Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
es-SELÂM
Yeni Sayfa 1 
 
﴿ اَلسَّلاَم ُ﴾ 
es-SELÂM 
 
?es-Selâm, yüce Allah'ın isimlerindendir. Bu isim, ?feâlun? kalıbında ?kelâm? 
gibi masdar ismidir. Selamet manasındadır. Bu isimle isimlenmeye yüce Allah 
diğer mahlukattan daha müstahaktır. Çünkü O, tüm afetlerden, ayıplardan, 
noksanlıklardan ve karalamalardan Selâmdır. 
 
Yüce Allah, her yönüyle mutlak kemâl sahibidir. O'nun kemalliği zatından hiç 
ayrılmaz ve durum devamlı böyledir. Selâm; fiillerinin abeslikten, zulümden ve 
hikmete muhalif olmaktan selametini, sıfatlarının mahlukatın sıfatlarına 
benzemesinden selametini, zatının tüm noksanlıklardan ve ayıplardan selametini 
ve isimlerinin bütün karamalardan selametini içermektedir. 
 
Selâm ismi, Yüce Allah'ın kemalatının (=mükemmelliklerinin) tümünün isbatını ve 
noksan sıfatların tümünün O'ndan uzaklaştırmayı içermektedir. Bunun manası 
şöyledir: ?Subhânallahi ve'l-Hamdu lillah.? Bu tesbih, yüce Allah'ın 
Ulûhiyyette ve tazimde tek olduğunu kapsamaktadır. Ve aynı şekilde; ?Lâ ilehe 
illallahu vallahu ekber??de Ulûhiyyette ve tazimde tek olduğunu kapsamaktadır. 
Böyle olunca da Selâm ismi, Rabb celle celaluhu'nun kendileriyle senâ edildiği 
?el-Bâkiyâtu's-Sâlihât?[1] 
ları derleyip toplamıştır. 
 
Bunun tafsilatının bazısı şöyledir; yüce Allah, hayatı ölümden, uyuklamaktan, 
uyumaktan ve değişikliğe uğramaktan selamette (=uzak, salim) olan Hayy'dır. O, 
kudreti yorulmaktan, zorluk çekmekten, takatsiz düşmekten ve dilediğini yapmaya 
aciz olmaktan selamette olan Kâdir'dir. O, hardal tanesi kadar bir şeyin dahi 
ilminden uzak kalmasından ve bilgilerden bir bilginin dahi ilminden uzak 
kalmasından ilmi selamette (=uzak, salim) olan Alîm'dir. Yüce Allah'ın diğer 
sıfatları da aynı şekildedir. 
 
Yüce Allah'ın rızası, öfkenin onunla beraber olmasından Selâmdır. O'nun Hilmi,[2] 
intikamın onunla beraber olmasından Selâmdır. İradesi, ikrâhın (=zorlamanın) 
onunla beraber olmasından Selâmdır. Kudreti, aczin onunla beraber olmasından 
Selâmdır. Dilemesi, dilediği şeyin gereğinin zıttının onunla beraber olmasından 
Selâmdır. Kelâmı, yalanın ve zulmün onda meydana gelmesinden Selâmdır. Bilakis 
O'nun sözleri doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.[3] 
 
O'nun vadi (=sözü) çelişkinin ona karışmasından Selâmdır. Yüce Allah 
kendisinden önce ve sonra bir şeyin olmasından ve altında ve üstünde bir şeyin 
olmasından Selâmdır. Aksine O, her şeyin üzerinde yücedir. Her şeyin üzerinde, 
her şeyden önce ve her şeyden sonradır. O, her şeyi kuşatmıştır. O'nun vermesi 
ve vermemesi, yeri ve (zamanı) dışında meydana gelmekten Selâmdır. O'nun 
bağışlaması, adam kayırmaktan veya kullarının günahlarından dolayı daralmaktan 
yada insanların bağışlaması gibi hakkını almaktan acziyetinden ötürü 
bağışlamaktan Selâmdır. Rahmeti, ihsânı, şefkati, iyiliği, cömertliği, veli 
kullarına olan yardımları, onlara sevgi göstermesi, onlara olan merhameti, 
onları anması ve onları bağışlaması onlara olan bir ihtiyaçtan veya onların 
vesilesiyle şereflenmekten yada onların vesilesiyle artmaktan Selâmdır. Özet 
olarak Yüce Allah, mukaddes kelamının her yönüyle aykırı olduğu her şeyden 
Selâmdır. 
 
Bu ismin selbî[4] 
isimlerden olduğunu iddia eden kimse hataların en büyüğünü yapmıştır. Çünkü 
sırf selb kemalliği içermez. Aksine Selâm ismi, O'na zıt olan her şeyden salim 
olan kemalliği içermektedir. Bu ismin hakkını tam veren kimse onun manasını eda 
etmiş olur. Ve resuller göndermeyi, kitaplar indirmeyi, ahiretin sabitliğini, 
alemin sonradan yaratıldığını, kazanın ve kaderin sabitliğini, Yüce Allah'ın 
mahlukatının üzerinde olmasını, onların fiillerini görmesini, seslerini 
işitmesini, sırlarına ve alenen yaptıkları işlerine vakıf olmasını, onların 
işlerini yönetmede tek olmasını, her yönüyle şirkten mukaddes olan kemaliyle bir 
olmasını gerektirir bir halde bulur. O, her yönden beşerin noksanlıklarından 
temiz ve münezzeh olduğu gibi her yönüyle hak olan Selâm'dır. 
 
Yüce Allah, her ikisinde de solun söz konusu olmadığı iki ?El? ile 
vasıflanmıştır. Aksini her ikisi de mübarek sağdırlar.[5] 
Yüce Allah'ın tüm isimleri aynı şekilde hüsnâ (=en güzel)dır. O'nun tüm 
fiilleri hayır sıfatları ise kemaldir. Yüce Allah Selâmı dünyada ve ahirette 
(O'nun huzuruna çıkma gününde) dostları arasında selamlaşma kıldı. Yüce Allah 
Adem (a.s.) yaratıp, yaratmasını tamamlayıp insan şekli verdiği zaman ona şöyle 
buyurdu: 
 
?Meleklerden ileri gelen şu cemaate git ve seni nasıl selamladıklarına kulak 
ver. Çünkü o bundan sonra senin ve zürriyetinin selamlaşmasıdır?[6] 
 
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 
 
?Rableri katında onlara esenlik yurdu (=Daru's-Selâm=cennet) vardır. Ve yapmakta 
oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur? 
(Enâm, 
 
6/127.) 
 
