Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Zaferin Anahtarı

Zaferin Anahtarı


Zaferin Anahtarı:




İslâm dünyasının her bölgesinden kan ve barut
kokusu gelmektedir. Müslümanları köleleştirmeye çalışan ve yıllarca baskıyla,
sömürüyle hâkimiyetlerini sürdüren müstekbir kâfirler, devirlerini tamamlamak
üzeredirler. Sayısız işkence ve zulümlerle yok etmek istedikleri müslümanlar,
yeniden canlanmakta ve derinden derine uyanmaktadır. Bu uyanış ve canlanışları,
tüm müstekbir kâfir güçleri korkutmaktadır. Bu korkularından dolayı, ellerindeki
tüm şeytanî silâhları kullanmakta ve milyonlarca müslümanı şehid etmek sûretiyle
İslâm topraklarını bir kan deryâsı haline getirmektedirler.

Gerek dıştaki emperyalist kâfirler, gerekse
onların yerli uşakları olan tâğûtîler, ne yaparlarsa yapsınlar, en nihâyet
zafer, İslâm'ın ve müslümanlarındır. Bu kudsî zaferi, âlemlerin Rabbi Allah
şöyle vaad ediyor: ?Eğer Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek
kimse yoktur. Ve eğer size yardımını keserse, bundan sonra size kim yardım
edebilir? Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etmeli, sadece O'na güvenip
dayanmalıdır.? (3/Âl-i İmrân, 160)

Mü'minler, Allah'a tevekkül edip dayandıkça ve
zaferin şartlarını yerine getirip, yalnızca âlemlerin Rabbi Allah için cihad
ettikçe, elbette Allah'ın yardımı ve fethi gerçekleşecektir. Zaferin anahtarı
Allah'ın elindedir. O'ndan başka hiçbir güç ve silâha (tam olarak güvenip)
dayanmamak gerek. Esas olan, Allah'ın yardımıdır. Silâh ve araçlar ise, birer
vesiledir...

Yalnız ve yalnız Allah'a dayanıp güvenen "cihad
erleri" cemaati, çok az sayıda da olsa, bu iman, ihlâs ve Allah'a
bağlılıklarından dolayı nice kalabalık orduları mağlûp etmiştir, yine de
edecektir. "Allah'a kavuşacaklarına kanaat getirenler şöyle dedi: 'Nice az
bir topluluk vardır ki, Allah'ın izniyle çok topluluğa gâlip gelmiştir. Allah,
sabredenlerle beraberdir." (2/Bakara, 249)

Bu, sünnetullah'tır. Sünnetullah'ta hiçbir
değişme yoktur. Kim Allah'ın dinine yardım ederse, İslâm'ı yeryüzüne hâkim
kılmak ve tüm tâğutları alaşağı etmek için çalışırsa, Allah da ona yardım eder:
"Ey iman edenler! Eğer siz Allah' (ın dinin)e yardım ederseniz, (Allah da)
size yardım eder; ayaklarınızı (hakkı koruma yolunda) sağlam tutar."
(47/Muhammed, 7). "Peki, mü'minler Allah'a nasıl yardım edebilirler ki, Allah'ın
koyduğu zafer ve sebat şartına nâil olabilsinler?" sorusunu soran şehid Seyyid
Kutub, soruyu şöyle cevaplandırıyor: "Kendilerini Allah uğruna adayıp gizli-açık
hiçbir şeyi O'na şirk koşmayıp, ruhlarında Allah'tan başka hiçbir şeyin
sevgisine yer bırakmayıp sevdikleri ve beğendikleri her şeyden çok, Allah
Teâlâ'ya muhabbet besleyip arzu ve isteklerinde, amel ve hareketlerinde,
gizli-açık bütün faâliyet ve çabalarında O'nun hükmüne râm olmaları... İşte
Allah'a yardımın ifâde ettiği mânâ budur. Allah'ın koyduğu bir şeriat ve hayat
nizamı vardır. Bu, bütün mevcûdâta has değer ölçüleri, kaide ve prensipler
üzerine kaim olur. Allah'a yardım demek, O'nun şeriatını ve nizamını hâkim
kılmak ve istisnâsız olarak bütün hayatı O'nun emrine râm etmektir. İşte pratik
hayatta Allah'a yardım etmek demek, Allah'ın nizamını tahakkuk ettirmek
demektir." (Seyyid Kutub, Fî Zılâli'l Kur'an, Hikmet Y. c. 13, s. 379)

"Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette
yardım eder. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, gâliptir."
(22/Hacc, 40). Peki, kimdir bu Allah dininin
yardımcıları? Onları, bize Allah şöyle târif etmektedir: "Onlar (o
kimselerdir) ki, kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimiz takdirde (zorbaların
yoluna sapmazlar; bilâkis) namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler,
kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a âittir (her şey
sonunda O'na varacaktır)." (22/Hacc, 41). İşte zafere ulaşacakların ve
ulaşmışların vasıfları bunlardır. Allah'ın yardım vaadi bu gerçek mü'minler
içindir: "... Mü'minlere yardım etmek üzerimize borçtur." (30/Rûm, 47),
"... Ve gâlip gelecek olanlar, mutlaka Bizim ordumuzdur." (37/Sâffât,
171-173). İşte zaferin şartları bunlardır. Zafer, iman edip cihadını yalnız
Allah için yapanlarındır!" (13)

Gâlibiyet ve mağlûbiyetleri Allah, insanlar
arasında döndürüp değiştirir (3/Âl-i İmrân, 140). Oyun ve eğlenceden ibâret bu
dünya (6/En'âm, 32; 29/Ankebût, 64) tahteravallidir; yükselenler, bir gün
inerler. Ülkeler de insan gibi doğar, büyür ve ölür. Her ümmet için bir ecel
vardır (10/Yunus, 49). Allah, kullarını varlıkla da yoklukla da imtihan ettiği
gibi; gâlibiyet de mağlûbiyet gibi bir sınavdır. Müslümanların Bedir'leri gibi
Uhud'ları da olacaktır. Gâlibiyet sonrası zafer sarhoşluğunun şımarıklığa ve
gurura yol açan tehlikeleri yanında, mağlûbiyetin de insanın kendine ve dâvâsına
güveni sarsan yıkıcı etkileri söz konusu olabilir. Uhud, ders alındığı müddetçe
gâlibiyetin veremediği güzel dersler verir. Gâliptir bu yolda mağlûp. Bâtıl dâvâ
için ve nice zulümlerle kazanılan zaferlerin aslında büyük bir mağlûbiyet olduğu
gibi...

Şehidlik;
sayıyı, maddî imkânların üstünlüğünü gözlerinde
büyütenlere; pragmatizm ve determinizmin vazgeçilmez olduğunu zannedenlere en
güzel cevaptır. ?Boşu boşuna ölmek?, ?kendine yazık etmek?, ?kendini tehlikeye
atmak?, ?siyaset bilmemek...? gibi ithamların, şehâdetin zevkini bilmeyenlerin
bahâneleri olduğunu haykırmaktır. Bu, tek dünya merkezli iddiâlar, şehâdet
vâsıtasının hizmet ettiği gâyeyi bilmeyen veya önemsemeyip saptıranların
anlayışlarıdır. Gâye, küfre/fitneye karşı maddeten gâlip gelmek, onu yıkmak,
yönetimi değiştirmek, yeryüzüne hâkim olmak olunca, bu amaca götüren araç ve
yöntemler de ona göre seçilir. Şehid için bunlar gâye değildir, olamaz. Bunlar,
önemli olmasına çok önemlidir ama, amaç değildir. Amaç, Allah'ın rızâsını
kazanmaktır. Yeryüzünde egemen olmak ise, bu amacın doğurduğu bir sonuç, bir
lütuftur. Bu ince çizgi İslâm inkılâbıyla herhangi bir devrimi, şöhretli
herhangi bir kahramanla şehidi birbirinden ayıran çizgidir. İhtilâllerin amacı
bir memlekette (veya yeryüzünde) egemen olmaktır. Müslümanlar ise cihadla
görevlidir. Egemenlik (ve zafer) cihadın celbettiği, Allah'ın rızâsının sonucu
lutfedilecek bir kazanımdır. Ancak müslümanlar bu kazanım için değil; sadece
Allah'ın rızâsı için cihad eder. Sonunda bu kazanım (hâkimiyet) olsun veya
olmasın, birinci derecede önemli değildir. İşin o cephesi Allah'a bağlıdır. Ve
Allah'ın sünneti odur ki, her zaman müslümanlar dünya ölçeğinde başarılı
olamazlar. Unutmamak gerekir, Allah mü'minlere yardım için söz vermektedir
(30/Rûm, 47; 2/Bakara, 214). ?Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek
istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.
Müşrikler istemeseler de, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini
hidâyet ve hak ile gönderen O'dur. Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan
kurtaracak ticâreti size göstereyim mi? Allah'a ve Rasûlüne iman eder,
mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz bu
sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar,
sizi zemîninden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere
koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var:
Allah'tan yardım/zafer ve yakın bir fetih. Mü'minleri bununla müjdele!? (61/Saff,
8-13)

