Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kur'an'da Gayb

Kur


Kur'an'da Gayb:



Gayb kelimesi, Kur'an'da altmış yerde geçer.
Kur'an'da gayb kelimesi, Allah'a nisbet edildiği yerlerde sadece Allah
tarafından bilinebîlen mutlak gaybı, "âlimu'l-gayb, âlimu'l-gaybi ve'ş-şehâdeh,
allâmu'l-ğuyûb, âlimu ğaybi's-semâvâti ve'l-arz" tarzındaki kullanımlarda
insanların mevcut şartlar açısından bilemedikleri her şeyi ifâde eder. "Enbâu'l-ğayb"
terkibinde ise, geçmişte yaşanan ve ibret alınmak üzere nakledilen tarihî
olayları ifâde eder.

Kur'an'da zaman açısından; geçmiş, hal ve
gelecek olmak üzere üç kategoriye ayrılabilen birçok gaybî habere yer
verilmektedir. Bunlardan uzak maziye ait olan ve bizzat Kur'an tarafından "gayb
haberi" olarak nitelendirilenlere Hz. Adem, Nuh, Yusuf ve Meryem'e dair
bilgilerler, Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve Hızır kıssaları örnek gösterilebilir.[1]
Mekke'nin fethi hazırlıklarının müşriklere bildirilmek istendiğini haber veren[2],
Benî Mustalik kabilesinin zekatının toplanmasını konu edinen ve ayrıca ifk
hadisesinin iç yüzünü açıklayan âyetler[3],
Kur'an'ın o dönemde bildirdiği hâlihazırla ilgili gaybî haberler arasındadır.
Bizanslılar'ın Mecusi İranlılar karşısında yakın bir gelecekte galibiyet elde
edeceğini bildiren[4],
Mekke'nin fethini[5]
ve İslâm'ın parlak istikbalini müjdeleyen[6]
âyetler de Kur'an'ın geleceğe dair gayb haberlerindendir.

Bu kullanılışlar ışığında Kur'an'da gayb
kelimesinin belirttiği hususları; geçmiş tarihî olaylar, gizli ve sır olan
şeyler, bir şeyin veya olayın iç yüzü, fizik dünyada başkalarınca görülemeyen
nesneler, görülmeyen ve bilinmeyen her şey, ayrıca Allah, melek, ahiret, cin
şeklinde özetlemek mümkündür.

Genellikle insanın bilgiye ulaşmak için
kullandığı duyuların ve zihnî fonksiyonların aracılığıyla bilinemeyen bir olgu
olarak algılanan gayb kavramı, Kur'an'da fizik ötesi âlemin varlıklarını
belirtmesi yanında, fizik âleminin insan bilgisi dışında kalan uzantısını ifâde
etmek için de kullanılmıştır. Buna göre fizik ötesi âlem için "gaybî varlık";
fizik dünyasında vuku bulmakla birlikte çeşitli sebepler yüzünden duyularla
algılanamayan olaylar için de "gaybî haber" tabirlerinin kullanıldığı
anlaşılmaktadır.

Muttakî insanlar Allah'ı, melekleri, cenneti,
cehennemi görmeden inanırlar. Bugün müslümanlar, Peygamber Efendimiz'i de
görmeden inanıyorlar. Onun içindir ki, Efendimiz: "Beni görüp bana iman edene
müjdeler olsun. Beni
görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler olsun."
buyurmuştur.[7]
Gayba inanan mü'min, kendisi Allah'ı görmese de, Allah'ın kendisini gördüğüne
inandığından bütün hareketlerini kontrol eder.

