Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Gerçek Islahatçılar Aynı Zamanda İnkılapçıdırlar

Gerçek Islahatçılar Aynı Zamanda İnkılapçıdırlar

Gerçek Islahatçılar Aynı Zamanda İnkılapçıdırlar

Islahat çabalarıyla verilen
mücadele, egemen şirk güçlerinin hakimiyetini hayatın bütün şubelerinden söküp
atmaya çalışan aktivite kadar (7/A'râf, 85-86; 11/Hûd, 116-117), en az, iman
ettikten sonra imanlarına zulüm karıştıran ve kötü amellere meyleden
müslümanları uyandırıp ıslah etmeyi amaçlayan iç aktiviteyi de (5/Mâide,
39; 3/Âl-i İmran, 86-89) bünyesinde barındırmaktadır. İster Yüce Allah'ın
ilahlığını ve rububiyetini tanımayan veya O'na ortaklar koşarak azgınlık yapan
tutumlar sonucu olsun, isterse tevhid dinine girdikten sonra cahilî arzu ve
anlayışların tesiriyle itikadî ve amelî yanlışlıklara ve kötülüklere bulaşma
sonucunda olsun, yeryüzünde ve toplumsal hayatta baş gösteren bozulma, çözülme,
tuğyan ve zulüm karşısında ortaya konabilecek olumlu çabanın Kur'an'daki tanımı
ıslahat ve salih ameldir. ?Mevcut düzenin ıslah edilmesi? gibi ifadelerle
karşımıza çıkan kısmî düzeltme, uzlaşma, düzenle müslümanı bağdaştırma şeklinde
anlayış, ıslahat kavramını tahrif etmektir. Islahat, günümüzde yanlış olarak
inkılapçı hareketlerin karşısında, düzen ve sistem içi hafif yumuşatma ve zalim
düzenin devamı anlamlarında kullanılıyorsa, bu Kur'an'ın anlaşılmasını istediği
bu kavramdan ve içeriğinden uzaklaşmadır, yanlıştır. Islahat, devrimci bir
eylemdir. Bozulmuş ve sapmış olanı düzeltme ve vahyî hakikatleri yeniden egemen
kılma çabasıdır. Islahatçı, insan ve toplumların düşünce ve eylemlerinde vahyî
doğrular istikametinde köklü bir değişimi ve dönüşümü gerçekleştirmeyi amaçlar
ve bu işin sünnetine uygun bir mücadele içinde olmaya çalışır. Hasenât ise,
genelde fıtrî bir iyiliği, insanlara hizmeti ifade eder. Ancak ıslahat çabaları
doğrultusunda yapılan hasenatların, anlamlı ve kalıcı olan değerinden
bahsedilebilir (18/Kehf, 30).
Islahat; kesin ve muhkem olan
vahyî ölçüye dayanarak cahilî bütün tutum ve davranışları, ifsad edilmiş bütün
kurumları tepeden tırnağa değiştirmeyi amaçlamış devrimci bir tavırdır.
Islahatçı (muslih), ilahlık taslayan egemen şirk güçlerine karşı gösterdiği
tavır kadar, şirk güçlerinin saldırısı karşısında ümmet bünyesinin mukavemetini
yıkan, onu hastalıklı kılan iç bozulmaya karşı da mücadele vermek zorundadır.
Islahatçı, kendi ümmetinin, dış güçlerin saldırılarından önce, kendi halini
bozması, olumsuz olarak değiştirmesi sonucunda gerilediğini ve Allah'ın verdiği
nimetleri elinden kaçırdığını bilir (8/Enfâl, 53). Islahatçı; Allah'ın
düşmanlarıyla mücadele etmek kadar, düşmanla mücadele edecek sağlıklı bir
bünyeye sahip olma çabasının da taşıyıcısıdır. O, bozulma ve zilletin
nedenlerini, şeytanî güçlerin aslî görevi olan saldırılarından önce, çözülmeye
ve hastalanmaya müsait hale gelmiş olan kendi ümmetinin itikadî ve amelî
tutumlarında arar. Islahatçı, kurtuluşa kişisel iyiliklerle ulaşılamayacağını
bildiği gibi; ıslah çabalarında kendi nefsini de unutmaz. Ve o yine bilir ki,
iman edip salih amel işleyenler, insanların en hayırlılarındandır (98/Beyyine,
7).
