Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Dinde Kolaylık Esastır

Dinde Kolaylık Esastır


Dinde Kolaylık Esastır:


Allah'ın gönderdiği ölçülere
göre yaşayan, yani İslâm'a uyanlar; hem dünya hayatını düzene koyarlar, hem
hayat sınavını başarırlar, hem de Allah'ın muttakî kullar için hazırladığı
hesapsız nimetlere ve mükâfatlara kavuşurlar. Kullarının bu
güzelliklere kendi çabalarıyla kavuşmalarını isteyen Rahmân ve Rahîm olan
Rabbimiz, zayıf bir yapıda yaratılmış insan için tekliflerini yumuşatmış,
kolaylaştırmış ve onun sırtındaki ağır yükleri indirmiştir. Rabbimiz bu
konuda buyuruyor ki:
??Allah size kolaylık (yüsr)
ister, sizin için zorluk (usr) istemez.? (2/Bakara, 185)
İslâm'ın amacı insanları ağır
yüklerle zorluğa bırakmak değil, aksine her türlü kolaylığı göstererek, onların
iyi birer insan olup İlâhî mükâfatları hak etmelerini sağlamaktır.
?Allah (ağır yükleri) sizden
hafifletmek ister. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.? (4/Nisâ, 28).
İslâm, fıtrat (yaradılış)
dinidir, yani insanın yaratılışına uygun, tabiî bir yaşama biçimidir. İnsanı
yaratan Rabbimiz, onun fıtratına uygun tekliflerini İslâm adıyla ona
göndermiştir. Bunu Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle açıklıyor:
?Şüphesiz ki bu Din
kolaylıktır. Her kim, (kolay olan) bu dini zorlaştırırsa altında kalır. Onun
için orta bir yol tutun ve Dini en uygun bir biçimde uygulayın.? (Buhârî,
İman 29)
İslâm'ın prensibi her işte
kolaylıktır; zorluk çıkarmak, insanları yokuşa sürmek, zor tekliflerle onlara
güçlük vermek, yapamayacaklarını emredip de onları bunaltmak değildir. Allah
(c.c.) -hâşâ- kullarına işkence etmez, onlardan intikam almaya kalkmaz.
İslâm'ın bu kolaylık prensibini birçok konuda görmemiz mümkündür. Allah (c.c.),
Kur'an'ı, okunup anlaşılsın, öğüt alınsın diye kolaylaştırmıştır (54/Kamer, 17,
22, 32, 40). Kur'an, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dilinde de kolaylaştırılmıştır ki,
takvâ sahiplerini müjdelesin, inatçı toplulukları da uyarsın (19/Meryem, 97;
ayrıca bkz. 44/Duhân, 58).
Mü'minler gerek namazda gerekse
günlük hayatlarında Kur'an'dan kolaylarına gelen kısmı okurlar, bu konuda bir
sınırlama yoktur (73/Müzzemmil, 20). Peygamberimize hitâben söylenmiş şu gerçek,
Kur'an'ın asıl amacını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir:
?Tâ Hâ. Biz sana bu Kur'an'ı
güçlük çekmen için indirmedik. ?İçi titreyerek korku duyanlara' ancak öğüt ve
hatırlatma olsun (diye indirdik).? (20/Tâhâ, 1-3).
Allah (c.c.), Peygamber
tebliğini güzel yapsın diye O'nun işini kolaylaştırır, önündeki engelleri aşması
için O'na yardım eder (92/Leyl, 7-10). Kur'an, ödeme güçlüğü çeken borçluya
kolaylık sağlanmasını tavsiye ederken (2/Bakara, 280), Kıyâmet günü ameli iyi
olanların hesabının çok kolay, ameli kötü olanların ise hesabının çok zor
olacağını haber vermektedir (84/İnşikak, 7-13). Allah (c.c.) takvâ sahiplerine
işlerinde kolaylık göstereceğini müjdeliyor (65/Talak, 4). Demek ki, Din'in ve
ona ait tekliflerin insana kolay gösterilmesinin sebebi takvâdır ve Allah (c.c.)
bu İlâhî bağışı da muttakîlere vermektedir.