Birçok peygamber gelmiş, ömürlerini Allah'ın
rızâsı doğrultusunda tebliğ ve cihada harcamışlardır. Fakat bazıları küçük bir
ümmet/cemaat bile oluşturamadan gitmişlerdir. Bu, mağlûbiyet ve başarısızlık
mıdır? Maddî ve zâhirî yönden ?evet!? Hz. Nûh da, dünya ölçeğinde mağlup
olduğunu belirtiyordu: ?(Nûh) Rabbine; ?Ben mağlûb oldum, yenik düştüm, bana
yardım et!' diye yalvardı.? (54/Kamer, 10). O Nûh (a.s.) ki, her türlü
yöntemi denemiş, gece-gündüz, gizli-açık tebliğ etmiş, tebliğ etmişti:
?(Nûh:) ?Rabbim! dedi, doğrusu ben, kavmimi gece gündüz (imana) dâvet ettim;
fakat benim dâvetim, ancak kaçmalarını artırdı. Gerçekten de, (imana gelmeleri
ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman dâvet ettiysem,
parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine
büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra ben kendilerine
haykırarak dâvette bulundum. Üstelik, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli
gizli konuştum.? (71/Nûh, 5-9). Hem de, dile kolay; tam 950 sene...
?Andolsun Biz Nûh'u kendi kavmine gönderdik de, o, dokuz yüz elli sene onların
arasında kaldı.? (29/Ankebût, 14)

Ama, hakikatte ve âhiret ölçeğinde onlar
başarılıydı, gâlipti, gâyelerine ulaşmışlardı. Onlar, ne yaptılarsa Allah rızâsı
için yapmışlar ve o rızâyı da kazanmışlardı. İnsan, sadece kulluk yapmak için
(51/Zâriyât, 56), Allah'ın emir ve yasaklarına uyup O'na teslimiyetle itaat için
yaratıldığına göre, bu görevlerini yapandan daha başarılı kimse olur mu?

Başarı ve zafer Allah'ın yanındadır. O dilemeden
hiç kimse gâlip gelemez. Mağlûbiyet ihtimali var diye savaştan kaçan insan,
gâlibiyeti hak etmeyen bir korkak olduğu için, o, hiçbir zaman gâlip
gelemeyecektir. İnsan, dâvâsının savaşçısıdır. ?İman edenler Allah yolunda
savaşırlar, kâfirler de tâğut yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytanın
dostlarıyla savaşın. Şüphesiz ki şeytanın hilesi zayıftır.? (4/Nisâ, 76). Bu
hak-bâtıl savaşında savaşçı olarak yer al(a)mayan kimseler, kâfirlerle
mü'minlerin arasında tercih yapamayan münâfıklardır ki, onlar da bu tavırlarıyla
kâfirlerin cephesinde kabul edilirler.

Uhud Savaşından mağlûp çıkan müslümanlara
verilen mesaj, bizim gibi uzun zamandır siyasî ve sosyal alanda zâlim kâfirlerin
gâlip ve mazlum müslümanların mağlûp kabul edildiği ortamda imtihan edilen
kimseler için de geçerlidir: ?(Ey mü'minler!) Gevşemeyin, mahzun olmayın. Siz
eğer (gerçekten) mü'min iseniz (düşmanlarınıza gâlip ve onlardan) çok
üstünsünüzdür.? (3/Âl-i İmrân, 139). İnsan, savaşı önce içinde kazanır ya da
kaybeder. Mü'min, Allah'ın, Rasûlünün ve O'nun hizbinin gâlip olduğuna hiç şüphe
etmeyen insandır. Ve esas gâlibiyet, iç dünyamızdakine paralel olarak ebedî
hayatta felâh olarak ortaya çıkacaktır.



"Üşenme, erteleme, vazgeçme."

"Gerçek gâlibiyet, mağlûp olma korkusunu
yenebilmektir."

"Hiçbir şey, silâhla kazanılan zafer kadar
geçici değildir."

"Gerçek zaferler, kan dökmeden kazanılandır."

"Hiçbir zafere çicekli yollardan gidilmez."

"Gâlip gelmek veya mağlûp olmak, engel ve
zorluklara karşı alacağımız duruma bağlıdır."

"Zafer sabra bağlıdır; kaygının sonu sevinç,
zorluğun sonu kolaylıktır." (Hadis rivâyeti)

"Zaferin büyüklüğü, belânın büyüklüğü
nisbetindedir." (Hadis rivâyeti)

"Arslan bile kendini sineklere karşı korumak
zorundadır."

"Düşmanı küçük saymak doğru değildir. Küçük taş
da baş yarar." (Hz. Ali)

"Zafer irâdeden ibârettir."

"Doğurmayan zafer, doğduğu yerde söner."

