiliyetle ölçtüğün şeyi yapıyorsun 
(tamamlıyorsun). Diğerleri yapmaktan ve tamamlamaktan aciz oldukları halde 
ölçüyorlar. Bu itibarla kula hâlık isminin verilmesi âyette de olduğu gibi uygun 
olmuştur: 
 
?Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir? 
(Mu'minûn, 
 
23/14.). 
 
Yani şekil verenlerin ve ölçüp biçenlerin en güzelidir. Su tulumu, kırba ve 
benzeri şeyleri ondan kesmek için gereğince ölçtükleri zaman Araplar şöyle der: 
?Deriyi ölçtüm ve onu oranladım?. 
 
Mücâhid bu âyetin tefsirinde şöyle der: ?Onlar işliyorlar. Allah'ta işliyor. 
Allah işleyenlerin en hayırlısıdır.? 
 
Leys de şöyle der: ?Yapan adam. Yani işleyen adam. Kadınlar içinde ?Onlar 
işleyici kadınlardır' demiştir.? 
 
Mukâtil ise şöyle demiştir: ?Yüce Allah şöyle der: ?O (c.c.), hiç hareket 
etmeyen heykeller ve benzerlerini yapanlardan yaratma olarak daha güzeldir.? 
 
?Bârî? ismine gelince, bununla ancak yüce Allah isimlenir. Çünkü O (c.c.) 
mahlukatı yok iken yaratan, var eden ve icat edendir. 
 
14. 
Bu kısımdan olan isimler ve sıfatlar için üç itibar vardır.[12] 
 
Birincisi: 
Yüce Allah'a veya kula kayıtlamamakla birlikte oluşan itibardır. 
 
İkincisi: 
 
Sadece yüce Allah'a izafet olarak oluşan itibardır. 
 
Üçüncüsü: 
Kula bir kayıt ile izafet olarak oluşan itibardır. Bu itibardaki isim kendisi ve 
hakikati için gerekmemektedir. Bu isim hem Yüce Allah için hem de kul için 
sabittir. Yüce Allah için o isimden kemaline layık olan mana kul için ise ona 
layık olan mana vardır. Bu, işitilen her şeyi idrak etmenin gerekli kıldığı 
Semî, görülen her şeyi görmenin gerekli kıldığı Basîr, Alîm, Kadîr ve diğer 
isimler gibidir. Çünkü onlarla isimlenmenin uygun olmasının şartı onlarla 
vasıflanan kimse için manalarının ve hakikatlerinin meydana gelmesidir. Bu 
itibardaki isimler kendileri ve hakikatleri için gerekmemektedirler. 
 
Yüce Allah için bu isimlerden birinin sabit olmasında herhangi bir şekilde 
hiçbir mahzur yoktur. Aksine bu isimler Yüce Allah için yarattıklarının o isimde 
O'na benzememesi ve O'nun da onlara benzememesi yönüyle sabit olur. Kim Yüce 
Allah'ı o isimden kulları isimlendirmek için olumsuzlaştırırsa, yüce Allah'ın 
isimleri hakkında sapmış ve O'nun yüce sıfatlarını inkar etmiş olur. 
 
Her kim bir isimde mahlukatıyla benzeştirme yönüyle yüce Allah'ı o isim ile 
isimlendirirse, yüce Allah'ı yarattıklarına benzetmiş olur. Ve kim yüce Allah'ı 
yarattıklarına benzetirse kafir olur. Bilakis, Celaline ve Azametini yakışır bir 
şekilde yüce Allah'ı yarattıklarına benzetmeksizin kim yüce Allah'ın isimlerini 
O'na sabit kılarsa yüce Allah'ı teşbih pisliğinden ve ta'tîl kanından tenzih 
etmiş olur. 
 
İşte bu, ehli sünnetin[13] 
yoludur. Kula izafesi gereken bir sıfatın yüce Allah'tan nefyedilmesi gerekir. 
Nitekim uykuya, uyuklamaya, gıdaya ve benzerlerine ihtiyaç duymalarından dolayı 
kul için hayat lazımdır. 
 
Aynı şekilde menfaati elde etmek ve zararı uzaklaştırma hususunda hareket 
edebilmesi için kula irade sıfatı lazımdır. 
 
Yine aynı şekilde kendinden yüce olana ihtiyacından, O'na isnadından ve O'nun 
tarafından kuşatılmış olmasından dolayı yüce olması lazımdır. 
 
Bunun hepsinin Kuddûs ve Selâm olan yüce Allah'tan uzaklaştırılması gerekir. Ve 
yüce Allah'a has olan sıfat gerekir. Çünkü, kıdem (=evveli olmayan), vucûb 
(=varlığı gerekli olan) ve ihata (=her şeyi kuşatan) olmasını gerektiren İlim, 
Kudret, İrade ve diğer sıfatları gibi Yüce Allah'ın vasıflandığı bir sıfat 
mahluk için hiçbir yönden sabit olmaz. Muhakkak ki yüce Allah'a has olan bir 
sıfatın mahluk için sabit olması imkansızdır. 
 
Kişi bu kaideyi bilgi olarak idrak ettiği ve gereği gibi düşündüğü zaman 
kelamcıların bazısının belasının aslı olan şu iki afetten kurtulmuş olur. Bu 
afetlerden biri ta'tîl afeti diğeri ise teşbih afetidir. Doğrusu bir kimse bu 
meseleyi tasavvur ederek bu makamın hakkını verdiği zaman Allahu Teâlâ için 
Esmâu'l-Hüsnâ'yı ve yüce sıfatları hakikaten sabitlemiş olur. Böyle olunca da 
kişi ta'tîlden kurtulmuş olur. 
 
