Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Cezânın Uygulanması

Cezânın Uygulanması

Cezânın Uygulanması:


Bir fiilin hırsızlık olarak nitelendirilmesi,
suçun oluşması ve ispat edilmesinde aranan şartlar, ayrıca suçluya verilecek
cezâ konularında Hz. Peygamber ve sahâbe dönemi uygulamaları, daha sonraki
dönemi uygulamaları, daha sonra dönemde oluşan klasik fıkıh doktrininin ana
malzemesini teşkil ettiği gibi Emevîler'den itibaren çeşitli İslâm
toplumlarındaki uygulama örnekleri de doktriner görüşlerin uç noktalarını ve
yapılabilecek yorum çeşitlerini örneklendirmesi bakımından önem taşır.

Hz. Peygamber döneminde
hırsızlık yaptığı için el kesme cezâsı verilen ilk erkeğin Hıyâr bin Nevfel, ilk
kadınında Benî Mahzûm kabîlesinden Mürre bint Ebû Süfyan bin Abdülesed olduğu
rivâyet edilir. Bir başka olayda Rasûl-i Ekrem, hırsızlık yapan soylu bir
kadının affedilmesi yönünde ashaptan gelen bir isteğe şiddetle karşı koymuş ve
geçmiş ümmetlerin helâk olmasının başlıca sebeplerinden birinin cezâların sadece
fakir ve zayıf kimselere tatbik edilip zengin, soylu ve güçlülerin affedilmesi
olduğunu söylemiş, ardından da, "Allah'a yemin ederim ki eğer hırsızlık yapan
Muhammed'in kızı Fâtıma olsaydı onun da elini keserdim" diyerek had cezâsını
uygulamıştır (Buhârî, Enbiyâ 54, Hudûd 12; Müslim, Hudûd 8-9; Ebû Dâvud, Hudûd
4). Bu hadis, suçluların tâkibi ve cezâlandırılması konusunda devlete düşen
kararlılık ve sorumluluğu ifâde etmesinin yanı sıra kanun önünde herkesin
eşitliği prensibini vurgulaması yönüyle de önem taşır. Bir başka zamanda da
sahâbeden Safvân bin Ümeyye'nin ridâsını çalan ve yapılan muhâkeme sonunda suçu
sâbit görülen hırsıza el kesme cezâsı vermiştir (İbn Mâce, Hudûd, B. 28, h. no:
2595; Ebû Dâvud, Hudûd, B: 14, h. no: 4394; Nesâî, Kat'u's-Sârik, B: 5, h. no:
4852-4855; Dârimî, Hudûd, B. 3, h. no: 2304; Muvattâ, Hudûd, 28). Yine hadis
mecmualarında, başkasına âit bir malı çalıp muhâkemesi esnâsında çaldığını
itiraf eden birkişinin aynı şekilde elinin kesildiği rivâyeti (İbn Mâce, Hudûd
24) veya değişik hırsızlık olaylarında suçu sâbit görülen hırsızlara Rasûl-i
Ekrem'in tâlimâtıyla veya bilgisi dâhilinde el kesme cezâsının verildiğini
aktaran rivâyetler uygulama örneklerinin birkaç olayla sınırlı kalmadığını
göstermektedir. Bununla birlikte Hz. Peygamber'in suçun oluşmasında, ispatında
ve cezânın infâzında suçlu lehine son derece titiz davrandığı, şikâyetçisi
bulunmayan veya kamuoyuna mal olmamış suçları görmezlikten geldiği, affetmeyi ve
sulhu tavsiye ettiği, savaş ve yolculuk esnâsında işlenen hırsızlıklara had
cezâsının uygulanmasını doğru bulmadığı da bilinmektedir (Tirmizî, Hudûd 20;
Nesâî, Sârık 16).

