Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Vatan Anlayışı ve ?Ya Sev, Ya Terket!? Dayatması

Vatan Anlayışı ve



Vatan Anlayışı ve
?Ya Sev, Ya Terket!? Dayatması


Irkçıların bir sloganı var: ?Ya
sev, ya terket!? diye. Ya her şeyiyle, düzeni, fesadı, ahlâksızlığı, zulmü,
müslümanların başörtüsüne bile çoğu alanda izin vermeyen anlayışıyla
seveceksiniz, ya da defolup gideceksiniz... Bu tehdit dolu mesaj, ne olduğu
tartışılan ?vatan? kavramını, toprak ve ülkeyi; içinde yaşayan insandan, hem de
kendi vatandaşından daha üstün görmenin (putlaştırmanın) uzantısı bir dayatma
değil de nedir? ?Ya sev, ya terket!? Bu sloganla Hz. Peygamber'in, içinde
Allah'ın evi, en mukaddes yer bulunan Kâbe'nin bulunduğu, kendi ülkesi Mekke'den
hicretini, hatta on yıl sonra Mekke'yi fethettikten sonra bile, tekrar eski
vatanını değil de Medine'yi tercihini nasıl izah edeceğiz? Mekke'de doğan veya
doyan bir kimse, Mekke'de inandığı gibi yaşatmayan yöneticileri ve onların
düzeninin hâkim olduğu ülkeyi ne kadar sevebilir? Artık o, mü'min vasfını
kazanır kazanmaz, Medine'nin doğal vatandaşı, gönülden Medine'li değil midir?
Dârulhap veya dârulküfürde doğan kimsenin gerçek vatanı, dârulislâm değil midir?