Bir başka deyişle takvâ sahibi
mü'minler, Allah'a ihlâslı bir şekilde ibâdet ettikleri, Allah'a hakkıyla teslim
oldukları için, Din'in tekliflerini kolaylıkla yerine getirirler, onlarda bir
zorluk görmezler. Diğer taraftan İslâm karşısında inatçılık edip, Allah'a boyun
eğmeyen kibirliler, İslâm'ın emir ve yasakları karşısında sıkıntı duyarlar,
bocalarlar; deyim yerinde ise soğuk ter dökerler, zorluğundan bahsederler, kendi
statülerine ve zamana uymadığından dem vururlar ve onun hükümlerini tartışmaya
açmaya yeltenirler. İnsan, Allah'tan hakkıya korkup sakınabilse, şüphesiz Din'in
emirleri ona çok kolay ve çok sevimli gelir. Çünkü onları yerine getirdiği zaman
ölçülemeyecek kadar çok karşılığa kavuşacaktır.
Burada, kendilerine hidâyet
verilen ile sapıtanların psikolojisini hatırlamak faydalı olacaktır: ?Allah,
kime hidâyet vermek isterse, onun göğsünü İslâm'a açar; kimi de saptırmak
isterse onun göğsünü, -sanki göğe yükseliyormuş gibi- dar ve sıkıntılı kılar??
(6/En'âm, 125). Mallarını Allah yolunda harcamayan cimrilerle, güzelliğe
sırtını dönen kimselere, zorluklar, sıkıntılar, darlıklar ve azap
kolaylaştırılır. Çünkü bu kimseler bunu hak etmişlerdir (92/Leyl, 8-10). Allah
(c.c.) her zorluktan sonra bir kolaylık olduğunu haber veriyor (İnşirâh, 5-6;
65/Talak, 7). Zorluktan sonra kolaylığın olması, gerekli tedbirleri almakla, duâ
ve ibâdetle Allah'a rağbet etmek, O'na yaklaşmakla mümkündür.
Şurası kesindir ki, İslâm'ın
emir ve yasakları içerisinde insanın fıtratıyla ve hayatın gerçekleriyle çatışan
hiçbir şey yoktur. İslâmî hükümlerin zor ve çağa uymadığını zannedenler; kendi
hevâlarına uyan, Allah'ı bırakıp tapacakları putları elleriyle icat edenler, ya
da kendi görüşünü Allah'ın koyduğu ölçüden daha doğru sanan ahmaklardır. Allah
(c.c.) ve O'nun son peygamberi, insanlara, altlarından kalkamayacağı hiç bir
şeyi teklif etmemiştir. Din'in bütün emir ve yasakları (hükümleri), insanlara
faydalı olan şeyleri kazandırmak, zararlı olan şeyleri de onlardan uzaklaştırmak
gâyesine mâtuftur.
Emredilen ibâdetler, bir
zorluk, sıkıntı veya işkence değil; huzur, rahatlık, düzen ve iç ferahlığı ve
dengeli bir yaşayışın plan ve programıdır. Dinimizde nass'la (kesin deliller
ile) sâbit olan şeyleri değiştirmek, zamana ve toplumlara uydurmak mümkün
değildir. Dinin kesin hükümlerini sağa sola çekmek, onları yerli yersiz
tartışmalara konu etmek insanı İslâm'ın sınırlarının dışına çıkarabilir. Ancak,
hakkında hüküm olmayan, yani mubah alan dediğimiz konularda en kolayı ve Dine
uygun olanı tercih etmek Peygamberimizin tavrıdır. Müslümanlar da aynı şekilde
hareket ederler. Hz. Âişe şöyle diyor: ?Yüce Peygamber, biri daha kolay, biri
daha zor iki tercih karşısında kaldığı zaman, mutlaka kolay olanı seçmiştir.? (Buhârî,
Menâkıb 23, Edeb 80; Müslim, Fezâil 77-78)
Nitekim bazı ibâdetlerde yerine
göre kolaylıklar gösterilmiştir. Bunun sebebi ibâdetlerin her şart ve ortamda
yerine getirilmesi, müslümanın kolaylıkla kulluğunu yapabilmesidir.
Oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin oruçlarını Ramazan'dan sonra
kazâ etmeleri, ayakta namaz kılamayanların namazlarını oturarak kılmaları, su
olmadığı veya suyu kullanma imkânı kalmadığı zaman teyemmüm edilmesi, yolculukta
namazın kısatılması; bilinen kolaylıklardandır.
İslâm'da ruhbanlık olmadığı
gibi, gevşeklik de yoktur. ?Ne yaparsam yapayım, Allah beni affeder' mantığı
sakat bir mantıktır. Allah (c.c.) dilerse bütün günahları affeder, doğrudur.
Ancak hiç kimse tevbe edebilme ve tevbesinin kabul edilme garantisi veremez. Kul
için Allah (c.c.) rızâsından daha büyük kazanç var mıdır? Bize her türlü nimeti
karşılıksız veren Rabbimiz, şükredilmeye lâyık değil midir? Allah'ın katındaki
yüce makamları hak etmek zararlı mıdır? Allah'ın azâbına lâyık olmaktan daha
korkunç bir kayıp var mıdır?
Dinimiz her şeyde olduğu gibi
ibâdette de dengeyi emrediyor. Ne gevşeklik ne de ruhbanlar gibi dünyadan el
etek çekme anlayışı; her iki tutum da İslâmî değildir. Her konuda en büyük
örnek Peygamberimizdir. Allah'a en güzel kulluğu O yapmıştı. O'nun ibâdet hayatı
da ölçülüydü, aşırı ve insan gücünün üzerinde değildi. Ne kadar gayret ederse
etsin, hiç kimse Peygamberden daha takvâ sahibi olamaz. O, ibâdetini insan
olmanın sınırları içerisinde yapardı, emredilenlerin dışında nâfile ibâdet de
ederdi. Ümmetine de az da olsa, devamlı ibâdet etmeyi tavsiye ederdi. Öyleyse,
İslâm'ı her açıdan zorlaştırarak, yaşanamaz, uygulanamaz bir hale getirmek,
hayatın acı ve zor gerçekleriyle karşı karşıya bırakmak doğru değildir.
Anlatılan ve gösterilen İslâm, ?yok, biz bunu yaşayamayız, çok zor, tahammül
edilmez bir şey' dedirtiyorsa, anlatanların ve İslâm'ı öyle sunanların vebâli
vardır. Dinde olmadığı halde, dinin emri gibi lanse edilen bir sürü formalite ve
zorlama şeyler, gerçekten insanları şüpheye düşürebilir, Âllah'a ibâdetten
uzaklaştırabilir.
Evet, Din kolaydır; her
devirde, her ülkede ve her iklimde yaşanabilir. Çünkü fıtrat dinidir. Kimileri
İslâm'ı hayattan uzaklaştırmak ve müslümanları kendi sahte tanrılarına tâbi
kılmak için, İslâm'ın çok zor olduğu propagandasını yapsalar da, bu böyledir.
Ancak, Allah'ın Dini Kur'an'da ve Peygamberin Sünnetinde tebliğ edildiği
gibidir. Hiçbir kişinin, rejimin ve ülkenin kalıbına göre şekil almaz.