Kaynaklarda Rasûl-i Ekrem'in vefatından sonra
Hulefâ-yı Râşidîn döneminde de hırsızlık olaylarının sayısında İslâm öncesi
döneme nisbetle açık bir düşüş görülmekle birlikte çeşitli hırsızlık
vak'alarının meydana geldiği, suçun sâbit görülmesi ve gerekli diğer şartların
mevcûdiyeti halinde ilke olarak hırsızlara el kesme cezâsının uygulandığı
yönünde bilgiler vardır (Muvattâ, Hudûd 25-26; Ebû Yûsuf, el-Harâc, Beyrut,
1979, s. 167-177; Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, VII/141-145). Bu uygulamaların yanı
sıra, Hz. Ömer'in aç bırakıldıkları için hırsızlık yapan kölelere had cezâsı
vermeyip sahiplerine çalınan malı değerinin iki katıyla tazmin ettirdiği (İbn
Kayyim el-Cevziyye, İ'lâmu'l-Muvakkıîn, III/10-11), beytu'l-malden veya
efendisinin malından çalanlara ve kıtlık yılında işlenen hırsızlık suçlarına had
uygulamadığı, yine bu dönemde -büyük bir ihtimalle suçun sübûtunda veya haddin
infâzında tereddütlü durumların bulunması sebebiyle- bazı olaylarda da
hırsızlara ta'zir nevinden dayak veya hapis cezâsının verildiği bilinmektedir.
Hz. Osman'ın hırsızlık suçunu işleyen Dâbi' bin Hâris adlı kişiyi müebbet hapis
cezâsına çarptırdığı ve bu kişinin hapishanede öldüğü kaynaklarda zikredilir (Hassâf,
EdEbû'l-Kadı, Bağdad, 1397-1398, II/345; İbn Ferhûn, Tebsıratu'l-Hukkâm, Beyrut,
1301, II/216)

Emevîler döneminde
yargı teşkilâtında önemli bir değişikliğin yapılmadığı, fkıh gibi yargı
alanındaki gelişmelerin de toplumun iç dinamizmine bırakıldığı, onun sadece
münferit olay ve dönemlerde siyasî tesir altına alındığı söylenebilir. Anca
Halife Ömer bin Abdülaziz'in adliye teşkilâtının geliştirilmesinde aktif bir rol
oynadığı, toplumda suç oranının azaltılması ve suçluların cezâlandırılması
yönünde bir dizi tedbir aldığı, hadlerin uygulanmasının namaz ve zekâtın
edâsıyla aynı öneme sahip olduğunu ifâde edip öldürme veya el kesme cezâlarında
kendisine kararın temyiz ettirilip izin alınmadan infâza gidilmesini yasakladığı
da kaydedilir (İbn Sa'd, it-Tabakat, V/378; Fahrettin Atar, İslâm Adliye
Teşkilâtı, DİB Y., Ankara, 1979, s. 77, 151). Dönemin Musul valisi Yahyâ el-Gassânî,
bölgede vali olarak göreve başladığnda hırsızlığın hayli yaygın olduğunu,
muhâkeme ve infâz hukukunda takip edilen genel politika neticesinde hırsızlığın
en alt düzeye indiğini ifâde etmektedir (Süyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 237-238).
Emevî halifelerinden Hişam bin Abdülmelik'in de adliye ve cezâ siyaseti alanında
bazı iyileştirici tedbirler aldığı, bir yıl müddetle had cezâsını kaldırdığı,
fakat hırsızlığın iki kat daha artıp insanların can ve mal emniyetinin azalması
üzerine bu cezâyı tekrar uygulama alanına koyduğu kaydedilir (Ali Mansûr,
Nizâmu'l-Tecrîm ve'l-Ikab fi'l-İslâm, Medine 1976, I/314).