Muttakî müslüman, ahirette
cezalandırılmayayım diye Allah'ın haram sınırlarına yaklaşmaz. Günümüzde "ben
görmediğime, laboratuarda incelemediğime inanmam" diyenler, yeni bir söz
söylemiş sayılmazlar. Çünkü "bu güneşin altında söylenmedik söz kalmadı." Çağdaş
imansızlar gibi, Musa (a.s.)'nın kavminden bir kısmı "Ey Musa, biz Allah'ı
apaçık görmedikçe sana inanmayacağız." demişlerdi (Bakara: 2/55). Çölde
söylenen bu sözü, bugünkü kâfir, laboratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı
var. Bu göz Allah'ı görseydi, Allah'ın gücü ve büyüklüğü sınırlı olurdu.


Bu gözler, gördüğünü emri altına
alıyor. Yüce dağları deliyor. Denizin derinliklerinden en değerli inci
mercanları çıkarıyor. Gözlerimiz Allah'ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O'nun
yarattıklarından ilmini, kudretini, san'atını, rahmetini görüyor ve O'na iman
ediyoruz.[8]

Mü'minler, gayb'ı bilmeseler de ona
inanırlar; hakikatin ve Hakk'ın varlığını ve tekliğini kabul ederler. Çünkü,
gaybı, hakikati bildiren Allah'tır. O, insanların nefislerinde ve dışlarında
Kendini tanıtıcı âyetlerini sergilemektedir. Mü'minler, görmeseler de,
bilmeseler de, gayba inanırlar.[9]
Hakikatin, duyularıyla algıladıklarında değil; görünenlerin gerisinde yattığını
kabul ederler. Âlem-i şehadeti tek âlem, dolayısıyla dünya hayâtını da tek hayât
kabul etmezler; bu hayâtın ötesinde şimdilik gayb da olsa, varlığından kuşku
duyulmayan bir başka hayâtın, yani ahiretin varlığına içten inanırlar.[10]
Görmeden, ama var olduğunu bilerek Rahman'dan korkarlar.

"O takvâ sahipleri ki, onlar,
görmedikleri halde Rablerine huşu içinde candan saygı gösterir ve korkarlar."
(Enbiyâ: 21/49)

Bakara sûresinin üçüncü âyetinde,
müttakîlerin ilk özelliğinin gayba iman olduğu belirtilir. "O müttakîler ki,
gayba iman ederler" yahut, gıyaben (görmeden) iman ederler. Diğer bir
tabirle onlar, gözle değil; kalple iman ederler. İman etmek için, önlerine
dikilmiş putlara, haçlara da bağlanmazlar. Gözlerinin önünde bulunan bugünkü ve
şu andaki görülen ve hissedilen şeylere saplanıp kalmazlar. Duyu ötesini, kalbi
ve kalple ilgili şeyleri tanırlar. İşlerin başı, görülende değil; ruh, akıl,
kalp gibi görülmeden görende, tutulmadan tutanda, zaman ve mekâna bağlı
olmayarak maddeleri fırlatıp oynatan, fezaları doldurup boşaltandadır.
Müttakîler, gayba inanırlar; çünkü onların sağduyuları, saf basiret ve
ferasetleri, temiz akılları, açık anlayışları, sıhhatli görüşleri, anlayış
kabiliyetleri, yükseklere koşabilecek azimli vicdanları ve iyi seçimleri vardır.
Görünen ve hissedilen şeyleri yarar, kabuklarını soyarlar; içindeki özüne,
önündeki ve arkasındakinin sırrına nüfuz ederler; görenle görüleni ayırt
ederler; hissedilenden düşünülene intikal edebilirler. Varlık ve yokluk içinde
gaybdan görünürlüğe, görünürlükten gayba gelip, geçip giden ve hissedilen
olayların satırları altındaki gayba ait manaları sezerler.

Hakikat, akılla, basiretle, kalp
gözüyle görülebilir; dış görünüşü ile değil. Kuvvet görünmez deriz. Halbuki
kuvvetin eseri görülmektedir. Aslında görünen de kuvvetten ibârettir. Gelecek
zaman bugün görünmez, yarın görünür. Yani, bizce gayb, görülemeyen demek değil;
görülmeyen demektir. Bugünün akla uygun olanı, yarının hissedileni olabilir.
Biz, delilsiz olan gayba değil; delili olan akla uygun gayba iman ediyoruz.
Delilimiz; aklımız, nefsimiz, kalbimiz, kâinat kitabı ve Allah'ın kitabı. Şu
halde gaybin hakikatine iman ederken, görünenin gerçeğini inkâr etmeyiz. Şimdiki
halde görünen ve hissedilen meydandaki tabiatın iki tarafında geçmiş ve gelecek,
başlangıç ve sonuç denilen birer gayb âlemi var. Şu halde, kendini korumak
(takvâ sahibi olmak) isteyenler, görülenleri ve hissedilenleri seyrederken, daha
önce onların arkasındaki gayba ve gayb ile görülenlerin hepsinin kaynağına,
mutlak kefiline, yani âlemlerin Rabbına iman ederler.[11]


İman esaslarının tümü gaybdır. Gayba
iman, bir üstünlüktür. Gayba inanan mü'min, maddenin dar kalıpları içinde haps
olmaktan kurtulabilmiş, mânevî hayâtın güzelliklerini şehadet âlemi denen bu
dünyada tatmaya başlamıştır. Hem insan, hem evren Allah'ın âyetleridir. Küçük
evren olan insanla âlem arasında büyük benzerlikler vardır. İnsanın beden ve
ruhtan meydana geldiği gibi; evren de fizik ve metafizik boyutludur. İnsanda
manevî, ruhî özellikler olduğu gibi; içinde yaşadığımız evrende de manevi
varlıklar, melekler ve cinler gibi madde ötesi yaratıklar vardır. Aklıyla ve
ruhî özellikleriyle değil; sadece gözleriyle düşünüp karar verebilen
materyalistler, gözle göremedikleri canlılara ve gayb âlemine inanmazlar.
Halbuki kendilerinde maddî olmayan ruh, akıl, sevgi, nefret gibi nice
özelliklerin varlığını kabul etmektedirler. Gözüyle görmediğinin varlığına
inanmadığını söyleyen bu insanların, bu sözlerinde samimi olmadıkları
görülmektedir.

Varlıklar, görülen ve görülmeyen olmak
üzere ikiye ayrılır. İçinde yaşadığımız şu dünyaya, elle tutup gözle gördüğümüz
âleme şehadet âlemi diyoruz. Melekûta, beş duyumuzla şahit olamadığımız duyular
ötesi âleme de gayb âlemi ismi veriyoruz. İnsan, kendi açısından şehadet
âleminde yaşarken, aynı zamanda bir yönüyle de gayb âleminde dolaşmaktadır.
Bedenimiz şehadet âlemindeki olayların önemli bir kesimine şahit olurken,
ruhumuz gayb âleminin gizli dünyasında gezintiler yapmaktadır. İnsan, bedeni ve
duyularıyla fizik dünyada yaşıyor. Ruhu, aklı, hayâli, rüyası, önsezisi gibi
manevi özellikleriyle gayb dünyasının kapısının aralığından gelen sızıntılara da
yabancı kalmıyor.


[12]









[1]
Âl-i İmran: 3/44; Hûd: 11/49; Yûsuf:
12/102; Kehf: 18/13-26, 83-98.





[2]
Mümtehine: 60/1.





[3]
Hucurât: 49/6; Nur: 24/11-12.





[4]
Rûm: 30/4-5.





[5]
Fetih: 48/11, 15, 16, 27.





[6]
Nur: 24/55.





[7]
Müsned, Ahmed bin Hanbel, V/248.





[8]
Şifa Tefsiri, M. Toptaş, c. 1, s.
82-83.






[9]
Bakara: 2/3.





[10]
Bakara: 2/4.





[11]
Hak Dini Kur'an Dili, I, 164-166.





[12] Ahmed
Kalkan, Kur'an-ı Kerim Kavram Tefsiri.