Esmâu'l-Hüsnâ ve yüce sıfatlardan mahlukun özelliklerini ve benzetmelerini 
nefyettiği zamanda teşbihten kurtulmuş olur. Burada iyi düşünmek ve bu kaideyi 
bu konuda devamlı kendisine müracaat edilen bir kalkan kılmak gerekir. Allah 
(c.c.) doğruya muvaffak kılandır.[14] 
 
15. 
Sıfat, muvsûfa (=vasıflanana) bitiştiğinde o sıfata dört şey lazımdır. Bunlardan 
ikisi lafzî, ikisi de manevidir. 
 
Lafzî olan, subûtî ve selbîdir. 
 
Lafzî olan subûtî: 
Mevsûf için sıfattan bir ismin türemesidir. 
 
Lafzî olan selbî: 
onun dışında bir ismin türemesi imkansızdır. 
 
Manevi olan da, subûtî ve selbîdir. 
 
Manevi olan da subûtî: 
hükmünün mevsûfa dönmesi ve o sıfat ile mevsûfdan haber verilmesidir. 
 
Manevi olan selbî: 
sıfatın hükmünün onun haricine dönmemesi ve ondan haber vermemesidir. Bu 
isimlerin ve sıfatların tanınmasında büyük bir kaidedir. Buna bir misal olarak 
Kelam sıfatını örnek verelim. Şöyle ki kelam bir yerde meydana geldiği zaman 
onun dışındakiler için söz söyleme olur. O sıfatla ondan haber verilir. Ve bu 
sıfatın hükmü mütekellime (=konuşana) döner başkasına değil. Yani o dedi, 
emretti, yasakladı, çağırdı, fısıldadı, haber verdi, hitap etti ve konuştu 
denir. Bu hükümler başkası için imkansızdır. Bu hükümlerle delil getirilir. 
İsimlerde sıfatların kaim olması üzeredir. O sıfatın başkasından tenzih edilmesi 
ise onunla sıfatlanmamış olmasından dolayıdır. Bu, Mu'tezile ve Cehmiyye'nin 
görüşlerini reddeden sünnetin aslıdır. Bu yanlış görüşleri uzaklaştırmak ve geri 
çevirmek, usullerin en sağlamıdır. 
 
16. 
Esmâu'l-Hüsnâ'yı bir sayıya hasretmek ve bir adet ile sınırlandırmak doğru 
olmaz. Muhakkak ki yüce Allah'ın katında bulunan gaybî ilminde kendisine 
ayırdığı, mukarrebûn meleğinin ve elçi olarak gönderilen nebilerin dahi 
bilmediği isimleri ve sıfatları vardır. Nitekim sahih bir hadiste Rasûlullah 
(s.a.v.) şöle buyurmuştur: 
 
?Zatını isimlendirdiğin bütün isimlerinle, Kitabında indirdiğin bütün 
isimlerinle ve katındaki kaybî ilimde kendine ayırdığın (seçtiğin) bütün 
isimlerinle senden istiyorum?[15] 
 
Yüce Allah, isimlerini, üç kısma ayırmıştır. 
 
Birinci kısım: 
Kendi Zatını isimlendirdiği, melekler ve diğerlerinden dilediklerine açıkladığı 
ama Kitabında indirmediği isimlerdir. 
 
İkinci kısım: 
 
Kitabında indirdiği ve kullarına öğrettiği isimlerdir. 
 
Üçüncü kısım: 
Gaybî ilminde kendine ayırdığı ve mahlukattan hiç kimseye bildirmediği 
isimlerdir. İşte bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.) 
 
?İlmini sadece Kendine has kıldığın? 
 
diye buyurdu. 
 
Burada maksat, yüce Allah'ın bir isimle isimlenmede tek olması değildir. Çünkü 
bu münferitlik Kur'ân'da indirdiği isimlerde sabittir.[16] 
 
Şefaatle ile ilgili hadis de Rasûlullah (s.a.v.)'in şu sözü bundan dolayıdır: 
 
?Şimdi muktedir olamayacağım hamdlerle O'na hamd ederim?[17] 
 
Buradaki hamdler, yüce Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını tamamlar. 
 
 
 
Bir başka hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 
 
?Ben Sana olan övgüleri saymaya güç yetiremem Sen kendi Zatını övdüğün gibisin?[18] 
 
Rasûlullah (s.a.v.)'in 
 
?Muhakkak ki Yüce Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete 
girer?[19] 
 
sözüne gelince, buradaki kelam, tek bir cümledir[20] 
ve 
 
?kim onları sayarsa? 
sözü sıfattır müstakil bir haber değildir. O zaman mana şöyle olur: 
 
Yüce Allah'ın o isimlerinin makamında birçok isimleri vardır. Kim onları sayarsa 
cennete girer. Bu, yüce Allah'ın bunlardan başka isimlerinin olmasını 
olumsuzlaştırmaz. Bu bir kimsenin şöyle demesi gibidir: ?Filan sahip olduğu yüz 
köleyi cihad için hazırladı.? Bu, o adamın başka bir cihad için hazırlanmış olan 
başka kölelerinin olmasını nefyetmez. Bu, İslâm alimleri arasında hakkında 
hiçbir ihtilafın bulunmadığı bir meseledir.[21] 
 
17. 
Yüce Allah'ın isimlerinin bazılarının yalnız bazılarının da bir başka ismi ile 
beraber gelmesidir. Bu, Kadîr, Semî, Basîr, Azîz ve Hâkim gibi isimlerin çoğunda 
olur. Yalnız bir isim ile veya başka bir isim ile birleşik olarak dua etmek 
caizdir. 
 
Bir kişi ?Ya Azîz Ya Halîm! Ya Gafûr Ya Rahîm! diyebilir veya her bir ismi tek 
tek getirerek de dua edebilir. Ve yine tek tek veya birleşik olarak caiz olan 
şekli ile Yüce Allah'a senâda ve Ondan haber vermede durum aynıdır.[22] 
 
Ama bazı isimleri ile tek olarak isimlendirilmez. Aksine o isme uygun olan bir 
isim ile birleştirilerek isimlendirilir. 
 