Abbâsîler döneminde
adliye teşkilâtında, yargılama ve infâz hukukunda önceki dönemlere nazaran
önemli gelişmeler kaydedildiği, Hârunurreşid zamanında kadı'l-kudâtlık
müessesesi ihdas edilip merkezî denetimin güçlendirildiği, bu dönemden itibaren
hukukî istikrarın ve uygulama birliğinin daha iyi korunduğu, kadıların yetki ve
görevleri arttırılıp her merkeze bir kadı tâyin edilmesine çalışıldığı, bu arada
suçların tâkibi ve suçluların cezâlandırılmasında mezâlim mahkemelerinin ve
muhtesiplerin de aktif rol üstelndikleri bilinmektedir. Bununla birlikte Ebû
Yûsuf'un mevcut durumdan şikâyetlerini de içeren ifâde ve taleplerinden,
döneminde hadlerin uygulanmasında zaafa düşüldüğü, hapishanelerde hırsızlık
suçundan dolayı birçok kimsenin bulunduğu anlaşılmaktadır (Ebû Yûsuf, el-Harac,
s. 149-153). Hicrî II. (milâdî VII.) yüzyıldan itibaren tedvin edilmeye başlanan
klasik fıkıh literatüründe, İslâm toplumlarındaki uygulama örneklerini ve
farklılıklarını aynen yansıtmak veya tartışmaya açmak yerine, hukuk eğitimi ve
uygulama için model oluşturma ve istikrarı sağlama gâyesi hâkim olduğundan bu
kaynaklarda orta ve ileri dönemlerin uygulama örneklerini, hatta bu alandaki
problemlerini görmek bir hayli zordur. Bu sebeple, klasik fıkıh doktrininin esas
itibarıyla dönemlerindeki İslâm toplumunun geleneğini ve porblemlerini dile
getirmekten ziyâde ilk dönemlerden devralınan hukuk kültürünü yansıttığını ve
doktriner tartışmaların bu zeminde cereyan ettiğini söylemek mümkündür. Bunun
sonucu olarak Abbâsîler dönemi de dâhil orta dönem İslâm toplumlarında
sosyokültürel şartların ve geleneğin, ilk dönemlerin İslâm toplumuyla önemli
birçok ortak paydaya sahip olması oranında hadlerin, bu arada hırsızlık suç ve
cezâsının tâkip ve tatbikinin ana hatlarıyla klasik doktrinde yer alan çizgide
seyrettiği, farklı kültür ve geleneğe sahip toplumlarda ise doktrinle uygulama
arasındaki farkın açıldığı söylenebilir. Bu konuda ileri dönem İslâm
toplumlarında, özellikle de Osmanlı Devleti'nde bazı farlı yorumların ve
uygulama örneklerinin görülmesi bu toplumların kısmen farklı sosyal şartlara,
hukuk kültürüne ve siyaset geleneğine sahip bulunmasıyla açıklanabilir ve bu
örnekler İslâm hukuku açısından da ayrı bir önem taşır.

Osmanlı hukukunda
hırsızlık suçuyla hükümleri ihtivâ eden ilk yazılı kanunî metnin Fâtih Sultan
Mehmed devrinde yürürlüğe konduğu ve Fâtih kanunnâmesi olarak bilinen bu metnin
üçüncü faslının hırsızlık suçuna dâir hükümlere ayrıldığı bilinmektedir (Ahmet
Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, İst. 1990-1992,
I/349-350). II. Bayezid devri kanunnâmelerinde de hırsızlık suçuyla ilgili
hükümlere yer verilmiş ve bu kanunnâmenin 241 ve 243. maddelerinde hırsızların
kadı huzuruna çıkarılmadan cezâlandırılmamaları gerektiği belirtilmiş, ayrıca
hırsızlığı örfî hukuk kurallarına göre sâbit olan kimse için kadının hüccet
verip aradan çekilmesi ve ehl-i örfün cezâlandırmasına engel olunmaması da
emredilmiştir. Bu döneme âit Aydın ili siyâsetnâmesinde, adı geçen sancakta
İslâm hukukuna göre sâbit olan hırsızlıklarda "emr-i şer' nice ise" onun
uygulanması, örf ile sâbit olan hırsızlık suçlarının ise siyâsetnâme gereği
cezâlandırılması hükmü yer alır (a.g.e., II/42-44, 75-76, 169). Yavuz Sultan
Selim kanunnâmelerinde hırsızlık suçu 26-35. maddeler arasında ele alınmış ve bu
kanunnâmede, bulunduğu yer halkı tarafından istenmeyen bir hırsızın,
mahallesinden sürülebileceği belirtilmiştir. Bu döneme âit Manisa sancağı
siyâsetnâmesinde de birkaç defa hırsızlığı sâbit olan kimsenin asılacağına dâir
hüküm getirilmiştir (a.g.e., III/91-93, 106, 192).