Başka bir âyeti kerimede şöyle buyurmuştur: 
 
?Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir? 
 
(Yûnus, 
 
10/25.) 
 
Cennetin ?Dâru's-Selâm? diye isimlendirilmesinde ihtilaf edilmiştir. 
 
Şöyle denildi: Selâm, yüce Allah'tır cennet ise O'nun yurdudur. 
 
Ve şöyle denildi: 
Selâm 
 
selamettir. Cennette tüm afetlerden, ayıplardan ve noksanlıklardan selamet 
yurdudur. 
 
Ve bir de şöyle denildi ki: 
?Dâru's-Selâm? ile isimlendi çünkü cennet ehlinin oradaki selamlaşması 
Selâm'dır. Bu manaların hiç birinin arasında çelişki olmaz. 
 
Müslim'in sözüne gelince: ?es-Selâmu aleykum? kendisine selam verilene, 
müslümanın hile ile öldürmesinden, aldatmasından, zorlamasından ve kendisine 
ondan gelecek çirkin şeyden selametini bildirmektir. Oda aynı şekilde karşılık 
verir (ve Aleykum Selâm der). Yani yüce Allah aynısını sana da nasip etsin. Onu 
sana helal kılsın (demektir).[7] 
 
Selâm, ayıplardan ve noksanlıklardan salim olandır. Selâm ile isimlenmesi sâlim 
diye isimlenmesinden daha belagatlıdır (=daha fasih, daha açık). Selâm ile 
vasıflanması mahlukatına yapacağı zulmünden mahlukatının selametini 
gerektirmektedir. Böyle olunca da yüce Allah zulmü ve şerri irade etmekten, 
onlarla isimlenmekten, o fiillerden ve onlara nisbet edilmekten Selâm'dır. Yüce 
Allah noksan sıfatlardan, noksan fiillerden ve noksan isimlerden Selâm'dır. 
Mahlukatını zulümden selamete çıkarandır. İşte bundan dolayı Yüce Allah Kadir 
gecesini ?Selâm?, Cenneti ?Daru's-Selâm?, Cennet ehlinin selamlaşmasını ?Selâm? 
diye vasıflandırmış ve veli kullarını Selâm sözü ile övmüştür. Bunların hepsi 
ayıplardan selâmdır.[8] 
 
O zaman şöyle bir soru sormamız mümkün olur: Rahmet ve Bereketin Yüce Allah'a 
izafe edilmesinde ve Selâm'ın izafeden mücerret olarak tek başına gelmesindeki 
hikmet nedir?[9] 
 
Bunun cevabı şöyledir: Selâm, yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olunca mutlak 
olarak Yüce Allah'ın ismi celaline izafe olarak zikredilmesine ihtiyaç kalmadı. 
Rahmet ve berekete gelince, eğer onlar, yüce Allah'a izafe edilmezlerse kimin 
rahmetinin kimin bereketinin istendiği bilinmez. 
 
Şayet, Aleykum ve rahmetun ve bereketun (=Rahmet ve bereket sizin üzerinize 
olsun) dense bu lafızda kendisinden rahmet ve bereketin talep edildiği merhamet 
edenin ve bereket verenin kim olduğuna işaret yoktur. 
 
İkinci cevap: 
Selâm, kendisiyle ?Selâmun Aleykum? diyen kimsenin sözünün murad edilmesidir. 
Bu ise hakikatte selam verene izafe edilir. Bunun ile de Selâm olan Yüce 
Allah'tan talep edilen selametin hakikati murad edilir. Bu da, yüce Allah'a 
izafe edilir. Böyle olunca da masdar olan bu isim bazen bunu zikrederek selameti 
talep edene izafe edilir bazen de kendisinden selamet talep edilene (Yüce 
Allah'a) izafe edilir. Böyle olunca da kesinlikle izafe edilmeden getirilir. 
 
Rahmet ve berekete gelince, bu ikisi yalnızca Yüce Allah'a izafe edilirler. 
Bundan dolayı da ?Benim rahmetim ve bereketim sizin üzerinize olsun? denmez. 
?Benden selam sizin üzerinize olsun? veya ?Falandan selam falanın üzerine olsun? 
denir. (Falanın falana selamı var veya benden selam söyleyin gibi) 
 
Bunun sırrı, rahmet ve bereketin zıttına ?Selâm? lafzının sözlü bir cümle için 
isim olmasıdır.[10] 
Çünkü rahmet ve bereket, lafızları için değil de kendi manaları için birer 
isimdirler. Bunu iyi düşünmek gerekir. Çünkü bu güzel bir misaldir. 
 
Üçüncü cevap: 
Rahmet ve bereket, selamet kelimesinin mücerret (=soyutlanmış, sade) gelmesinden 
daha mükemmeldir. Çünkü selamet, şerden uzaklaştırmaktır. Rahmet ve berekete 
gelince; onlar hayrı tahsil etmek, onu devam ettirmek, sabit kılmak ve 
çoğaltmaktır. Bu ise daha mükemmeldir. Çünkü asıl maksat budur. Birincisi 
selamete vesiledir. Bundan dolayı cennet ehli için hasıl olan nimetler onların 
mücerret olarak sadece cehennemden selamete ermelerinden daha mükemmeldir. Her 
iki mananın da en olgunu ve en mükemmeli lafzen Yüce Allah'a izafe olmuştur. 
Diğeri (bereket) ona nisbet edilmiştir. Atıftan ve içinde bulunduğu karineden 
dolayı manen Yüce Allah'a izafe edildiği anlaşılmaktadır. Bu lafız en mükemmel 
şekil ve en güzel üslup üzere gelmiştir. 
 
Diğer bir soru şöyledir: Selâm ve rahmetin müfret (=tekil) gelmesinde ve 
bereketin cemi (=çoğul) gelmesindeki hikmet nedir? 
 
Cevap şöyledir: Selâm, ya sırf masdardır. Ve oda bir şeydir. Cemi olması için de 
hiçbir mana yoktur yada Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bunun da cemi 
olması imkansızdır. Bu iki taktir üzere onu cemi yapmaya imkan yoktur. 
 
Rahmete gelince; aynı şekilde şefkat ve merhamet manasında masdardır. Bir önceki 
(Selâm) gibi cemi olmaz. Rahmetin sonundaki ?te? hillet (=dostluk), muhabbet ve 
rikkat (=şefkat) kelimelerindeki ?te? ile aynı makamdadır. Darbeten (=bir kez 
vurmak) ve temraten (=bir hurma)deki ?te? gibi sınırlamak için değildir. 
 