Islah eylemi, her türlü
bozulma, tuğyan ve şeytanî tuzak karşısında tevhidî ilkeleri yaşatmayı ve
Allah'ın dinini yeryüzünde hakim kılmayı amaçlayan soylu ve köklü bir uğraştır.
Islahatçı, vahiy temeline bağlı inkılapçı bir öz taşır. O, Rabbimiz'in ilettiği
buyruklar doğrultusunda öncelikle kendini ıslah ederek (6/En'âm, 48) kendi
nefsinde inkılabı gerçekleştirmiş ve bu olumlu değişimi çevresine, toplumuna ve
yeryüzüne taşımayı amaçlamıştır. İman edip salih işlerde bulunalar, halkın en
hayırlılarıdır (98/Beyyine, 7) ve onların da çok olmadığı bilinmektedir (38/Sâd,
24).
Kur'an bize, ıslah kavramının
günümüzde olduğu gibi geçmiş tarihte de yanlış veya kasıtlı tutumlar nedeniyle
Allah'ın rızası dışında kullanıldığını göstermektedir. Salih amelle kötü ameli (seyyiât)
birbirine karıştıranlar (9/Tevbe, 102) olduğu gibi, kendilerine bozgunculuk
yapmayın diye ihtar edilenlerden ?biz ıslah edicileriz? (2/Bakara, 12)
diye cevap verenler de çıkmıştır. Oysa Allah, bozgunculuk edeni (müfsid), ıslah
edenden (muslih) ayırır (2/Bakara, 220). Allah'ın kitabı, salih kulların
özelliklerini ortaya koyan en temel, muhkem ve mutlak ölçüdür.
Islah çabalarının birinci elden
muhatapları, ilahî vahye kulaklarını tıkamamış, gerçekler karşısında gözlerini
yummamış olanlardır. İnandıkları halde, bilmeyerek kötülük işleyenlere (En'am,
54) veya cehaletleri dolayısıyla bu duruma düşenlere (16/Nahl, 119), cahilî
anlayış ve tavırlarından sonra tevbe etme ve kendilerini düzeltme (ıslah)
kapıları açık tutulmaktadır. Bu bozulma ve kötülük hali, tarihî süreç içinde
toplumların bünyesinde de tezahür edebilmektedir. İslam ümmetinin bugün yaşadığı
hastalıklı ve cahilî durum, buna şahitlik etmektedir.
Müslümanlar, tevhidî
bilinçlerini, rıza gösterdikleri sistemler içinde yozlaştırmışlar ve büyük
ölçüde yitirmişlerdir. Peygamberimiz'den bu yana ıslahat çabalarını ve tevhidî
mücadelelerini sürdüren muvahhid müslümanların gayretlerine rağmen, işbaşına
geçtiklerinde bozgunculuk yapanlar (2/Bakara, 205), Allah'ın indirdiği apaçık
belgeleri ve Kitap'ta açıkladığı hidayeti gizleyenler (2/Bakara, 159) İslam
ümmetinin bilincini ifsad etmişler ve müslüman kitlelerin halini bozup
değiştirmişlerdir. Ve İslam ümmeti, Rablerinin kendilerine verdiği arza vâris
olma nimetini ellerinden kaçırmıştır. ?Bu böyledir, çünkü bir millet
kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez.
Allah işitendir, bilendir.? (8/Enfâl, 53)
Fakat Allah yeryüzünü salih
kullarına vâris kılmak (21/Enbiyâ, 105); insanları kurtuluş ve mutluluk yoluna
eriştirmek istemektedir (9/Tevbe, 20). Bununla birlikte değişim, yine bizim ve
beraber olduğumuz toplumun iradesine bağlı tutulmuştur. Bireysel ve toplumsal
alanda başarılı oluşun yolu, yine ıslahat çabalarıyla oluşacaktır. ?Bir
toplum, kendi nefsindekini değiştirmedikçe, kuşkusuz Allah da o toplumun
bulunduğu durumu değiştirmeyecektir.? (13/Ra'd, 11) ?Ey iman edenler,
Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki (Allah) işlerinizi ıslah etsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasülüne itaat ederse, büyük bir
başarıya erişmiş olur.? (33/Ahzâb, 70-71)
İlk aile kurumuyla oluşmaya
başlayan toplumsal yaşam; şeytanî olanla Rabbanî olan arasındaki tartışma,
çatışma ve imtihanlarla çeşitlenerek bugüne dek süregelmiştir. Tevhid-şirk
kutuplaşmasında süregelen toplumsal mücadeleler tarihi, ıslah edilmiş olan
yeryüzünde (7/A'râf, 56) Allah'a verilen sözden cayıp, bozgunculuk yapanlarla
(13/Ra'd, 25), inanıp salih amellerde bulunanlar (98/Beyyine, 7) arasında devam
edegelen sürekli bir çatışmayı oluşturmaktadır. Tevhid ile şirkin, hak ile
bâtılın, ma'ruf ile münkerin, muhkem ile muharref olanın arasındaki çatışma
bugün de sürüp gitmektedir.
Hidayet nimetine nankörlük
eden, Yaratıcısı yanında başka velîler edinen, kendi aczini unutarak büyüklük
taslayan ve böylece yeryüzünde bozgunculuk yapan, fitne çıkaran, kötülüğü
yaygınlaştıran, vahiy dinini tahrif etmeye kalkışan veya bu konuda aracı
olanların söz konusu cahilî eğilimleri ve bozgunculukları, rasullerin öncülüğünü
yaptığı salih kulların ıslahat çabalarıyla insanlık tarihi süresince
giderilmeye, düzeltilmeye çalışılmıştır. Tartışma, çatışma ve imtihan alanı
dediğimiz tevhidî mücadele ortamı da bu çerçevede oluşmaktadır.[1]
Özellikle mü'minlerin kâfirlere
ve münafıklara, kısaca muslihlerin müfsidlere karşı savaşı yalnız insanlar için
değil; tüm varlıklar için bir rahmettir. Yeryüzünü fesada boyayan kâfirler
korkaklıkları, paylaşmak istedikleri rant ve sahip oldukları hırs sebebiyle
birbirleriyle yardımlaşırlar. Bunlara karşı muslihlerin/müslümanların, fesada ve
müfsidlere karşı ortak bir cephe meydana getirmeye gayret etmeleri kulluk ve
hilafet görevleridir. "Küfredenler birbirlerinin velisi, gönül dostudurlar.
Eğer siz bunu yapmazsanız (iman edip hicret ederek canlarınızla ve mallarınızla
Allah yolunda cihad edip yardımlaşmaz ve böylece birbirinizin velisi olmazsanız)
yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat başgösterir." (8/Enfâl, 73) Günümüzde
fitne ve fesadın iktidarı, bütün kurumları ve kurallarıyla ayaktadır.
Müslümanlar da birbirlerinin velâyetine râzı olmamanın ve cihadı terk etmenin
ızdırabını yaşamaktadırlar.
Fesadın temelinde insanın doğal
değerleri ve evrendeki mevcut nizamı, kendi hevâsı ve doymazlıkları uğruna
altüst etmesi yatar. (Bkz. 23/Mü'minûn, 71) Bunun sonucu, şirkin en büyük fesat
olmasıdır. Çünkü şirk, tüm yaratıklardaki değer ve nizamı şuursuz maddeye
yükleyerek bozmaya çalışmaktır. Kur'an'da fesat olarak sayılan eylemlerin
başlıcaları, iman etmeyip insanları Allah yolundan alıkoymak, büyüklenmek,
haksız yere kan dökmek, tuğyankârlık/azgınlık taşkınlık yapmak, fahşâ ve münker
(çirkin ve kötü söz, fiil) işlemek, nesil ve ekini helak etmek,
homoseksüellik, yol kesmek, hırsızlık, insanları gruplara ayırmak,
sihirbazlıktır. (Bkz. 2/Bakara, 205; 12/Yûsuf, 37; 29/Ankebut, 28-30; 28/Kasas,
3-4; 10/Yûnus, 91; 16/Nahl, 88; 7/A'râf, 86; 27/Neml, 14; 89/Fecr, 12.) Kısaca,
dinî hükümlerin dayandığı "nesil, mal, can, din ve akıl emniyetini/güvenliğini
yok edici eylemler fesat sınırına girebilir.