Kanunî döneminde yapılan kanunlaştırma, gerek
kendi zamanı içinde, gerekse sonraki zamanları etkilemesi yönüyle modern anlamda
sistematize edilmiş bir kanunlaştırma hareketidir ve bu kanunnâmenin üçüncü
faslı hırsızlık suçlarına ayrılmıştır. Kendisinden önceki kanunnâmelere nisbetle
daha geniş bir içeriğe sahip bulunan kanunnâmede livâta, yalan yere şâhitlik,
sahtekârlık, kalpazanlık gibi daha önceki kanunnâmelerin yer vermediği birçok
yeni suçtan ve cezâî müeyyidelerinden söz edilmiş ve muhtesib tarafından
cezâlandırılan bazı suçlarla ilgili hükümler yer almıştır. Ayrıca eski Türkçe
terimler yerine klasik fıkıh literatüründeki Arapça kelime ve terimlerin
kullanıldığı, bununla beraber eski Türkçe olan ve hırsızlık mânâsına gelen "uğrulama"
kelimesinin Kanûnî, hatta III. Murad ve I. Ahmed devri metinlerinde "serika"
kelimesiyle birlikte kullanılmaya devam edildiği görülür (U. Heyd, Studies in
Old Ottoman Criminal Law, Oxford 1973, s. 72-81; Akgündüz, a.g.e., III/192, IV/301-303).

Bu kanunnâmelerde hırsızlık suçu için konulmuş
olan müeyyideleri, Batılı ve yerli bazı yazarların iddiâ ettiği gibi İslâm
hukukunun hırsızlıkla ilgili hükümlerinin iptâli ve engellenmesi şeklinde değil;
şer'î hukukla örfî hukukun birbirini tamamlaması olarak görmek mümkündür.
Nitekim Fâtih Kanunnâmesi'nde yer alan, "Eğer at uğrulasa elin keseler,
kesmezler ise iki yüz akçe cürüm alına" maddesinin (Akgündüz, a.g.e., I/349)
veya diğer kanunnâmelerdeki benzeri maddelerin (Barkan, Kanunlar, s. 120), sâbit
olan bir hırsızlık suçu için yargıya iki cezâ türünden birini seçme hakkı
tanıdığını söylemek de mümkün olmakla birlikte, suçun unsurlarında veya ispat
şartlarında bir eksikliğin bulunması sebebiyle had cezâsının uygulanamadığı
durumlarda daha alt bir cezânın uygulanabilmesi imkânını getirdiğini söylemek
daha isâbetli görünmektedir. Meselâ hırsızlıkta çalınan malın nisab miktarına
ulaşması haddin uygulanabilmesi için şarttır. Kanunnâmelerde bu miktara
ulaşmayan hırsızlıklar için para cezâları getirilmiştir. Fâtih Kanunnâmesi'nde
kaz ve ördek çalana ta'zîr cezâsının verilmesi, ayrıca koyun ve kovan çalandan
on beş akçe cürüm alınmasına dâir hükümler (a.g.e., s. 389), çalınan malın nisab
miktarına ulaşmaması sebebiyle daha alt bir cezâ uygulanmasının örnekleri
olabilir. Hırsızlık suçunun unsurlarından olan, çalınan malın koruma altında
bulunması şartının gerçekleşmemiş olması da ta'zîr cezâsının verilmesinine yol
açan sebeplerdendir. Nitekim Kanûnî dönemi cezâ kanunnâmesinin farklı bir
nüshasında hırsızlığın gerçekleşmesi için malın koruma altına alınmış olmasının
şart olduğu, bu sebeple mer'ada (hayvan güdülen otlakda) meydana gelen bir
hırsızlığın ta'zîr grubuna gireceği, doktrindeki bir başka şartın gereği olarak
da âile efrâdı arasında cereyan eden hırsızlığa ta'zîr cezâsının uygulanacağı
hükümleri yer almaktadır (a.g.e., s. 389; U. Heyd, Studies in Old Ottoman
Criminal Law, Oxford 1973, s. 73).