Nitekim rikkâtun (=şefkatler), hillâtun (=dostluklar) ve ra'fâtun (=merhametler) 
denmediği gibi rahmâtun (=rahmetler) denmez. Burada ceminin gelmesi sınırlamayı 
ve bir adetle kayıtlı kılmayı bildiriyor. Onun müfret olması ise kendisiyle 
isimlenenin mutlak olarak sınırsız olduğunu bildirir. Öyleyse burada müfret 
olması cemi olmasından manen daha mükemmel ve daha olgundur. Bu, tekil olanın 
manasının çoğul olanın manasından daha mükemmel olması (hadisesi) cidden 
harikuladedir. İşte bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 
 
?De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru 
yola iletirdi? 
(Enâm, 
 
6/149.) 
 
Bu buyruk ?kesin 
 
deliller 
ancak Allah'ındır? denmesinden daha umumi ve daha mükemmeldir. 
 
Yüce Allah'ın 
 
?Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız? 
(İbrâhim, 
 
14/34.) 
buyruğu; ?Allah'ın 
 
nimetlerini 
 
sayacak olsanız sayamazsınız? denmesinden daha mükemmeldir. 
 
Ve yine yüce Allah'ın, 
 
?Onlardan bir kısmı da: Ey Rabb'imiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de 
iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler? 
(Bakara, 
 
2/201.) 
buyruğu, ?Ey Rabb'imiz! Bize dünyada da 
 
iyilikler 
ver, ahirette de 
 
iyilikler 
ver. Bizi cehennem azabından koru!? denmesinden daha mükemmeldir. 
 
Aynı şekilde Yüce Allah'ın şu buyruğu da diğerleri gibidir: 
 
?Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi 
etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler? 
(Al-i İmrân, 
 
3/171.) 
 
Bu âyetlerin benzerleri gerçekten çoktur. 
 
Berekete gelince; o hayrın çokluğu ve peş peşe devamlı olarak gelmesiyle 
isimlenmiştir. Her ne zaman o hayırdan bir şey sona erse onun arkasından hemen 
başka bir hayır gelir. Bu devam eden hayırdır. Hayr olan şeyler peş peşe 
birbirini takip etmeye devam ederler. Cemi lafzı bereket kelimesinde, bereket 
ile kastedilen manaya delalet ettiğinden dolayı daha evladır. Ve bundan dolayı 
yüce Allah'ın Kur'ân'ı Kerim'deki şu buyruğunda şöyle gelmiştir: 
 
?Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir? 
(Hûd, 
 
11/73.) 
 
Burada yüce Allah, rahmeti müfret bereketi ise cemi zikretmiştir. Teşehhütteki 
(=namazdaki oturuş) selâmda da aynı şekildedir: 
 
?Ey Nebi! Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketleri Senin üzerine olsun?[11] 
 
Müslim'in 
 
?Sahîh?inde 
Sevbân'dan rivayet ettiği hadiste Nebi (s.a.v.)'in namazdan çıkış esnasındaki şu 
sözünü düşünmek gerekir: 
 
?Allahumme ente's-Selâmu ve minke's-Selâmu tebârekte yâ ze'l-Celâli ve'l-İkrâm? 
(=Ey Allah'ım! Sen Selâm'sın ve Selâm Sendendir. Sen yücesin. Ey Celâl ve İkrâm 
sahibi)[12] 
 
Bu mübarek lafızları iyi düşünmek gerekir. Senâ çeşitlerini, yani tenzih 
senâsını, tesbih senâsını, hamd senâsını ve yüceltme senâsını lafzın en 
belagatlısı en vecizi ve mana olarak en mükemmeli ile nasılda bir araya 
getirmiş. Bu şekilde Yüce Allah'ın Selâm olduğunu, Selâm'ın O'ndan olduğunu ve 
Selâm'ın O'nun vasfı ve mülkü olduğunu bildirmiştir.[13] 
 
Bu bilindiği zaman şu da anlaşılır: Yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olarak 
Selâm ile isimlenmesi bunun hepsinden daha evladır. Yüce Allah, her yönüyle tüm 
ayıplardan ve noksanlıklarsan selamette olduğundan dolayı bu isimle isimlenmeye 
bu isimle isimlenen herkesten daha müstahaktır. O (c.c.) bütün itibarlarla hak 
olan Selâm'dır. Mahlukat ise izafe ile selâmdır. 
 
Yüce Allah kendi zatında tüm ayıplardan ve vehmin hayal etmiş olduğu tüm 
noksanlıklardan Selâm'dır. O (c.c.) sıfatlarında tüm ayıplardan ve 
noksanlıklardan Selâm'dır. O (c.c.) fiillerinde tüm ayıplardan, noksanlıklardan, 
şerlerden, zulümden ve hikmet yönünün dışında meydana gelecek fiillerden 
Selâm'dır. Bilakis O (c.c.) her yönden ve her itibarla hak olan Selâm'dır. 
 
Yüce Allah'ın bu isme müstahak olması bu isimle isimlenen her şeyin müstahak 
olmasından daha mükemmeldir. Bu, Yüce Allah'ın kendi zatını tenzih ettiği ve 
Resûlünün O'nu tenzih ettiği tenzihin hakikatidir. O (c.c.), zevceden ve çocuk 
edinmekten Selâm'dır. O (c.c.), eşi, dengi, adaşı ve benzeri olmaktan Selâm'dır. 
O (c.c.), ortaktan Selâm'dır. Bundan dolayı kemâl sıfatlarının her birine 
baktığın zaman her sıfatı kemaline zıt olan şeylerden Selâm olarak bulursun. 
 
O'nun hayatı ölümden, uyuklamadan ve uykudan Selâm'dır. Kayyûmiyyeti ve Kudreti 
yorgunluktan ve zorluk çekmekten Selâm'dır. O'nun ilmi Ondan bir şeyin 
ayrılmasından veya O'na unutkanlığın isabet etmesinden, hatırlamaya ve düşünmeye 
ihtiyaç duymaktan Selâm'dır. O'nun iradesi hikmetten ve maslahattan çıkmaktan 
Selâm'dır. 
 
O'nun kelimeleri yalandan ve zulümden Selâm'dır. Bilakis Rabb'in sözleri, 
doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun zenginliği hiçbir yönden 
başkasına ihtiyaç duymaktan Selâm'dır. Aksine O'nun dışındaki her şey O'na 
muhtaçtır. O (c.c.) kendi dışındaki her şeyden zengindir. Mülkünde zıtlık 
olmasından, ortağı olmasından, muavini veya yardımcısının olmasından yada O'nun 
izni olmadan O'nun katında bir şefaatçinin bulunmasından Selâm'dır. 
 