Mesela, Mâni', Dârr ve Muntekîm gibi. Bu isimlerin birleştirilmesi uygun olandan 
ayrı bir şekilde tek başına getirilmesi caiz olmaz. Çünkü bu isimler Mûtî, Nâfî, 
Afuvv ile birleşiktirler. 
 
Örneğin, Mûtî'l-Mânî'dir. Dârru'l-Nâfî'dir. Muntekimu'l-Afuvv'dur. 
Muizzu'l-Muzill'dir gibi. Çünkü kemâl olma, bu isimlerden her bir ismin 
kendisine uygun olanla birleşmesindedir. Çünkü yüce Allah, birleşen ismi ile 
O'nun Rubûbiyyette, mahlukatı yönetmesinde, onlar hakkında tasarrufta 
bulunmasında, vermesinde, men etmesinde, fayda vermesinde, zarar vermesinde, 
affetmesinde ve intikam almasında tek olduğu kast edilmektedir.[23] 
 
Sadece men, intikam ve zarar ile yüce Allah'ı övmeye gelince, bu caiz olmaz. Bu 
birleşik isimler diğer isimlerden bazı harflerinin bazılarından ayrılması 
imkansız olan bir ismin yerine geçmektedir. Bu durumda şayet o ismin sayısı 
fazla olursa ancak bir ismin yerine geçer. Bundan dolayı tek başına gelmez ve 
ancak birleşik olarak bununla Yüce Allah isimlenir. Bunu gerçekten iyi öğrenmek 
gerekir. 
 
Şayet birisi; Ya Muzill! Ya Dârr! Ya Mânî! dese, bununla ancak haber vermiş 
olur. Ta ki bu isimlere uygun olan bir ismi bunlarla beraber zikredinceye kadar 
yüce Allah'ı övmüş ve O'na hamd etmiş olmaz. 
 
18. 
Sıfatlar üç kısımdır. a) Kemâl (olgun) sıfatlardır. b) Noksan (eksik) 
sıfatlardır. c) Ne kemalliği nede noksanlığı gerektirmeyen sıfatlardır. 
 
Eğer dördüncü kısmı gerektiren takdirî olan bir kısmı olsaydı iki itibarla 
kemâl ve noksan sıfatların olması olurdu ki Yüce Allah bu üç kısımdan 
münezzehtir ve ancak birinci kısım ile vasıflanır. O'nun bütün sıfatları sırf 
kemâl sıfatlardır. O sıfatların en mükemmelleri ile vasıflanmıştır ve O'nun için 
kemâl sıfatlardan en mükemmelleri vardır. 
 
Yine O'nun sıfatlarına delalet eden isimleri, isimlerin en güzelleri ve en 
mükemmelleridir. İsimleri arasında hiçbir isim O'nun isimlerinden daha güzel 
değildir. O isimleri dışında hiçbir isim o isimlerin yerine geçmez ve onların 
manasını vermez. O isimlerden bir ismin başka bir isim ile tefsir edilmesi sırf 
eş anlamlı tefsiri olmaz. Aksine o yaklaştırma ve anlatma yolu üzere bir tefsir 
olur. 
 
Yüce Allah'ın kemâl sıfatlarından her biri ismin en güzeli en mükemmeli ve manen 
en tamamıdır. Aynı şekilde bu isimler ayıp şaibesinden veya noksanlıktan en uzak 
ve en münezzeh olanlarıdır. Yüce Allah'ın idrak sıfatları el-Âlimu'l-Habîr, 
es-Semîu'l-Basîr'dir. Ve bunların yerine el-Âkilu'l-Fakîh, es-Sâmi, el-Bâsir ve 
en-Nâzir gelmez. İhsân sıfatları; el-Berr, er-Rahîm ve el-Vedûd'dur. Bunların 
yerine er-Refîk, eş-Şufûk ve benzerleri gelmez. Yine el-Aliyyu'l-Azîm'dir. 
Bunların yerine er-Rafîu'ş-Şerîf gelmez. Aynı şekilde el-Kerîm'in yerine 
es-Sehiyy gelmez. el-Hâliku'l-Bârîu'l-Musavvir'in yerine el-Fâil, es-Sâni ve 
el-Müşekkil gelmez. el-Gafûru'l-Afuvv'un yerine es-Safûhu's-Sâtir gelmez. 
 
Yine yüce Allah'ın diğer isimleri de Zatında muteber olan en mükemmel ve ne 
güzel isimlerdir. Bu isimlerin makamına başka bir isim asla geçemez. Bunu iyi 
düşünmek gerekir. sıfatları sıfatların en mükemmeli olduğu gibi isimleri de 
isimlerin en güzelleridir (Esmâu'l-Hüsnâ'dır). Sen yüce Allah'ın Zatını 
vasıflandırdığı ve Resûlünün O'nu vasıflandırdığı sıfatlarda sınırı aşarak 
ibtalcilerin ve ta'tilcilerin O'nu vasıflandırdığı sıfatlara müracaat etmediğin 
gibi Yüce Allah'ın kendi Zatını isimlendirdiği bu isimlerden başkasına da 
meyletme! 
 
19- 
Esmâu'l-Hüsnâ'dan bir isim birçok sıfata delalet eder ve bu isim onların hepsini 
kapsar. Bir sıfata delalet eden isim onların hepsini kapsamıştır. Nitekim 
açıklaması öncede geçmişti. Örneğin, el-Azîm, el-Mecîd ve es-Samed gibi. 
es-Samed'in tefsiri hakkında İbni Ebî Hâtim İbni Abbâs'tan şöyle rivayet 
etmiştir: ?Samed, ululuğunda ve şerefinde kemale ermiş efendi, şerefinde 
kemalliğe ermiş Şerîf, azametinde kemale ermiş Azîm, hilminde kemale ermiş 
Halîm, ilminde kemale ermiş Alîm ve hikmetinde kemale ermiş Hâkim'dir. O, 
yüceliğinin ve şerefinin bütün çeşitlerinde kemale ermiş olandır. O, tüm noksan 
sıfatlardan münezzeh olan Yüce Allah'tır. İşte bu, O'nun sıfatıdır. Ancak O'na 
layıktır. Hiçbir şey O'na denk değildir. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Bir ve 
Kahhâr olan Yüce Allah tüm noksan sıfatlardan berîdir. 
 