Kanunnâmelerde, sâbit olan hırsızlık suçu için
öngörülen ve "... Her sârikın ki kat-ı yed oluna, eğer aynıyla sirkat ettiği
davar durursa alınıp sahibine verile, durmaz ise tazmin olunmaya"; "Eğer at
uğrularsa (çalarsa) elin keseler"; "Kat-ı yed olmazsa ... altın alına"; "Kat-ı
yede ve hadde ve ta'zîre müstahık olanlara ukubatların ve siyasetlerin edip
nesnelerini almayanlar"; "Şer'an kesmek lâzım olmasa cürm alına" şeklindeki
ifâdelerle belirtilen el kesme cezâsının (Barkan, Kanunlar, s. 120, 274, 397;
Selâmi Pulaha-Yaşar Yücel, I. Selim Kanunnâmesi ve 16. Yüzyılın İkinci Yarısının
Kimi Kanunları, Ankara 1988, s. 19; Akgündüz, a.g.e., I/349). Osmanlı toplumunda
sıkça ve düzenli biçimde uygulandığını söylemek mümkün olmayacağı gibi, nâdiren
tatbik edildiğini veya hiç tatbik edilmediğini söylemek de isâbetli değildir.

Osmanlı hukukunda dâvânın sonuca bağlanması
şer'î mahkemelere (ehl-i şer'), mahkemenin verdiği kararın infâzı ise ehl-i örfe
âit olduğundan arşiv belgelerinde cezânın infâzı hakkında herhangi bir bilgi yer
almamaktadır. Bu bilgilere ilâve olarak, Osmanlı belge ve kaynarlarında, suçu
sâbit görülen hırsızlara ta'zîr cezâsı nevinden ölüm, hapis, çeşitli para
cezâları, küreğe mahkûm olma, kalebentlik ve sürgün cezâlarının uygulandığına
dair birhayli bilginin bulunduğu, uygulanan cezâ türlerinin de hem dönemlere,
hem de suçun ağırlık derecesine göre değişiklikler gösterdiği söylenebilir. Bu
cezâlar arasında para cezâları önemli bir yer tutmakta ve bunun miktarı
kanunnâmelerde bazen açıkça belirlenirken, bazen de hâkimin takdirine
bırakılmaktadır.

Günümüzde
cezâ hukuku alanında Batı hukukunu iktibas yoluyla kanunlaştırmaya giden
halkının çoğu müslüman olan ülkelerde hırsızlık suçu, Türkiye'de olduğu gibi
basit ve mevsuf hırsızlık şeklinde iki kategoride ele alınmakta ve kural olarak
hapis cezâsıyla cezâlandırılmaktadır. Bu konuda İslâm hukukunun klasik doktrini
çerçevesinde kanunlaştırmaya giden Pakistan, Libya, Sudan, İran, Suudi Arabistan
gibi azınlığı teşkil eden halkının çoğu müslüman olan ülkelerde ise suçun
oluşumu ve cezânın infâzı hususunda aralarında yaklaşım ve prosedür farklılığı
bulunmakla birlikte, belirli bir değerin üzerindeki malı çalanlara kural olarak
had cezâsının uygulandığı ve cezânın infaz şeklinde de İran örneğinde olduğu
gibi bazı uygulama farklılıklarının bulunduğu bilinmektedir. Bununla birlikte el
kesme cezâsının sıkça, hatta milletlerarası örgütleri harekete geçirecek bir
yoğunlukta uygulandığı Sudan hâriç tutulursa, bu ülkelerde gerek maddî hukuk
gerekse usûl hukuku bakımından bu konuda hayli titiz davranıldığını ve uygulama
örneklerinin çok sınırlı kaldığını, Pakistan örneğinde olduğu gibi âdeta infâza
imkân vermeyen bir çekimserliği bulunduğunu da kaydetmek gerekir.