O'na Ulûhiyyetinde bir ortağının olmasından Selâm'dır. Aksine O, kendisinden 
başka hiç bir ilâh olmayan Allah'tır. O'nun Hilmi, affetmesi, bağışlaması, 
mağfiret etmesi ve kulların günahlarından vazgeçmesi O'nun dışındakilerde olduğu 
gibi ihtiyaçtan, zayıflıktan yada menfaatten dolayı olmaktan Selâm'dır. Aksine 
O'nun cömertliği, ihsanı ve keremi saf ve halistir. Aynı şekilde azabı, 
intikamı, yakalamasının şiddeti ve cezalandırmasının sürati zulüm, öfke, katılık 
ve sertlikten dolayı olmaktan Selâm'dır. Aksine O (c.c.)'nun hikmeti, adaleti ve 
eşyayı yerli yerine koyması saf ve halistir. 
 
O (c.c.), ihsanda bulunmaya, mükafatlandırmaya ve nimetlendirmeye müstahak 
olduğu gibi hamda ve senâya da müstahaktır. Bilakis mükafatı cezanın yerine 
koysaydı bu hikmetiyle ve izzetiyle çelişirdi. O (c.c.) cezayı yerli yerine 
koymuştur. Bu ise O'nun hamdından,[14] 
 
hikmetinden ve izzetinden 
 
dolayıdır. O (c.c.) düşmanlarının ve cahillerin hikmetine muhalif olan 
vehimlerinden Selâm'dır. 
 
Onun kazası ve kaderi abeslikten, zulümden ve açık olan hikmetine muhalif olarak 
meydana gelmesinin düşünülmesinden Selâm'dır. O (c.c.)'nun şeriatı ve dini 
çelişkiden, ihtilaftan, bozulmaktan, kulların maslahatına zıt olmaktan, onlara 
rahmet olmaktan, ihsan olmaktan ve hikmetine zıt olmaktan Selâm'dır. Aksine 
O'nun şeriatının tamamı hikmettir, maslahattır ve adalettir. 
 
Aynı şekilde O (c.c.)'nun (nimetler) vermesi yaltakçılık olmaktan ve nimet 
verdiği kimseye ihtiyaç duymaktan Selâm'dır. O (c.c.)'nun bir şeyi men (=yasak) 
etmesi katıksız adalet ve cimriliğin ve acziyetin karışmayacağı hikmettir. 
 
Yüce Allah'ın Arşına istivası ve onun üzerinde olması, Arşı taşımaya ihtiyaç 
duymasından yada ona istivaya muhtaç olmaktan Selâm'dır. Aksine Arş ve onu 
taşıyanlar O (c.c.)'na muhtaçtır. O (c.c.) Arş'tan, onu taşıyanlardan ve her 
şeyden 
 
Ğaniy'dir.[15] 
O (c.c.) yüce ve yüksektir. 
 
O'na (c.c.) hiçbir sınır ulaşamaz. Arş'a ve diğer mahlukata hiçbir ihtiyaç 
duymaz. Yüce Allah'ı hiçbir şey kuşatamaz. Her şeyi kuşatan Arş değil bilakis O 
(c.c.)'dur. O (c.c.) ?nunla birlikte Arşa ihtiyacın olması söz konusu değildir. 
O (c.c.) Ğaniy ve Hamîd[16] 
 
Aksine Arşına istivası ve mahlukatını kuşatması, herhangi bir yönden Arşa veya 
bir başkasına ihtiyaç duymaksızın mülkünün ve üstünlüğünün 
gerektirdiklerindendir. 
 
Her gece dünya semasına inmesi[17] 
O (c.c.)'nun yüceliği ile ve zenginliği ile çelişmekten Selâm'dır. O'nun kemali, 
Muattıla (=sıfatları inkar eden) ve Müşebbihe (=O'nu mahlukata benzeten)'nin tüm 
vehimlerinden Selâm'dır. O (c.c.) bir şeyin altında olmaktan veya bir yerde 
mahsur kalmaktan Selâm'dır. Rabb'imiz olan Allah kemaline ve zenginliğine zıt 
olan her şeyden yücedir. İşitmesi ve görmesi müşebbihenin tüm hayallerinden ve 
muattilenin uydurduğu her şeyden Selâm'dır. 
 
Yüce Allah'ın veli kullarını dost edinmesi, mahlukatın birbirini dost edindiği 
gibi acizlikten dolayı değildir. Aksine O (c.c.)'nun dostluğu yardım, rahmet, 
ihsan ve iyiliktir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 
 
?Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da 
ihtiyacı olmayan Allah'a hamd ederim de ve tekbir getirerek O (c.c.)'nun şanını 
yücelt!? 
(İsrâ, 
 
17/111.) 
 
Bu âyette yüce Allah kendisine dost edinmeyi mutlak olarak nefyetmedi 
(=olumsuzlaştırmadı). Aksine acziyetten dolayı dost edinmeyi nefyetti. 
 
Aynı şekilde O (c.c.)'nun sevdiklerine ve dostlarına muhabbeti, ihtiyaç duyulan 
sevgiden dolayı mahlukatın birbirine olan sevgi ihtiyaçlarından veya yalan sevgi 
göstererek yaltaklık yapmaktan yada yakınlığı ile menfaat elde etmekten 
Selâm'dır. O (c.c.)'nun muhabbeti hakkında muattilenin uydurduklarından 
Selâm'dır. 
 
Aynı şekilde kendi zatına 
 
?el? 
ve 
 
?yüz?ü 
izafe etmiştir. Muhakkak ki O (c.c.) müşebbhenin hayallerinden ve muattilenin 
uydurduklarından Selâm'dır. 
 
Yüceler yücesi olan Allah'ın münezzeh olduğu her şeyi Selâm isminin nasılda 
kapsadığını gerçekten iyi düşünmek gerekir. Bu ismi nice ezberleyenler vardır 
ama içerdiği sır ve manalarını idrak edemez.[18] 
 
Selâm masdarmı yoksa masdar ismimi? diye sorulacak olursa şöyle cevap veririz: 
Tahiyyat (=Selâm demek) manasında olan Selâm ?selleme? fiilinden masdar ismidir 
selleme'nin masdarı alleme-talîmen, fehheme-tefhîmen ve kelleme-teklîmen gibi 
teslîmen olarak gelir. Kelleme'den kelâm'ın geldiği gibi Selâm'da selleme'den 
gelmiştir. 
 