Bu, Esmâu'l-Hüsnâ'nın tefsirinde kelamı alan birçok kimseye gizli kalan bir 
meseledir. Bundan dolayı da ismin manasını başka şeyle tefsir etmiş ve o ismi 
bilmediği yönden noksanlaştırmıştır. Her kim bu ilme sahip olmazsa yüce ismin 
hakkını ve manasını eksilir. Bunun sonucunu düşün! 
 
20. 
Bu konu geçen konuların tamamını içermektedir. O da yüce Allah'ın isimlerinde 
meydana gelmemesi için ?ilhâd'ı tanımaktır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 
 
?En güzel isimler (el-Esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle 
dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta 
olduklarının cezasına çarptırılacaklardır? 
(A'râf, 
 
7/180.) 
 
Yüce Allah'ın isimlerinde ilhâd;[24] 
isimlerde, isimlerin hakikatlerinde ve manalarında o isimler için sabit olan 
haktan sapmaktır. Bu kelime meyilden alınmıştır. Nitekim bu kelimelerin kökü 
olan ?le-ha-de' buna delalet etmektedir. Ortasından bir tarafa meyleden kabrin 
kenarındaki yarık manasına gelen ?lahd' kelimesi de bundan türemiştir. Aynı 
şekilde dinde haktan batıla meylederek sapan kimse için kullanılan ?mulhid' 
kelimesi de bu kelimeden türemiştir. 
 
İbn Sekkît[25] 
şöyle demiştir: ?Mulhid, haktan sapandır. Hakka, ondan olmayan şeyi sokan 
kimsedir. ?Mufteil' vezninden olan ?multehid'de aynı manadadır.? 
 
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 
 
?Rabb'inin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek 
yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın? 
 
(Kehf, 
 
18/27.) 
 
Yani kim O'na döner, O'na koşar, O'na sığınır ve O'na boyun eğerek yalvarırsa 
Ondan başkalarını terk edip O'na yönelmiş olur. Bir kişi birine döndüğü zaman 
Araplar falan falana meyletti der. 
 
Yüce Allah'ın isimlerinde ilhâd beş çeşittir. 
 
Birincisi: 
İlah isminden türeterek Lât'ı, Azîz isminden türeterek Uzzâ'yı isimlendirmeleri 
gibi Yüce Allah'ın isimleri ile putlarını isimlendirdiler. Bu şüphesiz ilhaddır. 
Çünkü onlar Yüce Allah'ın isimleri ile putlarına ve batıl ilahlarına 
meylettiler. 
 
İkincisi: 
 
Hıristiyanların Yüce Allah'ı celâline yakışmayacak bir şekilde ?baba? diye 
isimlendirmeleri, felsefecilerin ?kendi zatını gerekli kılan? veya ?yaratmanın 
fail olan sebebi? ve bunların bezerleri ile isimlendirmeleridir. 
 
Üçüncüsü: 
Yüce Allah'ı berî olduğu şeylerle ve münezzeh olduğu noksanlıklarla 
vasıflandırmaktır. Nitekim Yahudilerin en bozukları şöyle dediler: ?Muhakkak 
ki O (Allah), fakirdir. O mahlukatı yarattıktan sonra istirahat etti.? 
 
Onların bu sözünü yüce Allah bizlere şöyle bildirdi: 
 
?Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (=sıkıdır), dediler? 
 
(Mâide, 
 
5/64.) 
Yüce Allah'ın isimleri ve sıfatlarında ilhâd hakkında bu sözlerin benzerleri 
çoktur. 
 
Dördüncüsü: 
İsimlerin manalarından ta'tîl edilmesi ve hakikatlerinin inkar edilmesidir. 
Nitekim Cehmiyye mezhebi ve onlara tabi olanlar şöyle demişlerdir: 
 
?Onlar mücerret lafızlardır. Onlar sıfatları ve manalarını içermezler.? 
 
Yüce Allah'ı Semi, Basîr, Hayy, Rahîm, Mütekellim ve Murîd isimleri ile 
isimlendiriyorlar ve diyorlar ki; O'nun (c.c.) kendisiyle kaim olan hayatı, 
işitmesi, görmesi, kelamı ve iradesi yoktur. Bu, aklen, şeran, lisanen ve 
fıtraten isimler ve sıfatlar hakkında ilhâdın en büyüklerindendir. Bu 
müşriklerin ilhâdı ile aynıdır. Çünkü onlar Yüce Allah'ın isimlerini ve 
sıfatlarını ilahlarına veriyorlardı. 
 
Bunlar ise yüce Allah'ı kemâl sıfatlarından tenzih ediyor onları inkar ediyor ve 
ta'tîl ediyorlar. Bunların her ikisinde yüce Allah'ın isimlerinde mulhidtirler. 
Sonra Cehmiyye ve onların zelil olanları, bu ilhâd da birbirinden 
uzaklaşmışlardır. Kimileri haddi aşmış, kimileri ilhâd da vasat olmuş, kimileri 
ise saptırılmıştır. Yüce Allah'ın kendi Zatını vasıflandırdıklarından ve 
Resûlünün O'nu vasıflandırdıklarından herkim bir şey inkar ederse ister az 
olsun ister çok olsun bu meselede kesinlikle ilhâd etmiştir. 
 