İslâmî öğretinin cezânın tatbikinden ziyâde,
toplumsal huzur ve güven ortamının tesisine, suçun önlenmesine ve kişilerin bu
yönde eğitim ve ıslahına önem verdiği, ayrıca Hz. Peygamber'in suçun kamuoyuna
malolması, suçlunun itirafında veya mağdûrun şikâyetinde ısrar etmesi gibi
hallerde son çare olarak hadlerin uygulanmasına yöneldiği bilinmektedir. Bunun
yanında el kesmenin, geri dönüşü bulunmayan ağır bir cezâ olduğu da açıktır. Bu
ve benzeri sebeplerle olmalıdır ki İslâm'ın ilk dönemlerinden itibaren
yöneticilerin bu cezâyı uygulamada genelde ihtiyatlı hatta isteksiz
davrandıkları görülür. Rasûl-i Ekrem ve Hulefâ-yı Râşidîn devrinde bu izlenimi
veren bir hayli uygulama örneğine rastlandığı gibi, sosyal refah ve barışın
belirgin şekilde iyileştiği Abbâsîler döneminden itibaren bu tavrın âdetâ
çekimserliğe dönüştüğü dahi söylenebilir. Ancak klasik fıkıh doktrini, ilk
dönemlerden devralınan hukuk kültürü etrafında oluştuğu, mezhepleşme süreciyle
birlikte entelektüel tartışma ve hukuk eğitimi aracı olma özelliği ön plana
çıktığı için belli bir dönemden sonra uygulamadan bağımsız bir gelişme
kaydetmeye başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak el kesme cezâsının tatbik imkânı
ve şartları konusunda klasik fıkıh kaynaklarındaki bilgilerde orta ve ileri
dönemlerin uygulamasını etkileyen söz konusu çekimserliği görmek pek mümkün
değildir. Bununla birlikte yukarıda temas edildiği gibi başta Hanefî ve Şiî
fakîhleri olmak üzere bir kısım İslâm hukukçusunun hırsızlık suçunun oluşması ve
ispatı konusunda doktrinde yeni tartışmalar açıp geleneksel hukuk kültüründeki
mevcut hoşgörüye ilâve olarak sanık lehine yeni yorumlar geliştirdiği, Hz.
Peygamber ve sahâbe dönemindeki bazı uygulama örneklerini genişletici yoruma ve
metodolojik tenkide tâbi tutup cezânın uygulanmasına sınırlama getirdikleri de
bilinmektedir. Onların bu yaklaşımında, yukarıda sözü edilen genel mülâhazanın
yanında kısmen farklı sosyokültürel şartlar içinde bulunmalarının da etkili
olduğu açıktır. Yine klasik dönem fakîhlerinin hırsızın sadece el veya ayak
parmaklarının kesilmesi, el kesme cezâsının suçun ilk defa işlenmesinde değil;
tekerrürü halinde veya âdet haline getirildiğinde uygulanması gerektiği
yolundaki telâkkîsine, çoğunluk tarafından şâz bir görüş olarak bakılsa bile
literatürde yer verilir. Öte yandan, klasik doktrinde el kesme cezâsını mümkün
olduğu ölçüde zorlaştırmaya ve alternatif cezâ arayışına ilişkin zayıf çizgi,
İslâm toplumlarının ileri dönem uygulamalarında daha belirgin hale gelmiştir.
Nitekim Osmanlı toplumunda, cezâ hukuku alanında da fıkıh doktrininin yukarıda
belirtilen sebeplerle klasik çizgide seyretmesine ve hırsızlık suçunun el kesme
ile cezâlandırılmasının hukukî metinlerde ilke olarak korunmasına karşılık
uygulamanın örfî hukuk çatısı altında ayrı bir kategori oluşturduğu, yoğunluk ve
keyfiyet tartışmalı olsa da hırsızlık suçuna para, hapis, sürgün, kürek
mahkûmiyeti gibi cezâların da uygulandığı bilinmektedir. Bu farklı uygulamanın
temel âmilini, Osmanlı toplumunun ilk ve orta dönem İslâm toplumlarına nisbetle
daha farklı sosyokültürel şartlara, farklı bir hukuk ve siyaset geleneğine sahip
olması teşkil etmiştir.