Şayet şöyle sorulsa: masdar ile isim arasındaki fark nedir? 
 
Şöyle cevap veririz: O ikisinin arasındaki fark lafzî ve manevî'dir. 
 
Lafzî olana gelince: 
Masdar, efale'den ifâl, fa'ale'den tefîl, infeale'den infiâl, tefa'lele'den 
tefa'lul ve diğerleri gibi kıyasî olan fiilinin üzerinden gelir. Selâm ve 
kelâm'a gelince her ikisi de fiillerinin üzerine kıyasî olarak gelmezler. Eğer 
fiillerinin üzerine kıyasî olarak gelselerdi teslîm ve teklîm denirdi. 
 
Manevî olan farka gelince: 
Masdar fiile ve failine delalet eder. Teklîm (=konuşmak), teslîm (=teslim olmak, 
selam vermek), talîm (=öğretmek) ve benzerleri kullanıldığı zaman fiillerine ve 
o fiilleri yapan kimselere delalet eder. Böyle olunca da teslîm selâma ve selâm 
verene delalet eder. Teklîm ve talîm'de aynı şekildedir. 
 
Masdar ismine gelince: 
O yalnızca fiile delalet eder. Selâm ve kelâm lafızları, teklîm ve teslîm'in 
hilafına selâm verene ve konuşana delalet etmez. 
 
Bu farkın sırrı, selleme-teslîmen ve kelleme-teklîmen sözlerindeki masdarın 
fiilin tekrarı makamındadır. Sanki konuşan şöyle diyor; selleme-selleme ve 
kelleme-kelleme. Fiil failinden hiçbir zaman ayrılmaz.[19] 
 
Dördüncü soruya gelince: 
Tahiyyat'ta talep edilen selâm'ın manası nedir? 
 
Bunda meşhur olan iki görüş vardır. 
 
Birincisi: 
?Selâm ismi sizin üzerinize olsun? demektir. Burada Selâm, Allah (c.c.)'tır. Bu 
cümlenin manası ise; ?Selâm isminin bereketi sizin üzerinize insin ve üzerinize 
hak olsun? ve benzerlerini demektir. Bu manada Yüce Allah'ın isimlerinden başka 
bir isim değil de Selâm ismi tercih edildi. Sonraki sorunun cevabında gelecek. 
 
Sahabeyi Kirâm bu söz hakkında birçok delil getirmiştir. Bunlardan bir tanesi 
sahih bir hadiste şöyle gelmiştir: 
 
?Namazda şöyle diyorlardı: Selâm kullarından önce Allah'a olsun. Selâm 
Cebrâil'in üzerine olsun. Selâm falanın üzerine olsun. Nebî (s.a.v.) onları 
uyararak şöyle buyurdu: Selâm Allah'a olsun demeyin. Muhakkak ki Allah 
Selâm'dır. Fakat siz; Ey Nebî! Selâm Senin üzerine olsun. Allah'ın rahmeti ve 
bereketleri Senin üzerine olsun. Selâm bizim üzerimize olsun. Ve Salih 
kullarının üzerine olsun' deyin.?[20] 
 
Nebî (s.a.v.); Selâm Allah'a olsun demeyi onlara yasakladı. Çünkü Selâm, selam 
verilene dua ve onun selamete ermesini istemektir. Allah (c.c.) kendisinden 
selamet talep edilendir yoksa kendisi için selamet talep edilen değildir. O 
(c.c.) duaya icabet etmesi istenendir yoksa kendisi için dua edilen değildir. 
Allah'a selamet dilemek imkansızdır. Aksine Yüce Allah kitabında da buyurduğu 
gibi kullarına selamet verendir: 
 
?Senin izzet sahibi Rabb'in, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan 
yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun!? 
(Saffât, 
 
37/180-181.) 
 
?Selam olsun İbrahim'e? 
(Saffât, 
 
37/109.) 
 
?Bütün âlemler içinde Nuh'a selam olsun? 
(Saffât, 
 
37/79.) 
 
?Selam olsun İlyâsîn'e? 
(Saffât, 
 
37/130.) 
 
Hz. Yahyâ hakkında yüce Allah şöyle buyurdu: 
 
?Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selam 
olsun!? 
(Meryem, 
 
19/15.) 
 
?Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve 
bereketlerle (gemiden) in!? 
 
(Hûd, 
 
11/48.) 
 
Yüce Allah kıyamet günü cennet ehline selâm verir. Nitekim şöyle buyurmuştur: 
 
سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ} 
 
 {لَهُمْ 
فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ 
?Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir. 
Onlara merhametli Rabb'in söylediği selam vardır? 
(Yâsîn, 
 
36/57-58.) 
 
Burada ?قَوْلًا? 
kavlen kelimesi masdar (mefûlu mutlak) olarak mensubdur. Fiili ise selâmın 
içerdiği kavlin (=söz) fiilidir. Çünkü selâm bir kavildir. 
 
İmam Ahmed'in 
 
?Müsned?inde 
ve İbn Mâce'nin 
 
?Sünen?inde 
Muhammed b. Münkedir'in Câbir (r.a.) den rivayet ettiği bir hadiste, Rasûlullah 
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 
 
?Cennet ehli nimetler içinde iken aniden üzerlerinde bir nur belirir. Başlarını 
kaldırıp baktıklarında Cebbâr (olan Allah c.c.) onları üzerlerinden kuşatmıştır. 
Ve onlara şöyle seslenir: ?Ey cennet ehli Selâmun aleykum' sonra şu âyeti 
kerimesini okur ?Onlara merhametli Rabb'in söylediği selam vardır' sonra 
onlardan gizlenir. Ve onların diyarında, onların üzerlerinde O (c.c.)'nun 
rahmeti ve bereketi kalır?[21] 
 
İbni Mâce'nin hadis kitabında merfû olarak Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle 
buyurduğu rivayet edilmiştir: 
 
?Hak Teâlâ'nın kıyamet günü ilk selâm vereceği kişi Ömer'dir?[22] 
 
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 
 
?O'na kavuşacakları gün kendilerine esenlik dileği selamdır? (Ahzâb, 
 
33/44.) 
 
Bu, Yüce Allah'ın huzuruna çıktıkları gün onların selâmıdır. Bu selâmın onlardan 
Yüce Allah'a olması imkansızdır. Çünkü onlar O'na selâm vermelerinin imkansız 
olduğunu çok iyi biliyorlardı. Dünyada ikinde bu işten men edilmişlerdi. Bu 
ancak Yüce Allah'tan onlar için selâmdır. Burada ki selâm mufule izafe 
edilmektedir. Bu selâm kulların selâmlandığı selâmdır yoksa onların Yüce Allah'ı 
selamlamaları (yüce Allah'a selamet dilemeleri) değildir. Eğer Yüce Allah'ın 
Yâsîn sûresindeki şu sözü olmasaydı: ?Onlara merhametli Rabb'in söylediği selam 
vardır? bu selâmın meleklerden kullara olması muhtemel olurdu. Nitekim Yüce 
Allah şöyle buyurmuştur: 
 
?(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından 
sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına 
varacaklardır (Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya 
yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler)? 
(Ra'd, 
 
13/23-24.) 
 
Fakat bu, onlar cennetteki makamlarındayken onların yanına girdikleri zaman 
onları selâmlayarak giren meleklerin selâmıdır. Yüce Allah'ın, 
 
?O'na kavuşacakları gün kendilerine esenlik dileği selamdır? 
(Ahzâb, 
 
33/44.) 
buyruğunda geçen Selam'a gelince, bu Selâm, karşılaştıkları vakit yüce Allah'ın 
onlara verdiği selâmdır. Nitekim bir kimse sevdiği biriyle karşılaştığı zaman 
ona selâm verir. O gün Rableriyle aralarına perde çekilenler neden mahrum 
oldular? 
 
Onun sana gözükmemesi yeter. Bu, cezası içinde olan günahtır. 
 
Burada kastedilen, Selam'ın, yüce Allah'tan talep edilmesidir. Ve O'nun 
kullarına selâm vermesi imkansız değildir. O'nun selâma ihtiyacı olmadığı için 
O'na selâm verilmez. Rasûlullah (s.a.v.)'in; 
 
?Muhakkak ki Allah Selâm'dır?[23] 
sözü, Selâm'ın, yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olduğuna delidir. 
 
Bazıları şöyle dediler: Selam veren bir kimse selâm verdiği zaman manası 
selâm'ın ismi sizin üzerinize olsun demektir. 
 
Onların delilerinden 
 
birincisi; 
Ebu Dâvud'un, Abdullah ibn Ömer'den rivayet ettiği şu hadistir: 
 
?Bir adam Nebî (s.a.v.)'e selâm verdi. Fakat Nebî (s.a.v.) selâmına karşılık 
vermedi ta ki duvara dönüp sonra teyemmüm aldı sonra selâmına karşılık verdi ve 
şöyle dedi: Muhakkak ki ben temizleninceye kadar Allah'ı zikretmeyi hoş 
görmedim? 
 
[24] 
 
Dediler ki: Bu hadiste Selâmın Allah'ı zikretmek olduğunu açıklama vardır. Zikir 
ise ancak yüce Allah'ın isimlerinden bir ismi içerdiği zaman olur. 
 
İkinci delil: 
Kitap ehlinden olan kafirlerin (bir biriyle karşılaştıklarında konuşmalarına) 
Selâm ile başlamamalarıdır. Ve onlara da 
 
?Selâmun Aleykum? 
 
denmez. Onlardan birisine; Allah seni selamete çıkarsın (seni hidayete erdirsin) 
denilmesinin çirkin görülmediği malumdur. Bu da ancak Selâm'ın, yüce Allah'ın 
isimlerinden bir isim olmasından dolayıdır. Bu ismin bereketinin bir kafir için 
meydana gelmesini talep etmek caiz olmaz. İşte bunlar görüldüğü gibi kuvvetli ve 
açık delillerdir. 
 
Meşhur olan ikinci görüş: 
 
Selâm selamet manasında masdardır. Oda selâm esnasında selâm ile istenen 
taleptir (=selamettir). Bu sözün sahiplerinin birinci delilleri ise Selâm'ın 
elif-lam'sız zikredilmesidir. Selâm veren kimse şöyle der: 
 
Selâmun Aleykum. 
Eğer yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olsaydı bu şekilde söylenmezdi. Yüce 
Allah'ın Esmâu'l-Hüsnâ'sından olan diğer isimlerinin elif-lam ile marife 
(=belirli isim) geldiği gibi bununla da elif-lam'lı bir şekilde isimlenmesi 
gerekirdi. 
 
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 
 
{ 
السَّلَامُ 
الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ} 
 
?Selâm (esenlik veren) Mü'min (güvenlik veren), Müheymin (kollayıp koruyan), 
Azîz (üstün, gâlib), Cebbâr (istediğini zorla yaptırmaya muktedir olan), 
Mütekebbir (çok büyük)dir! Allâh (kafirlerin) ortak koşmalarından yücedir?(Haşr, 
 
59/23.) 
 
Nekre (=belirsiz) olan isim marifenin (=belirli isim) hilafına, marifenin Yüce 
Allah'a kullanılmasına üstün tutularak muayyen olana (yüce Allah'a) 
kullanılamaz. Çünkü yüce Allah'ın Esmâu'l-Hüsnâ'sı hatırlandığı zaman marifenin 
Yüce Allah için muayyen olarak kullanıldığı (görülür). 
 
İkinci delilleri: 
 
?Selâmun Aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu? 
sözünde rahmet ve bereketin Selâma atfedilmesi Selâm ile muradın masdar olduğuna 
delalet etmektedir. İşte bundan dolayı kendisi gibi masdar olan rahmet ve 
bereket Selâm'ın üzerine atfedilmiştir. 
 
Üçüncü delilleri: 
Eğer burada, Selâm, yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olsaydı cümle ancak Yüce 
Allah'ın ismi celâlinin gizlenmesi ve kendisiyle kayıtlı olan bir taktir ile 
düzgün olurdu. Ve mana şöyle olurdu: 
 
?Bereketu ismi's-Selâmi aleykum? 
(=Selâm isminin bereketi üzerinize olsun). Çünkü tek başına isim onların üzerine 
olmaz. Şayet şöyle denseydi: ?İsmullahi aleyke? (=Allah'ın ismi senin üzerine 
olsun) o zaman mana şöyle olurdu: Bu ismin bereketi ve taktir edilen buna benzer 
şeyler (senin üzerine olsun). Bu taktirin aslın hilafına olduğu ve hakkında 
delil olmadığı bilinmektedir. 
 
Dördüncü delilleri: 
Selâmdan kastedilen bu mana değildir. Ondan kastedilen bundan sonraki sorunun 
cevabında geleceği gibi ancak haber ve dua olarak selameti bildirmektir. İşte 
bundan dolayı Selâm, selameti içerdiğinden dolayı emân (=emniyet) ve selam veren 
ve selama karşılık verenlerden her biri için emniyettir. 
 