Beşincisi: 
Yüce Allah'ın sıfatlarını mahlukatın sıfatlarına benzetmektir. Yüce Allah, yüce 
ve büyük olarak, Müşebbihe mezhebindekilerinin söylediklerinden berîdir, 
münezzehtir. Bu ilhâd, Muattıla mezhebindekilerin ilhâdıyla aynı durumdadır. 
Çünkü onlar yüce Allah'ın kemâl sıfatlarını nefyediyor ve inkar ediyorlar. 
Bunlar da, yüce Allah'ın sıfatlarını mahlukatın sıfatlarına benzetiyorlar. 
 
İlhâd bunları toplamış ama yolları onları ayırmış. Allah, Resûlüne tabi olanlar 
ve sünnetini yaşayan mirasçılarını bütün bunlardan korumuştur. Onlar Yüce 
Allah'ı kendi Zatını vasıflandırdığı gibi vasıflandırmış, O'nun sıfatlarını 
inkar etmemiş, sıfatlarını mahlukatın sıfatlarına benzetmemiş, sıfatlar hakkında 
lafzen ve manen Resûlüne indirilenlerden sapmamışlardır. Bilakis isimleri ve 
sıfatları, yüce Allah için isbat etmiş, O'ndan mahlukata benzemeyi 
nefyetmişlerdir. Onların isbatı teşbihten berî, tenzihleri ta'tîlden 
kopartılmıştır. Onlar teşbih yaparak, puta tapalar gibi ta'tîl yaparak yokluğa 
tapanlar gibi değildirler. 
 
Ehli İslâmın dinler içerisinde vasat olduğu gibi ehli sünnet de akideler 
içerisinde vasattır. Onların çehrelerinin kandilleri doğuya da batıya da nisbet 
edilmeyen mübarek zeytin ağacından tutuşturulur. Yağı neredeyse, kendine ateş 
değmese dahi ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah (c.c.) dilediği kimseyi nuruna 
kavuşturur. Yüce Allah'tan bizi nuruna kavuşturmasını, rızasına ve Resûlüne 
(s.a.v.) tabi olmaya ulaştıran yolu bize kolaylaştırmasını diliyoruz. Muhakkak 
ki O (c.c.), yakındır ve dualara icabet edendir. 
 
Bunlar, yüce Allah'ın vasıflanmasıyla ilgili kısımda başladığımız kaideye izafe 
olan yirmi kaidedir. Bunları iyice anlaman ve koruman gerekir. Sonra, şayet 
düşünen bir kalp, söyleyen bir lisan ve kabul eden bir mahal bulursan 
Esmâu'l-Hüsnâ'yı yay. Ancak bunları bulamasan senin susman daha evladır. 
Rubûbiyet ciheti bir şeyi hatırlamaktan daha yüce ve daha şereflidir. Veyahut ta 
Ondan (c.c.) şu söz söylenir: 
 
?Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen biri vardır? 
(Yûsuf, 
 
12/76.) 
Ta ki ilim, ilmi ile her şeyi kuşatana ulaşıncaya kadar bu böyledir. 
 
 
 
* * * 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 
 
 SIFÂT-I SELBİYYE: 
 Yüce Allah'ın zâtına ve varlığına yakışmayan, o yüce zât hakkında mümteni' 
 (=imkansız) olan vasıflar. Zaten ?selbetmek?; kaldırmak, uzaklaştırmak, 
 tenzih etmek anlamındadır. İşte bu sebeple yüce Allah'ın zâtî ve sübûtî 
 sıfatlarının zıtlarına 
 
 ?sıfât-ı selbiyye? 
 denmiştir ki; bunlar, yüce Allah'ın zâtına mümteni' olan, yaraşmayan 
 sıfatlardır. Başka bir deyişle Cenab-ı Hakk, bu çeşit zıt sıfatlarla, 
 yaratıklara mahsus olan bu olumsuz özelliklerle muttasıf değildir. Bu yüzden 
 sıfât-ı selbiyye denmiştir ki; şayet böyle bir sıfat verilmemesi düşünülmüş 
 ise, bu vasıf O'ndan selbedilsin, yani bu özellik O'nun yüce zâtından 
 kaldırılsın. İşte bunun için sıfât-ı selbiyyeye ?Tenzihât? da denir. Bunun 
 anlamı, ?bütün bu olumsuz özelliklerden, noksanlık ve eksikliklerden Yüce 
 Allah ?berîdir, uzaktır? demektir. 
 
 
 Sıfât-ı selbiyye veya Yüce Allah'ın zâtından selbedilen hususlar, 
 sıfât-ı zâtiyye ve sıfât-ı sübûtiyye başlıkları altında sayılan on dört 
 sıfatın zıtlarıdır. Bunlar şunlardır: 
 
 
 
 
 1. 
 Adem (yokluk); 
 
 2. 
 Hudûs (sonradan varolmak, öncesinde yokluk bulunmak), 
 
 3. 
 Fenâ (varlığının sonu olmak, belli bir süre sonra yok olup gitmek), 
 
 4. 
 Teaddüt (birden fazla olmak, eşi, ortağı, yardımcıları olmak), 
 
 5. 
 Müşâbehet (=sonradan yaratılmış bir şeye benzemek, benzeri ve dengi olmak), 
 
 
 6. 
 Başkasına muhtaç olmak, kendi kendine var olamamak, 
 
 7. 
 Ölü veya cansız olmak, 
 
 8. 
 Câhil (bilgisiz, ilimsiz) olmak, 
 
 9. 
 İradesiz olmak, bir şeyi bir başka şeye tercih edememek, 
 
 10. 
 Âciz (=gücü yetmez) olmak, 
 
 11. 
 Görmemek, kör olmak, 
 
 12. 
 İşitmemek, sağır olmak, 
 
 13. 
 Konuşamamak, dilsiz olmak, 
 
 14. 
 Yaratmamak, hiç bir şeyi var edip icad edememek. 
 
 İşte 
 sıfât-ı selbiyye denilen bu olumsuz özellikler, Yüce Allah'ın zâtından 
 kaldırıldığı için, ?tenzihât? olarak değerlendirilmiş ve sıfat olarak kabul 
 edilmemiştir. Zira Cenab-ı Hakk, akıl ve hayâle gelen ve gelebilecek olan 
 her türlü eksikliklerden ve noksanlıklardan münezzeh, bütün kemâl sıfatlarla 
 ve özelliklerle muttasıftır. 
 
 
 
 
 
 
 
 [2] 
 
 
 SIFÂT-I SÜBUTİYYE: 
 Yüce Allah'ın zatının gereği olan ve bu zattan ayrılmayan, ezelî ve ebedî 
 olan vâcib sıfatlar. Bu sıfatların hepsi Kur'an ayetleriyle sabit oldukları 
 ve bu ayetlerden çıkarıldıkları için ve varlıkları Yüce Allah'ın zatında 
 isbat edilmiş olduğu için, 
 
 ?sübutî sıfatlar? 
 diye isimlendirilmişlerdir. Yüce Allah bu sıfatlarla ta ezelde vasıflanmış 
 idi. Bu sıfatların hiç biri sonradan kazanılmış (hâdis) sıfatlardan 
 değildir. Bunların da her biri Yüce Allah'ın zatıyla kaimdir. O'nun Yüce 
 zatı ve varlığı düşünülmeden bu sıfatlardan bahsetmek de mümkün olmaz. Bu 
 sıfat-ı sübutiyye şunlardır: 
 
 
 
 
 
 1. 
 
 
 Hayat Sıfatı: 
 Yüce Allah'ın diri, canlı ve ezelî bir hayat ile hayat sahibi olması 
 demektir. Bunun zıddı olan ölü ve cansız olmak, Allah hakkında düşünülemez, 
 mümteni'dir. Allahu Teâlâ'nın bu sıfatına işaret eden pek çok âyet vardır. 
 Meselâ, 
 
 ?Ölümsüz, diri olan Allah'a güven ve O'nu tesbih et!...? 
 diye buyurulmaktadır (Furkân, 
 
 25/58). 
 
 
 
 
 
 2. 
 
 
 İlim Sıfatı: 
 Allahu Teâlâ'nın ezelî ilmiyle her şeyi bilmesi demektir. O'nun ilmi, 
 kâinattaki her şeyi kuşatmıştır. Evrendeki hiç bir şey O'nun ilminin dışında 
 meydana gelemez. Olmuşu, olmakta olanı ve olacağı gerek küll halinde (genel 
 kurallarıyla); gerekse ayrı ayrı, hepsini bilir. O'nun ezelî olan ilim 
 sıfatıyla muttasıf olduğunu gösteren pek çok âyet-i kerime vardır: 
 
 
 
 ?İçinizde (sinelerinizde) olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah 
 onu bilir. Göklerde olanları da yerde olanları da bilir...? 
 (Âl-i İmrân, 
 
 3/29). 
 
 
 
 
 
 3. 
 
 
 İrade Sıfatı: 
 Yüce Allah'ın istediğini dileyip tercih etmesi demektir. Yani O'nun, bir 
 işin şöyle olmasını değil de, böyle olmasını veya böyle olmasını değil de, 
 şöyle olmasını dilemesi, dilediği gibi tâyin ve tahsis etmesidir. Evrende 
 olmuş ne varsa, hepsi O'nun dilemesi, iradesi ile olmuştur. O'nun iradesi ve 
 isteği dışında hiç bir şey var veya yok olamaz. 
 
 
 
 
 
 4. 
 
 
 Kudret Sıfatı: 
 Allah Teâlâ'nın bütün mümkünâta gücünün yetmesi, her türlü tasarrufta 
 bulunması demektir. İradesiyle bütün mümkünâtı kuşattığı gibi, kudretiyle 
 irade ettiklerini bir fiil meydana getirerek, yaratarak bunlara kadir olur. 
 Allah Teâlâ'nın nihayetsiz, bitmek tükenmek bilmeyen kudreti vardır. Bu 
 sıfat da diğerleri gibi ezelî ve ebedîdir. 
 
 
 
 
 
 5. 
 
 
 Basar Sıfatı: 
 Cenâb-ı Hakk'ın görmesi demektir. O her türlü vasıta, organ ve bağıntılar 
 olmaksızın her şeyi görür. O'nun görmesi, göz gibi bir organa, ışığa, 
 uzaklığa ve yakınlığa bağlı değildir. Yüce Allah'ın görme sıfatı da 
 ezelîdir, sonradan olma değildir. Bu sıfat da bütün mevcudâta, görmek 
 şanından olan her şeye tealluk eder. 
 
 
 
 
 
 
 6. 
 
 
 Semi' Sıfatı: 
 Yüce Allah'ın işitmesi, duyması demektir. O bu sıfatla ezelde muttasıftır. 
 O, her çeşit, her kuvvette ve zayıflıktaki sesleri işitir, duyar. İşitilmek 
 şanından olan her şeyi işitir. Allahu Teâlâ'nın işitip duyması, kulların 
 işitmesi gibi, bir takım kayıt ve şartlara, vasıtalara ve organlara bağlı 
 değildir. O, işitilmek şanından olan her şeyi, en gizli ve pek hafif 
 sesleri, fısıltıları bile duyar. Özellikle kullarının duâlarını, 
 zikirlerini, gizli ve aşikar niyazlarıyla yalvarışlarını işitir, kabul eder 
 ve mükâfatlandırır. Bu sıfatla ilgili pek çok âyet vardır, ekserisi görmek 
 sıfatıyla beraber yer almaktadır. Meselâ, Nisâ sûresi 
 
 
 134. 
 âyet meâlen şöyle nihayet bulur: 
 
 ?...Allah işitir ve görür?. 
 