İnsanların uydurduğu ideolojilere göre şekillenmez. İnsanlar, gönülden, ihlâsla
Hak Din'e bağlandıkları ve samimi bir şekilde yaşadıkları zaman, ne kadar kolay
olduğunu bizzat görürler. Dünya hayatında bile güzellikleri, mutlulukları ve
Cenneti tadarlar. Buyursun; insanlar bunu bir denesinler, kesinlikle kayıpları
olmayacaktır.[1]

Kolaylık ve zorluk Allah'ın
elindedir. Bir işi insana kolay ve zor kılan O'dur. Zorluk insanlar için
sözkonusudur. Allah için hiçbir iş zor değildir, O'na zor gelen hiçbir şey
yoktur. Allah, yerde ve gökte ne varsa hepsini ve her şeyi bilir. Eşya ve
olayların bilgisine sahip olmak, Allah için çok kolaydır (22/Hacc, 70). Allah,
mahlûkunu ilk baştan yarattığı gibi, ölümden sonra bunu tekrarlamakta, ölüden
diri çıkartmakta, yeniden hayat vermektedir ve insanları tekrar diriltecektir;
şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır (29/Ankebût, 19).
?O gün yer yarılır, onlar
çabucak çıkarlar. Bu, Bize göre kolay olan bir haşirdir.? (50/Kaf, 44)
İnsanlar için esas zorluk,
âhiret zorluğudur. Dünyadaki zorluklar, âhirete göre hem çok az ve hafif ve hem
de geçicidir. Kıyâmetle başlayan öteki hayat, kâfirler için pek çetin ve zor
gündür (25/Furkan, 26). O sûra üfürüldüğü gün ve sonrası zorlu gündür; kâfirler
için (hiç de) kolay değildir (74/Müddessir, 8-10). Kimin kitabı sağından
verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecektir, ama dünyada kötü ameller yapıp
da kitabını solundan veya arkasından alanlar için iş, hiç de kolay olmayacaktır
(84/İnşikak, 6-13).
Kolaylık-zorluk kavramı,
psikolojik ve sübjektif bir kavramdır. Bazen en basit ve çok kolay görülen bir
şey bir insan için dağları aşmak kadar zor gelebilir, bazen de çoğu insan
açısından çok zor kabul edilen bir şey, birisi için kolay gelir. Bunlar, her
şeyden önce kalpleri elinde bulunduran Allah'a âit bir tasarruftur. Tabii, bu
rastgele olmaz. Bunun da bir İlâhî kuralı, sünnetullah dediğimiz Allah
tarafından konulmuş ölçüsü vardır: Kim takvâ sahibi olur, Allah'tan korkarsa,
Allah ona işinde kolaylıklar verir (65/Talâk, 4). İnsanlara emr-i bi'l-ma'ruf ve
nehy-i ani'l-münker yapan, onlara öğüt veren kişileri Allah, en kolaya yöneltip
onda başarılı kılacaktır (87/A'lâ, 6-9). Bu konudaki İlâhî sünnet,
iman-takvâ-infak konusunda görevini yapanlara kolaylığın ihsân edilmesidir (92/Leyl,
5-7). Kim cimrilik edip vermez, kendini zengin sayıp Hakka boyun eğmez, en
güzeli de yalanlarsa, o da İlâhî kudret eliyle en zora yöneltilecektir (92/Leyl,
8-10).
Dünya, âhiretten farklıdır,
dünyada hiç zorluk olmayacak olsaydı, cennetin kıymeti azalalır, dünyanın
imtihan olduğu hikmeti ortadan kalkardı. Dünya, dünyevî zafer, insanlar arasında
evrilip çevrildiği gibi, bir insan için de kolaylık ve zorluk da gelip
geçicidir. Zahmetsiz rahmet olmaz. Ama, her rahmet, bedeli olan o zahmeti de
güzelleştirir, zorlukları kolaylaştırır. Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık
vardır. Sonra tekrar zorluklar çıkacaktır. Ama bu zorluktan sonra da yine bir
kolaylık vardır (94/İnşirâh, 5-6). Allah, her zorluktan hemen sonra bir kolaylık
getirecektir (65/Talâk, 7). Hz. Mûsâ gibi Rabbimizden işimizi kolaylaştırması
için duâ etmeliyiz: ?Rabbim, işimi bana kolaylaştır.? (20/Tâhâ, 25-28).