Ve şöyle dediler: Bu delillerin hepsi Selâm'ın selamet manasında masdar olduğuna 
delalet etmektedir. Selametin sonundaki ?ta? kaldırılmıştır. Çünkü burada 
kastedilen bir tek selamet değil selamet cinsinin tamamıdır. ?ta? ise sınır 
ifade etmektedir. 
 
Bu meselede doğru ile yanlışı birbirinden ayıran hüküm, şöyle denmesidir: Doğru 
olan, bu her iki görüşünde toplamında mevcuttur. O ikinden her birinde bazı 
doğrular bulunmaktadır. Asıl doğru olan her ikisinin toplamındadır. Biz ancak 
bunu bir kaide ile açıklıyoruz. Oda Yüce Allah'a dua eden kimsenin talep ettiği 
her şeyde Esmâu'l-Hüsnâ ile istemesi, bu talebini gerektiren ve meydana 
gelmesine uygun olan isim ile tevessül (=vesile) etmesidir. 
 
Hatta dua eden sanki bu isim ile O'na tevessül ederek şefaat istiyor. Bir kimse: 
 
?Ey Rabb'im! Beni bağışla ve tevbemi kabul et. Muhakkak ki Sen tevbeleri çokça 
kabul eden ve günahları bağışlayansın? 
dediği zaman, o kimse, yüce Allah'tan; iki şeyi, isimlerinden iki ismi vesile 
kılarak istemiştir. Bu iki isim, onun talep ettiği şeylerin meydana gelmesini 
gerektirmektedir. 
 
Aişe (r.a.), Kadir gecesine ulaştığında nasıl dua etmesi gerektiğini Nebî 
(s.a.v.)'e sorduğunda Nebî (s.a.v.)'in ona verdiği cevapta aynı şekildedir: 
 
?Deki: Ey Allahım! Muhakkak ki Sen affedici ve Kerîm'sin affetmeyi seversin, 
beni affet?[25] 
 
Aynı şekilde Ebu Bekir Sıddîk (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)'den kendisiyle dua 
edebileceği bir dua öğretmesini istediğinde, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle 
buyurmuştur: 
 
?Ey Allah'ım ben nefsime çok zulüm ettim ve günahları Senden başka bağışlayacak 
kimse yoktur. katından bir mağfiret ile beni bağışla ve bana merhamet et. 
Muhakkak ki Sen el-Ğafûr 
 
ve er-Rahîm'sin?[26] 
 
Bunun örnekleri gerçekten çoktur. Biz burada bu delilleri getirerek sözü 
uzatmayacağız. 
 
Bu sabit olunca, makamda bir kimsenin yanında en mühim olan selametin talebi 
makamı olduğunda onun lafzında Yüce Allah'ın isimlerinden bir ismin siğası 
(=kip-kalıp) getirildi. Oda kendisiyle selametin talep edildiği Selâm'dır. Selâm 
lafzı iki manayı kapsamına almaktadır. 
 
Birincisi, 
Abdullah ibn Ömer'inde hadisinde geçtiği gibi yüce Allah'ın zikridir. 
 
İkincisi ise 
selam verenin maksadı olan selametin talebidir. ?Selâmun aleykum?, hem yüce 
Allah'ın isimlerinden bir ismi içermekte ve hem de Ondan selameti talep etmeyi 
içermektedir. Bu faydalı olan bilgiyi iyi düşünmek gerekir. 
 
Buna yakın olan, bazı selef ulemasından rivayet edilen 
 
Âmîn 
hakkındaki görüştür. Bazıları, Âmîn'in, yüce Allah'ın isimlerinden bir isim 
olduğunu söylemiştir.[27] 
 
İnsanlarda bir çoğu bu görüşü reddetmiş ve demişlerdir ki: Âmîn, yüce Allah'ın 
isimlerinden bir isim değildir. Bunlar, selefin sözünün manasını 
anlamamışlardır. Halbuki onlar bu kelimenin, yüce Allah'ın ismini içerdiğini 
kastetmişlerdir. Çünkü 
 
Âmîn 
kelimesinin manası; 
 
?Duamıza icabet et 
 
ve 
Senden istediğimizi ver? 
demektir. 
 
Âmîn kelimesi talep etmeye delalet etmesiyle beraber yüce Allah'ın ismini 
içermektedir. ?Selâmun aleykum?deki kapsamlılık ise daha açıktır. Çünkü Selâm, 
yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bu da, meselenin sırrının açılmasıdır.[28] 
 
 
 
* * * 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 ?el-Bâkiyâtu's-Sâlihât?ın manaları, yüce Allah'ın şu âyeti 
 kerimesinden anlaşılmaktadır: 
 ?Servet ve 
 oğullar, dünya hayatının süsüdür; el-Bâkiyâtu's-Sâlihât (=ölümsüz olan iyi 
 işler) ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya 
 daha lâyıktır? 
 (Kehf, 
 
 18/46.) 
 Muhakkak ki bunlar beş vakit namazdır. Ve birde şunların olduğu rivayet 
 edilmiştir: 
 ?Subhânallahi 
 ve'l-Hamdu lillah?, 
 ?Lâ 
 ilehe illallahu vallahu ekber? 
 ve ?Lâ 
 havle ve lâ kuvvete illâ billah? 
 
 
 
 
 
 [2] 
 el-Halîm: Cezalandırmaya gücü yettiği halde, hemen ceza vermeyen, kullarının 
 isyanlarına karşı hemen öfkeye kapılmayan. (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 
 [3] 
 Doğruluğuna delil şu âyeti kerimedir: 
 ?Rabbinin sözü, 
 doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek 
 kimse yoktur. O işitendir, bilendir? 
 (En'âm, 
 
 6/115.) 
 
 
 
 
 
 
 
 [4] 
 İkinci Konu: 
 Esmâu'l-Hüsnâ 
 ve 
 Esmâu'l-Hüsnâ'dan Selbin Nefyedilmesi 
 
 
 
 
 
 
 [5] 
 Buradaki sağ ve sol kavramları cihet (=yön) anlamlarında değildir. 
 Çünkü 
 Yüce Allah 
 cihetten münezzehtir. Buradaki sağ ve sol kavramları hayır ve şer 
 anlamlarındadır. 
 Yüce Allah 
 iki el ile kemaline ve azametine yakışır bir şekilde vasıflanmıştır. O 
 (c.c.) yarattığı hiçbir şeye benzemez. (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 [6] 
 Buhârî, Enbiya 
 
 1, 
 İsti'zan 
 
 1; 
 Müslim, Cennet 
 
 28 
 (2841) 
 
 
 
 
 
 
 [7] 
 Ahkâmu Ehli'z-Zimmet, 
 
 1/193. 
 
 
 
 
 
 
 
 [8] 
 Şifâu'l-Alîl, s. 
 
 179. 
 
 
 
 
 
 
 [9] 
 Selam verenin şu sözü gibi: ?es-Selâmu aleykum ve rahmetullahi ve 
 berekâtuhu? 
 
 
 
 
 
 [10] 
 Selâm söyle denildiği zaman ?es-Selâmu aleykum ve rahmetullahi ve 
 berekâtuhu? anlaşılır. Ama rahmet söyle veya bereket söyle denmez. (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 [11] 
 Bedâiu'l-Fevâid, 
 
 2/181. 
 
 
 
 
 
 
 
 [12] 
 Müslim, Mesacid 
 
 135 
 (591) 
 
 
 
 
 
 
 
 [13] 
 Bedâiu'l-Fevâid, 
 
 2/187. 
 
 
 
 
 
 
 
 [14] 
 Adaletinden dolayıdır. 
 
 
 
 
 
 
 
 [15] 
 
 el-Ganiyy: 
 Nimet rahmet hazineleri sonsuz olup hiçbir şeye muhtaç olmayan, zengin. (ç.) 
 
 
 
 
 
 
 
 [16] 
 el-Hamîd: Fiilleriyle ve nimetleriyle övgüye (senâya) layık olan. (ç.). 
 
 
 
 
 
 
 
 [17] 
 Ebû Hureyre (r.a.)'dan gelen bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle 
 buyurmuştur: ?Rabbimiz Tebareke ve Teâla her 
 
 gece 
 dünya semasına gecenin son üçte biri kaldığı zaman iner ve şöyle der: Bana 
 dua eden yokmu ona icabet edeyim. Benden isteyen yokmu ona vereyim. 
 Bağışlanmak isteyen yokmu onu bağışlayayım? Buhârî, Teheccüd 
 
 14, 
 Tevhid 
 
 35, 
 Deavat 
 
 13; 
 Müslim, Müsafirin 
 
 168-170; 
 Ebû Dâvud, Sünnet 
 
 19; 
 Tirmizî, Salat 
 
 211, 
 Savm 
 
 38, 
 Deavat 
 
 78; 
 İbn Mâce, İkamet 
 
 191; 
 Dârimî, Salat 
 
 168; 
 Muvatta, Kur'an 
 
 30; 
 Ahmed b. Hanbel, 
 
 4/16 
 
 
 
 
 
 
 [18] 
 Buhârî, İsti'zân 
 
 61 
 
 
 
 
 
 
 
 [19] 
 Bedâiu'l-Fevâid, 
 
 2/135. 
 
 
 
 
 
 
 
 [20] 
 Ahmed b. Hanbel, 
 
 1/464; 
 İbni Hibbân, Sahîh, (1949); 
 Taberânî, Mucemu'l-Kebîr, (9904); 
 Tayâlisî, Müsned, (249) 
 
 
 
 
 
 
 
 [21] 
 İbn Mâce, Mukaddime 
 
 13 
 (184); 
 Ebû Nuaym, Hilye, 
 
 2/208-209; 
 Ukaylî, Duafâu'l-Kebîr, 
 
 2/274; 
 İbn Adiyy, Kâmil, 
 
 6/2039-2040; 
 İbn Cevzî, Mevzûât, 
 
 3/260-261; 
 Âcurî, et-Tasdîk bi'n-Nazari ilallahi teâlâ fi'l-Âhiret, s. 
 
 48; 
 İbn Belbân, Mekâsidu's-Seniyye, s. 
 
 374. 
 
 
 Bu 
 hadisteki; Ebû Asım el-Abbâdânî, hadis inkarcısıdır. (İbni Hibbân dedi ki: 
 Asım el-Abbâdânî yanılan birisidir. Ebû Dâvud dedi ki: bu şahsı tanımıyorum) 
 
 
 el-Fadl 
 er-Rakkâşî zayıftır. (Ahmed b. Hanbel dedi ki: bu şahıs zayıftır. Ebû Zur'a 
 er-Râzî ve Ebû Hâtim er-Râzî dediler ki: bu adam hadis inkarcısıdır. Ebû 
 Dâvud, bu adam helak edicidir demiştir.) 
 
 
 Dolayısıyla hadis, ?Daîfu Sunen-i İbn Mâce?, s. 14'de geçtiğine göre, 
 zayıftır. 
 
 
 
 
 
 [22] 
 İbn Mâce, Mukaddime, 
 
 11 
 (104) 
 
 
 
 
 
 
 
 [23] 
 Buhârî, Ezân 
 
 148, 
 
 
 150, 
 İsti'zan 
 
 3, 
 Deavat 
 
 16, 
 Tevhid 
 
 5; 
 Müslim, Salat 
 
 56; 
 Ebû Dâvud, Salat 
 
 178; 
 Tirmizî, Deavat 
 
 82; 
 Nesâî, Tatbik 
 
 100, 
 Sehv 
 
 41, 
 
 
 43, 
 
 
 56; 
 İbn Mâce, İkamet 
 
 24, 
 Dua 
 
 10; 
 Ahmed b. Hanbel, 
 
 1/413 
 
 
 
 
 
 
 
 [24] 
 Ebû Dâvud, Taharet 
 
 8; 
 İbn Mâce, Taharet (353); 
 Ahmed b. Hanbel 
 
 5/80 
 
 
 
 
 
 
 
 [25] 
 Tirmizî, Deavât 
 
 58 
 (3513); 
 İbni Mâce, Dua (3850); 
 Ahmed b. Hanbel, 
 
 6/171-182-208. 
 Tirmizî 
 dedi ki: Bu hadis, hasen sahihdir. 
 
 
 
 
 
 
 [26] 
 Buhârî, Deavât 
 
 16; 
 Müslim, Zikr 
 
 47-48 
 
 
 
 
 
 
 
 [27] 
 Mücahidin şöyle dediği rivayet edilmiştir: 
 ?Âmîn, Yüce 
 Allah'ın isimlerinden bir isimdir.? 
 Zeccâc, İ'râbu'l-Kur'ân, 
 
 1/144; 
 Akberî, Tibyân, 
 
 1/5 
 
 
 
 
 
 
 
 [28] 
 Bedâiu'l-Fevâid, 
 
 2/140.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.