Önceki yüzyıllara oranla hızlı bir değişimin ve
kültürel etkileşimin yaşandığı 19. ve 20. yüzyıllarda, İslâm hukuk doktrinindeki
cezâî müeyyidelerin ne ölçüde ve nasıl bir yoruma tâbî tutulabileceği ve hangi
şekilde uygulandığında hem nassa uygunluğun sağlanacağı, hem de toplumsal
sağduyunun adâlet beklentisinin karşılanmış olacağı konusu müslüman hukukçuları
yakından meşgul etmiştir. Hırsızın elinin kesilmesi bu tartışmanın yoğunlaştığı
alanlardan biridir. 20. yüzyılın ilk yarısında Mısır'da hırsızlık suçuna
başlangıçta değil, suçun tekerrürü halinde el kesme cezâsının verilmesinin İslâm
hukukuna uygun olacağının ileri sürülüp bu yönde kanunlaştırma teklifinin
gündeme gelmesi bunun bir örneğidir (M. Selim, el Avvâ, Fî Usûli'n-nizâmi'l-Cinâiyyi'l-İslâmî,
Kahire 1983, s. 182-186). Yine günümüzde müslüman hukukçular tarafından -zayıf
bir sesle de olsa- ilgili âyette geçen "elin kesilmesi" ifâdesine lafzî değil;
mecâzî bir anlam yüklenebileceği ve âyette hırsızlığa uzanan ele engel
olunmasının istendiği, İslâm'ın ilk dönemlerine nisbetle sosyal yapının,
ekonomik ve kültürel değerlerin değişimine, suç ve cezâ anlayışındaki
gelişmelere paralel olarak hırsızlık suçunun cezâsının da değişebileceği, buna
ilâve olarak âyette tekrara delâlet eden ism-i fâil kalıbı kullanılarak cezâdan
söz edilmesinden, sünnette ve sahâbe tatbikatında hırsıza ancak tekerrürü
halinde el kesme cezâsının uygulandığı izlenimini veren örneklerin bulunmasından
(İbn Hazm, el-Muhallâ, Kahire 1972, XIII/68-69, 391; M. Ebû Zehre, el-Ukube,
Kahire 1974, s. 147-148) hareketle, bu cezânın hırsızlığı ilk defa işleyenlere
değil; mükerreren işleyenlere veya bunu âdet haline getirenlere verilmesi
gerektiği şeklinde özetlenebilecek yeni görüşlerin de gündeme getirildini
belirtmek gerekir (Fazlurrahman, Islamic Modernism, IJMES I, 1970, s. 330;
ayrıca bk. M. Ebû Zehre, el-Ukube, Kahire 1974, s. 146-147; M. Selîm el-Avvâ, Fî
Usûli'n-nizâmi'l-Cinâiyyi'l-İslâmî, Kahire 1983, s. 182-187). Klasik doktrindeki
hâkim çizgiyi bir hayli zorlayan bu yeni görüşlerin arka planında, hırsızın
elinin kesilmesiyle ilgili hükmün, mâhiyeti itibarıyla dinin inanç ve ibâdet
gibi taabbudî hükümlerinden olmayıp cezâlandırmanın amacıyla ve sosyal bağlamla
ta'lîl edilebileceği, böyle olunca da bu cezânın öncelikli olarak o dönemin ve
toplumun cezâlandırma konusundaki genel kabullerine uygun düştüğü ve kamu
vicdanının adâlet beklentisini tatmin edici bir çözüm önerisi olarak
algılanabileceği, el kesme cezâsı alternatif bir cezâ, nihâî bir çözüm veya bir
tehdit unsuru olarak teoride mevcûdiyetini korusa bile, günümüzde hırsızlığa
yukarıda işâret edilen amaçlara ve beklentilere uygun başka cezâların da
uygulanabileceği fikri yatmaktadır.[1]