Çünkü Sen, bir şeyi kolaylaştırmazsan, o iş aslında kolay da olsa bize zor
gelir. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.
?Ey Rabbimiz! Bizden
öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim
gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu tutma, bizi affet, bizi bağışla, bize
merhamet et.? (2/Bakara, 286)
Allah ve O'nun seçtiği ve
mü'minler için örnek gösterdiği, tebliğ görevlisi Hz. Peygamber, altından
kalkamayacağı hiçbir yükü insana yüklememiştir. İslâmiyet, insanı yokuşa süren,
zorlayan, hayatı işkenceye çeviren emir ve disiplinler içermez ve böylesi emir
ve disiplinleri kendi bünyesinin dışında sayar. Nefsi öldürmek, bedene işkence
çektirmek, hayat ve insanlardan kaçıp dağlarda münzevî olarak yaşamak,
evlenmemek, gıdâ ve uykuyu terk gibi tavırlar Rasûlullah (s.a.s.) tarafından
reddedilmiş ve din dışı ilan edilmiştir. Zorluk ve işkence bir yana; ?din
kolaylıktır.? (Buhârî, İman 29), ?Dinin en hayırlı olanı, en kolay
olanıdır.? (Ahmed bin Hanbel, III/479). ?Esası, peygamberlik ve rahmet
olan dini? (Dârimî, Eşribe 8) insan için azap haline getirmek dine en büyük
ihânet olacaktır. İbâdetler bir işkence, bir sıkıntı değil; bir iç ferahlığı ve
Yaratıcı'ya huzur dolu bir yaklaşma oldukları sürece anlam taşırlar. Bunun
içindir ki, ?Dinde zorlama ve baskı yoktur? (2/Bakara, 256). Dış görünüşü
bakımından ne kadar mükemmel olursa olsun, insanın içten gelen isteklerinden
kaynaklanmayan bir davranış, Allah katında değer ifâde etmemektedir.

İslâm, insanı köşeye sıkıştırıp
ezmediği gibi, insanın kendi kendini baskı altına alıp ezmesine de karşı
çıkmıştır. Tahrîm sûresinin ilk âyetinin meâli şöyledir: ?Ey Peygamber!
Allah'ın sana helâl kıldığı şeyleri neden kendine haram ediyorsun?? (66/Tahrîm,
1) Bir başka âyette ise şöyle deniyor:
?De ki: ?Allah'ın kulları
için ortaya serdiği süs ve güzelliği, hoş ve temiz rızıkları kim haram etmiştir?
De ki: ?Onlar, dünya hayatında (inanmayanlarla birlikte) iman edenlerindir.
Kıyâmet gününde ise yalnız mü'minlerindir.? (7'Arâf, 32).
Bu İlâhî beyanlara dayanarak
şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Maddî ve mânevî bütün zevkler, en ideal anlamda,
vahyin gösterdiği helâller dâiresinde mevcuttur. Allah, bu konuda kulları adına,
kullarından daha cömert davranmıştır. Haram alanına çıkıp orada zevkler
arayanlar, İslâm düşüncesine göre, fıtratı bozuk, sapmış ve yaradılış âhengi
bozulmuş dejenere ruhlardır. Dini, hayata zıt, yaşanması imkânsız denecek kadar
zor bir kurum olarak görüp ondan kaçmalarına sebep olmak, din adına bir
cinâyettir. Fıtrat dini, hayat ve insanla çatışmaz.