?Ya sev, ya terket!? Öyle mi?
Ne tümüyle ve her şeyden çok seveceğim, ne de kolay kolay terkedeceğim! Kim,
kime neyi zorla sevdirmeye kalkıyor; kim kimi, hangi hakla nereden ve niçin
kovuyor? Mekke'den Rasûlullah'ı ve mü'minleri kimler kovuyordu? Bu tür sloganı
kimler söylüyordu dersiniz? Şimdi üzerinde yaşanılan ülke, Mekke'ye/Dârulharbe
benzemiyor da Medine'ye mi benziyor yoksa? Bu ölçüler içinde bu slogan doğaldır,
ama tek şartla; bunu inancını yaşamak isteyen müslümanlara karşı söyleyenlerin,
tarih boyu peygamberlere ve mü'minlere hangi inançtaki insanların bu sözü
söylediğini değerlendirmeleri gerekiyor:
?Kavminden ileri gelen
müstekbirler/büyüklük taslayanlar dediler ki: ?Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve
seninle beraber iman edenleri memleketimizden çıkaracağız; yahut dinimize
döneceksiniz.' (Şuayb) Dedi ki: ?İstemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak
veya dinimizden döndüreceksiniz)? Allah bizi ondan (kâfirlikten) kurtardıktan
sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah'a karşı iftirâ etmiş oluruz.
Rabbimiz Allah'ın dilemesi hali müstesnâ geri dönmemiz bizim için olacak şey
değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Ey
Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adâletle hükmet (kimin haklı, kimin haksız
olduğunu adâletle açığa çıkar). Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.?
(7/A'râf, 88-89)
Onlar bilmiyorlar ki, insan bir
yeri sadece sevmediği için terketmez. Seven insanlar da sevdiklerini isbat etmek
için, ya da daha büyük sevgi (Allah sevgisi) için sevdiklerini terketmek zorunda
kalabilirler. Hele bir toprak sevgisi, Allah sevgisi ile çatışıyor ve birinden
birini tercih etmek gerekiyorsa... Yoksa, şehidlik kavramını bile anlayamayız;
öyle ya şehâdet, vatanı terketmek değil midir? O zaman Allah'a tercih olunan bu
sevgi bir puta dönüşür. Seven sevdiği için fedâkârlığı, o uğurda gerekli
mücâdeleyi göze alandır. Sevdiğinin (vatanın) üzerine çöreklenen ve oradaki
İslâm dışı da olsa yönetimi, zulmü de onaylayıp seven, Allah için sevgi
beslenilmemesi gereken hususlara da gönlünü açan kimse, sevdiğini iddiâ ettiğini
ya öldürmek için delicesine seviyor, ya da orayı putlaştırıyor demektir. Bir
mü'min, sevdiğini Allah için sever, buğz ettiğine de Allah için buğz eder.
?Vatan sevgisi imandandır? diye meşhur olan söz, kesinlikle sahih hadis
metinlerinde yoktur. Ama, insanın doğup büyüdüğü yeri belirli ölçüler içinde
sevmesi, fıtrî/doğal bir özelliktir. Fakat, sevgide ölçülü, âdil olmak ve
Allah'a isyan edenlere ve O'nun yasakladıkları şeylere muhabbet duymamak
şartıyla. ?Vatan sevgisi?, cennet sevgisi demektir. Müslümanın esas vatanı, ana
vatanı, baba ocağı orasıdır. Babamız Âdem ve anamız Havvâ, ilk olarak orayı
vatan edinmişlerdi ve esas gideceğimiz yer, hazırlandığımız ve yatırımlarımızı
yaptığımız mekân orasıdır. Dünyanın hiçbir yeri bizim gerçek vatanımız olamaz,
burada misafiriz, yolcuyuz. Kaldı ki hiçbirimiz doğacağımız yeri kendimiz
seçmedik. Her insan için doğduğu yer kutsal sayılınca, her insana göre kutsal
olan da değişecek, aralarındaki üstünlük de göreceli olacaktır. Ölçü, insanın
kendisi olursa, İlâhî ölçüleri kendi subjektif ölçülerine göre tahrif eder.
Bir insan, belli bir yerde
değil; tüm yeryüzünde halife olması için yaratılmıştır. İslâm'ı, bulunduğu yerde
yaşayıp oraya hâkim kılmak için çalıştığı gibi, dünyanın ulaşabildiği her
tarafına da götürme zorunluluğu vardır. Bir insan, doğacağı yeri seçme hakkına
sahip olmadığından, tercihinde olmayan bir konudan dolayı ne ayıplanır, ne de
şereflenir. Allah, bizi bu topraklarda değil de; çok farklı hatta sevmediğimiz
bir yerde dünyaya getirebilirdi; Diğer insanların oralarda dünyaya gelmesi gibi.
O zaman o yaratıldığımız yerin mi, yoksa şimdi yaşadığımız yerin mi kutsal
olması gerekecekti? Müslüman için tüm arz Allah'ın mülküdür. Hepsi aynı
değerdedir. Bir yerin fazileti, orada inanılıp uygulanan inançla ilgili
olmalıdır. Toprak, üstünde yaşayan insanların inançlarıyla bütün olarak
değerlendirilmelidir. İnsanın ırkına, doğduğu yere göre bir toprak parçasına
kutsallık atfetmesi, Allah için değil de; o toprak parçası için ölümü göze
alabilecek hale gelmesi, vatanın -üzerinde hangi hükümlerin uygulandığına
bakılmadan- yüceltilmesi bu açıdan değerlendirilmelidir. Vatan kelimesi
Kur'an'da geçmez. İslamî açıdan yurt veya vatan "dâr" kelimesiyle ifade edilir.
İslam toplumunun yaşadığı ve hâkim olduğu yerler için klasik ve meşhur
değerlendirmeye göre "dârulislâm", müslümanların idâre ve hâkimiyetleri altında
olmayan yerler ise "dârulharp" kabul edilir. Eğer bir kimse, yaşadığı ülkede
dinî inanç, dinini koruma ve dinini yaşama hürriyetini kaybetmişse, gücü
yetiyorsa cihad ederek bu temel haklarını yerli veya yabancı işgalcilerden geri
alması veya gücü yetmiyorsa, bunları koruyup dinini yaşayabileceği yere hicret
etmesi gerekir. Cihad ve Hicret'in Kur'an'da ve Sünnette çok büyük önemi vardır.

Ayrıca, içinde Kâbe'nin
bulunmasından dolayı müslüman açısından dünyanın en kutsal yeri sayılmaya müsâit
olan bir vatanda, Hak Dinin yaşanamadığı için oradan hicret eden Rasûlüllah ve
ashâbının, aynı zamanda gerçek vatanları olan Mekke'deki yönetime karşı inanç
savaşı yaptıkları unutulmamalıdır. Şu âyet; vatan, cihad ve hicret kavramları
açısından değerlendirilmelidir:
?Nefislerine yazık eden
kimselere, canlarını alırken melekler: 'Dünyada ne işte idiniz?' derler. Bunlar;
'biz yeryüzünde güçsüz bırakılmış çaresiz kimseler idik' diye cevap verirler.
Melekler: 'Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' derler. İşte
onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir." (4/Nisâ,
97).
Medine için, oradaki hurmaları
için savaşan kimsenin mücâdelesinin Allah için olmadığı, ancak Allah yolunda
savaşanların cennetle müjdelenen şehitler olabileceğini Rasülullah'ın
hadislerinden öğreniyoruz.