Bu son dönemlerdeki bazı modern din
araştırıcılarında ortaya çıkan hırsıza karşı aşırı merhamet gösterilip ona küçük
cezâların yeterli görülmesinde Batının ve gayri İslâmî düzen ve kanunlarının
etkisinin inkâr edilemeyecek düzeyde olduğunu belirtmek gerekir. Kur'an'ın bu
konudaki açık hükmüne (5/Mâide, 38) rağmen, şartları gerektiği halde hâlâ
mağdûrdan yana değil, hırsızdan yana yer alır gibi tavır almak, caydırıcı ağır
cezâ olmayınca toplumda hırsızlığın ve buna dayalı şiddet ve ölümlerin artmasına
sebep olmak gibi çok tehlikeli neticeler verdiği görülmek istenmemektedir.
Müslüman olduğunu iddiâ eden çağdaş İslâm hukukçularının Kur'ânî hükümlerin
uygulanması için altyapı oluşturacaklarına ve Kur'an'dan tâviz vermeyen bir
yaklaşıma sahip olacaklarına, bazılarının İslâm dışı ve tâğûtî mevcut sosyal ve
siyasal yapının dini baskı altında tutup yönlendirmesine seyirci kalmanın da
ötesinde destek olma gaflet ve ihâneti yattığını söylemek ağır olmasa gerektir.



[1]
Ali Bardakoğlu, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 394-396

HIRSIZLIK..
Hırsızlık; Anlam ve Mâhiyeti
Hırsızlığın Cezâsı
Hırsızla İlgili Şartlar Şunlardır
Çalınan Malla İlgili Şartlar
Malı Çalınanda Bulunması Gereken Şartlar
Hırsızlığın İsbâtı
İkrarın Şartları
Hırsızlık cezâsını Düşüren Haller
Cezânın Uygulanması
Hadler; Hırsızlık ve Yol Kesme Cezâları
Hırsızlık cezâsı (hadd-i sirkat)
Yol kesme cezâsı
Kur'ân-ı Kerim'de Hırsızlık Kavramı
Hadis-i Şeriflerde Hırsızlık Kavramı
Malı Koruma.
Lukata; Yitik Malı Bulma.
a. İşhâd
b. İlân
Lukatanın kısımları
İlân müddeti dolduktan so a sahibi gelmeyen lukatalarda yapılacak muâmeleler
Lukatanın vergisi
Hırsızlığa Giden Yolun Kapanması ve Müslümanın Mala/Paraya Bakışı
Sosyal Adâlet
Cezâ Tedbiri
Emeği sömürmek
Haram Kazanç Yolları
Çalınan ve Gasbedilen Şeyi Satın Almak
Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
Rızık Darlığı İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu.
Haramdan, Hırsızlıkla Oluşmuş Hakdan Temizlenmek.
a- Tevbe
b- Haramı Mülkünden Çıkarmak
c- Haram Malın Verileceği Yer
Farklı Hırsızlıklara Örnekler (Dolandırıcılık, Üçkâğıtçılık, Kleptomani, İntihâl, Yol Kesme, Soygun, Zimmet, Rüşvet, Kumar...)Dolandırıcılık.
Üçkâğıtçılık.
Yankesicilik.
İhtilâs.
Kapkaççılık.
Vurgunculak.
Sûiistimal; Görevi Kötüye Kullanma.
Yolsuzluk.
Zimmete Geçirme.
İrtikâp.
Haraç
Gasb.
Yağma.
Sahtekârlık.
Taklitçilik.
Hıyânet, Hâinlik.
Hile.
Borcu Ödememek.
Ğulûl
Kleptomani
Kleptomani
İntihâl
Nebbâşlık.
Soygunculuk.
Rüşvet
Kumar
Hırsızlık ve Günümüz.
Fâiz Soygunu
Robin Hood'luk İslâm'da yoktur.
Dâru'l-Harb ve Dâru'l-Harbde kâfirlerin Malı
Hırsızlığın Günümüzdeki Bin Bir Çeşidi...
Çocukları Çalınan Ana-Babalar
Dili Koparılan Anne
Hırsızlık Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar