Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

HEVÂ..

HEVÂ

HEVÂ

Şahinin inişi gibi hızla süzülüp inmek; düşmek;
yukarı fırlamak; yıldızların doğuşu ve batışı; mahvolmak; rüzgarın esmesi; kabın
boş olması; hava gibi anlamlara gelir. Ayrıca boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz
gibi anlamlara da gelir.

Hevâ, nefsin şehvetlere eğilimi, keyfe
düşkünlük, şehvete düşkün ve ilim sahibi olmadan sahibine hükmeden nefs
anlamında Kur'anî bir kavramdır. Nefis; şehvet ve keyiflere düştüğü gibi
sahibini de uçurumlara, cehennem çukuruna sürükler, aslında nefis, yapısı
bakımından şehvet sahibi olmak durumundadır. Fakat bu şehvet "ilm"e tabi
olduğunda fıtri bir nitelik kazanır ve günah olmayan yararlı yönlere kanalize
edilir. Sözgelimi, yeme-içme ihtiyacı helâlinden ve normal ölçülerde giderilir,
karşıt cinse duyulan arzu, nikah ile meşru yollarla doyurulur. Fakat nefis,
bütünüyle sınır tanımaz şehvet ve arzulardan ibaret hale gelirse, o zaman
sahibini saptırır ve onu hem dünyada, hem de âhirette felâkete sürükler. İşte
heva kelimesi Kur'an'da bu tür bir nefsi ifade eden bir kavramdır.

Kur'an'ın belirlemesiyle hevâ, dalaletin en
yakın nedenidir. Bu nedenle hevâlarına uyanlar, dalalete düşenler, sapıklık
içinde olanlardır. Kur'an; Rasulullah (s.a.s)'e şöyle emreder:

"Ben Allah'tan ayrı olarak çağırdıklarınıza
ibadet etmekten men olundum" de, "Ben sizin hevanıza uymam, o zaman dalalete
düşerim ve hidayete erenlerden olmam (el En'am, 6/56). Bir başka ayette ise
hevâsına uyanların içine düştükleri sapkınlık şöyle dile getirilir: "Allah'tan
bir hidâyet olmaksızın hevâsına uyandan daha dalalette olan kim vardır?" (el-Kasas,
2/50).

Müminlere düşen, hevâsına uyan kişilere değil,
ilme tabi olmaktır. İlmin kaynağı vahiy olduğuna göre, vahiy ile hevâ birbiri
ile çelişen, birbirine zıt şeyler olmaktadır. Kur'an bunu şöyle ifade eder:
"Sana ilm'den geldikten sonra eğer onların hevâlarına uyarsan, senin için
Allah'tan ne bir veli, ne de bir yardımcı olur" (el-Bakara, 2/ 120).

İlm'in karşısında yer alan olumsuz kavramlardan
"zan" da hevânın doğal işbirlikçisi, destekçisidir. Çoğu zaman ikisi bir arada
bulunurlar: "Onlar ancak zanna ve nefislerin (in) hoş gördüğüne (heva)
uyuyorlar" (en-Necm, 53/23). Hatta kimi zaman doğrudan hevânın yerini alır:
"Yeryüzündeki çoğu insana uyacak olursan, onlar seni Allah'ın yolundan
uzaklaştırırlar (saptırırlar), çünkü onların peşinden gittiği şey sâfı zandır.
Onlar yalnızca saçmalıyorlar" (el-En'am, 6/ 116).

Kur'an bu noktadan bir adım daha ileri giderek
bütünüyle hevâya tabi olmayı "hevâyı ilah edinmek"olarak değerlendirmiştir. Yani
hevâlarına uyanlar, Allah'ı değil, hevâlarını ilah edinmiş olmaktadırlar. Bu
durumda böylesi kimselerin Allah'a inanma iddiaları herhangi bir değer ifade
etmemektedir: "Gördün mü hevâsını ilah edineni? Onun üzerine sen mi vekil
olacaksın?" (el-Furkan, 25/43) Mevdudi "Tefhimu'l-Kur'ân" adlı eserinde, bu
ayetin tefsirinde şöyle demektedir: "Hevâsını ilah edinen, arzu ve tutkularının
kölesi olandır. İlahına ibadet eden biri gibi o da tutkularına ibadet
ettiğinden, bir puta tapan kadar şirk suçu işlemektedir. Hz. Ebu Hûreyre'den
rivayet olunan bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Allah'tan başka kendilerine ibadet olunan sahte ilahların Allah yanında en
kötüsü, kişinin hevâsıdır."

Kur'an diğer bir yerde de şöyle buyurmaktadır:
"Gördün mü hevasını ilah edinip Allah'ın bir ilm üzerinde saptırdığı ve kulağı
ve kalbi üzerine mühür koyup görme gücünün üzerine de perde çektiği kimseyi?
Artık, Allah'tan sonra onu kim hürriyete erdirir? Düşünüp hatırlamaz mısınız?"
(el-Casiye: 45/23). Bu ayetten de anlaşılacağı gibi kişi arzularını, nefsinin
tutku ve eğilimlerini, yani hevasını tanrılaştırdığı zaman "zan" dan kaynaklanan
bir bilgi üzerinde sapıtmakta, kulağı ve kalbi mühürlenip gerçek görme gücünü
yitirmektedir. Böyle bir kişinin artık doğru yola gelmesi mümkün değildir.
Kur'an çoğul olarak bu kişilerden söz ederken, heva kelimesinin de çoğul şekli
olan "ehva" kelimesini kullanır. Bu, hevasına uyan her kimsenin hevasının
diğerinden ayrı ve farklı olduğunu gösterir.

Hevalarına uyan kişilerin egemen olduğu bir
toprak parçasında fesadın yaygınlaşmaması mümkün değildir. Kişilerin hevâları
çatışır ve bunun sonucu olarak "fitne" kabarır, "fesat" artar, yeryüzü zulmün,
haksızlığın, öldürmelerin, işkencelerin merkezi haline gelir. Kur'an, Allah
Rasûl'ü hakkında "O hevâdan konuşmaz, onun söylediği ancak vahyedilmiş bir
vahydir" (en-Necm, 53/3-4) buyurmaktadır.

Harun ÜNAI.