İnsanın ürettiği fesattan en
büyük payı putperestlik, ikinci olarak münafıklık, üçüncü olarak da yahudi
kesimi almaktadır. (Bkz. 17/İsrâ, 4; 7/A'râf, 85; 2/Bakara, 11) En yıkıcı fesat,
insanın saltanat ve sahip olma uğruna sergilediği fesattır. (Bkz. 27/Neml, 34)
Böyle olduğu içindir ki, insanlık tarihi boyunca medeniyet ve saltanatların
çöküşüne de fesatlar sebep olmuştur. (Bkz. 28/Kasas, 4, 83; 89/Fecr, 12;
40/Mü'min, 26; 27/Neml, 14).
Bakara suresinin 11-12.
ayetlerinde olduğu gibi fesad, daha ziyade, münafıkların bir vasfı olarak
zikredilmektedir. Ancak, fesad çıkarmanın, bozgunculuk yapmanın tasvip edilecek
bir yanı olmadığı gibi, hiçbir kimse de, kendisinin böyle çirkin bir fiille
vasıflanmasını istemez. Nitekim münafıklar da , kendilerinin böyle bir özellikle
vasıflanmalarını kabullenmemektedirler. Münafıklar, kendilerinin müfsid değil;
muslih olduklarını ileri sürmektedirler. (2/Bakara, 11-12) Bu ayette geçen fesad
kelimesini, İbn Mes'ud ve sahabeden bazılarının "küfür ve ma'siyet işlemek" ,
İbn Abbas 'ın da, sadece "küfür" kelimeleri ile tefsir etmeleri bu fiilin son
derece çirkin olduğunu ve her türlü kötülüğü içerisine alabileceğini
göstermektedir. Genelde nefisleri, nesepleri, malı, aklı ve dini ifsâd etmek
diye sıralanan bu kötülükler, fesâdın çerçevesi içerisinde mütalaa edilmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de
"yeryüzünde fesâd çıkarmayın" veya "ıslah edildikten sonra
yeryüzünde fesâd çıkarmayın" anlamlarındaki ifadeler, bazı ayetlerde tekrar
edilir. Selef ulemasına göre "yeryüzünde fesat çıkarma" ifadesi, Allah'a açıktan
isyan etmek demektir. Müfessirler, bu ifadeyi, genel olarak, Allah'a şirk
koşma, Allah'a isyan, yeryüzünün fesatla dolması, peygamberleri yalanlama,
nübüvveti inkâr etme dolayısıyla Allah'ın emirlerini kabul etmeme, Allah'ın dini
hakkında şüphe etme, kibirlenme ve büyüklük taslama, harp ve fitne çıkarma
şeklinde yorumlamaktadırlar.
Ayetlerde mutlak olarak
zikredilen fesad, ister inanç, isterse amelî konularda olsun, insana zarar veren
ve onu maddî ve manevî helaka götüren her türlü davranıştır. Fesat çıkaranları
(müfsidleri) Allah'ın sevmeyeceği (5/Mâide, 64; 28/Kassas, 77), onların işlerini
düzeltmeyeceği (10/Yûnus, 81) gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Allah'ı inkâr ve Allah yolundan
alıkoymak, en büyük fesadlardandır, sonuçları da acıdır: "İnkâr (küfr) eden
ve Allah'ın yolundan alıkoyanlara fesatlarına/bozgunculuklarına karşılık azap
üstüne azap veririz." (16/Nahl, 88)
Peygamberleri ve getirdiklerini
yalanlama da fesadın büyüklerindendir. Kur'an'da, peygamberlerin getirip
yerleştirmeye çalıştığı mesaja ve bu doğrultuda kurmaya çalıştığı İslamî düzene,
birtakım sözde gerekçelerle karşı çıkan ve her türlü engelleme yollarını deneyen
kimseler fesadçılar/bozguncular olarak adlandırılmakta ve bu olumsuz
davranışlarının kendilerine bir yarar sağlamadığı; tam tersine helaklarına sebep
olduğu vurgulanmaktadır. (Bkz. 29/Ankebut, 36-37; 7/A'râf, 103, 109-110, 127;
27/Neml, 13-14; 40/Mü'min, 26-27)



[1] Hak
Söz, 3-4, s. 1-2.