Bazı nâfile ibâdetleri yerine
getirme, azîmeti tercih etme konuları, bütün toplumu bağlamaz, onlara
emredilmez. Bu çeşit takvâ ile ilgili gayretler, seçkin benliklere hitâb edilen
istisnâlardır. Kolay olanı tercih, İslâm'ın genel tavrı ve insana tanıdığı bir
haktır. Fert, bu hakkını kullanmayabilir. Problem, bu hakkın inkâr edilmesidir.
Varlığı kabul ve ilan edilen hakkın, sahibi tarafından kullanılmamasına gelince,
bu bir fedâkârlık olarak övülebilir, bir ahlâkî fazîlet olabilir. Böyle bir
tutum, fâiline maddî ve mânevî değerler de kazandırır. Fakat unutmayalım ki,
bunu başarabilecek ruhlar çok azdır. İslâm ise, bütün insanlığa, büyük kitlelere
ışık tutar. O, daima geneli, kamuyu, büyük yığınları dikkate alarak kurallar
koyar; ancak bu kurallara mûnis yaklaşımlarla ve seçkin benliklere hitap edecek
istisnâlar getirir. İslâm'ın bu istisnâî yanlarını kurallaştırarak onu, hayatı
zora süren bir kurum haline getirenler, İslâm'ın karakteristik yapısını, genel
tavrını bozmaktadır. Bir hak ve yetki, önce teslim edilir, sonra bu haktan
ferâgat için sahibine dâvet edilebilir. O, bu dâvete icâbet eder veya etmez. Hak
sahibini hakkından vazgeçmeye zorlamak ayrı bir şeydir. Bunun adı zulümdür.
İbâdetlerin miktarı Allah
tarafından belirlenmiş ve Elçisi tarafından da pratiğe aktarılmıştır. Bu açıdan,
herhangi bir ziyâdeleştirme ya da noksanlaştırma kesin bir şekilde yasaklanmış
ve bu yöndeki her davranış haddi aşma/bid'at olarak isimlendirilmiştir. Nitekim
İmam Gazzâlî, ibâdetlerin miktarını, ilâçların karışımına benzetmiş ve sağlıklı
bir netice alınabilmesi için bu ölçüye dikkat edilmesi gerektiğini ifâde
etmiştir (Gazzâlî, el-Munkızu mine'd-Dalâl, s. 111). İbn Teymiyye de, amelinin
daha makbul olması için ameldeki meşakkati artıranlar hakkında şöyle der:
"Bilmek lâzımdır ki, Cenâb-ı Hakk'ın rızâsı ve sevgisi, faydasız bir şekilde
kendi kendine azap çektirmek, canını zorluklara sürmekte değildir (İbn Teymiyye,
el-Fetâvâ, 10/192-193). Buna göre, kışın ortasında, sıcak su varken sevâbı çok
olsun düşüncesiyle soğuk su ile abdest almak ve aynı anlayışla, yakında câmi
varken uzaktaki bir câmiye gitmek, mâkul ve doğru değildir.
İslâm, kolaylık üzere binâ
edilmiştir; yaşanılabilirlik bu dinin tabiatında vardır. Ancak bu, bir
başıboşluğu, her şeyin câiz ve serbest olabileceğini ifâde etmez. Elbette ki bu
kolaylığın da bir sınırı vardır. Kur'ân-ı Kerim'de yer yer şu ifâdelere
rastlamaktayız:
"İşte bunlar Allah'ın
sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, onu orada ebediyyen kalmak
üzere zemîninden ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte en büyük kurtuluş budur.