 
 7. 
 
 
 Kelâm Sıfatı: 
 Yüce Allah'ın söylemesi ve konuşması demektir. O, harf ve seslere muhtaç 
 olmadan konuşur ve söyler. Allahın ?Kelâm? sıfatı, ezelî ve ebedîdir; yüce 
 zatı için vacib olan sıfattır. O'nun dilsiz olması, konuşamaması 
 düşünülemez. İşte yüce Rabbimiz bu sıfatıyla peygamberlerine söylemiş, 
 emirler vermiştir. Kitablarını ve şeriatini bu kadîm kelâmıyla bildirmiştir. 
 
 
 
 8. 
 
 
 Tekvîn Sıfatı: 
 Allah Teâlâ'nın bilfiil yaratması, yoktan var etmesi demektir. Allah'ın bu 
 sıfatı ezelidir. Tekvîn sıfatı da diğer sıfatları gibi, O'nun yüce zatıyla 
 kaim ve O'nun hakkındâ vacib olan sübutî sıfatlarından biridir. Tekvin 
 sıfatı, irade sıfatının muktezasına göre, mümkünâta tesir eder, yaratır ve 
 icad eder. Nitekim Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurur: 
 
 ?Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu, sadece o şeye ?ol!? demektir ve o 
 hemen oluverir? 
 (Yasin, 
 
 36/82). 
 
 
 Yüce Allah'ın alemleri yaratmak, rızık vermek, nimetler ihsan etmek, 
 yaşatmak, öldürmek, diriltmek, azab etmek, mükafatlandırmak gibi bütün 
 fiilleri Tekvîn sıfatına râcidir, yani Tekvîn sıfatının tealluklarının başka 
 başka olmasıyla bu isimleri alır. İşte Tekvîn sıfatının bütün bu 
 tealluklarına 
 
 ?sıfât-ı fiiliyye? 
 de denir. 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [3] 
 Muhakkak ki Sahabe ve İslam alimleri Esmâu'l-Hüsnâ'yı saydıkları zaman 
 türemiş olanı, izafe olanı ve bir yerde almış olduğu ismi asıl üzere icra 
 ederek ve nahiv kaidelerine dayandırarak zikretmişlerdir. (İbnu'l-A'râbî, 
 Ahkâmu'l-Kur'ân, s. 
 
 803.) 
 
 
 
 
 
 
 
 [4] 
 Tevkifî: Bir şeyin vahye dayanmasına denir. (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 
 [5] 
 Şihabu'l-Haffâci şöyle demiştir: ?Yüce Allah'ın isimleri mutlak manada 
 tevkîfîdir. Bu meşhur olan görüştür. İsimler hakkında birçok görüş vardır. 
 Kimileri, tevkîf; isimlerindedir, sıfatlarında değil dediler. Kimileride 
 noksanlığın düşünülmediği yerde mutlak olarak isimlendirilmesi caiz olur 
 dediler. Bazıları da Yüce Allah'ın sözünde ismin bir maddesinin bulunması 
 yeterlidir dediler. Doğru olan birinci görüştür.? Hâşiyetu'ş-Şihâb, 
 
 4/239 
 
 
 
 
 
 
 [6] 
 Bu hadis daha önce geçmişti. Müslim, Salâtu'l- Musafirîn (771); 
 Tirmîzî, Deavât 
 
 32 
 (3422) 
 (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 [7] 
 Gazzâlî 
 
 ?el-Maksadu'l-Esnâ? 
 adlı eserinde şu hadisleri zikretmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: 
 ?Yüce 
 Allah'ın ahlakı ile ahlaklanın? 
 başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: 
 ?Muhakkak ki 
 Yüce Allah'ın ahlakı şöyle ve şöyledir. Kim onlardan birisi ile ahlaklanırsa 
 cennete girer? 
 el-Maksadu'l-Esnâ, s. 
 
 150. 
 Birinci hadis sabit değildir. İkinciye gelince, imam Irâkî, Taberânî'nin 
 
 ?el-Evsat?ta 
 bu hadisi rivayet ettiğini zikretmiştir. Hakîm et-Tirmizî, bu hadisin bir 
 benzerini 
 
 ?Nevâdiru'l-Usûl? 
 adlı eserinde zikretmiştir. 
 
 
 
 
 
 
 [8] 
 Ebû Hakîm b. Berrecan'ın asıl adı, Abdusselam b. Abdurrahman Ebû 
 Hakîmdir. 
 
 ?Tefsîru'l-Kur'ân? 
 ve 
 ?Esmâu'l-Hüsnâ Şerhi? 
 adlı eserleri vardır. Hicri 
 
 536 
 yılında Marekeş'te ölmüştür. Biyografisi için b.k.z: Fevâtu'l-Vefayân, 
 
 
 1/274; 
 Lisânu'l-Mizân, 
 
 4/13; 
 A'lâm, 
 
 4/6 
 
 
 
 
 
 
 [9] 
 Bu Yüce Allah'ın şu âyeti kerimesidir: 
 ?En güzel 
 isimler (=Esmâu'l-Hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua 
 edin? 
 (A'râf, 
 
 7/180.) 
 Buhârî'nin 
 ?Sahîh? 
 adlı eserinin Tevhîd bölümünde ?Yüce Allah'ın isimleri ile dua? bahsine 
 bakınız. 
 
 
 
 
 
 [10] 
 Burada HA-LA-KA fiili yaptı manasına kullanılmıştır. Nitekim Yüce Allah 
 Kur'ân'da İsâ (a.s.)'nın şu sözlerini bildirmiştir: 
 ?O, İsrâil oğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size 
 Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona 
 üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir? Bu ayette 
 
 {أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ} 
 ?size 
 çamurdan yaparım? 
 ifadesinde HA-LA-KA fiili kullanılmıştır. 
 (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 [11] 
 Züheyr, Şerhi Divan, s. 
 
