Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Islâm Hukukunda Hakk Kavramı

Islâm Hukukunda Hakk Kavramı

Islâm Hukukunda
Hakk Kavramı:

Islâm hukukunda (fıkıhta) hakk, hukukun, bir
başka deyişle şeriatın bir yetki veya yükümlülük olmak üzere benimsediği, kişiye
ait olan şeydir.

Bu tanım, hem Allah'ın kulları üzerindeki kulluk
görevlerini, hem de kişiyle ilgili bütün hakkları içerisine almaktadır. Kişinin
mesken edinme, mal edinme hakkına işaret ettiği gibi, medení hakkları, yaşama,
inanç, çalışma hakklarını, baba hakkını, devletin vatandaşlar üzerindeki
tasarruf hakkını, çocuğun nafaka hakkı ve benzerlerini de anlatmış olmaktadır.

Tanımda geçen yükümlülük, kişinin kendi üzerine
isteyerek aldığı sorumluluktur. Borçlunun borcunu ödemesi, işi üzerinde alanın
işin hakkını vermesi gibi.

Islâmın hakk anlayışında iki önemli vacip
vardır.

Bunun birincisi genel vaciptir, yani herkesin
uyması gereken bir yükümlülüktür. Bu da kişinin hakklarına saygı gösterilmesi,
tecavüz edilmemesidir.

Ikincisi, özel vaciptir, yani sadece hakk
sahibine ait yükümlülüktür. Bu da hakkın başkalarına zarar vermeyecek şekilde
kullanılmasıdır.

Islâma göre hakk'ların kaynağı şer'í iradedir.
Hakk'lar, şer'í hükümlerin dayandığı kaynaklardan çıkarılan ilâhí bağışlardır.
Islâm'da delilsiz şer'í bir hakk yoktur. Buna göre hakk'ların kaynağı Allah'tır.
Çünkü O'ndan başka Hâkim ve O'ndan başka diní hüküm koyucu olamaz.

Islâma göre, insanlara veya yaratıklara ait
hakk'ların kaynağı insan iradesi ve aklı değildir. Insan aklı ve iradesi
yalnızca, bu hakkların yerli yerinde kullanılmasını sağlar, hukukun
uygulanmasına yardımcı olur, hakk tecavüzlerini önlemeye çalışır. Daha doğrusu
akıl, ilâhí irade tarafından sabitleştirilen hakk'ları anlamaya ve onları yerli
yerinde korumaya yarar.

Bugün yaygın olarak kullanılan ?insan, hayvan,
çocuk, hakları' deyimleri 19. Yüzyılda avrupada ortaya çıkmaya başladı. Ilk
insan hakları evrensel beyannâmesi ise ancak 1947 yılında ilan edilebildi.

Halbuki bütün ilâhí dinlerde olduğu gibi
Islâm'da da hakk'lar ve yükümlülükler bizzat insanlara Hâkim olan Allah
tarafından belirlenmiştir. Ilâhí irade tarafından belirlenen bütün hakk'lar
sabittir, yani değişmezdir. Hakk'larla ilgili prensipler Kur'an ve Sünnet'te
zaten bulunmaktadır. Islâm hukuku (fıkıh) bu konuyu geniş bir biçimde ele
almıştır. Bu hakk'ların nasıl korunacağını, hak ihlali olursa nasıl ceza
verileceğini detaylı bir şekilde sistemleştirmiştir. Hatta Islâm fıkhı,
batılıların hiç aklına gelmeyecek kişi ve varlıkların bile hakk'larını
belirlemiştir. Kitaplarda ?hukuk devleti', ?insan hakları' gibi kavramların
geçmemesi, onların olmadığı anlamına gelmez. Ayrıca, ta Islâmın başından beri
bilinen, uygulanan böyle bir hukukun ayrıca bayraklaştırılmasına Islâm aleminde
ihtiyaç olmamıştır. Batılılar, kendilerinin uzun yıllar arayıp ta buldukları
bazı prensipleri, bütün dünyaya yeni bulunmuş ve yalnızca kendilerine ait gibi
göstermeleri tarihí gerçeklerle bağdaşmıyor.

Tekrar edelim ki hakkların kaynağı ilahí
iradedir. Insanlara ve varlıklara ait hakk'lar, bencil, çıkarcı, unutkan, bazen
de zalim olan insanın eline verilemez. Üstelik insan kafasına dayalı olan hakk
kaynakları, yine insanlar tarafından değiştirilebilir. Zaman geçtikce insanların
anlayışları değişiyor. Dolaysiyle onların hakk tanımları da değişikliğe uğruyor.
Öyleyse hakk gibi önemli bir şey, her şeyi hakkıyla bilemeyen insanın hükmüne
dayanmamalı.

Hakk'lar, ancak Hakk olan Allah'ın hakk hükmüne
göre yerine getirilebilir, korunabilir. Hakk'a rağmen konulan bütün ölçüler,
bütün hükümler batıldır, geçersizdir, boştur, temelsizdir.

Islâm hukukuna göre üç çeşit hakk vardır:

1-
Allah hakkı (hukukullah): Insanların kulluk görevi, onları Allah'a yaklaştıran
şeyler, genelin çıkarına olan ama Allah tarafından belirlenmiş hükümler,

2-
Kişinin maslahatının korunduğu haklardır. Çok geniş bir alanı vardır. Insan
hakları dediğimiz şeylerdir.

3-
Allah hakkı ve insan hakkı: Örneğin, kişinin aklını, dinini, neslini
korunmasında iki hak vardır. Bu hakların yerine getirilmesiyle hem Allah'ın
emrine uyulmuş olur, hem de bunlarla toplum ve kişilerin çıkarı (maslahatı)
korunmuş, haklarına tecavüz önlenmiş olur.

[1]



[1]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 343-345.