Kim de Allah'a ve Rasûlüne isyan eder, sınırlarını aşarsa, onu da orada ebedî
kalmak üzere ateşe sokar." (4/Nisâ, 13-14)
"İşte bunlar Allah'ın
sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphe yok ki kendine zulmetmiş
olur." (65/Talâk, 1)
İnsanın kendine zulmetmesi,
ifrâta kaçması ya da tefrîte düşmesi sûretiyle olur. Allah Rasûlü, ümmetini
ibâddetlerle ilgili hayatta da i'tidâl üzere olmaya çağırmıştır. Hadislerde
belirtildiğine göre, Rasûl-i Ekrem, ümmetine farz kılınıp îfâsında zorluk
çekileceği endişesiyle terâvih namazının cemaatle kılınmasına üçüncü veya
dördüncü geceden sonra ara vermiş, hastalık ve yolculuk esnâsında namaz ve oruç
gibi ibâdetler için tanınan ruhsatları kullanmamayı uygun bulmamış, insan gücünü
zorlayacak şekilde nâfile namaz kılmayı tasvip etmemiş, imamlık yapanların
namazı uzatmalarını eleştirmiş ve dinî hükümleri aşırılığa kaçarak uygulamaya
çalışanların bunda muvaffak olamayacaklarına dikkatleri çekmiştir.
İslâm, sadece takvâ sahibi
elitlerin, âlim ve mücâhidlerin/savaşçıların dini değil; bedevîlerin, ihtiyar
kadınların, ortalama kültür ve bilgiye sahip yığınların da dinidir. Saçı başı
dağınık, bedevî bir müslüman, Rasûlullah'a gelerek, Allah'ın kendini yükümlü
tuttuğu ibâdetleri sormuştu. Peygamberimiz de; şehâdet kelimesi ve farz olan 5
vakit namaz, Ramazan orucu, her yıl zekât ve ömürde bir kere hac konusunu ve
zekâtı saymıştı. Adam: ?Sana ikramda bulunan Allah'a yemin olsun ki, bu
söylenenlerden fazla bir şey de yapmam, eksik de bırakmam' diyerek çekip gitmiş,
Peygamberimiz (s.a.s.) de arkasından şöyle demiştir:
?Şâyet dediğini yaparsa bu
adam kurtulmuştur.? (Buhârî, Savm 1; Müslim, İman 9)
Dinin tüm hükümleri, beşerî ve
askerî yapıda emirler ve yasaklar sıralaması halinde değildir. Farz, vâcip,
sünnet, müstehap, mubah sıralaması ve haram, tahrîmen mekruh, tenzîhen mekruh,
müfsid gibi merdiven basamakları vardır. Yine, azîmet ve ruhsat tercihi
sözkonusudur. Ruhsatlar, İslâm'ın her şart ve ortamda kolaylıkla yaşanabilmesi,
yükümlülerden ağır yüklerin kaldırılması ve İslâmî hükümlere henüz yeterince
bağlı olmayanları onlara alıştırmak için başvurulan kolaylıklardır. Müslümanlar,
hayatın akışı içerisinde çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. İbâdetlerini yerine
getirirlerken, kendilerinden kaynaklanmayan zarûret durumuyla karşı karşıya
gelebilirler. Bu gibi durumlarda ruhsatlar onların önünü açabilir. İhtiyaç
olduğu zaman ruhsatlardan herkes yararlanabilir. Bir konuda ruhsat gündeme
gelirse, mü'minler azîmetle amel etmeye zorlanamaz. Dileyen azîmet ile, dileyen
ruhsat ile amel eder. Rurhsat ve kolaylığı kullanma da, Yaratıcı'nın kuluna
verdiğ bir hak olduğuna göre, bu haktan yararlanıp yararlanmama meselesi, kulun
tamamen serbest seçimine kalmıştır.
Nâfile ibâdetler, sünnet olan
sınır aşılmamak şartıyla istenildiği kadar yapılabilir. Ama, başkalarına
emredilemez, bunlar dinin olmazsa olmazları arasına sokulamaz. Tebliğ ve
tavsiyede önceliği alamaz. Tevhidî hususlardan, farzlardan daha önemli gibi
gösterilemez. Aksi takdirde din zorlaştırılmış, ölçü kaçırılıp ifrâta gidilmiş
olur.








[1]
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan Y. s.762-765.