 94. 
 Sibeveyh, eş-Şâhid, 
 
 2/289. 
 Zeccâc, Tefsiru Esmâi'l-Hüsnâ, s. 
 
 36. 
 
 
 
 
 
 
 [12] 
 Bu; Sibeveyhi'nin, tasrîf, cem, tasğîr, hazf, ziyade, nisbet ve bunlar 
 gibi Arap dili sanatlarında kuralların düzenli olması için koymuş olduğu bir 
 kaidedir. Çünkü bunları gözetmek, Arapça'nın yollarıdır. 
 
 
 
 
 
 
 [13] 
 Burada ?Ehl-i Sünnet?le kastedilen, Selefiyye ekolüdür. (ç) 
 
 
 
 
 
 [14] 
 İbn Kayyim sıfatların isbatı ve sıfatları tanımak, tahrîfin ve ta'tîlin 
 naslardan nefyedilmesi ve temsîlin ve tekyîfin sıfatların manalarından 
 nefyedilmesi konularını ?Savâiku'l-Mürsele? ve ?Medâricu's-Sâlikîn? adlı 
 eserlerinde genişleterek anlatmıştır. 
 
 
 
 
 
 
 [15] 
 İmam Ahmed b. Hanbel, 
 
 1/391, 
 
 
 452. 
 
 
 
 
 
 
 [16] 
 Bazı isimleri ile kulların da bazı kayıtlarla sıfatlandığı gibi. (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 
 [17] 
 Buhârî, Tevhîd 
 
 36; 
 Müslim, İman 
 
 326-327 
 (193); 
 Tirmizî, Kıyamet 
 
 10 
 
 
 
 
 
 
 [18] 
 Müslim, Salat 
 
 222 
 (486); 
 Ebû Dâvûd, Salat 
 
 148 
 (879), 
 Vitr 
 
 5; 
 Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 
 
 51; 
 Tirmizî, Deavat 
 
 75, 
 
 
 112; 
 İbn Mâce, Dua 
 
 3, 
 İkamet 
 
 117; 
 Muvatta, Messu'l-Kur'an 
 
 31; 
 Ahmed b. Hanbel, 
 
 1/96, 
 
 
 118, 
 
 
 150, 
 
 
 6/58 
 
 
 
 
 
 
 
 [19] 
 
 Müslim, Zikir 
 
 6 
 (2677); 
 Tirmizî, Deavât (3506); 
 Ahmed b. Hanbel, 
 
 2/367 
 
 
 
 
 
 
 
 [20] 
 Arapça da ?Kelam? manası tamam olan cümledir. Her cümlenin manası tamam 
 olmadığı için ona kelam denmez. Böyle olunca da her kelam cümledir ama her 
 cümle kelam değildir. Ve bir kelam birkaç cümleden oluşa bilir. (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 
 [21] 
 İbn Kayyim, 
 ?Şifâu'l-Alîl?de, 
 İbni Hazm'ın ulemaya muhalefet ederek isimlerin muayyen bir sayıya münhasır 
 olduğunu iddia ettiğini zikretmiştir. Kurtubî, 
 ?Şerhu 
 Esmâi'l-Hüsnâ?da, 
 İbn Hazm'ın Esmâu'l-Hüsnâ'yı sadece seksen küsur tane zikretmesi hayret 
 verici bir şeydir. Halbuki Yüce Allah, 
 ?Biz o kitapta 
 hiçbir şeyi eksik bırakmadık? 
 buyurmaktadır. 
 Bkz: İbn Hazm, Muhallâ, 
 
 8/31; 
 İbnu'l-A'râbî, Ahkâmu'l-Kurân, s. 
 
 803 
 
 
 
 
 
 
 
 [22] 
 Haber vermek bir şeyi bildirmektir. Yüce Allah'tan haber vermek O'nun 
 isimlerini ve sıfatlarını bildirmektir. Mesela: ?Allah Alîmdir Hakîmdir? 
 gibi. (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 [23] 
 Zeccâc, Şerhu Esmâi'l-Hüsnâ'da şöyle der: el-Kâbid ve el-Bâsid 
 isimlerinde edeb ikisinin birlikte zikredilmesidir. Çünkü kudretin tamamı bu 
 ikisinin beraber zikredilmesiyledir. Ed-Dârru'n-Nâfî'ninde beraber 
 zikredilmesi kudrete ve hikmetin tamamına delalet eder. Aynı şekilde 
 beraber zikredilen her iki isimin bir manaya delalet ettiklerinden dolayı 
 beraber zikredilmeleri gerekir. 
 Tefsîru 
 Esmâi'llâhil-Hüsnâ, s. 
 
 40-63 
 
 
 
 
 
 [24] 
 Taberî, Câmiu'l-Beyân, 
 
 9/133-134; 
 Zeccâc, Meâni'-Kur'ân, 
 
 2/392, 
 Zemahşerî, Keşşâf, 
 
 2/132; 
 İbn Kayyim el-Cevziyye, Zadu'l-Mesîr, 
 
 3/293; 
 Ebû Hayyân, Bahru'l-Muhît, 
 
 4/429; 
 Haşiyetu'ş-Şihâb, 
 
 4/239; 
 İbnu'l-Manzûr, Lisan, ?le-ha-de? maddesi 
 
 
 
 
 
 
 [25] 
 
 Sekkît'in asıl adı, Yakûb İbni İshak'dır. Kendisi Kufilerden olup nahiv, 
 Kur'ân, lugat ve şiir de alimdir. güvenilir bir râvidir. Basra ve kufe 
 ehlinden rivayetler almıştır. Nahiv, meânî, şiir ve arap divanlarının 
 tefsiri hakkında birçok eserleri vardır. Hicri 
 
 244 
 de vefat etmiştir. Buğyetu'l-Vuât, 
 
 2/349