"Hiç kimse, gâlibiyet ve başarı merdivenine
elleri cebinde tırmanmamıştır."

"Zaferin büyüklüğü, savaşın çetinliği ile
ölçülür."

"İşten önce para, zaferden önce de ödül
istemeyelim. Koşu alanlarında başarılı olanlar koşudan sonra armağanlarını
alırlar."

"Düşünmek ve söylemek kolay; fakat yapmak ve
yaşamak, hele başarı ile sonuçlandırmak çok zordur."

"Başarısızlıklarımız ve mağlûbiyetlerimiz için
kırk milyon neden vardır da, bir tek özür yoktur."

"İnsanın kendi kendini fethetmesi, zaferlerin en
büyüğüdür."

"Zafer kazandığı zaman kendini de yenen, iki
kere başarı kazanmış demektir."

"Başarılarını gizlemek, en büyük başarıdır."


"Bir amacın başarı ve gâlibiyet limitini, kendi
inancımız belirler."

"Madem ki ben yaşıyorum. O halde zafer
bitmemiştir."

"Zaferlerin babası çoktur, mağlûbiyetlerin ise
hemen hiç yoktur."

"Başarı ve gâlibiyet insana çok şey öğretmez;
fakat başarısızlık ve mağlûbiyet çok şey öğretir."

"Yenilince ümitsizliğe kapılma, her
başarısızlıkta bir zafer arzusu yatar."

"Başarısızlıklar, kuvvetlilere daha da kuvvet
verir."

"Mağlûbiyet, insana cesâretsizlik veren bir şey
olacak yerde, insanı daha çok çalışmaya iten bir sebep olmalıdır."

"Kuvvetli bir adam, yenildimi, bu mağlûbiyeti
onun için yeni hamlelere yol açan bir kapıdır."

"Güçlükler, gâlibiyet ve başarının değerini
artıran süslerdir."

"İnsan, ilk mağlûbiyetinde pes edip
çekilmemelidir."

"Yenile yenile yenmeyi öğrenmeli."

"İlk iliği kaçıran, düğmeleri sonuna kadar
ilikleyemez."

"Bazı yıkılışlar, daha parlak kalkışların
teşvikçisidir."

"Gâlibiyeti en kötü biçimde kullanmak, onunla
övünmektir."

"En korkulacak an zafer ânıdır."

"Gâlibiyet ve başarı, en etkili leke sabunudur."

"Gönüller silâhla değil, sevgi ve yüksek
gönüllülükle yenilirler."

"Zafer, zafer değildir; Yenilen düşman yenilgiyi
kabul etmedikçe."

"Bir şeyi yapabileceğinize kendinizi
inandırırsanız, ne kadar güç olursa olsun onu başarırsınız. Fakat, dünyada en
basit işi yapamayacağınız kuruntusuna kapılırsanız, onu yapmanıza imkân kalmaz.
Tepecikleriyle karşınıza aşılmaz dağlar gibi dikilir.

"Başarmak için tehlikeye atılmadıkça yarışı
kazanmak, mücâdeleyi göze almadıkça da zaferi elde etmek mümkün değildir."

"Büyük başarıların ve gâlibiyetlerin sahipleri,
küçük işleri titizlikle yapabilme sabrını gösteren kişilerdir."

"Yenileceğinden korkan daima yenilir."

"Yenilen efendisine sâdık kalan, efendisini
yeneni yendi demektir."

"Yenilgi, insana cesâretsizlik veren bir şey
olacak yerde, insanı daha çok çalışmaya iten bir sebep olmalıdır."

"Düşmanını küçümseyen, yenilgiyi peşin kabul
etmiş demektir."

"Bir kere, iki kere, birçok kere yenildin, yöne
dövüş. Sonunda her an yenmiş gibi bütün hayatında mutlu olursun."

"Biraz açıklama, biraz bağışlama, biraz da
sabır, son bulur kavga."



S. Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 23, s. 69-70


A.g.e., c. 23, s. 47-62

A.g.e., c. 2, s. 458-475

İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 12,
s. 300-301

Suad Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyet, s. 229


Abdurrahim Güzel, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c.
1, s. 188-189

Muhammed Hüseyin Fadlullah, Min Vahyi'l-Kur'an,
c. 4, s. 209-213

Mustafa İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s.
367-369

Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik
Anlatımlar, s. 339-342

Ercüment Özkan, İnanmak ve Yaşamak, c. 2, s.
149-150

Metin Karabaşoğlu, Kur'an Okumaları, s. 72-78


Kul Sadi Yüksel, Yeryüzünün Vârisleri, Madve Y.
s. 235-242

A.g.e., s. 262-264